ANARŞİ, COĞRAFYA VE MODERNİTE, Elisée Reclus’nün Seçilmiş Yazıları

Dr. Muhammet KAÇMAZ [1]

Yeryüzünün hikâyesini insanın hikâyesi olarak yeniden yazan Reclus’un seçilmiş yazılarının derlendiği “Anarşi, Coğrafya ve Modernite” kitabı John Clark ve Camille Martin’in eleştirel bakış açısıyla oldukça güzel bir şekilde harmanlanmış. Günümüzden bir asır önce çoğu konuda bugünün insanlarından ve toplumlarından daha ileri bir modernite anlayışına sahip Reclus’un çağını ve çağımızı aşan fikirleri kitabın etki derecesini arttırmaktadır. Coğrafi düşlerin, düşüncenin ve coğrafi felsefenin ne denli önemli olduğu gerçeğini görmek ve bilmek isteyenler için bu kitabın biçilmiş bir kaftan olduğunu ifade etmek mümkün. Kitap coğrafyaya, insana, yeryüzüne, dünyaya ve kendimize bakışımızı yeniden şekillendirmemize yardımcı olacaktır. Coğrafyanın farklı ölçek ve zamanlarda insanın yeryüzündeki tüm hikâyesine ortak olduğunu fark edince coğrafyanın önemi ve değerini klasik söylemlerin ötesine taşıyabileceğiz belki de. Coğrafyanın geçmişinden, kederinden coğrafyanın geleceğine, kaderine doğru bir yolculukta coğrafyaya eşlik etmek coğrafyacılar için ne büyük mutluluk. Reclus bize bu konuda büyük bir rehber olmakla birlikte bu kitap bizim yeryüzü ve insana bakışımızda yeni ufuklar açabilecek niteliktedir.

Her bölümü ayrı bir yaşam dersi olan kitap iki ana bölüm 18 alt bölümden oluşmaktadır. Yeryüzü ve insanın hikâyesi ile başlayan eser anarşizm ve anarşist coğrafyanın tanımlandığı bölümler ile devam etmektedir. Doğa, kültür, ilerleme felsefesi, toplumsal dönüşüm, tahakküm, özgürlük, eşitlik, köylü kardeşliği, geniş aile, evrim, devrim, vejetaryenlik, kentler, modern devlet, kültür, mülkiyet gibi konuları ele aldığı her bölüm coğrafyacının düş ve düşünce dünyasına ayrı ayrı vurulmuş darbelerdir. Bu kitabı okurken Kafka’nın “eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki” sözünü hatırlamamak ne mümkün. Kitabı tüm bölümleri ile ele alıp, değerlendirmek pek mümkün değil zira coğrafi açıdan öyle çok üzerinde durulması gereken mesele var ki. Dolayısı ile Reclus’un anarşist coğrafyasına göz atıp onun ağırlıklı olarak yeryüzü ve insan hakkındaki fikir ve düşünceleri ile bu değerlendirme sınırlandırılacaktır.

Anarşi kelimesinin zihnimizde canlandırdığı imaj hiç olumlu olmamakla birlikte şiddeti değişim için bir yol, yöntem olarak görenleri tasvip etmek de mümkün değildir. Reclus’un da şiddeti tasvip etmediği bilakis düşmanına karşı bile sevgi ile yaklaşma çabası ve isteği çok açık ve net bir biçimde yaşamında ve düşüncelerinde yer almıştır. Lakin Reclus’un haklı olunan bir mücadelede şiddeti tasvip edenlere ve hatta uygulayanlara karşı tavır almayışı hatta kimi zaman haklı görmesi kitabın yazarları tarafından da yine Reclus’un fikirleri ile yerinde ve dozunda eleştirilmiştir. Özgür, adil ve şefkatli bir dünya hayal eden Reclus için “İnsan doğanın kendi bilincine varmasıdır.” İnsanın yeryüzündeki serüveninin olumsuz bir hal aldığını seyir defterine yazan Reclus bir kâhin değildi elbet. Lakin ileri görüşlü bir coğrafyacı olarak dünyanın bugün karşılaştığı birçok soruna zamanını aşan bir keskinlikle isabetli bir biçimde değinerek yeryüzünün korunmaya ve bakılmaya ihtiyacı olduğu konusunda erken işaret fişekleri yakan bilim insanlarından biri olmuş ve bir sosyal coğrafyacı olarak Reclus’un ideallerini yaşamında uygulama çabaları takdir edilmiştir. Yazarlar Reclus’un insanlığın öyküsünü, yeryüzünün öyküsü olarak yeniden kurguladığı zamanlardaki dünyada ilerleme miti’nin en parlak günlerini yaşadığını ve hegemonik sistemin savunucularının kibirli bir rehavet içinde her yerlerinden iyimserlik fışkırdığını belirtmişlerdir. Reclus’un öznesi olan insanlığın küresel, doğa ile iç içe, bir yandan da özgürleştirmenin özgürleştiriciliğine yaslanan açık uçlu, yaratıcı bir projenin taşıyıcısı olduğunu ifade etmişlerdir.  Bu bağlamda Reclus’un “küreselliğin ilk peygamberlerinden biri” olarak nitelenmesi de fikirlerinin dünya için ne denli önemli görüldüğünün bir göstergesidir. Ağır sanayi devrimi sonrası dünyanın günümüzde geldiği nokta ve yeryüzünün önemli ölçüde kaybettiği doğal yapısı ve özellikleri tüm insanlar özellikle coğrafyacılar için bir hüzün tablosu iken teknolojik gelişmelerin başını çektiği hafif sanayi devrimi sırasında ve sonrasında dünyanın nasıl şekilleneceği konusunda Reclus’un tavsiyelerine kulak vermekte fayda var.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde devletçi küresel kuramlara alternatif olarak sunduğu “sonunda eşitliğin kazanacağı ve bu eşitliğin sadece Amerika ile Avrupa arasında değil hem bunlar hem de dünyanın başka köşeleri arasında kurulacağı” bir gelecek öngörüsü bugün bile bir ütopya.  “Zengin, güçlü, hegemonik bir çekirdek ile zayıf, yoksul, sömürülen çevreye bölünmüş dünyanın yerini “merkezi her yerde, çeperi hiçbir yerde” olan bir dünya hayali de öyle elbette. Yakın tarihlerde ortaya atılan ve I. Dünya savaşına ilham veren Friedrich Ratzel’in Lebensraum (Yaşam Alanı) ile Halford John Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi ve Heartland (Dünyanın Kalbi) fikirleri yerine Reclus’un hiçbir yeri merkez ya da çeper kabul etmeyen fikri kabul görseydi günümüz dünyası nasıl şekillendirdi? Geleceği, geleceğimizi şekillendiren geçmişin ve bugünün kabul görmüş fikirleri, fikirler de insanın ve dünyanın işletim sistemidir.  Dolayısı ile fikirlerin önemi ve kabul görmesi ya da görmemesi yeryüzünün, toplumun, insanın tüm katmanları ve tüm zamanları için hayati önem taşımaktadır.

Reclus için “yeryüzü insanın asli bir parçası olduğu tüm yeryüzüdür. Bizler bütün karmaşası ile o bütünün içindeyiz ve onun sayesinde varız. Dünyayı anlamak, tüm bileşenlerini, iç içe geçen faktörleri anlamayı gerektirir.” Dünyayı anlamanın oldukça karışık ve karmaşık bir süreç olduğunu bu cümleler ile ifade eden Reclus coğrafyacılara da zor lakin güzel bir istikamet çizmiştir. Reclus’un “sosyal coğrafyası içinde ve şeylerin karmaşasında hiç değişmediği için yasa” olarak tanımlanan üç olgu bize bu istikamette yol işaretleri olabilir. Bunlar; “sınıf mücadelesi, eşitlik arayışı ve bireyin egemen iradesi.” İster mekânsal ya da ekonomik ister kültürel ya da etnik nedenler ile olsun yeryüzünde insanlar arasındaki tüm mücadelelerin özünde yatan gerçekliklerdir bu işaretler. Bugün insanlık ne yazık ki Reclus’un eserinde belirtmiş olduğu koruyucu, onarıcı ve yaşatıcı tavırdan epey uzaklaşmıştır. Bu bağlamda coğrafyacıların kendilerini yeryüzünün öğretmeni olmaktan ziyade yeryüzünün koruyucuları olarak yeniden tanımlama ve yetiştirme gereği ortaya çıkıyor ki bu durum ülkemizde coğrafyanın yeniden ve derinden yapılanmasını gerektiriyor. Modern dünyanın, toplumlarının ve insanlarının çözüm bekleyen problemlerine coğrafyacılar eğitici rollerinden ziyade değiştirici ve dönüştürücü rolleri ile katkıda bulunmak zorundadırlar. Bu rol de salt anlatarak değil yaşayarak ve yaşatarak etkisini gösterebilir.

Anarşist coğrafyanın piri olarak anılan Elisee Reclus, anarşist coğrafyayı “yeryüzünün (Gaia) tahakkümünden (archein) kurtulması için verilen mücadelenin yazımı (graphien)” olarak ifade eder. Reclus için toplumsal coğrafya ve ondan feyz alan toplumsal felsefe, gezegenin özgürlük tarihinin bir parçasını oluşturur. Gençlik çağında yazdığı “Dünyada Özgürlüğün Gelişimi”nde “Yasalar vicdanın yargılamasından geçmeli ve içimizdeki ahlakla mükemmel bir uyuma ulaşmadıkça yaptırım olmamalıdır” der. Bu yasalar “ebedi adalet” ile çelişirse, onlara itaat etmemek ahlaki sorumluluğumuzdur. Yüksek ahlak yasalarını hiçe sayıp insani yasalara saygı göstermek erdemli bir davranış değildir, “ahlaki korkaklık”tır.” Bu cümlelerden çıkarılması gereken sonuç bir isyan değil aksine yasaların, yasa koyucuların ebedi adalet ve yüksek ahlak yasalarına uyumlu olması gerekliliği ve önemidir. Aksi takdirde insanların yeryüzüne uyumu konusunda ciddi sorunlar yaşanacak ve böyle durumlarda insanlar, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler çatışmalara dönüşecektir.

Yalnızca ilerici siyasi fikirlere değil radikal siyasi eylemlere de ilgi duyan Reclus bulunduğu ülkeler için her zaman sorun teşkil eden ya da edebilecek biri olarak görülse de Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika deneyimleri onun fikirlerinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Amerika’da bir çiftlik sahibinin çocuklarına özel ders vermeye başladığı sırada kölelik sitemine ve insanlık dışı uygulamalarına karşı gelişen fikirlerinin yanı sıra görünürde öğretmenlik gibi masum bir görevi ifa ederek bu kurumla iş birliğine girmesinin, onu “kırbacı tutan el” yaptığı sonucuna ulaştırmıştır. Amerika’da gördüğü ve Avrupa toplumlarındaki uygulamaları kat kat aşan ekonomist kafa yapısını ağabeyi Elie’ye yazdığı mektupta ülkenin devasa bir mezat evine döndüğü şeklinde anlatmıştır. Mektuptaki şu ifadeleri de ekonomist kafa yapısının ne kadar eski, kalıcı ve etkili olduğunun bir kanıtıdır. “Her şey satılık; köleler, oylar, onur, İncil, vicdan üzerine pazarlıklar dönüyor. Her şey en yüksek fiyat verene gidiyor.” Amerika’da gördüğü ırk ayrımcılığı onu ırkların ve kültürlerin kaynaşmasının güçlü bir savunucusu haline getirmiş ve babası Fransız annesi Senegalli olan Clarisse Brian ile evlenerek inandığı değerleri yaşamında da tatbik etmiştir.

Dayanışma ve yardımlaşmanın onun temel ilkeleri olduğu ve herhangi birine baskı kurmayı aklının köşesinden bile geçirmediği ifade edilirken alçakgönüllülüğü ile kendini bir lider ya da uzman olarak görmemesinin ise saygınlığını arttırdığı belirtilmiştir. Popper’in bilim insanında bulunması gerekli gördüğü “entelektüel alçak gönüllüğü” Reclus da görmek mümkündür. Bilim adamı, siyaset yazarı ve aktivist olarak oldukça ünlü olmasına karşın kendini takipçilerinden üstün konuma yerleştirmemiş, tahakküm karşıtı tavrı yalnızca başka insanlar için değil, başka varlıklar ve bütün doğa için de geçerli olmuştur. Yeryüzü ve insanı bir bütün olarak gördüğü ve ele aldığı hem sözlerinden hem yaşamından anlaşılmakla birlikte yine bu minvaldeki ve coğrafyacılara istikamet olacak sözleri şu şekildedir: “İnsan ırkının gelişim tarihi, bizden önce anakaralarımızın ovalarında, vadilerinde, su kıyılarında yüce harflerle yazılmıştır. Yerkürenin ve sakinlerinin arasındaki “birliktelik”, “uyum”, “denge”, “birlik” gibi düzenin varlığını çağrıştıran sözcüklerle açıklanamaz çünkü düzen “uyum kadar çatışmadan da beslenir.” Çatışmayı da düzenin bir parçası olarak gören Reclus insanoğlunun yeryüzünü sömürmesini sert bir dille eleştirir; “Düşüncesiz toplumlar ne zaman yaşadıkları yerin güzelliğini bozan işlere girişseler pişman olmuşlardır. İnsanın doğayı kirlettiğinde kendisini de kirlettiğini” söyleyerek bizi uyarır.

Reclus’a göre “toprak bozulduğunda, kırsalın tüm şiiri yok olduğunda, hayal gücü de solar, zihin yoksullaşır, rutin yaşam ve kölelik ruhu ele geçirir, bu yol insanı tembelliğe, ölüme götürür.”  Bu sözü ile bizlere çok erken bir uyarı işareti vermiş olsa da günümüz modern insanı çoğunlukla ekonomik, kimi zaman da kültürel nedenlerden dolayı kırsalın şiirselliğine zarar vermeye devam etmektedir. Bir dağın öyküsündeki ifadeleri yine insanın mekân üzerindeki etkisine dair önemli tespitlerdir: “Her halk, deyim yerindeyse, çevresindeki doğayı yeniden giydirir. Tarlalarıyla, yollarıyla, konutları ve her türlü inşaatla, ağaçları konumlandırması ve genel manzarayı düzenlemesiyle halk, kendi ideallerini karakterini açığa vurur. Halk gerçekten bir güzellik duygusu taşıyorsa, doğayı daha güzelleştirecektir. Öte yandan, eğer insanlığın büyük bir bölümü günümüzdeki gibi hoyrat, bencil ve sığ bir yaşam sürdürmeye devam ederse, sefil izlerini yeryüzüne bırakması kaçınılmazdır. Böylece, şairin umarsız çığlığı gerçeğe dönüşür. “Nereye kaçabilirim ki? Doğanın kendisi çirkinleşti.” Bilimin “yavaş yavaş yerküreyi insanoğlunun yararına çalışan bir organizmaya dönüştürmesini” sevinçle karşılarken bu süreçlerin dünyayı “bütün çağlarda şairlerin hayalini kurduğu güzel bir bahçeye dönüştüreceğini” öne sürer. Elbette ki Reclus o gün için bile doğanın insanlar tarafından ne kadar hoyratça kullanıldığının ve yanlış yönetildiğinin farkındadır ona göre “pervasız sistem [doğanın] güzelliğini kirletmiştir” bu yüzden “insan doğayı iyileştirme görevini üstüne almalı” ve “haleflerinin açtığı yaraları onarmalıdır.”

Reclus’a göre ilerleme birbirine bağlı devrim ve evrim süreçlerinin bir sonucudur. Reclus evrimsel değişime örnek olarak bilimsel şarlatanlıkların ve dini hurafelerin yavaş yavaş azalmasını ve geleneksel biat kültürünün gücünü yitirmesini gösterir. Modern insan, yeryüzünde kendisinden önce gelenlerin tüm erdemlerini kendi varlığında bir araya getirmelidir. Reclus uyarlığın maliyetlerinden birinin, toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki duvarların çoğalması olduğuna, bunun kurumsal hegemonyadan kaynaklandığına inanır. Toplumsal ilerleme açık iletişimin sağlanabilmesi için hiyerarşik bölünmelerin yok olmasına bağlıdır. Reclus coğrafya ve tarih üzerine bilgilerimiz yeni ve küresel bir yer ve zaman duygusu yarattıkça insanlığın özbilincinin artacağını savunur. Ona göre “tüm enlem ve boylamlarda “Bir” olan insanlık, aynı şekilde tüm çağları kapsayan tek bir biçimde kendini gerçekleştirecektir.” Bu tarihsel çeşitlilikte-birliğin kavranması, Reclus’un sosyal coğrafyasının temel hedefidir. Günümüzde internet ve soysal medya bize farklı bir zaman ve mekân algısı kazandırmakla birlikte Harvey’in “zaman-mekân sıkışması” ifadesi, Bauman’ın “geç kalınmışlık” meselesi Reclus’ta “insanın doğanın kendi bilincine varma” süreci olarak ortaya çıkar. Gerek bireysel gerekse ulusal ve küresel olmak üzere başa çıkması zor, stresli bu sürece ve zamanın, mekânın avuçlarımızın içinden kayıp gittiği düşüncesine karşı belki de coğrafya ayaklarımızın Yer’e sağlam basmasını sağlayabilir. Yeryüzünü ve insanı daha iyi anlayabilir, yaşayabilir ve anlatabilirsek daha iyi yarınlarımız olabilir.

Reclus çoğu konuda olduğu gibi eğitim konusunda da devrimci yaklaşımlara sahipti, özellikle kendi yaşadığı zaman dilimi düşünüldüğünde. Ona göre gerçek okul doğa olmalıdır ve bu eğitim yalnızca insanın düşleyebildiği güzel manzaraları ya da doğa yasalarını değil aynı zamanda, aşmayı öğreneceği engelleri de içermelidir. Ders kitaplarından nefret eden Reclus, ders kitaplarının çocukların zihin sağlığını ve morallerini bozduğunu ifade eder. Bilimin öğrenciye ölçülmüş, biçilmiş, onaylanmış ve damgalanmış bir konfeksiyon ürünü, adeta bir din, bir batıl inanç gibi sunulmasını ölü ve ölümcül bir diyet olarak tanımlar. Ona göre: “Anarşistlerin ideali okulları kaldırmak değil, aksine büyütmek, toplumu herkesin hem öğrenci hem öğretmen olduğu, büyük bir ortak eğitim müessesine dönüştürmektir.”

İnsanların artık zamanın ve mekânın efendisi olduklarını önlerinde sonsuz bir kazanım ve ilerleme alanı açıldığını düşünen Reclus, tüm insanların ekmeğe kavuşmasının, bütün ötekilerin ondan türediği tek ve gerçek zafer olduğunu ifade eder.  Reclus meselenin sadece karın doyurmak değil, insanın bir zenginin ya da varlıklı bir manastırın sadakasına muhtaç olmadan, hakkı olan ekmeği yemesi olduğunu belirtir. Ona göre “Maddi refahın emekle değil lütufla elde edilmesi bazen bütün bir halkın ahlaken çökmesine yol açmıştır. Bunca kentin, hatta ulusun “ölmesinin” gerçek nedeni budur. Sadaka beslediği kişilere lanet getirir.”  Bu cümleler bireysel özgürlüğün ve kişinin emeği ile ekmeğini kazanmasının toplumlar ve uluslar açısından ne denli önemli olduğunu ifade etmekle birlikte günümüz dünyasında farklı ölçeklerdeki (yerel, bölgesel, ulusal) kişi ve toplumların yardımlarla ve yardım beklentileri ile nasıl yozlaştırıldığını ve yozlaştırılabileceğini açıklaması açısından da değerlidir. Reclus’a göre; “Herkese ekmek ve eğitim güvencesi sağlamak gibi çok basit bir adalet eyleminin ahlaki sonuçları ölçülemeyecek kadar değerli olacaktır. Eğer gün gelir de, tarihsel evrimin izlediği istikamette, yani kimseyi açlıktan ölmeye ve cehalete çürümeye terk etmezse, o zaman her geçen gün daha fazla birey tarafından benimsenen başka bir ideal göz kamaştıran bir fener gibi kendini gösterecektir.” 

Görüldüğü üzere Reclus eserinde sadece yeni bir dünya inşa etme çabasına girişmemiş aynı zamanda yeni insanı da tarif etmiştir. Ona göre “yeni insan, her şeye karşı duyduğu birlik hissine tüm diğer insanları, kardeşlerini dâhil ederse kalıcı, gerçek bir zafer olacaktır. “Ağaçların, derelerin arasında yaşayan ilkel vahşiyi gönülden sevmek ancak çağdaş dünyamızın yapay toplumunda yaşayan insanları da sevmekle mümkündür. Kindarların, ikiyüzlülerin, kayıtsızların açacağı ahlaki yaralardan sakınmak için tek seçeneğimiz onlara aşkla yaklaşmaktır.” Herkesin kendi mutluluğun sanatkârı olduğu düşüncesine katılmakla birlikte mutluğun ancak insanlığın tümüne yayıldığında hakiki, derin ve eksiksiz olacağına inanır. Reclus’a göre gerçek ilerleme; “Kıtalara, denizlere ve bizi çevreleyen atmosfere düzen vermek, yeryüzündeki “bahçemizi işlemek”, bitki, hayvan ve insan hayatını, her münferit yaşam biçimini desteklemek için çevreyi yeniden düzenlemek, insan dayanışmasının tam olarak farkına varmak, gezegenle yekvücut olmak, kökenlerimiz, şimdiki halimiz, acil hedeflerimiz ve uzaktaki idealimizi görmektir.”  

Sonuç olarak yeryüzündeki coğrafi yolculuğumda fazlası ile etkilendiğim bu kitabı tüm coğrafyacı meslektaşlarıma, coğrafyayı seven ve daha güzel bir dünya hayali kuran herkese önemle tavsiye etmek isterim. Özellikle dünyaya yeni bir düzen verilme çabasının herkes tarafından fark edildiği, yeni insanın temellerinin atılıp katlarının çıkılmaya çalışıldığı, internet ve sosyal medya evreninin dünyayı ve insanı çepeçevre sardığı günümüz koşullarında Reclus’un düş ve düşüncelerinin desteğine ihtiyacımız var. Kitabın son sayfalarında tavsiye ettiği önerilerden birkaçı bile bilim ve yaşam felsefemize yön verecek nitelikte. Son sözü yine Reclus’a bırakalım; 

“Patronlardan, liderlerden, kelimeleri birer Kutsal Sözcük’e dönüştüren havarilerden uzak durun. Putlardan kaçın, en yakın dostunuzun ya da en akıllı profesörün sözlerini bile içerdikleri hakikati ölçerek değerlendirin. İçinize dönün, zihninizin sesini dinleyin ve son kararınızı vermeden önce konuyu yeniden araştırın. Her türlü otoriteyi reddedin ama bir yandan da tüm samimi düşüncelere derin saygı duyun. Kendi hayatınızı yaşayın ama herkese de kendininkini özgürce yaşama hakkı tanıyın.”

  

KAYNAK KİTAP

Clark John, Martin Camille; Anarşi, Coğrafya Modernite Elisee Reclus’nün Seçilmiş Yazıları, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2016

FAYDANILAN KAYNAKLAR

Bauman, Z., Akışkan Modernite, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2017

Harvey, D., Postmodernliğin Durumu,  Metis Yayınları, İstanbul,1999

Küçük, C.,  Ne Demiş Kafka, Carpediem Yayınları, İstanbul, 2011

Özgüç, N., & Tümertekin, E., Coğrafya, Geçmiş Kavramlar Coğrafyacılar,  Çantay, İstanbul, 2010

Popper, K. R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005

 

[1] Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi