CED İlkbahar 2024 Faaliyet Raporu

 

COĞRAFYA EĞİTİMİ DERNEĞİ (CED)

BİZDEN HABERLER (İLKBAHAR 2024)

A. “İnönü’den Sakarya’ya Millî Mücadele Rotasının Oluşturulması ve Etkilerinin İzlenmesi” başlıklı TÜBİTAK 3005 Proje Ortaklığı

CED ‘in ortağı olduğu “İnönü’den Sakarya’ya Millî Mücadele Rotasının Oluşturulması ve Etkilerinin İzlenmesi” başlıklı TÜBİTAK 3005-Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Yenilikçi Çözümler Araştırma Destek Programı Projesi kapsamında geliştirilen rota ve anlatılar için saha gezisi yapıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve kurtuluşuna giden süreçte Birinci İnönü Muharebesi, İkinci İnönü Muharebesi, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri ve Sakarya Meydan Muharebesi’nin yaşandığı topraklara yapılan tur, Eskişehir, Bilecik, Kütahya ve Ankara illerini kapsamakta.
Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy’un himayesinde 7 ve 11 Haziran günlerinde başlayan ve üçer gün süren iki saha gezisi yapıldı. Ekipler Anadolu Üniversitesi’nden yola çıktı. Tura proje ekibinin yanı sıra, Borsa İstanbul Fen Lisesi, Eti Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri ile öğretmenleri katıldı.
Anadolu Üniversitesi Rektörlüğünün de destek verdiği projenin ekibinde proje yürütücüsü Turizm Fakültesi Dekanı aynı zamanda Derneğimiz yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Semra Günay, derneğimiz üyesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Kaya, Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şaduman Halıcı, Turizm Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Aysel Kaya ve Dr. Öğretim Üyesi Seda Sökmen, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Doktora Programı öğrencisi Aslı Bendenay Çapa ile derneğimiz üyesi Uzaktan Algılama ve Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilim Uzmanı Burhan Can yer almakta. Ayrıca 11-12-13 Haziran turunda derneğimiz üyesi Coğrafya öğretmeni Işın Erdoğan da Eti Sosyal Bilimler Lisesi öğrencilerine eşlik etti.

B. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Coğrafya Dersi Müfredat Taslağı Değerlendirme Raporu

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Coğrafya Dersi Müfredat Taslağı”na ilişkin görüş ve önerileri içeren değerlendirme raporumuz ilgili makamlarla paylaşılmış ve derneğimizin internet sitesinde paylaşılmıştır.

http://tceder.org/duyurular/ced-turkiye-yuzyili-maarif-modeli-cografya-dersi-mufredat-taslagi-gorus-raporu/

C. Coğrafya Bilimi ve Eğitiminde Fransız Ekolü Semineri

02 Mayıs 2024 tarihinde İzmir Fransız Kültür Merkezi’nin ev sahibi olduğu ve Coğrafya Eğitimi Derneği yürütücülüğünde gerçekleştirilen “Coğrafya Bilimi ve Eğitiminde Fransız Ekolü Semineri”, coğrafya disiplininin karmaşık yapısını farklı bir perspektiften anlamak ve açıklamak için katılımcılarına yeni fırsatlar sundu.

Seminere sunumlarıyla destek veren Prof. Dr. Ali Ekber GÜLERSOY, Doç. Dr. Münür BİLGİLİ, Doç. Dr. Mehmet Ali TOPRAK ve derneğimizin başkan yardımcısı Çağdaş YÜKSEL ile seminere katılan tüm konuklarımıza ilgileri için teşekkürlerimizi sunarız.

D. VII. Uluslararası Genç Sosyal Bilimciler Konferansı (ICYSS’24) Süreci

27-31 Ağustos 2024 tarihleri arasında Bali (Endonezya)’de gerçekleştirilecek ICYSS’24 için Türkiye’de 13-19 yaş arasındaki öğrencilerin Coğrafya, Tarih, Psikoloji, Sosyoloji ve Ekonomi alanlarındaki araştırma projeleri değerlendirildi.

E. VI. Uluslararası Coğrafya Eğitimi Kongresi (UCEK-6) Paydaşlığı

19-22 Eylül 2024 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi, Prof. Dr. Fuat Sezgin Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenecek ve ana teması “TÜM YÖNLERİYLE AFETLER VE AFET EĞİTİMİ” şeklinde oldukça disiplinlerarası bir konu olan VI. Uluslararası Coğrafya Eğitimi Kongresi (UCEK-6) paydaşlığımız resmî olarak kongrenin internet sitesinde duyurulmuştur. 

https://2024.ucek.org/ 

COĞRAFYA EĞİTİMİ DERNEĞİ (CED)
GEOGRAPHY EDUCATION ASSOCIATION – Türkiye
http://tceder.org/

James Hutton

 

JAMES HUTTON : MODERN JEOLOJİNİN KURUCUSU

Prof. Dr. Emrullah GÜNEY[1]

James Hutton is a Scottish geologist. He formulated the basic thory that geologic phenomena can be explained in terms of observable geologic processes. He was borne in Edinburgh. He qualified as a doctor of medicine, studying in Edinburgh and Paris, but turned to practical agriculture, in which he made many improvements. In 1768 he retired, and from then until his death he devoted himself to scientific pursuits.

Hutton conceived larger ideas than were entertained by the mineralogists of his day. He desired to trace the origin of the various minerals and rocks and thus to arrive at some clear understanding of the history of the Earth. In 1785 he communicated his views  to the recently established  Royal Society of Edinburgh in a paper entitled ‘’ Theory of the Earthi or an Investigation of the Laws Observable  in the Composition, Dissolution, and Restoration of Land Upon the Globe, ’’ published in the Society’s Transactions. Hutto’s work was little recognized until the publication of John Playfair’s Illıustrations of The Huttonian Theory (1802), a lucid exposition of the postulate that the processes that have been at work on the earth in the pasta re the same as those now in operation.

The same volume of the Transactions in which his Theory of The Earth ‘’ appeared contained also a ‘’Theory of Rain’’, which was read to The Royal society in 1784.His other Works include : Dissertations on Different Subjects in Natural Philosophy (1792),in which he discussed the natüre of matter, fluidity, cohesion, light, heat and electricity, and An Investigation of The Principles of Knowledge, and of the Progress of Reason From Sense to Science and Philosophy. His closing years were devoted to the extension and republication of his Theory of The Earth, of which two volumes appeared in 1795. A portion of the manuscripts of a third volume was edited by A. Geikie in 1899.

………………………………………..

Jeolog, kimyacı ve doğabilimci James Hutton, Edinburgh’ta 3 Haziran 1726’da doğdu.

Jeolojinin temel ilkelerinden biri olan ve yerkabuğunun özelliklerini jeolojik zaman içinde gelişen doğal süreçlerle açıklayan birörneklilik kuramını ( üniformitaryanizm) geliştirmiştir.

Babası tüccar olmakla birlikte kent yönetiminde de görevliydi. Hutton daha küçükken o öldü. James Grammar School’da öğrenci oldu. Üniversiteye hazırlayan orta dereceli okuldu burası. Edinburgh Üniversitesi’ne girmeyi başardı. Kimyaya ilgisi çoktu. Avukatlık stajında deneyler yapmağa başladı. James Davie adlı arkadaşıyla kömür isinden amonyum klorür ( nişadır ) üretmenin yollarını aradı. Avukatlıkta bir yılını doldurmadan, kimyaya en yakın dal olarak gördüğü tıp öğrencisi oldu. 3 yıl Edinburgh Üniversitesi’nde, 2 yıl da Paris’te okudu ve 1749 eylülünde Holland’da tıp doktoru olarak mezun oldu.

Doktor olsa da tıp ilgisini çekmiyordu. Madeni alkaliyi buldu.  Ucuz nişadır üretimi sayesinde iyi gelir sağladı. Bu parayla çiftçilik yapmağa başladı. Berwickshire’da çiftlik satın aldı. Kayaları, mineralleri, toprakları incelemeğe başladı. Akarsuların arazi üzerindeki etkisini araştırdı. Tarım bilgisini arttırmak için Avrupa ülkelerini gezerken de mineralleri ve kayaları inceledi.

Çiftliğinden ve nişadır üretiminden iyi gelir sağlıyordu. 1765’de Davie ile birlikte bir şirket kurdu. Mali durumu daha da iyileşince çiftçiliği bıraktı; Edinburgh’a yerleşti. Tüm zamanını bilimsel araştırmalara ayırmağa başladı. Bilim ve düşün yaşamı gelişiyordu.  O ortamda birçok bilginle tanıştı, dostluklar kurdu. Karbonik asidi bulan kimyacı Joseph Black, deniz güçlerinin taktikçisi John Clerk , fizikçi ve matematikçi John Playfair , ekonomist ve filozof Adam Smith ile dostluğunu geliştirdi.

Yoğun biçimde okumağa, bilimsel toplantılara katılmağa başladı. Kayaları incelemek ve doğal süreçlerin bunlar üzerindeki etkilerini gözlemlemek için gezilere çıktı.

Bilime olan temel katkısı 1785’de Royal Society’ye sunduğu makalesinde savladığı birörneklilik ilkesidir.

Bu makalede Hutton, yağmur, akarsu, gelgit, yanardağ gibi doğal süreçlerin Yer’in gelişimi üzerinde duruyordu. 

Bir ay sonra ikinci makalesini sundu ve yayımladı : Yer Kuramı ya da Yer Üzerindeki Kara Parçalarının Birleşmesini, Ayrılmasını ve Yeniden Birleşmesini Etkileyen Yasalar Üzerine bir İnceleme.

Hutton, jeolojik olguların gözlemlenebilir jeolojik süreçlere dayanılarak açıklanabileceğini savlayan görüşü dönemin inanışına karşıt idi.

İki makale bir dönüm noktası, jeolojide milat sayıldı. Jeoloji, birörneklilik kuramı üzerinde gelişen bir bilim durumuna geldi.

Hutton’ın kuramı, doğal süreçlerin uzun jeolojik çağlar boyunca Yer’in iç kesimlerinde ve yüzeyinde etkili olduğu ve Yer’i oluşturan değişik kayaların birbirinden farklı süreçler sonunda ortaya çıktığı varsayımına dayanıyordu.

Mineralojinin kurucusu sayılan alman Abraham Gottlob Werner’e (1750-1817) ve diğer neptüncülere karşı, kayaların oluşumunu yanardağlara bağlayan tezi savundu. Neptünizm, yeryuvarının dış kabuğunu oluşturan bütün kayaların su etkisiyle oluştuğunu ileri süren varsayımdır. Bu varsayım, yeryuvarının dışkabuğunun oluşumunu ateşe bağlayan plütonizme karşı çıkar. Plutonizm geçerliğini yitirmiştir.

1793’te İrlandalı kimyacı ve mineralog Richard Kirwan bu varsayımı benimsemedi ve eleştirdi. Kirwan, kayaların okyanuslardaki minerallerin çökelmesiyle oluştuğu savına dayalı çökelme kuramını destekliyordu.

Hutton o sırada rahatsızdı. Kirwan’ın eleştirileri üzerine , kuramını savunmağa çalıştı. Theory of the Earth 2 cilt olarak yayımlandı.

Hutton’ın görüşleri genel kabul gören jeolojik bilgilere ters idi. Ayrıca karmaşık bir dille yazılmıştı. Bu nedenle çok tartışıldı. Dostu, gezilerde ona eşlik eden John Playfair, Hutton’ın ilkelerini özetleyen, daha açık anlatımlı bir kitap yazdı. Böylece onun görüşleri daha iyi anlaşıldı. 1802’de çıkan bu eser, Hutton’ın Yer Kuramının Açıklanması adını taşıyordu. Bu mükemmel kitapta kendi gözlemlerini de aktararak Hutton’ın kuramını daha da geliştirdi, varsıllaştırdı ve birörneklilik kuramının yaygın kabul görmesini sağladı.

James Hutton 26 Mart 1797 günü Edinburg’da öldü.

…………………………….

17 Şubat 2022.

Diyarbakır

[1] Emekli Öğretim Üyesi

İstanbul Banliyöleri

İstanbul Banliyölerinde Soylulaştırma Çalışmaları

Can GÖKYAY[1]

İçindekiler

Banliyönün Tanımı ve Tarihçesi    1

İstanbul’un Tarihi Banliyöleri        2

İstanbul Banliyölerinin Günümüzdeki Sorunları  6

Soylulaştırma   7

Soylulaştırma ile Birlikte Gerçekleşen Sorunlar 9

Sonuç 10

Kaynakça      11

 

Kapak

 

Banliyönün Tanımı ve Tarihçesi

Banliyö, Fransız “banlieue” kelimesinden türeyen, Türk Dil Kurumuna göre: ‘Genellikle oturma alanı niteliğinde olan, şehir merkezinden uzakta veya sınırlarına yakın yerlerde bulunan şehir yöresi; yörekenttir’. ABD’de bulunan banliyölerde çoğu zaman düşük nüfüs yoğunluğu olur, tesisler ve alışveriş merkezleri (zincir market, hastane, banka, vb.) yürüme mesafesi dışında olur, toplu ulaşım imkanları gelişmemiştir, genellikle daha düşük suç oranlarına ve şehrin içine göre daha fazla otomobil park alanı bulunmaktadır. Modern banliyönün ilk örnekleri, İngiltere’nin 18. yüzyılın sonlarındaki sanayileşmekte olan şehirlerine kırsal yoksulların hızlı göçü nedeniyle ortaya çıktı, fakat ve yeni zengin orta sınıf üyelerinin Londra’nın dış mahallelerinde arazi ve villalar satın almaya başlamasıyla ters yönde bir eğilim gelişmeye başladı. Bu aynı eğilim, 19. Yüzyılda, özellikle Londra ve Birmingham gibi sanayileşmiş kentlerde, fazla kalabalık hâle gelmiş olan şehir merkezlerinden kaçmak isteyen orta gelirde olan insanlar tarafından devam ettirildi. İlk yerleşimlerin çoğu varolan tren hatlarının etrafına yapılan, “şerit gelişme” denilen bir  yöntemde yapıldı. Şerit gelişmede, bir kent çoğunlukla bir karayol veya demiryol gibi bir anahat etrafına inşa edilir, ve, bundan kaynaklı kuş açısından bakıldığı zaman çoğunlukla doğrusal bir şekilde gözükür. 1850’lerde İngiliz İmparatorluğunun ikinci en büyük şehri olan Melbourne’da bulunan Avustralyalı Banliyö, çeyrek akrelik alanlara ayrıldığı için tanınmışlık kazandı.

Yüzyılın sonuna doğru ilerledikçe metro, tramvay, ve otobüs gibi toplu ulaşım araçları için bir kentin nüfusunun çoğunun şehir merkezi dışında sabitçe yaşıyabilme imkanını sundu. Kuzey Amerika’da en seri şekilde gelişen banliyöler ise New York ve Boston gibi şehirlerde görüldü. New York’ta bulunan metro ve Boston’un tramvay hatları, bunu mümkün kılan şehirlerden biri olmasına sebep oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaştan yeni dönmüş olan askerler aileleri ile birlikte daha sakin ve yerleşik bir hayat yaşamak için, yeni çıkan banliyölere taşınmaya başladı. Bu eğilimde ilk yer alan köylerden biri ise de New York’ta bulunan, William J. Levitt tarafından düşünülen Levittown. Levittown, yakın bir süre içerisinde seri üretilen evlerin bir prototipi halini aldı. Bu banliyölerin gelişmesi ile birlikte, alışveriş merkezlerinin miktarı ve ölçeği de arttı, ve beraberinde Amerikan banliyösüne şekil vermeye başladı. Banliyölerin ve banliyölerde bulunan alışveriş merkezlerinin hızlıca artmasının ve gelişmesinin bir diğer sebebi ise Amerikan “Interstate” sistemini doğuran 1956 Otoyol Kanunuydu. 1956 Otoyol Kanunu, 26 milyar dolarlık fonla ülke genelinde 64.000 kilometrelik yol inşasına katkı sağlayarak, birçok kişinin bu alışveriş merkezlerine kolayca erişimini sağladı. Bununla birlikte, banliyöler Amerikan rüyasının kaçınılmaz bir parçası haline gelmişti.

(Fig1: Levittown’da bir sokak. Evlerin tamamı seri üretim.)

İstanbul’un Tarihi Banliyöleri

            İstanbul’daki ilk banliyöler, ilk olarak Anadolu Yakasında bulunan, günümüzde Üsküdar ve Kadıköy olarak bilinen semtte çıktı. M.Ö. 685 yılında Yunanistan’ın Megara kentinden gelenler tarafından bir koloni olarak ortaya çıkan Kalkedon, yerleşimciler tarafından Boğaz’ın karşı kıyısındaki Lygos ve Semistra’nın yerleşimleri ile karşılaştırıldığında açıkça alt konumda görülen generali Megabazus, Kalkedon’’un kurucularının kör olması gerektiğini iddia etti. Strabo ve Pliny’nin anlatılarına göre, M.Ö. 657’de Byzantion’u kuran Atinalılara ve Megaralılara Apollon’un kör karşısında şehirlerini kurmaları gerektiğini söylediği kehanet, “kör” ifadesini Kalkedon’a işaret ettiğinden, şehre ise “Körler Şehri” lakabını kazandırdı. Zamanında Skutari olarak bilinen Üsküdar ise, Megara kentinden gelen, ilk Kalkedon’a, sonradan Skutari’ye yerleşen göçmenler tarafından Bizantion’un kuruluşundan birkaç on yıl önce yerleşmiştir, fakat Bizantion’u statü olarak hiçbir zaman geçmemiştir. M.S. 1338 yılında Orhan Gazi’nin Skutari’yi feth etmesiyle Osmanlılar, Konstantiniyye’nin görülebileceği bir üs elde ettiler. Osmanlı döneminde Skutari, Eyüp, Galata ve Kalkedon, Konstantiniyye’nin sur dışı dört bölgelerinden oldu. Ancak, Chalcedon, bu yakınlığından dolayı biraz zarar gördü. İlk olarak Bizanslılar ve daha sonra Osmanlı Türkleri, Konstantinopolis’in anıtsal yapıları için inşaat malzemesi olarak kullanmak üzere Kalkedon’u bir taş ocağı olarak kullandılar. Bu durum, şehrin altyapısının ve yapılarının zarar görmesine neden oldu. Ayrıca, Kalkedon, doğudan Konstantinopolis’e saldıran ordular tarafından tekrar tekrar ele geçirildi, ve bu şehrin hiçbir zaman kuvvetini geri kazanılmasına sebep oldu.

             (Fig 2: ‘Boğazdan Beşiktaş’a Bakış’, William H. Bartlett, Londra 1838)

            İstanbul’un Avrupa yakasında bulunan ilk banliyöleri, M.S. 4. Yüzyılda günümüzde Beşiktaş olarak bilinen Diplokionion kentine, I. Konstantin’in hükümdarlığı sırasında yerleşilmiştir. Beşiktaş, doğal bir limana sahip olmaması ve yüksek, dik yamaçlara sahip olması nedeniyle ticaretin ve yerleşimin gelişimi için ideal bir konum sunmuyordu. Ancak, Osmanlı döneminde Karadeniz kıyılarının kontrol altına alınmasıyla birlikte, bölge tekrar güvenli hale geldi ve Boğaziçi köyleri yeniden cazip bir hâle geldi. Bu dönemde, denizci Barbaros Hayreddin’in Beşiktaş’ta sarayını ve camisini inşa etmesi, bölgenin yeniden canlanmasına katkı sağladı. Diplokionion’un kuruluşundan önce yerleşilmiş olduğu düşünülen iki kent ise Kosmidion, yani günümüzde Eyüp, ve günümüzde Fatih olarak bilinen, ama tarihi olarak çok ad ile bilinen bölgedir. Tam yerleşim tarihi bilinmezse de Eyüp ve Fatih, hem tarihte hem de günümüzde de önemli bir dini merkezdir. İkisi, Hıristiyanlık ve İslam’ın kesişim noktasında yer alır. Hıristiyanlar için, semtlerin tarihi kiliseleri ve dini yapıları, Hristiyan inancının erken dönemlerine dair önemli izler taşır. Bu kiliseler arasında, Fatih’te bulunan ve İstanbul’un en eski kiliselerinden olan Aya İrini, Meryem Ana Kilisesi, Kanlı Kilise ve Aya Sofya,  öne çıkar. Ayrıca, Hıristiyan cemaati için önemli olan başka kiliseler de bulunmaktadır. Fatih’te bulunan ve Yahudi cemaatinin ibadet ettiği tarihi sinagoglar, semtin dini çeşitliliğinin bir parçasını oluşturur. İslam inancına göre ise Eyüp Sultan Camii ve Türbesi, semtin en önemli dini simgelerindendir ve Müslümanlar için kutsal bir ziyaret noktasıdır. Eyüp ve Fatih semtleri, bu farklı dinlerin tarih boyunca bir arada yaşadığı ve birbirinden etkilendiği bir yer olarak dini çeşitliliğin bir örneğini sunar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Yunanistan ile gerçekleştirdiği Mübadele göçü sonucunda İstanbul’a Yunanistan’dan gelen birçok miktarda yeni insan geldi. Bu insanların çoğu, yerleşmek için şehir merkezinden uzak, Bakırköy gibi kentleri seçti, veya seçmek zorunda kaldı, ve bununla birlikte Bakırköy semtine birçok yeni kilise kazandırdı. Buna rağmen, 1955’te gayrimüslimlere karşı gerçekleşen 6-7 Eylül olayları sonrasında olaylardan etkilenen kişilerin Türkiye dışına göç etmesinden sonra, İstanbul’un bahsedilen kentlerinin dini dengesini bozdu, ve İstanbul’un banliyö kasabalarını dini açıdan daha homojen bir hale geldi, veya getirildi.

            Son olarak Phinopolis (Sarıyer) ve Amikos (Beykoz) semtleri, önceki bahsedilen kentler kadar tarihe sahip olmasa da, Beykoz Osmanlı sultanları ve burjuvası için önemli bir yazlık mekan olmuştur ve Sarıyer, birçok Avrupa ülkesinin konsolosluklarına sahiptir. Beykoz ve Sarıyer, Karadeniz’e yakınlığından dolayısıyla Konstantinopolis’i fethetmek isteyenler için bir vazgeçilmez olmuştur. 

(Fig3: 1800li yıllarda İstanbul haritası

Fig4: İstanbul’da etno-dini gruplar) 

İstanbul Banliyölerinin Günümüzdeki Sorunları

            İstanbul’un günümüzdeki banliyöleri, bahsedilenlere göre çok daha değişik. Örneğin, tarihi olarak banliyö olarak listelenen Kadıköy, Üsküdar, Eyüp gibi semtler, günümüzde İstanbul’un şehir merkezinde sayılabilecek kentlerdir. Günümüzde halen banliyö denilebilecek semtler arasında Bakırköy, Sarıyer, Beykoz, Başakşehir, Kemerburgaz, ve Arnavutköy gibi ilçeler yer alır. Bahsedilen kentlerde günümüzde birçok sorun yaşanmaktadır, ve bunun bazıları ulaşım, etnik ve ekonomik farklılıklar, altyapı, ve benzeridir. Ulaşım sorununun en büyük nedeni, çoğu zaman şehir merkezinden uzak olan banliyölerde yaşamayı seçen üst sınıf insanların, toplu taşıt yerine kişisel taşıma araçları kullanmaya yönelik eğilimi, ve bazı senaryolarda toplu taşıma fobisidir, fakat banliyölerin ulaşım sorununun tek kökeni bu değildir. Banliyölerin yapısı gerekçesi çoğu zaman kompakt apartman blokları veya dupleksler yerine tek ailelik, müstakil konutların oluşu, ve bu evlerin büyük arsalar üzerine inşa edilmesi sebebiyle düşük kişi yoğunluğundan kaynaklanan, ulaşım getirme zorluğudur. Aslında, Amerikanın bu kadar otomobil bağımlı olma sebebi aslen budur. Evlerin büyük bir yer kapladığı, ve bir sokağın çok daha az miktarda kişiye hizmet verdiği zaman yeni metro, tramvay, ve hatta otobüs hatları bile yaratmak belediyeler için yeteri kadar önemli değildir. Bunun yüzünden trafik artıyor, araç sahibi olmayanların ulaşımı zorlanıyor, ve en önemlisi ortaya çok fark edilebilir, ekonomik geliri daha az olanları banliyö-dışı tutan bir sınıfsal fark açılıyor. İstanbul’un banliyö semtlerinin çoğunda sadece otobüs hatları bulunabilir, ve bu varolan hatların sefer sıklığı çoğu zaman yerel halkı desteklemek için yeteri kadar sık olmuyor. Bu ulaşım sıkıntıları, sadece otomobil alacak kadar alım gücü olmayan düşük gelire sahip olan grupları etkilemiyor, ama aynı anda engelli veya mobilitesi düşük diğer vatandaşları da mahsur bırakıyor, ve bahsedilen kesimin alım gücü yetiyorsa şehir merkezine daha yakın, fakat yetmiyor ise, ev kiralarının daha düşük olduğu, veya gecekonduların inşa edilebileceği, banliyölerin daha da dışına taşınmalarına sebep oluyor. Bundan kaynaklı, bu semtlerde “soylulaştırma” adlı eylem gerçekleşiyor.                                 

 (Fig 5: Şişli’de yıkım çalışmaları) 

Soylulaştırma

İngilizcede “gentrification” (eski Fransızcada ‘genterise’, yani soylu, üstün bir aileden gelen) olarak geçen, yani Türkçede hitap edildiği gibi soylulaştırma, bir bölgenin demografisinin daha üst düzeye doğru kayma eğilimidir. İstanbul’da da son 20 ila 30 yılda gözlemlenen soylulaştırma, en çok gören ilçeler arasında Beyoğlu, Kadıköy, Şişli, Beşiktaş, Balat, ve Ataşehir, ama aynı anda Sarıyer, Beykoz ve Kemerburgaz gibi semtler, son yıllarda üst gelir grupları için cazibeli yaşam alanları haline gelmiştir. Özellikle 6 Şubat Deprem felaketinden sonra gündeme daha büyük bir şekilde gelen bir konu, kentsel dönüşümdür. Kentsel dönüşüm modelinde, en azından Türkiye’de, bir inşaat firması daha düşük gelire sahip olan bir ya da birden fazla binayı satın alır, sakinlerine düşük fiyatlardan yapılması planlanan yeni bina içinde daire(ler) teklif eder, ve eski binaları yıkar, ve yerine daha lüks bir konut inşa eder. Deprem riski yüksek olan İstanbul’da bu model son on senedir çok benimsenmiştir, ve birçok semtte uygulanmıştır. Son senelerde kentsel dönüşümü en büyük olan semtlerden biri Beşiktaş ilçesinde, Sarıyer ile olan sınırda bulunan, ve aslında yüksek bir gelir kesime sahip olan Akatlar mahallesinin içinde bulunan Karanfilköy bölgesidir. Eskiden Fatih Sultan Mehmet mahallesi ile birlikte bir bölge olan, fakat 2. Köprünün inşaatı sırasında bölgeye yapılan Çevreyolu tarafından iki ayrılan mahalleler, Kuzey’de Fatih Sultan Mehmet mahallesini ve Güneyde Karanfilköyü bıraktı. 2023 yılına kadar Beşiktaş ilçesinin içinde gecekondu bulunduran tek bölgeydi, lakin 2023 depremleri sonrasında kentsel dönüşüm konusunun gündeme gelmesi ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi bölgede bulunan gecekondu ve diğer sağlamsız yapıda, depreme dayanıksız bir şekilde yapılmış olan binaları yıktıktan sonra yerine yeni nesil, yeşil alan ile çevrili apartmanlar yapmayı planlıyor. İstanbul’da öngörülen büyük ölçekte olan bir diğer kentsel dönüşüm projesi Üsküdar ilçesinin Kirazlıtepe mahallesidir. TOKİ’nin üstlendiği projede önceden, Karanfilköy gibi yüksek miktarda gecekondu bulunduran Kirazlıtepe, 2023 depremleri sonrasında hızlıca tamamlandı. Bu iki megaproje harici küçük kapsamlı kentsel dönüşümün yapıldığı diğer ilçeler arasında Esenyurt, Beylikdüzü, Çekmeköy, Okmeydanı,  Küçükçekmece, Kadıköy, Gaziosmanpaşa, Balat, ve birçok diğer semtte, İstanbul’u deprem için hazırlamak için kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştiriliyor. Kentsel dönüşüm kampanyaları teklif eden firmalar konutları eski binanın sahiplerine ucuza veriyor ise bile bu kampanyalar birkaç yıla kadar geçerli oluyor, ve bunun yüzünden binanın eski sakinleri bir süre sonra başka bir yere taşınmaları gerekiyor. Aslında bununla birlikte, bir semtin soylulaştırması gerçekleşiyor: alçak gelir sınıfına sahip olanlar taşınıyor, ve yerlerine daha yüksek gelir sınıfına sahip yeni sakinler yerleşiyor.

(Fig 6: Karanfilköy (© Airbus/CNES)

Fig 7: Kirazlıtepe)

Soylulaştırma ile Birlikte Gerçekleşen Sorunlar

            Soylulaştırma ilk bakışta her kesim için iyi bir proje olarak gözüksede, yanlış yapıldığı zaman bir şehrin kimliği, nüfüsu, ve dengesini çok büyük bir şekilde bozabilir. Soylulaştırma ile birlikte sadece insanlar değil, ama iş yerleride kaybolur. Örneğin bir esnaf market yerine zincir market gelir. Ayrıca, kentsel dönüşüm tarafından etkilenen gruplar, eski topraklarına taşınanlara karşı dargınlık hissedebilir ve bu sınıfsal farka ve sosyal polarizasyon  yol açar. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma çalışmaları ile birlikte gelen bir diğer problem, benlik kaybıdır. Galata, Karaköy ve Balat gibi semtlerde göründüğü gibi, 1955 yılında göründüğü gibi bir bölge aynı kesimden çok göç aldığı zaman kimliği eskisine göre homojenleşmeye başlıyor, ve kimliğini, yani benliğini kaybediyor. Bu semtler gibi bölgelerde, artan gayrimenkul fiyatları ve turistik faaliyetler, geleneksel esnafı ve mahalle kültürünü tehdit eder. Yükselen kira ve işyeri fiyatları, yerel işletmelerin kapanmasına, yerine zincir mağazaların veya kafelerin açılmasına sebep olabilir. Bu durum, mahallelerin karakterini ve kültürel dokusunu yavaşça yok edebilir, yerel halkın yaşam tarzını etkileyebilir. Son bir nokta olarak soylulaştırma, yeşil alanların azalmasına ve çevresel çürümeye neden olabilir. Özellikle tarihi mahallelerin restore edilmesi veya yeni konut ve ticari alanların inşa edilmesi sürecinde, yeşil alanlar yok edilebilir veya daraltılabilir. Bu durum, hava ve su kirliliğinin artmasına, trafik yoğunluğunun artmasına ve doğal yaşamın tahrip olmasına yol açabilir. Özellikle Haliç gibi su kaynaklarının ve ormanlık alanların korunması konusunda hassasiyet gösterilmesi önem verilmesi gereken hassas bir konudur, ve İstanbul’un ekonomik dengesi için en önemli eylemlerdendir.

(Fig 8: Artık mahalle güzel olduğuna göre neden taşınmam gerekiyor?’)

Sonuç

            Bunun sonucunda, soylulaştırma, şehir tasarımcılığında olan her konu gibi, çok hassas ve dikkatli bir şekilde yapılması gereken bir eylemdir. Çok fazla veya az yapıldığı durumda çevrenin, yani hem ekolojik, hem ekonomik, hem de dokusal bir şekilde bir bölgenin karakterini iyileştirebilir, veya geri teperek karakterini tamamen bozabilir, ve yerel halka bir hizmet sağlamış olmak yerine tamamen, her kesimi mutsuz edecek bir şekilde, bölgeyi, veya bölgede kentsel dönüşüm öncesi yaşayan, üst sınıf kadar imkana sahip olamayan kesimin hayatını bozabilir. İstanbul’da planlı şekilde, yani KİPTAŞ ve TOKİ gibi kamu kurumları tarafından yapılan toplumsal dönüşüm projelerinin bir çoğu hazırlıklı ve nitelikli bir şekilde yapıldığı için şehrin dokusuyla oynamamaktadır, fakat örgütsüz yapılan, tamamen özel şirketler tarafından bilinçsiz ve çevrenin dokusunu umursamayıp, kar amaçlı veya tamamen bir tesadüf eserinde gerçekleşen kentsel dönüşüm projelerinin idari seviyeden denetlenmesi Türkiye gibi bereketli coğrafyaya ve doğal ve beşeri güzelliklere sahip olan illerimizde, en üst düzeyde öneme ihtiyaç duymaktadır. Böylelikle, kentsel dönüşümü ve soylulaştırmayı doğru, planlı, ve denetlenmiş bir şekilde gerçekleştirince bir şehrin değerine değer katılmış oluyor, hem alt kesime, hem orta kesime, hem de üst kesime yaramış oluyor.

Kaynakça

Alexikoua (wikimedia commons). (2014, Temmuz 14). Ethno-religious groups in Istanbul (former Constantinople) 1896-1965. Wikimedia Commons. https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Ethno_religious_groups_Istanbul.png veri kaynakları: *Darja Reuschke,Monika Salzbrunn,Korinna Schönhärl, The Economies of Urban Diversity: Ruhr Area and Istanbul, Palgrave Macmillan, 2013, ISBN 9781137338815, p. 117-122. *Dundar Fuat, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar. Doz, 1999, ISBN 9789756876121.

Anadolu Ajansı. (2017, Kasım 9). Bakan Kurum: İstanbul’un en büyük kentsel dönüşümünü başlatıyoruz. TRT Haber. https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-kurum-istanbulun-en-buyuk-kentsel-donusumunu-baslatiyoruz-575581.html

banliyö. (n.d.). Vikisözlük. Alınış Şubat 16, 2024, from https://tr.wiktionary.org/wiki/banliy%C3%B6

Billig, N. (2018). Istanbul: Informal Settlements and Generative Urbanism. Taylor & Francis. https://books.google.com.tr/books?id=9CZxDwAAQBAJ&pg=PP32&dq=%22Karanfilk%C3%B6y%22&hl=en&sa=X&ved=2ahUKEwjUsYzh_IXqAhXB86YKHV3LBocQ6AEwAHoECAQQAg#v=onepage&q=%22Karanfilk%C3%B6y%22&f=false

Can, A. (2020). Recipe for Conflict in the Historic Environment of Istanbul: The Case of Tarlabasi. ACME: An International Journal for Critical Geographies, 19(1), 131-162. Wikipedia Library.

Demirel, S., & Yetiskul, E. (2018). Assembling gentrification in Istanbul: The Cihangir neighbourhood of Beyoğlu. Urban Studies, 55(15), 3336-3352. Wikipedia Library. doi:10.1177/0042098017746623

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 26. Kolokyumu: yoksulluk, kent yoksulluğu ve planlama. (2003). TMMOB Şehir Plancıları Odası. https://books.google.com.tr/books?id=2wy1AAAAIAAJ&q=%22Karanfilk%C3%B6y%22&dq=%22Karanfilk%C3%B6y%22&hl=en&sa=X&ved=2ahUKEwjUsYzh_IXqAhXB86YKHV3LBocQ6AEwAXoECAMQAg

Ergun, N. (2004). Gentrification in Istanbul. Cities, 21(5), 391-405. Wikipedia Library. Alınış April 25, 2024, from https://doi.org/10.1016/j.cities.2004.07.004.

gentry. (2024, Mart 9). Wiktionary. Alınış Nisan 26, 2024, from https://en.wiktionary.org/wiki/gentry#English

Goldberg, S. L., Goldberg, S. L., & Smith, F. B. (Eds.). (1989). Australian Cultural History. Cambridge University Press.

İstanbul’da Kentsel Dönüşüm Nerelerde Olacak? (n.d.). İkizler İnşaat. Alınış Nisan 26, 2024, from https://ikizlerinsaat.com.tr/istanbulda-kentsel-donusum-nerelerde-olacak/

Kuban, D. (2000). İstanbul, bir kent tarihi: Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul (Z. Rona, Trans.). Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.

Külzer, A. (2008). Ostthrakien (Europe) (p.471-472 ed.). Austrian Academy of Sciences Press. http://austriaca.at/3945-4inhalt?frames=yes

Öz, Ö., & Eder, M. (2018). ‘Problem Spaces’ and Struggles Over the Right to the City: Challenges of Living Differentially in a Gentrifying Istanbul Neighborhood. International Journal of Urban & Regional Research, 42(6), 1030-1047. Wikipedia Library. doi:10.1111/1468-2427.12656

Özdemir, D., & Selçuk, İ. (2017). From pedestrianisation to commercial gentrification: The case of Kadıköy in Istanbul. Cities, 65, 10-23. Wikipedia Library. doi:10.1016/j.cities.2017.02.008

Poyraz, M. (n.d.). Şehrin Bağlayıcı ve Harmanlayıcı Gücü Olarak Ara Mekânlar: İstanbul’un Kenarları ve Paris’in Banliyöleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Bakış. Felsefede Kent ve Kent Hakkı. Alınış Şubat 16, 2024, from https://cdn.istanbul.edu.tr/file/JTA6CLJ8T5/950D646036B74019A832CEF2B0F7CF86

suburb: History of Suburbs | Infoplease. (n.d.). InfoPlease. Alınış Şubat 16, 2024, from https://www.infoplease.com/encyclopedia/arts/visual/architecture/suburb/history-of-suburbs#ixzz2IqMC5s34

Taylor, J. (1988). Imperial Istanbul: A Traveler’s Guide. I.B. Tauris.

T.C. Beykoz Kaymakamlığı. (2017, Kasım 9). Tarihçemiz. Alınış Nisan 26, 2024, from https://www.beykoz.gov.tr/tarihcemiz

T.C. Sarıyer Kaymakamlığı. (n.d.). Tarihçe. Alınış Nisan 26, 2024, from http://www.sariyer.gov.tr/tarihce

University of Groningen. (2012). The Postwar Economy: 1945-1960 < Postwar America < History 1994 < American History From Revolution To Reconstruction and beyond. Alınış Nisan 26, 2024, from https://www.let.rug.nl/usa/outlines/history-1994/postwar-america/the-postwar-economy-1945-1960.php

Üsküdar Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi 3. Etap. (n.d.). Turgut Müteahhitlik San. ve Tic. A.Ş. Alınış Nisan 26, 2024, from http://www.turgutas.com.tr/index.php?p=uskudar-kirazlitepe-kentsel-donusum-projesi

Weingroff, R. F., & U.S. Department of Transportation – Federal Highway Administration. (n.d.). Federal-Aid Highway Act of 1956: Creating The Interstate System | FHWA. Alınış Nisan 26, 2024, from https://highways.dot.gov/public-roads/summer-1996/federal-aid-highway-act-1956-creating-interstate-system

Yazar, M., Hestad, D., Mangalagiu, D., Saysel, A. K., Ma, Y., & Thornton, T. F. (2020). From urban sustainability transformations to green gentrification: urban renewal in Gaziosmanpaşa, Istanbul. Climatic Change, 160(4), 637-653. Wikipedia Library. doi:10.1007/s10584-019-02509-3

 

 

 

 

 

 

 

 

 


[1] Hisar Okulları 10. Sınıf  Öğrencisi

Yves Lacoste

COĞRAFYAYI FARKLI OKUYAN MARJİNAL BİR COĞRAFYACI: YVES LACOSTE[1]

A MARGINAL GEOGRAPHER WHO READS GEOGRAPHY DIFFERENTLY: YVES LACOSTE

Ali Ekber GÜLERSOY[2]

ÖZET

Yves Lacoste’un Türkçe’ye çevrilen kitapları olsa da Türk bilim dünyasında bilinirliği istenilen düzeyde değildir. Sözü edilen nedenle bu makale kaleme alınmıştır. Yves Lacoste, fiziki coğrafya ile başladığı akademik serüvenine tarih, sosyoloji gibi sosyal bilimlerle harmanladığı beşerî coğrafyayla devam etmiştir. Başka bir deyişle kendisi hem doğal ortam özelliklerini hem de sosyo-ekonomik-kültürel özellikleri bütüncül olarak irdeleyebilen nadir coğrafyacılardandır. İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sonrası Batı Avrupa’da jeopolitik kavramından nefret edilirken Hérodote adında bir jeopolitik dergisi çıkarması O’nu başka bir entelektüel düzleme taşımıştır. Bu nedenle kendisine “modern Fransız jeopolitiğinin babası” unvanı verilmiştir. Yves Lacoste’u coğrafyacılar arasında özgün kılan bir diğer husus ise mazlumların, azgelişmiş ülkelerin sorunlarını güçlü bir şekilde vurgulamasıdır. Bu kapsamda Vietnam Savaşı sürecinde ABD ordusunun Vietnamlıların aleyhine olacak şekilde coğrafi (özellikle jeomorfolojik) özellikleri gayrinizami bir şekilde kullanması, Lacoste’un güçlü bir muhalefet sergilemesine neden olmuştur. Bu çerçevede ‘Coğrafya her şeyden önce savaş yapmaya yarar. Ancak coğrafya sadece savaş yapmak için değildir’ sözünün Lacoste’un emperyalist dünyaya ironik bir mesajı olarak okunması yerinde olacaktır. Günümüzde jeopolitik teorilerden çok jeopolitik problemlere (jeopolitik boşluk alanlarına) dikkat çeken Lacoste, çözümün söz konusu problemlerin objektif olarak ortaya konması ile bulunabileceğini belirtmektedir. Özetle Yves Lacoste Fransız coğrafya ekolünün tarih-coğrafya sentezini aşarak varlığı ret edilen jeopolitik ile coğrafyayı bütüncül şekilde ele alarak egemenlerin coğrafyayı maniple etmelerine güçlü bir şekilde itiraz etmiştir. Söz konusu perspektifle Yves Lacoste’u ezilen halkların mazlumların sözcülerinden birisi olarak görmek mümkündür. Lacoste’un makalede kısa içeriği verilen kitaplarının Türkçeye çevrilmesi yerinde bir girişim olacaktır.

ABSTRACT

Even though Yves Lacoste has books translated into Turkish, his recognition in the Turkish scientific world is not at the desired level. For the aforementioned reason, this manuscript was written. Yves Lacoste started his academic adventure with physical geography and continued with human geography, which he blended with social sciences such as history and sociology. In other words, he is one of the rare geographers who can examine both natural environment characteristics and socio-economic-cultural characteristics holistically. While the concept of geopolitics was hated in Western Europe after the Second World War, publishing a geopolitical magazine called Hérodote took him to another intellectual level. For this reason, he was given the title of “father of modern French geopolitics”. Another thing that makes Yves Lacoste unique among geographers is that he strongly emphasizes the problems of the oppressed and underdeveloped countries. In this context, during the Vietnam War, the US army’s irregular use of geographical (especially geomorphological) features to the detriment of the Vietnamese people caused Lacoste to express strong opposition. In this context, ‘Geography is, above all, use for waging war. However, it would be appropriate to read the words ‘geography is not just for waging war’ as Lacoste’s ironic message to the imperialist world. Lacoste, who today draws attention to geopolitical problems (geopolitical gap areas) rather than geopolitical theories, states that the solution can be found by presenting the problems in question objectively. In summary, Yves Lacoste went beyond the history-geography synthesis of the French school of geography and dealt with geopolitics and geography in a holistic manner, the existence of which was denied, and strongly objected to the manipulation of geography by the rulers. With this perspective, it is possible to see Yves Lacoste as one of the spokespersons of the oppressed peoples and the oppressed. It would be an appropriate initiative to translate Lacoste’s books, the brief content of which is given in the manuscript, into Turkish.

GİRİŞ

Yves Lacoste’un Türkçe’ye çevrilen kitapları (Az Gelişmiş Ülkeler, İbni Haldun: Tarih Bilimin Doğuşu, Üçüncü Dünyanın Geçmişi, Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar, Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi) olsa da Türk akademiyasında bilinirliği istenilen düzeyde değildir. Söz konusu neden kapsamında bu makalenin hazırlanmasına karar verilmiştir. Makale kapsamında öncelikle Yves Lacoste’un kısa yaşam öyküsü ve başlıca eserlerine değinilecek sonrasında Yves Lacoste’un özgün coğrafî bakış açısından bazı örneklere yer verilecektir.

Şekil 1. Yves Lacoste, coğrafyayı farklı okuyan marjinal bir coğrafyacıdır.

  1. YVES LACOSTE’UN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ ve BAŞLICA ESERLERİ

Yves Lacoste (Şekil 1), 7 Eylül 1929’da Fas’ın Fes kentinde doğmuştur. Orta ve yüksek öğrenimini Paris’te tamamlayarak 1952’de Fas’a dönmüştür. Coğrafya öğretmenliği diplomasını aldıktan sonra Cezayir’e geçmiştir. Bir yandan öğretmenlik yaparken, bir yandan da Büyük Kabiliye yöresinde jeomorfoloji araştırmalarına (Rharb Ovasının Jeomorfolojisi, Yüksek Lisans Tezi) girişmiştir. Ancak bir süre sonra çalışmalarını insani, iktisadi, toplumsal ve siyasal sorunlar üzerinde yoğunlaştırmıştır.

1954’te İbni Haldun’un yapıtıyla tanışması, O’nu Kuzey Afrika tarihiyle daha yakından ilgilenmeye yöneltmiştir. Bu kapsamda eşi etnolog Camille Lacoste-Dujardin ile Berberiler üzerinde çalışmalar yürütmüştür. Fransız Komünist Partisi (PCF)’nin bir üyesi (1956’ya kadar) olan Yves Lacoste, Cezayir’deki sömürgecilik karşıtı çevrelerle (Jean Dresch’in doktrini çerçevesinde) temas halinde olmuştur. Bu süreçte sömürgecilik karşıtı hareketlere katıldığı için 1955’te Cezayir’i terk etmek zorunda kalmıştır. Söz konusu dönemde sömürgeciliği çözümleyen birçok inceleme yazısı kaleme almıştır. 1955’te Fransa’ya dönerek üniversitede ders vermiş, özellikle 1960’ların başında Vincennes Üniversitesi’nde (Université Paris 8 Vincennes-Saint-Denis), sosyal bilimlerdeki çalkantıların olduğu bir ortamda (François Maspero’nun başlangıçta editörlüğünü yaptığı) Hérodote dergisini çıkarmıştır (1976).

1960’ta A. Prenant ve A. Noushi ile birlikte, ilk kitabı olan “Cezayir’in Geçmişi ve Bugünü (L’Algerie Passe et Present)” yayımlamıştır. Fransa’ya yerleşerek Sorbonne’da araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Yves Lacoste, iktisadi ve toplumsal coğrafya, özellikle de azgelişmişlik sorunları üzerinde uzmanlaşmıştır.

“Azgelişmiş Ülkeler (Les Pays Sous Developpes)” adlı yapıtı Türkçe dahil pek çok dilde yayımlanmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarına genel bir bakış niteliğindeki “Azgelişmişliğin Coğrafyası (Geographie du Sous-Developpement)” ise onbeş yılda beş kez basılmıştır. 1979’da “Üçüncü Dünyanın Birliği ve Çeşitliliği” başlıklı doktora tezini hazırlamıştır.

Modern jeopolitiğin babası Yves Lacoste Paris VIII Üniversitesi’nde (Saint-Denis) öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 1976’dan beri de bir coğrafya ve jeopolitik dergisi olan Herodote’un yayın yönetmenidir. Ayrıca her yıl yayımlanan L’Etat du Monde (Dünyanın Durumu) adlı iktisadi ve jeopolitik dünya yıllığının yayın kurulunda görevlidir. Fransız Jeopolitik Enstitüsü’nün (IFG) kurucusudur. 2000 yılında Saint-Dié Uluslararası Coğrafya Festivali’nde Vautrin Lud Ödülü’nü kazanmıştır. Yves Lacoste, aynı zamanda Legion of Honor şövalyesidir. Paris VIII Üniversitesi’nden (Université Paris 8 Vincennes-Saint-Denis) emekli olan Lacoste, aynı zamanda kurucusu olduğu Fransız Jeopolitik Enstitüsü’nde ders vermektedir.

Yves Lacoste, en tanınmış Fransız jeopolitologdur. Kendisi ne bu terimi ne de “jeopolitikçi” terimini sevmektedir. Kendisini ‘coğrafyacı, jeopolitik uzman’ olarak nitelemektedir.

1.1. Başlıca Eserleri: Yves Lacoste’un yayımlanan eserlerinden bazıları tarih sırasıyla şunlardır (https://data.bnf.fr/fr/11910512/yves_lacoste/; https://www.galignani.fr/listeliv.php?base=paper&mots_recherche=Yves+Lacoste):

  1. L’Amérique latine (1955, Latin Amerika, Noël Salomon ile birlikte),
  2. Les Pays sous-développés (1959) [Az Gelişmiş Ülkeler, Çev. Yaşar Gürbüz, Remzi Kitabevi, 1965],
  3. L’Algérie passé et présent (1960, Cezayir’in Geçmişi ve Bugünü, Nousch Andre, Prenant Andre ile birlikte),
  4. Géographie, classe de 4e (1962, Coğrafya, 4. sınıf),
  5. La géographie active (1964, Aktif Coğrafya),
  6. Géographie du sous-développement (1965, Azgelişmişliğin Coğrafyası),
  7. Ibn Khaldoun-Naissance de l’histoire du Tiers-Monde (1966) [İbni Haldun: Tarih Bilimin Doğuşu, Üçüncü Dünyanın Geçmişi, Çev. Mehmet Sert, Ayrıntı Yay., 2012],
  8. Géographie, classe de 5e (1970, Coğrafya, 5. sınıf),
  9. Géographie, classe du 6e (1970, Coğrafya, 6. sınıf),
  10. La Géographie ça sert d’abord à faire la guerre (1976) [Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar, Çev. Selim Sezer, Ayrıntı Yayınevi, 2014],
  11. Géo-histoire 4, histoire, géographie, économie, éducation civique (1979, Jeo-tarih 4, tarih, coğrafya, ekonomi, yurttaşlık eğitimi),
  12. Unite et Diversite (1980, Üçüncü Dünyanın Birliği ve Çeşitliliği, 3 Cilt),
  13. Géographie générale, 2e, nouveaux programmes, travaux pratiques (1981, Genel coğrafya, 2., yeni programlar, pratik çalışma),
  14. Contre les anti-tiersmondistes et contre certains tiersmondistes (1985, Üçüncü dünya karşıtlarına ve bazı üçüncü dünyacılara karşı),
  15. Géopolitique des régions françaises (1986, Fransız Bölgelerinin Jeopolitiği, 3 Cilt, 1: Kuzey Fransa, 2: Atlantik cephesi, 3: Güneydoğu Fransa),
  16. Questions de géopolitique, l’Islam, la mer, l’Afrique (1988, Jeopolitik Sorunlar, İslam, deniz, Afrika),
  17. “Géopolitique des pays de la Loire, à la recherche d’une région perdue et retrouvée” (1989) de Jean Renard avec Yves Lacoste comme Préfacier (Loire Bölgesinin jeopolitiği, kaybolan ve bulunan bir bölgenin arayışında; Jean Renard tarafından, Yves Lacoste’un önsözüyle),
  18. “Quand l’Allemagne pensait le monde, grandeur et décadence d’une géopolitique” (1990) de Michel Korinman avec Yves Lacoste comme Préfacier (Almanya dünyayı, jeopolitiğin ihtişamını ve çöküşünü düşündüğünde; Michel Korinman tarafından, Yves Lacoste’un önsözüyle),
  19. Paysages Politiques: Braudel, Gracq, Reclus (1990, Siyasi manzaralar, Braudel, Gracq, Reclus),
  20. Séisme au Moyen-Orient, éléments de réflexion sur la Guerre du Golfe (1991, Orta Doğu’daki deprem, Körfez Savaşı’na yansıma unsurları),
  21. Dictionnaire de Géopolitique (1993, Jeopolitik Sözlüğü),
  22. Dictionnaire géopolitique des États (1994, Devletlerin Jeopolitik Sözlüğü),
  23. La Légende de la terre (1996, Dünyanın efsanesi),
  24. Vive la Nation-Destin d’une idée géopolitique (1998, Yaşasın millet! jeopolitik bir fikrin kaderi),
  25. Géo-histoire de l’Europe médiane: Mutations d’hier et d’aujourd’hui (1998, Orta Avrupa’nın Jeo-Tarihi (Coğrafi Tarihi): Dün ve bugün değişiklikler),
  26. Géographie, éducation civique, collège (1999, Coğrafya, vatandaşlık eğitimi, ortaokula yönelik),
  27. Géographie, éducation civique, lycée (2000, Coğrafya, vatandaşlık eğitimi, liseye yönelik),
  28. L’eau des hommes (2002, İnsanların Suyu),
  29. L’eau dans le monde, les bataillles pour la vie (2003, Dünyada su, yaşam savaşları),
  30. De la Géopolitique aux Paysages. Dictionnaire de la Géographie (2003, Jeopolitikten manzaralara, coğrafya sözlüğü),
  31. Maghreb, peuples et civilisations (Camille Lacoste-Dujardin ile birlikte) (2004, Mağrip, Halklar ve medeniyetler),
  32. Géopolitique. La longue histoire d’aujourd’hui (2006, Jeopolitik, günümüzün uzun tarihi) [Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi, NTV Yay., 2007],
  33. L’Eau dans le monde: les batailles pour la vie (2006, Dünya Çapında Su: Yaşam Savaşları),
  34. Géopolitique de la Méditerranée (2006, Akdeniz Jeopolitiği),
  35. Atlas géopolitique (2007, Jeopolitik Atlası),
  36. “La Russie menace-t-elle l’Occident?” (2009) de Jean-Sylvestre Mongrenier avec Yves Lacoste comme Préfacier (“Rusya Batı’yı tehdit mi ediyor?”, Yves Lacoste’un önsözüyle),
  37. La question post coloniale: Une analyse géopolitique (2010, Post-kolonyal sorun, jeopolitik bir analiz),
  38. La géopolitique et le géographe (2010, Jeopolitik ve coğrafyacı),
  39. Géopolitique de la nation France (2016, Fransız ulusunun jeopolitiği),
  40. Aventures d’un géographe (2018, Bir Coğrafyacının Maceraları),
  41. La Géopolitique par les cartes (2022, Haritalar Aracılığıyla Jeopolitik).

1.2. Türkçeye Çevrilmeyen Eserlerinden Bazılarının Kısa İçerikleri: Yves Lacoste üretken bir bilim insanıdır. Bu çerçevede aşağıda Türkçesi mevcut olmayan eserlerinden bazılarının kısa içeriklerine değinilecektir (https://www.galignani.fr/listeliv.php?base=paper&mots_recherche=Yves+Lacoste).

Dictionnaire de Géopolitique (1993, Jeopolitik Sözlüğü), Jeopolitik ister Bosna-Hersek’teki savaş olsun ister İslamcı ve Hindu hareketleri ister göç veya bölgeselleşme gibi sorunlar olsun, gezegenimizi tedirgin eden çatışmaları daha iyi anlamak için güncel konuların incelenmesini araştırmayla birleştiren etkili bir analiz yöntemi sunar. Jeopolitiği daha iyi anlamak için hem bölgeleri hem de fikirleri göz önünde bulundurmalıyız çünkü güç rekabetleri çelişkili temsillere yol açar: doğru ya da yanlış, her kahramanın olaylara kendi bakış açısı vardır. Bu yeni bilginin ilki olan bu sözlüğün, jeopolitik fikirlerin yanı sıra durumların analizini de sunmasının nedeni budur. Bugün jeopolitik, dünyayı görmenin başka bir yoludur. Bu çalışma, Yves Lacoste’un yönetimi altında dünyanın dört bir yanından kırk altı uzman tarafından yazılmıştır. Kitapta 1400’den fazla başlık, 230’dan fazla jeopolitik harita, 10 000’den fazla tablo ve dizin yer almaktadır.

La Légende de la terre (1996, Dünyanın Efsanesi), Antik Çağ’dan günümüze kadar insan, mitlerden keşiflere ve uydu görüntülerine kadar yavaş yavaş gezegenini keşfetmiştir. Artık Dünya’yı kendisinden korumalıdır. Coğrafyacı Yves Lacoste’un anlattığı ve tanımladığı anlatı bu çerçevede işlenmektedir.

Géo-histoire de l’Europe médiane: Mutations d’hier et d’aujourd’hui (1998, Orta Avrupa’nın Jeo-Tarihi (Coğrafi Tarihi): Dün ve bugün değişiklikler), Yirmi yıl önce hem coğrafyacılar hem de tarihçiler arasında bir skandala neden olan Herodot’un ekibinin yönelimleri, bugün giderek artan bir etkiye sahiptir. Bu nedenle Herodot, dergiye paralel koleksiyonda yayınlanan çalışmalar aracılığıyla yükseköğretim öğretmenliği yarışmalarının hazırlanmasına düzenli olarak katkıda bulunmaya karar vermiştir. Coğrafya gibi tarih öğretimi de aslında büyük önem taşıyan sivil ve jeopolitik bir konudur. Ancak bu çalışmalar derginin düzenli okuyucularına da hitap edecektir. Kitabın yazarları, Orta Avrupa’ya ilişkin olarak, özellikle komünist rejimlerin sona ermesi ve piyasa ekonomisinin kurulmasının yol açtığı son değişiklikleri vurgulamaktadır. Ancak son zamanlardaki bu ekonomik ve sosyal değişimleri, içinde yer aldıkları jeo-tarihsel bağlamları hesaba katmadan anlayamayız. Fakat jeo-tarih yalnızca uzak geçmişlerin mirası değildir. Bugün Orta Avrupa’yı oluşturan jeopolitik bütün, çeşitli halkların eski hareketleri kadar, 20. yüzyılın başından bu yana birbirini takip eden acımasız mutasyonlarla da karakterize edilir (1918, 1945 ve 1989-1990 yılları gibi).  Dolayısıyla bu çalışma, yalnızca ana genel temalara (yerleşimlerin kurulması, bölgeselleşmenin farklı temsilleri, kömür bölgelerinin yeniden dönüştürülmesi türleri), yöntemsel yaklaşıma değil, aynı zamanda coğrafyacıların ve siyasi lobilerin sınırlardaki rolüne (belirli bir şekilde) yönelik orijinal katkıları bir araya getirmektedir.

Vive la Nation-Destin d’une idée géopolitique (1998, Yaşasın millet! jeopolitik bir fikrin kaderi), Milliyetçilerin göçle ilgili sloganlarını tekrarlayan Yves Lacoste’un ulus fikrine yeni bir yaklaşım getirmesi bu fikri aşırı sağın eline bırakmaktan kaçınmasıyla ilintilidir. Bu jeopolitik bir fikirdir. Fransa’da ve başka yerlerde toprak, dil ve iktidar sorunları yaratmıştır ve son iki yüzyıldır sağ-sol çekişmelerine ve tarihe bakış açılarına göre dönüşüme uğramıştır. Ulusla ilgili birçok örtük vizyon var ve farklı kimlik eğilimlerini, özellikle de Fransa’daki dört milyon Müslümanın varlığını hesaba katmak gereklidir. İslam’ın etkilerini hızlandırdığı bir ortamda bu oldukça önemlidir. Küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin mali güçleri kurulurken, aynı zamanda dışlanma olgusuyla birlikte yabancı düşmanı hareketler yaygınlaştığı için milleti önemsemek her zamankinden daha gereklidir. Demokrasi ve Fransa’nın kalkınması açısından tehlikeli sloganların yerine gelişen bir tarih anlayışının hâkim olması acil bir durumdur. Bu temel jeopolitik düşünce, milletin kaderiyle ilgilidir.

L’eau des hommes (2002, İnsanların Suyu), Küresel düzeyde daha önce inanıldığından daha ciddi olan su sorunlarını, farklı teknik ve geleneklerle, insanların ihtiyaçlarına göre ele almalıyız.

De la Géopolitique aux Paysages. Dictionnaire de la Géographie (2003, Jeopolitikten Manzaralara Coğrafya Sözlüğü), Dünyayı anlamamızı sağlayan sözler aynı zamanda coğrafyacının sözleridir. Jeopolitikten manzaralar üzerinde düşünmeye kadar, coğrafya bugün bize yaşanılan alan hakkında düşünmemize, seyahat edilen yerleri tanımlamamıza, çevreyi kavramamıza, gezegenin kültürel mozaiğini anlamamıza, bölgesel çatışmaları ve rekabetleri çözmemize olanak sağlıyor. Coğrafyacı, tarihçinin, sosyoloğun, antropoloğun, jeologun, ekonomistin, siyaset bilimcinin bakış açısını tamamlayacak şekilde kendi bakış açısını ortaya koyar. Coğrafi fikirler ve temsiller birçok terimle ifade edilir. Birçoğu nispeten yeni kökenliyse ve çeşitli bilimlerden geliyorsa, çok eski ama bugün hala temel olan tanıdık kelimeleri tamamen ihmal etmemeliyiz. Bunlar geniş manzara türlerini tanımlayanlardır: dağ, orman, nehir, şehir, deniz, adalar vb. Bir coğrafyacının işi olan bu çalışma açıkça boyutlar ve alt birimlerle ilgilidir: Bir nehir, bir dereden farklı büyüklüktedir, bir kabile etnik bir grup değildir. Bu sözlük herkesin kendi yolculuğunu yaratmasına olanak tanıyacaktır. Başka bir deyişle bu sözlük yeni bir alan keşfetmek isteyenler için olduğu kadar coğrafi kelimeleri günlük olarak kullananlar için de tasarlanmıştır.

Maghreb, peuples et civilisations (Camille Lacoste-Dujardin ile birlikte) (2004, Mağrip, Halklar ve medeniyetler), Antik çağlardan beri Akdeniz’in iki kıyısının tarihi iç içe geçmiştir. Gerçekten de Mağrip (Cezayir, Fas, Tunus, Moritanya, Libya) ile güney Avrupa ülkeleri arasında çok sayıda bağlantı ve alışveriş vardır. Tarih, coğrafya, sosyoloji, etnoloji, antropoloji ve edebiyat araştırmalarından yararlanan bu kolektif çalışma, tüm kültürel çeşitliliğiyle “Arap Batısını” gösteriyor. Günümüzün daha zengin ve daha incelikli bir yorumunu davet etmek için nüfusun ve bölgelerin temel özelliklerini, dini ve medeniyet biçimlerini, sosyal organizasyonu ve kültürel ifadeleri anlamamıza olanak tanımak, oldukça anlaşılabilir bir biçimde yazılmış bu koleksiyonun amaçlarından biridir.

L’Eau dans le monde: les batailles pour la vie (2006, Dünya Çapında Su: Yaşam Savaşları), Su, önümüzdeki yirmi beş yıl içinde gezegenin en büyük sorunlarından biri haline gelecek. Bu durumda dünya nüfusu, özellikle hidrolik açıdan en az donanıma sahip bölgelerde olmak üzere iki milyar kişi artacaktır. Bu çalışma okuyucuya suyun bu temel meselesini anlaması için gerekli anahtarları sağlıyor.  Çalışma yedi bölümden oluşmaktadır: Su Savaşları, 20. Yüzyıldaki Büyük Değişiklikler, Teknik İlerleme ve Çevre, Su ve Tarım, Şehirlerde Su, Jeopolitik Konular, Perspektifler.

Atlas géopolitique (2007, Jeopolitik Atlası), Yves Lacoste, özellikle güncel olayların ve son yıllardaki büyük jeopolitik değişikliklerin analizine ayrılan, gözden geçirilmiş ve güncellenmiş bu yeni baskıda, çağımızın önemli meselelerine özgün bir yaklaşım sunmaktadır. Ünlü diatopları (şemaları) aracılığıyla amacı, dünyanın farklı bölgelerine ait farklı ölçeklerdeki haritaların üst üste yerleştirilmesi yoluyla fenomenleri birbirine bağlayarak analiz etmektir. “Arap Baharı”nın tetikleyicileri nelerdi? Bu protesto hareketi nasıl bu kadar hızlı yayıldı? İslamcı partilerin yükselişinden korkmalı mıyız? İran tehdidi ciddiye alınmalı mı? Ekonomik ve mali kriz neden Avrupa Birliği’nin dağılmasına ve avronun kaybolmasına neden olabilir? ABD ile Müslüman dünyası arasındaki ilişkiler nasıl gelişebilir? Fukushima felaketi önlenebilir miydi? Gaz ve petrol üretimiyle ilgili jeopolitik sorunlar nelerdir?”. Bu kitapta ilgili tüm ülkelerin ve liderlerinin çıkarlarını ve tepkilerini daha iyi anlamak için bu soruların her biri açıklığa kavuşturulmuş, yorumlanmış ve analiz edilmiştir.

La question post coloniale: Une analyse géopolitique (2010, Post-kolonyal sorun, jeopolitik bir analiz), Fransa’da eski sömürgelerin vatandaşlarının güçlü varlığı, şimdi post-kolonyal sorun olarak adlandırdığımız şeyin ana paradoksudur. Özellikle Cezayir örneğinde, uzun ve sancılı bir bağımsızlık mücadelesi savaşçılarının artık eskisiyle bağ kurmak istemeyeceği düşünülebilir. Ancak 1962’den sonra pek çok vatansever, Akdeniz’in bu yakasına (Fransa’ya), ekonomik nedenlerle yerleşmiş olan ve eve dönme niyetinde olmayan Cezayirlilere katılmak için gelmiştir. Her ikisi de 1960’lı ve 1970’li yıllarda Fransızlar için şehirlerin kenar mahallelerinde inşa edilen “büyük topluluklar”da çoğunluk haline gelmiştir. Bu “büyük topluluklar” veya bu “şehirler” otuz yıldır tetiklenen isyanların mekânı olmuştur. Çoğu zaman ayrımcılık ve işsizlik mağduru göçmen kökenli “gençler” neden Fransa’da doğduklarını, babalarının ve büyükbabalarının şiddetle savaştıkları bir ülkeye neden yerleştiklerini bilmiyor veya anlamıyor. Köklerinden koparılmışlık duyguları, anayurtlarının bir zamanlar fethedildiği ve vesayet altına alındığı koşullar hakkındaki çoğu zaman bilgisizlikle birleşiyor. Ayrıca bağımsızlık hareketlerini bölen tartışmaları ve çatışmaları da her zaman bilmiyorlar. Yves Lacoste, eski sömürgecilerin olduğu kadar eski sömürgecilerin de durumuna ışık tutmak ve bu çok karmaşık sömürge sonrası soruyu açıklığa kavuşturmak için jeopolitik bir analiz ve tarihsel bir açıklama sunuyor. Kitap Avrupa girişimlerini (özellikle köle ticaretini) kolaylaştıran güç rekabetlerini tanımlamak için jeopolitik analiz, fetihlerin ve ardından kurtuluş mücadelelerinin ilerleyişini anlamak için tarihsel bir anlatı niteliğindedir. Bu yaklaşımın yanlış anlamaların, kırgınlıkların hafifletilmesine katkıda bulunması amaçlanmaktadır.

Géopolitique de la nation France (2016, Fransız ulusunun jeopolitiği), Fransız jeopolitiğinin kurucusu Yves Lacoste, öğrencisi Frédéric Encel ile birlikte keskin ve açık bir üslupla, Fransız ulusunun jeopolitiğini tartışmaktadır. Eseri boyunca deneyimlerini paylaşan yazarlar, bölgesel çatışmaların (radikal İslami hareketler vb.) ortasında ciddi şekilde sarsılmış bir milletin anlamını ve geleceğini merak eden sağcı ve solcu vatandaşlara yol göstermektedir.

Aventures d’un géographe (2018, Bir Coğrafyacının Maceraları), Lacoste, Fransız jeopolitiğinin ve aynı zamanda jeostratejinin babasıdır. Efsanevi Herodot dergisinin kurucusudur. Yves Lacoste, araştırma alanları farklı olsa da Paul Vidal de La Blache geleneğini sürdüren çağdaş coğrafyanın en büyük isimlerinden birisidir. 1929’da Fas’ta doğan ve kendisine taşlara ve araziye olan merakını öğreten bir jeologun oğlu olarak, mesleği için çok önemli olan bu baba figürünü ergenlik döneminde kaybetmiştir. Jeoloji ilgisi nedeniyle coğrafya okumaya başladı. O’na destek verenlerden birisi de büyük komünist coğrafyacı, siyasal bilimler okulunda profesör olan Pierre George’tu. Bu durum O’nun az gelişmiş ülkeler üzerine araştırma yapmasına olanak tanıdı. Aslında 1950’li ve 1960’lı yıllarda coğrafya, az gelişmiş ülkelerin ortaya çıkışı, sömürgeciliğin ve ideolojik savaşların (özellikle Soğuk Savaş’ın) sona ermesiyle daha da önem kazanmaya başlamıştır. Bu nedenle siyasetten bahsetmeden coğrafya yapmak olası değildir. Dünyaya meraklı Yves Lacoste maceracı bir coğrafyacıdır. Afganistan’a, Küba’ya, Vietnam’a, Afrika’ya, özellikle de tropik hastalıklardan etkilenen insanlarla ilgilendiği Ouagadougou’ya (Vagadugu, Burkina Faso’nun başkenti) gidiyor çünkü coğrafya aynı zamanda tıbba da yardımcı olabiliyor. Ancak Yves Lacoste ideolojik ve akademik çevrelerin dışında özgür bir adam olarak kalacak ve coğrafyayı “savaş sanatı” olarak ilk düşünen kişi olarak kalacaktır. Anıları hem kişisel hem de bilimsel düzeyde büyüleyicidir. Bunlar asi bir ruhun ve aynı zamanda büyük bir hassasiyetin kanıtıdır. Bu kitap hem coğrafyanın özünü, 20. yüzyıl boyunca onu canlandıran Fransız okullarını anlamamızı hem de bu kadar bozulan çağdaş coğrafyamızı daha iyi anlamamızı sağlıyor.

La Géopolitique par les cartes: La longue histoire d’aujourd’hui (2022, Haritalar Aracılığıyla Jeopolitik: Günümüzün Uzun Tarihi), Bu kitap günümüz çatışmalarının arkasında neler olup bittiğini ve neye karar verildiğini anlamak için sert, titiz ve canlı bir çalışma niteliğindedir. Gözden geçirilmiş ve güncellenmiş bu yeni baskıda yazar, çağımızın önemli meselelerini üst üste bindirme yoluyla birbirine bağlayarak özgün bir yaklaşım sunuyor. Kitap yerelden küresele ve tersi yönde farklı bölgelerin haritalarını içermektedir. “Çin nasıl ikinci dünya gücü oldu? ABD ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler nasıl gelişebilir? Günümüz Avrupa’sı önemli bir jeopolitik varlık mıdır? Rusya imparatorluk statüsünü yeniden kazanmayı umabilir mi?” gibi soruların her biri kitapta zaman içindeki gelişmelere göre açıklığa kavuşturulmakta, yorumlanmakta, analiz edilmektedir. Okuyucu böylece tüm bu ülkelerin halklarının ve liderlerinin çıkarlarını, bakış açılarını ve tepkilerini daha iyi anlayabilir.

  1. YVES LACOSTE’UN COĞRAFÎ BAKIŞ AÇISINDAN BAZI ÖRNEKLER

Bu bölümde Yves Lacoste’un özgün coğrafi bakış açısı tematik başlıklar halinde yansıtılmaya çalışılacaktır.

2.1. Fizikî ve Beşerî Coğrafya Ayrımını Eleştirmesi: Bilindiği gibi fiziki coğrafya ve peyzaj çalışması, Fransız coğrafyasının babası Paul Vidal de La Blache için coğrafya çalışmasının temelini oluşturmuştur. İnsan toplumlarının organizasyonunu anlamak için insanların yaşadığı çevreyi analiz etmek gerekiyordu. Tarihçi Lucien Febvre bu olasılıkçı yaklaşımı şöyle tanımladı: ‘Doğa kartları dağıtır, insan oyunu oynar’. 1960’lardaki epistemolojik gelişmeler fiziki coğrafyayı büyük ölçüde zayıflattı. Böylesi bir ortamda Yves Lacoste gibi coğrafyacılar, fizikî coğrafyanın insan toplumlarının organizasyonunda açıklayıcı bir unsur olarak aşırı etkisini (determinizm) şiddetle eleştirdiler. 1960’larda, mekânın insan tarafından düzenlenmesine ilişkin evrensel yasaları belirlemeyi amaçlayan yeni coğrafya veya mekânsal analiz geliştirildi. Bu pozitivist yaklaşım uzun süre coğrafi eğilimler içerisinde tercih edilen bir yer tutacaktır.

Böylesi bir ortamda beşerî coğrafya, 1970’lerin sonunda, 1976’da Hérodote dergisinin yaratıcısı ve kurucusu Yves Lacoste tarafından yenilenmiştir (ilk olarak Stratégies Gographies Ideologies, ardından 1983’te Revue de Géographie et de Geopolitique başlıklı çalışmalar ile). Lacoste, daha sonra, ezilenlerin davasına hizmet etmek için kullanılabileceğine inandığı bir bilim olan coğrafyaya siyasi bir yaklaşımı entegre etmiştir.

Kendisi şu cümlelerle fizikî ve beşerî coğrafya ayrımını eleştirmektedir: “Doğduğum ve çocukluğumun geçtiği yer olan Fas’ta babamın jeolog olduğu doğrudur. Fiziki coğrafyaya, daha genel olarak bugün önemli miktarda petrol rezervinin bulunduğu derin jeolojiye ilgi duyduğum da doğru. Bu çalışmalardan çok memnunum çünkü toprakla bağlantımı sürdürmemi sağladılar. Ve jeomorfolojiyle birlikte, büyük stratejik öneme sahip olabilecek çok mütevazı kabartma formlarını, küçük vadileri veya alüvyonlu bir düzlükteki tümsekleri hesaba katmaya yönlendirildim. Aslında coğrafya çalışmalarıma beşerî coğrafya ile fiziki coğrafyanın birbirinden ayrılmadığı bir dönemde başladım. Yani bu iki branşı aynı anda çalıştım. Daha sonra 1960’lı yıllarda coğrafyacılar onları ayırmaya başladı. Bu, Anglo-Sakson etkisiyle açıklanabilir, çünkü Birleşik Krallık’ta olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nde de fiziki coğrafyanın, pek gelişmemiş olan beşerî coğrafyayla çok az teması vardır. Bu ayrılığı asla kabullenemedim. Söz konusu durum coğrafyacıların doğal olarak kendilerine ait olan bir alan olan çevre ve ekolojinin kontrolünü kısmen kaybettiklerini açıklamaktadır. Eğitim aldığım dönemde coğrafyacıların en büyük endişelerinden biri Kuzey Afrika’daki şiddetli toprak erozyonuydu. Ancak ekoloji, onu yasaklamak isteyen hukukçuların alanı haline geldi. Sözü edilen husus fiziksel ve biyolojik verileri, insan faaliyetlerini, siyaseti vb. analiz eden ve ilişkilendiren coğrafyacıların işi olmalıdır. Aslında ben hep coğrafya birliği için çalıştım”.

Yine Lacoste, “Nyaogho (Burkina Faso) örneğinden hareketle tasarladığım proje, coğrafi düşünme biçiminin etkililiğini somut olarak anlamamı ve coğrafyanın varlık nedeninin ihtiyaç duyulması halinde sunduğu faydaya ikna olmamı sağladı. Nyaogho örneğini “keşfederken”, şu ve bu fiziki faktör ile onların şu ve bu “beşerî” sonuçlarını, beraberinde de doğal bir veri üzerinde beşerî faktörlerin rolünü -simulium sineklerine karşı mücadele- hayli elle tutulur şekilde algılamıştım” diyerek fizikî ve beşerî coğrafya ayrımını eleştirmektedir.

Lacoste, tarih disiplini en büyük siyasi vakaları ele alırken “gerici bir disiplin” olarak görülen coğrafya derslerinin gerçekten de geleneksel olarak siyasi sorunları sessizlikle geçiştirmesi nedeniyle coğrafyayı gerici olarak görenlerin tamamen haksız olmadıklarını söylüyordu. Coğrafyanın 1968 sürecinde “gerici bir disiplin” olarak görüldüğü bir ortamda Marx’ı eleştiren anarşist Fransız coğrafyacı Reclus’un eserlerine atıflar yaparak O’nu övmesi dikkat çekmişti. Lacoste’un Vincennes Üniversitesi’ndeki derslerinde Burkina Faso’da yaptığı çalışmalarda fiziksel ve tıbbi coğrafyaya ait düşünme biçimleriyle beşerî coğrafya sorunları arasındaki bağlantının etkili olduğunu söylemesi öğrencilerini oldukça etkiledi. Nitekim daha sonra öğrencileri fiziki coğrafyanın hâlâ beşerî coğrafyadan ayrı öğretiliyor olmasına tepki gösterdiler. Böylesi bir ortamda Lacoste’un öğrencileri coğrafya çalışmalarının G1 adıyla, fiziki coğrafya ve beşerî coğrafyadan oluşan çifte değer birliğiyle öğretilmesi sonucunu elde ettiler.

2.2. Bölgesel Coğrafyaya Yaklaşımı: Lacoste, coğrafyaya bölgesellik ve temsil kavramlarını (fikirler, algılar, kolektif hayal gücü) ekler. O’na göre jeopolitik sadece coğrafyanın bir ‘ürünü’ değildir ve siyasi bağlamın dışında coğrafi faktörler tek başına tercih edilemez. Jeopolitik kolektif niyetleri arar ve güç ilişkilerinin öne çıkarılmasına izin verir.

1970’lerin radikal coğrafyalarına referans olan Yves Lacoste, geleneksel ve bölgesel coğrafyayı ret etmiştir. Bunu “sistemin hizmetinde olan ve çağdaş dünyanın yeni sorunlarına cevap vermekten aciz, gizemli bir coğrafya” olarak tanımlamıştır.

Lacoste, bölge düzenleme çalışmalarına (planlarına) mesafelidir. Nitekim bölge düzenleme çalışmalarının asıl amacının en yüksek düzeyde kazanç sağlamaktan ziyade devletin halk hareketlerini önleyebilmesi için stratejik açıdan bölgeyi ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak da düzenlemek olduğunu ifade etmektedir.

Gelişmiş ülkelerde böylesi durumlara pek rastlanmadığını belirten Lacoste, bölge düzenleme planlarının hızlı sanayileşme sürecine girmiş olan bazı ülkelerde (İran gibi) polisiye ve askeri kaygılardan çok etkilendiğini vurgulamaktadır (Özgüç ve Tümertekin, 2000).

2.3. Modern Fransız Jeopolitiğinin Babası Yves Lacoste: Lacoste, Fransa’daki jeopolitik çalışmalarını, özellikle de “Nazi bilimi” şeklindeki haksız imajından kurtararak yeniden başlatmıştır. Bu nedenle kendisine Jeopolitik Papa denilmiştir.

Coğrafyanın jeopolitikle ilişkisini güçlü bir şekilde vurgulayan Lacoste: “Coğrafya sadece jeopolitik yapmak için kullanılmaz. Aynı zamanda herkesin, nasıl inşa edildiğini daha iyi anlayarak daha güzel manzaralara hayran kalmasına da hizmet eder. Yani coğrafya olmadan jeopolitik olmaz” diyerek bizlere yol göstermektedir.

Yves Lacoste günümüzde entelektüel ve operasyonel saygınlığını geri kazanmaktadır. Nitekim Lacoste jeopolitiği şöyle tanımlamıştır: “İki ya da daha fazla aktörün bir bölge ya da bölge üzerindeki nüfuzu için rekabet ettiği durum. İlgili bölgelerin halkları, jeopolitik vizyon ve stratejilerin temsil edildiği kitle iletişim araçlarının kullanılması yoluyla da çatışmaya dahil oluyor. Bölgeler üzerindeki bu rekabet hem uluslararası hem de ulusal ölçekte farklı güç türlerini ilgilendirebilir”.

Yves Lacoste insanın uzun süre ekonomiyi merkeze koyarak düşünmeye alıştırıldığından çatışmaların karmaşıklığını anlamakta zorluk çektiğini ve bu çerçevede dünyayı değerlendirmede yeni bakış açısına ihtiyaç bulunduğunu ifade etmektedir. Günümüzde jeopolitik teorilerden ziyade jeopolitik problemler (jeopolitik boşluk alanları) olduğunu ileri süren Lacoste, çözümün söz konusu problemlerin objektif olarak ortaya konması ile bulunabileceğini belirtmiştir (Lacoste, 1993).

Şekil 2. Büyük Oyunu Anlamak kitabının kapağı ve içindekiler sayfaları (Lacoste, 2007).

2.4. Büyük Oyunu Anlamak (Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi): Lacoste, Büyük Oyunu Anlamak başlıklı eseriyle coğrafyaya ve jeopolitiğe özgün bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu eserde Lacoste, bir ülke içindeki veya devletler arasındaki şu veya bu çatışmanın sebeplerini daha iyi anlamamızı ve bu çatışmaların dünyanın başka yerlerinde ne gibi sonuçları olabileceğini düşünmemizi sağlamaktadır. Sözü edilen eserde, önemli bir jeopolitik role sahip devletlerin jeopolitik sorunlarının yanı sıra, “sıcak noktalar” diyebileceğimiz, yani jeopolitik gerilimlerin şiddetli olduğu küçük çaplı devletler de incelenmektedir. Her ulusun özgül özelliklerini hesaba katan Büyük Oyunu Anlamak’ta, Çin’den Amerika’nın Irak’ı işgaline, Rusya’nın yeniden güç kazanmasından Avrupa Birliği’nin geleceğine dair sorulara, sıcak çatışma bölgelerinden petrol için oynanan oyunlara kadar tüm güncel konular tarihsel akışı içinde incelenmiştir. Böylece okuyucunun, halkların ve yöneticilerin çıkarlarını, değerlerini ve tepkilerini daha iyi anlayabilmesi sağlanmaktadır. Bu eserde tarihlere ve mekanlara odaklanan, jeopolitik bir bakış açısıyla tasarlanmış 150’den fazla harita, yazarın amacının görselleştirilmesini sağlamaktadır (Şekil 2 ve 3).

Şekil 3. Büyük Oyunu Anlamak kitabında Türkiye’nin kuzey-güney, batı-doğu arasındaki istisnai durumu sade bir dille işlenmiştir (Lacoste, 2007).

2.5. Tarih-Coğrafya Birlikteliği: Tarih-coğrafya birlikteliğine (Fransa’da tarih ve coğrafya eğitimi özellikle ortaokul ve liselerde iç içe bir şekilde verilmektedir) dikkat çeken Lacoste’a göre “Gerçek coğrafi düşünme biçimi, tarihçinin düşünme biçiminden ayrılamaz”.

1984’te, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilmiş bazı tarihçiler benden, naif bir şekilde, benim kendi disiplinimin tasfiyesine salık vereceğimi umarak, Montpellier’de düzenlenen tarih eğitimiyle ilgili büyük bir sempozyuma katılmamı dahi istediler. Onları hayli şaşırtacak şekilde, onları yanılgıdan kurtarmanın ve siyasi önemini göstererek coğrafyayı daha da fazla savunmanın hazzını yaşadım”. Görüldüğü gibi Lacoste, Cezayir’de Bugeaud Lisesi’nde öğretmenlik yaparken siyasi sorunları coğrafyaya bağlamanın, onların kavranmasını sağlamanın bir aracı olduğunu anlamıştır.

2.6. Coğrafyanın Önemi: Görünüşü özenle korunmuş olmasına rağmen coğrafyanın sorunları yalnızca coğrafyacıları değil, tüm vatandaşları ilgilendirmektedir” diyen Lacoste coğrafyanın önemine vurgu yapmaktadır. 

Yves Lacoste coğrafyayı stratejik bir bilgi olarak tanımlasa da “Coğrafya, sıkıcı ve işe yaramaz bir disiplindir” argümanıyla akademik ve mesleki hayatı boyunca mücadele etmiştir. Üstelik bu, hayli güçlü bir akıntıya karşı kürek çekerek yürüttüğü bir mücadeledir: Coğrafyanın bütünüyle “sıkıcı ve işe yaramaz” olduğu öğrenciler arasında genel kabul gördüğü gibi, coğrafyacıların da büyük bölümü bu bilimi “iklim-nehirler-bitki örtüsü-nüfus-tarım” ve benzerine ilişkin kuru bilgilerin arasına sıkıştırılmış ölü bir disiplin haline getirmiştir. Oysa coğrafya Lacoste’a göre bütünüyle siyasi bir alandır (Lacoste, 2014).

Nitekim Lacoste “Coğrafyacının, gerçekte güçsüz bir röntgenci değil, istesin veya istemesin, iktidarın hizmetinde bir bilgi ajanı olduğunu ve devrimci beyanlarının veya ahlaki kaygılarının hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini anlaması gerekir. Coğrafyacı, coğrafyanın stratejik bir bilgi olduğunu ve stratejik bir bilginin de tehlikeli olduğunu aklından hiç çıkarmamalıdır” diyerek coğrafyanın önemini vurgulamaktadır (Lacoste, 2014).

Birçok coğrafyacı için uzamsal/mekânsal sorunların, daha parlak ve daha etkili bilim dalları tarafından ele alınması da coğrafyanın içinde bulunduğu buhranın sonuçlarındandır (Özgen, 2011). Araştırma konusu olarak, coğrafyacıların alanına “burnunu sokan” bazı rakip bilim dalları, o zamana kadar coğrafyacıların pek de ele almadıkları sorunları işlemektedirler. Örneğin sosyologların, ekonomistlerin, çevrebilimcilerin alan konusunda sürdürdükleri bunca parlak söylemin en iyi anlaşıldığı alan, genellikle en geleneksel coğrafyadır. Bununla birlikte diğer bilim kollarında uzun zamandan beri sorunsallığın saptanmasının zorunlu olduğu düşünülürken, coğrafyacılar “doğanın açılmış büyük kitabını” hiç sorun çıkmadan okuyorlarmış gibi yapmaya devam etmişlerdir (Lacoste, 2014).

Lacoste, üç coğrafyayı birbirinden ayırır: okul ve üniversite coğrafyası, “gösteri” coğrafyası ve bir “güç aracı” olarak coğrafya; ilk ikisi sonuncuyu gizler. Lacoste, her şeyden önce coğrafyacıları konuyla ilgilenmeye teşvik etmiş hem coğrafyanın epistemolojik sorunlarına çözüm bulmaya hem de mekânın organizasyonuyla ilgilenen bir “aktif coğrafya”yı yeniden başlatmaya niyetlenmiştir.

Lacoste’un (2004: 14) ifadesiyle, gerçekte, okul coğrafyası söyleminin başlıca ideolojik işlevi, alan incelemesinin, kapalı yöntemlerle, özellikle, devletin örgütlenmesi ve iktidarın uygulamalarında olduğu gibi savaşın yürütülmesinde de pratik yararını gizlemek olmuştur. Dolayısıyla coğrafyanın gerçek ve derinlikli disipliner önemi özellikle gelişkin olmayan dünya toplumlarında ne yazık ki perdelenmekte ve kamunun bu bilince ulaşması ciddi oranda sınırlandırılmaktadır. Tam da bu sınırlandırılmaların bir sonucu olarak, Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiyeli Kurulu Başkanlığı (2018, 2024) tarafından yenilenen ortaöğretim ders müfredatında coğrafyanın seçmeli ders olarak okutulması bu hazin yaklaşımın bir sonucudur. Bu noktada Lacoste’un önerisi: “Coğrafyayı basit bir okul konusu olmaktan çıkarmak gereklidir” şeklindedir.

2.7. Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar[3]: Lacoste, Herodot Dergisi ve daha sonra Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar adlı çalışmasıyla, coğrafyanın her şeyden önce savaş çıkarmaya hizmet ettiğini ifade etmiştir.

Coğrafya her şeyden önce savaş yapmaya yarar. Ancak coğrafya sadece savaş yapmak için değildir’ diyen Lacoste (2014) coğrafyanın gerek fizikî gerekse beşerî-iktisadî açılardan savaşlarda üstünlük sağlamada etkili olabildiği gibi esas itibariyle evrensel adaletin ve barışın tesisinde hayati bir fonksiyona sahip olduğu gerçeğini dile getirmektedir.

Bu görüşünün başlıca argümanı, stratejik bir bilgi olarak coğrafyanın, iktidar sahiplerinin elinde bir yönetim aracı olarak kullanıldığıdır. Bu araç, Vietnam Savaşı’nda ABD Hava Kuvvetlerinin Kızıl Nehir bentlerinin coğrafi özelliklerini sinsice bir yıkım planında kullanması örneğinde olduğu gibi, doğrudan askeri amaçlara da hizmet edebilir. Lacoste’un kendi kelimeleriyle söyleyecek olursak, “gerek ‘fiziksel’ diye adlandırılan boyutlarıyla, gerekse iktisadi, sosyal, demografik, siyasi özellikleriyle mekanların metodik tanımlanması olarak coğrafyanın kesinlikle, pratik ve güç olarak, devlet aygıtının bölgede yaşayan insanların kontrol ve organize edilmesi ve savaş için ifa ettiği fonksiyonlar çerçevesine yerleştirilmesi gerekir”.

Geçmiştekiler bir yana bırakılsa bile, günümüzde coğrafyanın hiç olmadığı kadar savaş yapmaya yaradığını ileri süren Lacoste, yeni savaş yöntemlerinin coğrafi unsurların, insan ve doğal çevre arasındaki ilişkilerin kesin bir şekilde incelenmesini gerektirdiğini vurgular: “Çünkü tam anlamıyla bir bölgeyi yaşanmaz hale getirmek ya da bir soykırım başlatmak için insanı ve doğal çevreyi yok etmek ya da değiştirmek söz konusudur. Vietnam savaşı, coğrafyanın topyekûn ve kusursuz bir savaşa yaradığını pek çok kanıtla göstermiştir. En ünlü ve dramatik örneklerden birisi 1965, 1966, 1967 ve özellikle 1972’de Kuzey Vietnam’ın son derece kalabalık ovalarını koruyan bentler ağını sistemli olarak yok etme planıyla uygulanmıştır; bu bentlerden akan, debisi yüksek ırmaklar, vadiler yerine alüvyonların oluşturduğu setlere yönelmişlerdi. Gerçekten yaşamsal önem taşıyan bu bentler, yoğun, doğrudan ve açıkça bombalanamazdı; çünkü uluslararası kamuoyu orada bir soykırım suçu işlendiğinin kanıtını bulabilirdi. Şu hâlde, belirli ve ölçülü şekilde, dağlarla çevrili bu küçük ovalarda yaşayan on beş milyon kadar insanın korunduğu başlıca bölgelerde bu bentler ağına saldırmak gerekiyordu. Bentlerin, su baskınının en yıkıcı sonuçlara yol açacağı yerlerde parçalanması gerekiyordu. Bombalanması gereken yerlerin seçimi, alanın birçok düzeyde incelenmesini kapsayan coğrafi düşünceden doğar” (Lacoste, 2014).

Yves Lacoste’un “Coğrafya Savaşmak İçindir” vecizesi esasen sadece buna işaret etmemektedir. En derin anlamıyla coğrafya, tabiatla ve fiziki koşullarla sürekli mücadele içerisinde medeni gelişimini zirveye taşıyan insanoğlunun doğal şartlara karşı savaşının geçtiği bir harp alanıdır. Bu bakımdan insanın doğa ile olan harbi yanında hayatiyeti için önemli doğal kaynaklara sahip alanlarda hakimiyet kurması ve diğer insan topluluklarıyla mücadelesinde harp halinde olup hâkim olmayı öğrendiği coğrafyadan istifadesi, sınırlarını genişletmesi, tarihte daha farklı şekilde var olması ve medeni sürecini bir üst seviyeye taşıması, askeri coğrafyanın önemini ortaya koymaktadır. Bu hem kişinin coğrafya bilgisinin üst seviyede olması hem de arazinin askeri kabiliyetinin iyi değerlendirilmesi için sistematiğinin sürekli geliştirilmesi gereken bir alt çalışma alanıdır (Hoş, 2023).

Lacoste’a göre, gerçekte amaç, yalnızca siyasal ve askeri sonuçlara ulaşmak için bitki örtüsünü yok etmek, toprağın yapısını değiştirmek, kasten erozyon yaratmak, su tabakasının derinliğini değiştirmek üzere hidrografyayı bozmak, kuyuları ve çeltik tarlalarını kurutmak için bentleri yıkmak değildi. Vietnam’da çeşitli yollarla “stratejik köycükler”de toplanma ve zorunlu şehirleşme siyaseti uygulayarak nüfus dağılışını kökten değiştirmek söz konusuydu. Hindiçini Savaşı, savaş ve coğrafya tarihinde yeni bir aşamayı gösterir; ilk kez hem “fizikî” hem de “beşerî” bakımdan coğrafi ortamı değiştirme ve yıkma yöntemleri on milyonlarca insanın yaşamı için gerekli coğrafi koşulları ortadan kaldırmak için kullanıldı. “Coğrafi savaş” bölgelere göre farklı yöntemlerle tüm ülkelere uygulanabilir. Her iki Körfez Savaşı’nın da özellikle, ileri teknoloji kullanan Coğrafi Bilgi Sistemleri’nin savaşı olduğu (Derek Gregory’ye göre de “post-modern savaş”) da bilinmektedir.

Sömürgeleştirme sürecinde coğrafyacıların özel rolü olmuştur. Topraklar, yani coğrafya üzerinde iktidarların girdiği rekabet, haritaların nasıl çizileceği, sınırların nasıl belirleneceği son derece mühim meselelerdir. Lacoste’un dediği gibi hiçbir harita yansız değildir. “Kaçınılmaz tahakkümün, mekân tahakkümünün aracı olan harita öncelikle yetkililer tarafından ve yetkililer için hazırlanır”. Harita, söz konusu alan ile orada yaşayan insanlar üstündeki bir iktidar aracıdır (Lacoste, 2014). “Bir haritanın hazırlanması, betimlenen alan üstünde belirli siyasi ve bilimsel egemenlik anlamına gelir ve bu, söz konusu alan ile orada yaşayan insanlar üstündeki bir iktidar aracıdır” (Lacoste, 1998). Bu durumda, bir iktidar aracı olan haritanın kim tarafından çizildiği ya da çizdirildiği büyük önem taşımaktadır. Haritayı çizen/çizdiren, bu ürün sayesinde iktidara sahip olma açısından önemli bir avantaja sahip olacaktır. Haritalar en basitinden en karmaşığına kadar her çeşit manipülasyona açıktır. Bu durumda haritayı kimin çizdi(rdi)ği önemli bir sorunsaldır. Çünkü haritadaki beyaz yalanları, kullanılacak sembolleri, projeksiyon yöntemini ve ölçeği belirleyen, dolayısıyla bilgiyi kendi ideolojik-politik süzgecinden geçirip insanlara sunacak olan bizzat haritacının kendisidir (Özkan, 2003).

Lacoste, “öğretmenlerin coğrafyası” dediği, eğitim kurumlarında okutulan coğrafyanın “herkesin gözünde coğrafyanın iktidar sahipleri için korkunç bir güç aracı olduğu gerçeğini sakladığı”nı ileri sürer. “Coğrafya önce savaş yapmaya yarar” sözünün yalnızca askerî harekâta yarayacağı anlamına gelmediği; yalnızca şu ya da bu düşmana karşı açılacak bir savaş olasılığına karşı değil, aynı zamanda devlet örgütünün, üstünde güç kullandığı insanları daha iyi denetlemek amacıyla bölgeleri düzenlemesine de yaradığı iddiasındadır.

Temmuz 1972’de Vietnam’da kalmış, dönüşünde Le Monde’un 16 Ağustos 1972 tarihli sayısında Amerika Birleşik Devletleri’ni Kızıl Nehir deltasındaki setlerin temellerini bombalamakla suçlayan bir makale yazmıştır. Bu makalede coğrafi bilginin bir devlet tarafından savaş yürütmek için kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Başka bir deyişle coğrafya, her şeyden önce savaşı yürütmek için kullanılmıştır (Lacoste, 2014).

2.8. Sınıflar Açısından Azgelişmişlik Sorununa Bakışı: Lacoste’un Azgelişmiş Ülkeler (1959) ve Azgelişmişliğin Coğrafyası (1965) kitapları ister geçmişe ister o güne dair olsun, o güne kadar çok sayıda ekonomik ve siyasi faktörün “coğrafya içinde” ele alındığını görmeye alışkın olmayan pek çok coğrafyacıyı şaşırtmıştır.

Doğan Avcıoğlu, Sınıf Açısından Azgelişmişlik başlıklı kitabın önsözünde Lacoste’un özgün yanını şöyle vurgulamaktadır: “Kalkınma davası, her şeyden önce, bu sosyal yapının evrimi içinde anlaşılmasına bağlıdır. Ne var ki, bu yönde ciddi tarihsel, sosyolojik ve ekonomik çalışmalar henüz (1966) başlamaktadır. Yves Lacoste’un araştırması, bu yolda atılmış bir ilk adım sayılabilir”.

Lacoste söz konusu eserinde şöyle seslenmektedir: “Bir baskı aracı haline gelen kolektif çerçevelerin parçalanması, artık tek başına bırakılan insan, içinde bireyselleştirilmiş bir hayat serebileceği yeni ekonomik Dünya ile bütünleştirilebilseydi, bir kurtuluş olacaktı. Dram şudur ki, etraflarında eski dayanışmaların yıkıldığını gören bu insanlar, yeni bireyciliklerine temel oluşturabilecek sürekli bir işe sahip olabilme imkanından yoksundurlar. Kolektivistinin koruması altında, kutsal görevleri devamlı yerine getirerek, grup üyelerinin endişesiz yaşadıkları yoksulluk, yerini sefalete ve birdenbire yalnız kalmış insanın sendelemesine bırakmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve çeşitli işleri yapmak gücünden yoksun kalan yalnız insan, değişen Dünyada her türlü maceraya açıktır. Hiçbir değer, ona gerçek gözükmez. Yetersizliğinin ve çöktüğünün farkına vardığı eski Dünyanın değerleri gibi, ona kapalı tutulan yeni Dünyanın değerleri de anlamsız kalır. Çifte bir meşru yoksunluk duygusunun kaynağı budur. Atalardan kalma değerlerin kaybı ve hem çok yakın hem de çok uzak olan yeni zenginliklere ulaşmanın imkansızlığı. Üçüncü Dünya yolunu şaşırmış insanlarla doludur” (Lacoste, 1966).

Lacoste, Az Gelişmiş Ülkeler kitabında (1965) az gelişmişliği teşkil eden özellikler, nüfus problemi, az gelişmişliğin temel sebepleri, az gelişmiş ülke tipleri, gelişme şekilleri ve hedeflerine değinmiştir: “Çağımızın en önemli ve aynı zamanda en dramatik problemi, az gelişmiş ülkeler problemidir. Nispeten yeni olan az gelişmişlik mefhumu, bugün bir ana mefhum olarak görünmesine rağmen henüz tamamen tanımlanmış değildir. Bunun için başlangıçta bir değerlendirme, bir karşılaştırma yapmak gerekmekteyse de ana kıstaslar ekseriya son derece katiyetten uzaktır. Genellikle, az gelişmişlik mefhumu müphem veya kısmî şekilde tanımlanmaktadır. Böylece, meselâ az gelişmiş bir ülke sadece, bütün tabiî kaynaklarından faydalanmayan ülke demek değildir. A.B.D. gibi bir sürü ‘zengin’ memleket geniş kaynaklarından yararlanmıyorlarsa da bu yüzden hiç de az gelişmiş sayılmamaktadırlar. Aynı şekilde, bugün az gelişmiş ülkelerde mevcut şartlar, şimdiki gelişmiş ülkelerin «endüstri devrimi» arifesindeki şartlarının aynı değildir. Bir ülkede kalkınma politikasının tatbiki, orada muhakkak az gelişmişliğin varlığını gerektirmez. Nihayet, her sefalet az gelişmişlik demek değildir. Her ne kadar açlık ve fakirlik az gelişmiş ülkeler halkının büyük bir kısmı arasında hüküm sürüyorsa da sadece bu iki olay, bütün vahametine rağmen az gelişmişliği tayine kifayet etmez. Gerçekten, sadece bu iki kıstasın ele alınması, az gelişmişliği beşeriyet kadar eski bir oluşun haline koyacaktır. Az gelişmiş ülkeler, asırlardan beri içerisinde hiçbir şeyin değişmediği ilkel bölgeler demek değildir” (Lacoste, 1965).

Yves Lacoste, bugün azgelişmiş durumda olan Üçüncü Dünya ülkelerinin sorunlarının sömürgecilik ya da emperyalizm gibi dış etkenlerle açıklanmasına karşıdır. Böyle bir açıklama sömürgecilerle iş birliği yapmış ayrıcalıklı azınlığın rolünü göz ardı etmek anlamına gelecektir. Emperyalizme karşı mücadele etmenin tek yolu, bütün azgelişmiş ülkelerde var olan ayrıcalıklı azınlıktan kurtulmaktı. Çünkü emperyalizm böyle bir azınlığa dayanmadan yaşayamaz (Lacoste, 2019).

2.9. İbni Haldun ve Yves Lacoste: Yves Lacoste, Fas ve Cezayir’de görev yaparken gıyaben tanıştığı İbni Haldun’un sosyal bilimler açısından önemini ifade etmek için İbni Haldun: Tarih Bilimin Doğuşu, Üçüncü Dünyanın Geçmişi başlıklı bir kitap hazırlamıştır. Bu kitapta Lacoste şu çarpıcı sözleri dile getirmektedir: “Dikkatle çözümlenmek koşuluyla, İbni Haldun’un yapıtının en özgün ve en önemli yanları, azgelişmişliğin temelindeki nedenlerin incelenmesinde bugün çok büyük bir katkı olarak ortaya çıkıyor. İbni Haldun, Orta çağ’a ilişkin yapıları betimledi; İktisadi, toplumsal ve siyasal evrimi yavaşlatan ya da engelleyen yapılardı bunlar. Bu gecikme yabancı güçlerin etkileriyle birleşerek, birkaç yüzyıl sonra sömürgeciliği olanaklı kıldı; sömürgecilikte azgelişmişlik olgusunun ortaya çıkışını belirledi”.

Söz konusu kitap asıl ününü Îbni Haldun’un yapıtı ile Üçüncü Dünya’nın geçmişi arasında kurduğu paralellikler sayesinde kazanmıştır. Yves Lacoste’a göre Îbni Haldun’un yapıtı Üçüncü Dünya’nın geçmişini anlamamızı sağlayabilecek çok değerli bir kaynaktır. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) kavramı çerçevesinde yapılan tartışmalar ve o yıllarda Üçüncü Dünya’ya verilen önem de kitabın pek çok ülkede büyük bir ilgi görmesini sağlamıştır.

Lacoste, İbni Haldun’u Aziz Augustinus, Machiavelli ya da Montesquieu ile kıyaslayarak O’nun eserlerini yaşadığımız dönemin sorunlarıyla bağlantılandırıp bugünün kavramlarıyla ele almak, onun düşüncesini aşırı ölçüde modernleştirmek ya da çarpıtmak değil, tam tersine onun düşüncesinin gerçek zenginliğini ortaya çıkarmak olduğu gerçeğini dile getirmiştir.

2.10. Diatopik Düşünme Yöntemi: Diatop, farklı düzeylerdeki mekânsal kümelerin kesişimlerinin analiz şeması şeklinde tanımlanabilir. Bu yöntemi kullanması Lacoste’u diğer coğrafyacılardan ayırmaktadır.

Şekil 4. Lacoste’un diatopik yönteminin şematize edilmesi (Lacoste, 2014).

Lacoste diatopik yöntemi şu şekilde ifade etmektedir: “Bu diyagram, temel olarak iki mekânsal analiz metodunun birleştirilmesi temelinde, karasal mekânı düşünme biçimini gösteriyor: bir tarafta, farklı büyüklük düzenlerinin, çeşitli coğrafi bütünlerin gerçeklik içinde sahip olduğu boyutlara göre sistematik olarak birbirinden ayrılması; diğer tarafta ise bu düzeylerin her birinde, aynı büyüklük düzenindeki farklı coğrafi kümelerin çevreleri arasındaki kesişimlerin dikkatli bir şekilde incelenmesi. Bu diyagram üzerinde elbette, matematikçilerin mekânsal olmayan kümeler ve onların kesişimleri hakkındaki teorilerinin ana hatlarını ortaya koyarken yaptığı gibi, kümelere ‘patates’ şeklini keyfi olarak verdim. Fakat elbette coğrafi kümeler, haritalar üzerinde sonsuz derecede değişken çevrelere -daire biçimli (bir şehrin sınırları), lineer (yol, büyük sirkülasyon ekseni), parmak biçiminde (nehir şebekesi), “takımadalar” halinde, vs. sahiptir. Şemanın üst kısmındaki plan 1, birinci büyüklük düzenine, boyutlarının en büyüğü on binlerce kilometre ile ölçülen kümelere denk düşer. Bu plan, Yerküre yüzeyinin tamamını temsil eden düzlemyuvarlar planıdır. Bu plan l’in merkezinde 2 ile işaretlenmiş olan küçük dikdörtgen, büyüklük düzeni 2 için, yani binlerce kilometreyle ölçülen ikinci büyüklük düzenindeki kümelerin kesişimi için keyfi olarak düşünülen dörtkenarın kapsamına denk düşer. Bu plan 2’nin merkezindeki 3 ile işaretlenmiş küçük dikdörtgen, yüzlerce kilometre ile ölçülen üçüncü büyüklük düzenindeki kümelerin kesişimlerinin analiz edilmesini sağlayan dörtkenarın kapsamına denk düşer. Ve böyle devam eder. Plan 2 üzerinde, örnek olarak, birinci büyüklük düzeyinde olan ve yalnızca birinci analiz düzeyinde tam olarak ele alınabilecek olan A kümesinin çevresinin bir kısmını geniş ve belirsiz bir çizgi ile temsil ettik. Plan 3 üzerinde, sadece ikinci büyüklük düzeyinde tam olarak incelenebilecek olan F kümesinin çevresinin bir kısmını temsil ettik. Bu da böyle devam etmektedir. Yapmamız gereken, yalnızca küme kesişimlerini farklı analiz düzeylerinde dikkate almak değil, aynı zamanda farklı büyüklük düzeylerini birbirine bağlamak gerekir. İşte, birden fazla coğrafi gözlem düzeyinin farklı yerler üzerinden birleştirilmesini göstermek için, Yunanca dia (üzerinden) ön eki ve topos (yer) kelimelerini birleştirerek ‘diatop’ adını verdiğim şey budur. Bu şekilde birkaç kilometrelik, yani beşinci büyüklük düzeninden olan bir yerel durum, birinci düzeyle ilişkili bir olgu tarafından etkilenebilir. Örneğin, Kudüs’ün bulunduğu vadi (beşinci düzen) özellikle, Washington’da Pentagonun koruması altındadır, yani menzili birkaç bin kilometre (ikinci düzen) olan İran füzelerinin muhtemel fırlatılmasına karşı gezegen çapındaki boyutlarda (birinci düzen) bir askeri kümenin denetimi altındadır. Belirli bir yerin global düzeydeki coğrafi karakteristik özellikleri, yani bu yerde etkili bir şekilde eylemde bulunmak için dikkate alınması gereken muhtelif kesişimler, farklı büyüklük düzenlerindeki kümelerin birbirine eklemlenmesine bağlıdır. Bununla birlikte bu yerel olanı küresel olana ve tersine yahut farklı ara planlarla eklemleme prensibi, genel kurallara göre değil, duruma ve koşullara göre farklı biçimlerde uygulanır. Stratejik olarak, temsil edildiği büyüklük düzeni ne olursa olsun her coğrafi kümenin, girişilen eylemin lehine veya aleyhine olan bir faktöre denk düştüğü düşünülebilir. Bu düşünme biçimleri, yerelden (Kudüs, Batı Şeria) küresele doğru ele alınan İsrail-Filistin çatışmasının gelişimi gibi bir vaka çalışmasıyla gösterilebilir ve bu, daha iyi görmek için, hayli büyük boyutları olan ve renkli bir diatopun hazırlanmasını da içerecektir” (Lacoste, 2014).

SONUÇ

Yves Lacoste’un Türkçe’ye çevrilen kitapları (Az Gelişmiş Ülkeler, İbni Haldun: Tarih Bilimin Doğuşu, Üçüncü Dünyanın Geçmişi, Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar, Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi) olsa da Türk bilim dünyasında bilinirliği istenilen düzeyde değildir. Söz konusu kapsamda bu makalenin amacı Türkiye’de Yves Lacoste’un bilinirliğine katkı sağlamaktır. Coğrafyayı farklı okuyan marjinal coğrafyacı Yves Lacoste, fiziki coğrafyacı olarak başladığı akademik hayatına (tarih, sosyoloji, sanat tarihi gibi sosyal bilimler perspektifinden bakan) bir beşerî coğrafyacı olarak devam etmiştir. Diğer bir ifadeyle kendisi hem doğal ortam özelliklerini hem de sosyo-ekonomik-kültürel özellikleri bütüncül olarak irdeleyebilen ender coğrafyacılar arasında yer almaktadır. İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sonrası Batı Avrupa’da Almanların ilk kez kullandığı jeopolitik kavramından nefret edilirken Hérodote adında bir jeopolitik dergisi çıkarması O’nu başka bir entelektüel düzleme taşımıştır. Bu nedenle kendisine “modern Fransız jeopolitiğinin babası” denilmiştir. Yves Lacoste’u coğrafyacılar arasında özgün kılan bir diğer husus ise mazlumların, azgelişmiş ülkelerin sorunlarını güçlü bir şekilde irdelemesidir. Bu kapsamda Vietnam Savaşı sürecinde ABD ordusunun Vietnamlıların aleyhine olacak şekilde coğrafi (özellikle jeomorfolojik) özellikleri gayrinizami bir şekilde kullanması, Lacoste’un güçlü bir muhalefet sergilemesine neden olmuştur. Sözü edilen çerçevede ‘Coğrafya her şeyden önce savaş yapmaya yarar. Ancak coğrafya sadece savaş yapmak için değildir’ sözünün Lacoste’un emperyalist dünyaya ironik bir mesajı olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Günümüzde jeopolitik teorilerden çok jeopolitik problemlere (jeopolitik boşluk alanlarına) dikkat çeken Lacoste, çözümün söz konusu problemlerin objektif olarak ortaya konması ile bulunabileceğini ifade etmektedir. Özetle Yves Lacoste Fransız coğrafya ekolünün tarih-coğrafya sentezini aşarak varlığı ret edilen jeopolitik ile coğrafyayı bütüncül şekilde ele alarak egemenlerin coğrafyayı maniple etmelerine güçlü bir şekilde itiraz etmiştir. Söz konusu perspektifle Yves Lacoste’u ezilen halkların mazlumların sözcülerinden birisi olarak görmek mümkündür. Bunlar yanında diatopik düşünme yöntemini kullanması Lacoste’u diğer coğrafyacılardan ayıran özellikler arasında yer almaktadır. Lacoste’un yukarıda kısa içerikleri verilen kitaplarının Türkçe’ye çevrilmesi yerinde bir girişim olacaktır. Bir diğer önerimiz ise Yves Lacoste’un görüşlerine jeopolitik, siyasi coğrafya, uluslararası ilişkiler gibi derslerin içeriklerinde daha fazla yer verilmesidir.

YARARLANILAN ve ÖNERİLEN KAYNAKLAR

Anlı, Ö. F. ve Bekaroğlu, E. (2020). Makro Epistemolojik Tartışmalar Işığında Coğrafya: Stiller, Paradigma(lar) ve Modeller, DTCF Dergisi, 60(1), 278-311

Bilgili, M. (2011). Fransa’da İlk ve Orta Dereceli Okullarda Coğrafya Eğitim ve Öğretiminin Müfredat, Metot ve Araç-Gereçler Açısından Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.

Calbérac, Y. (2021). Close Reading Michel Foucault’s and Yves Lacoste’s Concepts of Space Through Spatial Metaphors, Le foucaldien 7, 1(6), 1–21. DOI: https://doi.org/10.16995/lefou.90

Hoş, Y.B. (2023). Askeri Coğrafya’nın Önemi ve Başlıca Bileşenleri, V. Uluslararası Coğrafya Eğitimi Kongresi (UCEK-2023) 05–08 Ekim 2023 Özetler Kitabı, 227-228.

https://www.facebook.com/photo?fbid=1606546532977261&set=a.1604112356554012, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://fr.wikipedia.org/wiki/G%C3%A9ographie, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.fnac.com/Yves-Lacoste/ia6024/bio#fulldescription, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.revueconflits.com/geopolitique-etat-nation-europe/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/kisi/93984/yves-lacoste, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://data.bnf.fr/fr/11910512/yves_lacoste/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://fr.wikipedia.org/wiki/G%C3%A9ographie, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.galignani.fr/listeliv.php?base=paper&mots_recherche=Yves+Lacoste, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://en.wikipedia.org/wiki/Yves_Lacoste, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.herodote.org/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://geoconfluences.ens-lyon.fr/informations-scientifiques/dossiers-thematiques/remue-meninges/yves-lacoste, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.cairn-int.info/publications-of-Yves-Lacoste–3.htm, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.editionsladecouverte.fr/auteur/yves_lacoste-35082.html, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://view.genial.ly/63863392044510001299cae5/presentation-yves-lacoste, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.lemonde.fr/livres/article/2018/07/01/les-territoires-d-yves-lacoste-geopolitologue_5323925_3260.html, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.herodote.net/Entretiens_avec_le_geographe_Yves_Lacoste-synthese-2987.php, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.revuedesdeuxmondes.fr/yves-lacoste-geographie-a-nouveau-valorisee/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.lenouveleconomiste.fr/yves-lacoste-la-geopolitique-ca-sert-encore-a-faire-la-guerre-21105/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.liberation.fr/livres/2018/04/18/la-geographie-sport-de-combat-d-yves-lacoste_1644292/, Erişim Tarihi: 13.04.2024

https://www.diploweb.com/Y-Lacoste-La-geographie-ca-sert-d.html, Erişim Tarihi: 13.04.2024

Lacoste, Y. (1973). An Illustration of Geographical Warfare: Bombing the Dikes on the Red River, North Vietnam, https://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1467-8330.1973.tb00502.x, Erişim Tarihi: 13.04.2024

Lacoste, Y. (1984). Geography and Foreign Policy, American Foreign Policy: Attitude and Action. 4(2), 213-227. https://www.jstor.org/stable/45349238

Lacoste, Y. (1993). Dictionnaire de Geopolitique, Flammarion: Paris.

Lacoste, Y. (1998). Coğrafya Savaşmak İçindir, Çev. Ayşın Arayıcı, Özne Yayınları: İstanbul.

Lacoste, Y. (2001). Hérodote a vingt-cinq ans Écologie et géopolitique en France. Hérodote: Revue de géographie et de géopolitique, 100, 3-12.

Lacoste, Y. (2005). Élisée Reclus, une très large conception de la géographicité et une bienveillante géopolitique, Hérodote: Revue de géographie et de géopolitique, 117, 29-52. https://www.cairn.info/revue-herodote-2005-2-page-29.htm&wt.src=pdf, Erişim Tarihi: 13.04.2024

Lacoste, Y. (2006). La question postcoloniale, Hérodote: Revue de géographie et de géopolitique, 120, 5-27. https://www.cairn.info/revue-herodote-2006-1-page-5.htm

Lacoste, Y. (2007). Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi, NTV Yayınları: İstanbul.

Lacoste, Y. (2008). La géopolitique : une histoire contrastée, La revue pour l’histoire du CNRS [En ligne], 22, 1-7. http://journals.openedition.org/histoire-cnrs/8082

Lacoste, Y. (2011). The Sahara: Geopolitical Perspectives and Illusions, Hérodote 142, 3, 12-41. https://www.cairn-int.info/revue-herodote-2011-3-page-12.htm&wt.src=pdf

Lacoste, Y. (2012a). The Geographical Pivot of History”: A Critical Reading, Hérodote 146-147, 3-4, 139-158. https://www.cairn-int.info/revue-herodote-2012-3-page-139.htm&wt.src=pdf

Lacoste, Y. (2012b). Geography, Geopolitics, and Geographical Reasoning, Hérodote 146-147, 3-4, 14-44. https://www.cairn-int.info/revue-herodote-2012-3-page-14.htm&wt.src=pdf

Lacoste, Y. (2014). Coğrafya Her şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar, Çev. Selim Sezer, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.

Özgen, N. (2020). Ortadoğu Kavramına Yönelik Zihinsel Tasarımlar. International Journal of Geography and Geography Education (IGGE), 41, 36-58.

Özgen, N. ve Güngordü, S. (2019). Eleştirel jeopolitik: Yer politikalarını yeniden okumak. B. Gönençgil, T. A. Ertek, I. Akova ve E. Elbasi (Ed.), 1st Istanbul International Geography Congress Proceedings Book (s. 913-922) içinde. İstanbul, Türkiye: Istanbul University Press. https://doi.org/10.26650/PB/PS12.2019.002.085

Özgüç, N. ve Tümertekin, E., (2000). Coğrafya: Geçmiş, Kavramlar. Coğrafyacılar. İstanbul: Çantay Kitabevi.

Özkan, Ö.D. (2003). Kimin Haritası? Sosyal Bilimler ve Haritacılık (Whose Map? Cartography and Social Sciences), 9. Türkiye Harita Bilimsel ve Teknik Kurultayı: Bildiriler, Ankara (pp: 729-737).

Sevgi, C. (1983). Ekonomik ve Sosyal Coğrafyada Yeni Bir Araştırma Alanı: Azgelişmişliğin Coğrafyası, Ege Coğrafya Dergisi, 1(1), 40-67.

[1] Bu makale, Coğrafya Eğitimi Derneği, Tevfik Fikret Okulları ve İzmir Fransız Kültür Merkezi’nin iş birliğiyle düzenlediği Coğrafya Bilimi ve Eğitiminde Fransız Ekolü Semineri’nde sunulan “Coğrafyayı Farklı Okuyan Marjinal Bir Coğrafyacı: Yves Lacoste” başlıklı bildirinin düzenlenmiş ve genişletilmiş halidir.

[2] Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı, Buca / İzmir, ali.gulersoy@deu.edu.tr.

[3] 1976 yılında “La Géographie ça sert d’abord à faire la guerre” başlığıyla basılan kitap heyecan yaratmıştır. Bu kitapla Yves Lacoste ikonoklastik (tasvir kırıcılık, kültürel değer taşıyan çeşitli maddi ögelerin siyasi ya da dinî sebeplerle bilinçli olarak imha edilmesi) bir analiz sunmuştur. Lacoste, bu kitabın önemini vurgulamak için “Başlığın ifade biçimi itibarıyla hitap edilenler, coğrafyanın gerçekte ne olduğunu bilmeyen ve okuldan, kolejden veya liseden beri coğrafya hakkında anlaşılmaz ve bıktırıcı hatıralara sahip olan kişilerdir. Bu metin bu kişileri olduğu kadar tarih-coğrafya hocalarını da ilgilendiriyor” demektedir.

Doğal Kaynak Olarak Karbondioksit

 

DOĞAL KAYNAK OLARAK KARBONDİOKSİT: ÜRETİMİ VE TÜKETİMİ

Ahmet AYDOĞMUŞ [1]

    Bir karbon ve iki oksijen atomundan oluşan, havadan 1.53 kat ağır, renksiz, kokusuz, yanmayan, ekşimsi, suyla karışınca karbonik asit oluşturan bir gazdır. Zehirli değildir. Havadaki oranı %30’u geçtiğinde solunumu ve oksijen alımını engellediği için boğucu ve ölümcül olmaktadır  (1).

   Havadan ağır olduğu için havalandırma yapılamayan kuyularda ve maden ocaklarında birikebilmektedir. Basınç altında sıvılaşır. Gaz olarak 1 atmosfer basınç ve 0°C sıcaklıkta yoğunluğu 1,97 kg/m³, sıvı olarak da -56°C sıcaklıkta 1,77 kg/dm³ yoğunluktadır (2).

   Atmosferde ortalama değer olarak % 0,035 oranında bulunur. Bu oran yer ve zamana göre değişmektedir. Karalar üzerinde yüksek, denizler üzerinde düşüktür. Gece yüksek, gündüz düşüktür. Şehirler çevresinde yüksek, kırsalda düşüktür. Küresel iklim değişikliğinin önemli bileşeni, sera gazlarından biridir. Karbondioksit oranı arttıkça yeryüzünün ortalama sıcaklığı artmakta, oranı azaldıkça da soğumaya neden olmaktadır.

   Bitkiler karbondioksit alarak fotosentez yapar, yan ürün olarak oksijen üretir. Hayvanlar ise oksijen alarak solunum yapar. İnsanın solunum yolundaki havanın karbondioksit oranı %0,03 iken solunumla atılan hava içerisindeki karbondioksit oranı % 3,6 olmaktadır (3).

   Biyokütle ve fosil yakıtların yanması sonucunda da atmosfere karbondioksit salınmaktadır. Küresel iklim değişikliğinde çok önemli etken olan karbondioksit oranı 1880 yılında 290,8 ppm iken 2021 yılında 418,2 ppm değerine ulaşmıştır (Anadolu Ajansı). 30 Temmuz 2023’de ölçülen değer ise 421.61 ppm’dir. Fosil yakıtların yoğun kullanımı bu değeri yükseltmiş ve küresel iklim değişikliği gündeme gelmiştir. Karbondioksit üretimi baca gazlarından, kimyasal reaksiyonlardan, fermantasyondan ve doğal kaynaklardan elde edilmektedir (4).

Tablo 1. Mauna Loa’da haftalık ortalama karbondioksit değerleri ( https://gml.noaa.gov/ccgg/trends/weekly.html )

   Doğal karbondioksit serbest gaz olarak volkanik bölgelerden, aktif fay hatlarından çıkar. Çözünmüş gaz olarak da jeotermal sularda ve kaynak sularında bulunur. Doğal karbondioksit dört kaynaktan gelmektedir. Bunlar magmatik, metamorfik, jeotermal ve sedimanter kökenli kaynaklardır. (4).

   Dünyada ve Türkiye’de doğal karbondioksit üretim ve tüketimi artış göstermektedir  tüketimde en büyük payı kimya sanayisi almaktadır. Petrol çıkarılması, kurubuz üretimi, gazlı içecek üretimi diğer kullanım alanlarıdır. Ayrıca yangın söndürme cihazlarında, seracılıkta, kaynak makinelerinde ve tıp alanında da kullanım alanı bulmuştur. (1).

   Sağlık Alanında Karbondioksit

   Karbondioksit gazı sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Türkiye’de binlerce noktadan atmosfere gaz çıkışları olmaktadır. Bunun bir örneği Van İlimizin Çaldıran ilçesinde yaşanır. 240 konut içinde yaşayan insan ve hayvanlar  etkilenir. Yapılan sondajlarla gaz çıkışları kontrol altına alınır. Gazlı 240 konutun sayısı 37’ye düşer. Sorunun çözülemediği 14 konutun da yerinin değiştirilmesi teklif edilir (1).

   Sağlık kuruluşlarında teşhis ve tedavi amaçlı da karbondioksitten yararlanılmaktadır. Böbrek yetmezliği olan hastalarda damar görüntülenmesinde bazı kontrast maddelerin yerine kullanılmaktadır.  Ayrıca karın bölgesinin görüntülenmesinde de kullanılıyor, reaksiyona girmeyen bir gaz olan karbondioksit vücuttan kolayca atılmaktadır. Laparoskopik ameliyatlarda karın bölgesi karbondioksit gazı ile şişirilerek operasyon kolaylaşmaktadır (6).

   Karbondioksitin değişik oranlarda etilen oksitle ile karışımı ameliyat tıbbi malzemeleri, şırınga, iplik, önlük, örtülerin sterilizasyonunda kullanılır (lindegazmarket.com/).

   Tarım Alanında Karbondioksit

   Bitkiler fotosentez için karbondioksit kullanır. Yapraklardaki stomalardan alınan gaz, su ile birlikte ışık enerjisi kullanılarak besin ve oksijene dönüştürülür. Ortamdaki karbondioksit değeri fotosentez hızını etkiler. 150 ppm’de bitkiler ölmeye başlarken, 10.000 ppm’de  de bitkiler yaşayamaz. 1200 ppm değeri en iyi gelişimi sağlar. Seracılıkta bu gaz araştırma konusudur.  Sera içerisinde atmosferik karbondioksit gaz değerini yükseltmek için doğal gübrenin  fermantasyonundan yararlanılır. Fosil yakıtlar yakılarak gaz artışı sağlanırsa da birçok zararlı gaz da ortama yayılacağı ve pahalı olacağı için önerilmemektedir.  Üzerinde küçük delikleri olan borularla sıvı karbondioksit dağıtılması ve katı kurubuz kalıplarının kırılıp kaplara konularak gaz artışı sağlanabilir. Bu işlemlerde gaz çıkışını kontrol altında tutmak da sorun olabilmektedir.

   Sonuç olarak seralarda 1000-1200 ppm dolayındaki karbondioksit düzeyi bitki gelişimi ve turfandacılık için uygun olarak ifade edilmektedir  (8).

   Gıda Sanayinde Karbondioksit

  Genellikle gaz halinde kullanılmaktadır. Gıda maddelerinin uzun zaman bozulmadan korunması, depolanması, taşınması ve tazeliğinin korunmasında katı karbondioksit-kurubuz kullanılır. Soğutma kapasitesi çok yüksektir, küflenme ve bakteri oluşumunu engellediği gibi ürünün nem kaybını da engeller, buruşma ve büzülmeleri önler (1).

   Gazlı içeceklere, maden suyu, kola, bira gibi içeceklere eklenen karbondioksit gazıdır. Dondurulmuş gıdalarda, meyve sebze ve çiçeklerin korunmasında, çabuk bozulabilen maddelerin paketleme tazeliğinin korunmasında, dondurma, süt ve tereyağı üretiminde kullanılır (4). Uçaklarda, gemi ve trenlerde ikram edilecek yiyecek ve içeceklerin servis zamanına kadar bozulmadan saklanması kurubuz ile mümkün olmaktadır (10).

   Yaz aylarında taze balığın korunma ve taşınması da kurubuz ile mümkündür.  Böcekleri öldürmek için kuru gıdaların saklandığı silolara karbondioksit gazı pompalanır.

   Karbondioksitin Diğer Kullanım Alanları

  • Sahne şovlarında ve müzik programlarında sis efekti oluşturmak için,
  • Spreylerde itici gaz olarak,
  • Yangın söndürme tüplerinde,
  • Otomobil hava yastıklarında,
  • Petrol kuyularında kalan koyu kıvamlı petrolü çıkarmak için basılan karbondioksit akışkanlığı artırarak çıkarımı kolaylaştırır,
  • Gazaltı kaynak makinelerinde,
  • Üre gübresi üretiminde,
  • Kurubuz tanecikleri ile metal yüzeylerin temizlenmesinde,
  • Patlayan şeker üretiminde,
  • Kahvenin kafeinini gidermede kullanılmaktadır.
  • Yapay yağış oluşturmanın bir yolu da kurubuz parçaları ile bulutların tohumlanması için uçaklardan bulutlara serpilmesidir.

   Kurubuz-Katı Karbondioksit

   Sondaj ile açılan kuyulardan üretilen ve jeotermal sulardan ayrıştırılan gaz saflaştırıldıktan sonra basınç ve düşük sıcaklık koşullarında sıvılaştırılır.  Yatay veya dikey yalıtımlı, içten soğutmalı tanklarda depolanır. Yüksek basınç ve düşük sıcaklık koşullarında taşınır. Kurubuz fabrikasına getirilen sıvı karbondioksit özel tanklara boşaltılarak üretimde kullanılır.  Sıvı karbondioksitin üzerindeki basınç  kaldırılıp  delikli bir sistem yoluyla normal atmosfer basıncında  genleşirken kendini dondurur, kar ve buz parçacıklarına dönüşür. Bu parçacıklar özel yöntemlerle sıkıştırılarak blok, pelet ve nuget gibi şekillerde satışa sunulur. Strafor kutularla taşınır. Katı olan kurubuz süblimleşerek gaz haline geçerken çok yüksek soğutma özelliğine sahiptir ve ortama karbondioksit gazı salar (1). Bu nedenle zaman içerisinde kütle kaybeder. Beyaz renkte ve kokusuzdur. Hava içindeki ısıyı düşürerek  havadaki su moleküllerini soğutup sis oluşumuna neden olur. Düğünler ve sahne sanatlarında sis efekti oluşturmak amacıyla da kullanılmaktadır.

   Gaz hale geçerken kalıntı bırakmaz, zehirli değildir fakat yoğun soluma ile oksijen alımını engeller. Kurubuz  cilde temas ettiğinde don ısırığı oluşturur, bu nedenle eldivenle dokunulmalıdır.

   1925 yılında ABD’de ticari ürün olarak satılmaya başlayan kurubuz, günümüzde doğal karbondioksitten üretilip birçok alanda tüketilmektedir.

  Türkiye’de Karbondioksit Aramaları

   Dünyanın tektonik yönden hareketli alanları doğal karbondioksit  varlığı bakımından zengin alanlardır.  Fay hatları ve volkanik etkinliklerin bulunduğu Türkiye  zengin kaynaklara sahiptir. Yeraltı suları, jeotermal sular ve sondajla açılan kuyulardan üretim yapılır. Binlerce noktadan milyonlarca ton karbondioksit atmosfere geçmektedir (11).

   Doğal karbondioksit çıkışları eskiden beri bilinmektedir. Dünyanın manto katmanından kaynaklandığı için tükenmez bir kaynak olduğu düşünülmektedir. Sadimanter kökenli olduğu düşünülen karbondioksit sahası Siirt-Dodan’da bulunuyor. Yöredeki ağır petrolün çıkarılmasında kullanılacaktır. Türkiye’de doğal karbondioksite yönelik araştırmalar 1939’da başlatılır. Günümüzde arama çalışmalarını MTA Genel Müdürlüğü yapmaktadır. Üretim, 1986 yılında kurulan bir tesiste başlar (1).

   Artan nüfus ve kentleşme, hazır gıda sanayinin hızla büyümesi karbondioksit pazarının da büyümesine neden olmuştur.  Türkiye’de farklı kaynaklardan üretilebilecek karbondioksit potansiyeli TC Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kuzeydoğu Kalkınma Ajansı (KUDAKA, 2021) sayfasında yayınlanan raporda yer almaktadır.
( https://www.kalkinmakutuphanesi.gov.tr/assets/upload/dosyalar/erzincan-ili-sivi-karbondioksit-isleme-tesisi-on-fizibilite-raporu-2021.pdf  Tablo-3 sayfa 8, Tablo-4 sayfa 10, Tablo-5 sayfa 10 ve 11 ) 

Resim. Kurubuz  https://eurekaoxygencompany.com/2017/09/15/what-is-dry-ice/

    Kaynaklar

  1. Gönenç Osman.,Karbondioksit ve Türkiye’de Karbondioksit Aramaları, MTA Genel Müdürlüğü, Ankara 1990.
  2. Erzincan İli, Sıvı Karbondioksit İşleme Tesisi, Ön fizibilite raporu, TC Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kuzeydoğu Kalkınma Ajansı, KUDAKA; 2021.
  3. Koz Mitat., Solunum Sistemi Fizyolojisi, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/8351/mod_resource/content/1/9.Solunum%20fizyolojisi.pdf
  4. Karbondioksit, (http://www.guneydogalgaz.com/tr/uretimler/karbondioksit-co2)
  5. Dünya CO2 ppm değeri, https://gml.noaa.gov/ccgg/trends/weekly.html
  6. Gümüş Burçak.,Tıp Alanında CO2, https://drburcakgumus.com/tedaviler.php?id=20
  7. Karbondioksit ve Sağlık, https://www.habas.com.tr/uploads/files/MSDS/Karbondioksit%20Medikal.pdf
  8. Tezcan Ahmet, Atılgan Atılgan ve Öz Hasan., Seralarda CO2 Düzeyi, CO2 Gübrelemesi ve Olası Etkileri
    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/308765
  9. Karbondioksitin Ticari ve Endüstriyel Kullanım Alanları Hangileridir?
    https://www.atlascopco.com/tr-tr/compressors/wiki/compressed-air-articles/carbon-dioxide-uses
  10. Kurubuz, https://en.wikipedia.org/wiki/Dry_ice
  11. Yılmaz Hazım., Ülkemizde Doğal CO2 Çıkışlarının Çevre Üzerindeki Etkileri,Bilim ve Teknik Dergisi,Temmuz 1990, sayı 272
  12. Erol Oğuz., Genel Klimatoloji, Havadaki CO2, sayfa 23.
  13. https://www.seralgaz.com/karbondioksit.php
  14. Yılmaz Hazım., Ülkemizde Doğal Karbondioksit Potansiyeli ve Yasal Durumu.
    https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/1cdd433a18e3949_ek.pdf?dergi=HABER%20B%DCLTEN%DD

Not: Ankara İvedik OSB’de üretim yapan Başkent Kurubuz AŞ yetkililerine teşekkür ederim.

[1] Emekli Coğrafya Öğretmeni, ANKARA

Kıtaların Kayması ve Canlı Dağılımına Etkisi

 

Kıtaların Kayması ve Canlı Dağılışına Etkisi

Cansu Çulha[1]

Giriş:

Dünyayı güneş sistemi içerisinde yer alan öbür gezegenlerden farklı tutan en önemli hususlardan biri, kıtaların kayması ya da diğer adıyla levha tektoniği aracılığıyla sürdürülen jeolojik evriminin var olmasıdır (Polat, 2016). Dünyamızdaki bu jeolojik olayların geneli, levha sınırlarında oluşan fiziksel ya da kimyasal olaylardan etkilenme yoluyla meydana gelmektedir. Bu etkileşimler sonucunda yeni dağ sıraları ve adalar oluşurken; Asya ve Hindistan kıtalarının birleşimi gibi kıta birleşimi ya da Afrika ve Güney Amerika kıtalarının ayrımı gibi kıta ayrımı da gerçekleşmektedir. Ayrıca Alaska ve Batı Kanada gibi de bazı adaların kıtalara ek olarak yerleştiği de görülmektedir (Polat, 2016).

Levha sınırlarında oluşan bu olaylar neticesinde, canlıların yer aldığı coğrafik ortam diğerleri ile ilişkisi kesilmekte veya oluşan yeni ilişkiler ile canlılarda göç etme durumu görülmektedir. Yaşanılan coğrafik ilişki kesintileri, göç etmeleri ve ortam değişikliği, türlerin bazılarının yok olmasına ya da yeni türlerin meydana gelmesine sebebiyet vermektedir (Polat, 2016).

Jeolojik Evrim ile Canlı Dağılışı:

Paleozoik sonları ile mezozoik döneminin başlarında var olan Süperkıta Pangea’nın parçalanmaya başladığı süreçte, okyanusal alanları genişlemiş ve Orta ve Güney Atlantik okyanusunun gelişiminin yanı sıra Kuzey Atlantik oluşumu da başlamıştır. Bu süreç içerisinde Kuzey Amerika’da yer alan büyük iç deniz kurumuş ve Grönland’da Amerika kıtasından ayrılmıştır ve Güney yarım kürede Gondwana kıtası parçalanmalara devam etmekte ve Avustralya bu kıtadan ayrılmıştır. Bu değişiklikler gerçekleşirken ormanların geneli, güneyde yer alan kıtalarda; tropikal ve yarı tropikal yağmur ormanları ise ekvator çevresinde yer kaplamıştır. Bu bölgelerin yanı sıra kuzeyde daha soğuk alanlarda çam ormanları yayılış göstermiştir (Sakınç, 2006).

Amerika kıtasının kuzey ve güneyi, evrimleşmeye başlayan marsupial türündeki keseli hayvanlara kuzey bölgelere gitmesi için yol meydana getirmiştir. Bilimsel verilerden elde edilen kanıtlar doğrultusunda fosiller görüşü doğrular niteliktedir. Bu durumda plesental memeliler ise kuzeyde yer alan kıtalarda kemirici ve primatlar ile yayılımını sürdürmüştür. Aynı şekilde fosil kanıtlar doğrultusunda Güney Amerika’da yer alan toynaklıların kuzeyde ortaya çıktıktan sonra güneye karaköprü sayesinde geçiş yaptıkları belirtilmektedir (Sakınç, 2006).

Bu durumlar neticesinde günümüzde uzaklıkları oldukça fazla olan kara parçaları 500 milyon yıl önce birleşik vaziyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Büyük yok oluşun ardından ortama adapte olabilen bazı faunalar evrimleşip hayatta kalmaya devam etmişlerdir. Böylelikle 500 milyon yıl önce evrimleşen bu faunalar çeşitlenmeler ile milyonlarca yıllık bir yolculuğa adım atmıştır (Sakınç, 2006).

50 milyon yıl kadar önce ya da Eosen döneminde Kuzey Amerika ile Asya kıtası arasında oluşan Bering Köprüsü sayesinde hayvanlar bu iki kıta arasında dağılış göstererek önemli bir coğrafik olayı oluşturmuştur (Türkeş,2015). Bu olay deniz suyu seviyesinin düşmesi ya da kara parçalarının tektonik nedenlerle yükselmesi sonucunda kıtaların arasında karasal bağlantı meydana gelmiş ve biota alışverişi Bering kara köprüsü ile dağılış göstermiştir (Demirsoy,2002).  

Görsel 1. Beringia’yı gösteren açık kahverengi bir kenarlığa sahip doğu Rus ve Alaska haritası (13).

Bugün bir kara köprüsü Panama kanalında Kuzey ve Güney Amerika’yı birbirine bağlamaktadır. Ancak Eosen döneminin ortasından (günümüzde 50 milyon yıl) Pliyosen döneminin sonuna kadar (günümüzde 3 milyon yıl), iki kıta tamamen sularla ayrılmıştır. Bu uzun dönem boyunca, büyük memeli grupları her kıtada farklı yönlerde evrimleşmiştir. Pliyosen döneminin sonunda kara köprüsü yeniden kurulduğunda, her iki yönde de bir memeli dalgası akmaya başlamış ve bu dağılma, dünya tarihinde farklı kıtasal faunaların en önemli karışımlarından biri olan “Büyük Amerikan Değişimi” olarak adlandırılmıştır (10). 

Görsel 2: Büyük Amerikan Değişimi.
En üstte, kıta boyunca kuzeye doğru yürüyen 38 Güney Amerika cinsinin temsilcileri bulunmaktadır. Altta ise, Güney Amerika’ya göç eden 47 Kuzey Amerika cinsinin temsilcileri bulunmaktadır. Kuzey Amerikalı göçmenler, Güney Amerika’ya girdikten sonra hızla çeşitlenmiştir. Kuzey Amerika’ya giden Güney Amerikalı göçmenler çok az çeşitlenmiş veya çoğu yok olmuştur (10).

Karaköprü dönemine girildiğinde izolasyonların ortadan kalkması ile göçler fazlalaşmakta ve çeşitlenmeye sağlanmaktadır. Bu durumda yarı tropikal ormanlar her iki kutupta da yayılım göstermekte olup kuzey enlemlerinde Amerika ve Avrasya’da yağmur ormanları yer almaktadır. Güney enlemlerde tropikal ormanlar Amerika, Afrika ve Avustralya kıtalarında yayılış göstermektedir. Ayrıca geniş ormanların bu denli yaygın olması memelilerin gelişimine katkıda bulunmuştur. Eosen döneminde Memelilerin yayılışlarında en ön safhalarda genellikle kemiriciler yer almaktadır. Fosil kanıtları sayesinde de toynaklı ve keseli memelilerin de yayılışta önem sarf eden bir durumda yer aldığı bilinmektedir (Sakınç, 2006).

Afrika ve Avrasya kıtalarının yaklaşımı sonucunda ise Tetis Okyanusu kapanmaya başlamış ve sonrasında Pratetis Denizi yok olmuştur. Bu durumun yanı sıra Asya ve Avrupa arasında yer alan Turgay Denizi de Eosen döneminin sonlarında kapanmaya başlamıştır. 30 milyon yıl öncesinde denizlerin ortadan kalkması coğrafik engeli aşmış ve Asya’da kalmış olan memelilerin Avrupa’ya dağılımı sağlanmıştır. Diğer bir yandan bu göçü tetikleyen unsur Alp Dağları’nın yükselmesi ile oluşmuş Dinarid-Pelagon-Küçük Asya karaköprüsü olmuştur. Antrakoterıum ve diğer canlılar, Trakya bölgesinden güney kesimlere doğru bu karaköprüsü ile dağılım göstermiştir. Edirne çevresinde bu memeli türünün fosillerine ulaşılarak Avrupa’dan güney kesimlere göç ettiği kanıtlanmış bulunmaktadır (Sakınç, 2006).

Avustralya ve Güney Amerika kıtalarında yaşayan bölgeye mahsus memeliler kıtaların ayrılmasının ardından ortama uyum sağlamak için gelişim göstermişlerdir. Bu canlılardan tavşangiller düzlüklerde hayatını sürdürmeye adapte olmuş ve bitkiler aracılığıyla beslenmelerini sağlamışlardır. Paleosen dönemindeki ormanlarda görülen toynaklı kurt bu değişiklere uyum sağlayamayarak yok olan türler arasında yerini almıştır (Sakınç, 2006). Bu durumda kıtaların kayma teorisi nedeniyle yeryüzünde oluşan coğrafik değişiklikler ile organizmalar popülasyonlarının ayrılması ve yok olması meydana gelmiştir. Kıtaların bu denli ayrılması neticesinde bazı bilim insanlarının tabiriyle kendi kargolarını da yanında götürmüşlerdir[2] (Avcı, 2011).

Miyosen döneminde Afrika kıtası Avrupa kıtasına yaklaşımını sürdürürken Tetis okyanusu da tükenme sürecine girmiş bulunmaktadır. Tetis Okyanusu’nun, Arabistan Yarımadasının Küçük Asya bölgesinin güneydoğusu ile çarpışması sonucunda Hint Okyanusu ile bağlantısını koparılmaktadır (Tassy, 1990). Bu kara parçaları arasındaki Tetis Okyanusunun ortadan kalkması ile Doğu Afrika vadilerinde yaşamını sürdüren pek çok memeliler Anadolu’nun içlerine ilerleyerek önemli yaşam alanları meydana getirmişlerdir. Böylece Anadolu’da 23 milyon yıldan beri göçler ile gerçek memeliler oluşuma adım atmıştır. Bu göç zamanında zürafa, gergedan, sırtlan, hortumlular, böcekçiller, geyikler, kemirgenler, suaygırıları ve insansıların bu bölgeye olan hareketinin kanıtları araştırmaları halen devam eden fosiller ile sürdürülmektedir (Agusti ve Anton, 2002).

Miyosen zamanında okyanusların yarattığı coğrafik engeller karaköprüsü ile kimi zaman aşılsa da bu özelliğini yitirdiği ve yeniden engel durumuna geldiği bilinmektedir. Bu kesiklik memelilerin hareketini de etkilemekte ve istikrarlı duruma gelmesi halinde kıtaların arasında yapılan geçişlerde karmaşalara yol açmaktadır. 5-2 milyon yıl kadar geriye gidildiğinde dünya şu andaki durumuna benzer hale gelmiştir. Bu durumda Asya ile Kuzey Amerika arasında oluşan Bering Boğazı ve Amerika kıtaları arasında yer alan Panama Boğazı dolaylarında oluşan karaköprüler memelilerin göçlerini hızlandırmış bulunmaktadır (Sakınç, 2006).

Yaşamın halen belirgin olduğu kıtalar haricinde Antarktika kıtası, diğer kıtalardan kopuşunun ardından güney kutbuna doğru ilerlemesi biyoçeşitliliği açısından oldukça önem sarf etmektedir. Antarktika’da elde edilen fosillerle bir dönem bu kıtada da bitki ve hayvanların yaşamı için bir ortamın bulunduğu anlaşılmıştır. Geçmiş dönemlerde biyoçeşitliliğinin zengin olduğu düşünülen bu kıtada da canlı türlerinin tamamı buzullarla kaplandığı için yok olmuştur (12).

Bunlara ilave olarak; bilimsel araştırmalar ışığında tarihte en az beş adet büyük ve daha çok sayıda küçük canlı türlerinin yok oluşla karşılaştığını belirtilmektedir. Dönemsel olarak bakıldığında bunlar; Geç Ordovisiyen, Geç Devoniyen, Geç Permiyen, Geç Triyas ve Geç Kretase jeolojik zamanlarında olduğu görülmektedir (Polat, 2016). Canlı türlerinin bahsedilen şekilde yok oluşlarına, geç Neoproterozoik ve erken Paleozoik zamanlarında varlığını sürdüren Iapetus Okyanusu’nun kıyı kesimlerin derinliği az olan sularında yaklaşık 600 milyon yıllarında yaşamakta olan omurgasız canlılardan Ediakarian hayvan topluluğu örnek gösterilebilmektedir. Ediakarian hayvan topluluğunda kurt, süngerler, denizanası, ilkel eklembacaklılar yer almaktadır. Bu faunanın fosillerine Avustralya’nın güneyinde yer alan Ediakarian Tepeleri üzerinde bulunan kumtaşlarında karşılaşılmıştır. Bunun yanı sıra Ediakarian hayvan topluluğuna ait fosillerin Rusya, Kanada, Çin ve Greenland’de de bulunduğu belirtilmektedir (Sakınç, 2006).

Araştırmalar dahilinde canlıların Kuzey Pangea bozulması sonucunda gerçekleşen yok oluşlarının temelinde üç çevresel nedenin yattığı düşünülmektedir. Birinci neden olarak derin su bölgelerinin kalsit oranlarının derinlere inildikçe artan oksijen yoğunlaşmasıyla yaşanan lisoklin sığlaşması gösterilmektedir. Lisoklin alanlarındaki daralma, kalsitin okyanusun içerisinde zorlu koşullarda çözüme ulaşmasına neden olmaktadır. Bununla beraber dallı bacaklı ve mercan türleri hayatına devam edebilmek için çözünmüş derecede kalsit ihtiyacı duyan karbonat üreticilerin ortadan kalkmasına neden olmuştur. İkinci bir neden Pangea’nın ayrılması sonucunda oluştuğu varsayılan Sibirya volkanlarının lav püskürtmesi olarak görülmektedir. Alandaki volkanik püskürtmeler zehirli metallerin etrafa yayılımıyla kısıtlamalara neden olmuştur. Atmosfere salınan aşırı karbondioksit ile lisoklin alanlarının daraldığı bu nedeni oluşturmaktadır. Son olarak yok oluşta etmen olan üçüncü neden kuzey Pangea başlangıçtaki anoksik ortamı kaynak olarak gösterilmiştir. Fazla yüklenen metal nedeniyle anoksik okyanusların asitleriyle dipteki ihtiyaç duymakta olan türler ortadan kalkmıştır (Bond ve Grasby, 2017).

Ayrıca kıtaların kayması, vikaryans biyocoğrafyası olarak adlandırılan yerkürede aralarında oldukça yüksek mesafeler olan türlerin ve bioatanın pasif durumda taşınışına yol açmıştır. Bu duruma göre türlerdeki dağılımların arasında oluşan parçalanmalar, dağ oluşumuna benzer biçimde gelişen edilgen ayrılmaların neticesini oluşturur. Bu model bir takson veya türün coğrafik olarak dağılışının, yok oluş ve ayrılma durumunda uyum içerisinde göstereceğini varsaymaktadır. Örnek olarak; Doğu Yarım Kürede yer alan Akdeniz Havzasındaki doğu çınarı, Batı Yarım Kürede yer alan kuzey Amerika’da dağılışının batı çınarı türü verilmektedir. Farklı kıtalar içerisinde bulunan grupların vikaryansın bir sonucu olarak farklılaştığı belirtilmektedir. Bu duruma örnek olarak yukarıda bahsedilen karaköprüler de verilmektedir (Avcı, 2011).

Levha tektoniği kuramı ve derin deniz araştırmaları ışığında elde edilen bilimsel verilerle fosillerin önemli bir kanıt teşkil ettiği görülmektedir. Güney Afrika kıtasının batısında ve Güney Amerika kıtasının doğusunda Üst Permiyen Yaşlı Mesozor adını almış su sürüngeninin fosil lokaliteleri sayesinde yaklaşık 250 milyon yıl öncesinde Amerika ve Afrika kıtasının birleşik olduğunu ortaya koymaktadır. Fosiller üzerinden elde edilen verilere bir diğer örnek eğrelti otu bitkisinin 300 milyon yıl kadar öncesinde, Prekambriyen’in sonlarında Antarktika, Avustralya, Afrika, Güney Amerika, Hindistan kıtaları ile Arabistan ve Madagaskar’ın birleşimiyle ortaya çıkan Gondwana kıtasını kaplamaktadır. Günümüzde ise uzaklıkları oldukça fazla olan bu kıtalar ve bölgeler üzerinde fosillerine rastlanmaktadır (Sakınç, 2006).

Bazı kanıtlar, hayvanların mevcut dağılımının kıtasal sürüklenme teorisi temelinde açıklamaktadır. Kuzey Yarım Kürede (Nearktik ve Palearktik bölge) memelilerin dağılımının, güney bölgelerdeki (Afrika, Güney Amerika ve Avustralya) memelilerin dağılımından daha fazla benzerlik gösterdiği bilinmektedir. Bu durum kuzey bölgesinin hayvanlarının son zamanlarda Bering Boğazı’ndaki kara bağlantıları nedeniyle yayıldığını belirtmektedir. Güney Yarım Kürenin memelileri ise, kıtaların parçalanması sırasında ortaya çıkmış ve kıtaların ayrılmasından sonra evrim geçirmiştir. Memeliler izole edildikten sonra farklı şekillerde evrimleşebilmekte ve Gondwana ilk bölünmeye başladığından, farklı kıtalardaki memelilerin ayrı ayrı evrimleştiği ve yayıldığı düşünülmektedir. Bu nedenle, lamalar, alpakalar, tembeller, armadillolar gibi Güney Amerika memelileri, Güney Yarım Kürenin diğer kıtalarında bulunmamaktadır. Etiyopya bölgesinin zürafa, zebra, su aygırı, şempanze ve gorilleri ile Avustralya bölgesinin yumurtlayan memelileri ve bazı keseli türleri bu bölgeler dışında hiçbir yerde bulunmamaktadır. Gondwana’daki memelilerin dağılımı farklı olsa da bunun aksine, bazı balıkların, amfibilerin ve sürüngenlerin dağılımı kıtaların kayması teorisi ile ilgili olarak çok benzerlik göstermektedir (11).

Akciğerli balıkların dağılımı da kıtaların kayma teorisini desteklemektedir. Orta Devoniyen’de ortaya çıkan dipnoanlar, şimdi üç cins Protopterus, Lepidosiren ve Neoceratodus tarafından temsil edilmektedir ve sırasıyla Afrika, Güney Amerika ve Avustralya’da bulunmaktadır. Bu dağılım ile, Orta Devoniyen ve Afrika, Güney Amerika ve Avustralya’daki Gondwana topraklarının o dönemde temas halinde olduğunu ve bu kıtaların ayrılmasıyla şu anda dipnoanların üç ayrı cinsle temsil edildiğini göstermektedir. Amfibiler arasında, üyelerin dağılımı, Kıtaların Kaymasını rastgele desteklememektedir. Sadece Afrika ve Güney Amerika arasındaki pipidlerin dağılımı ve Nearctic ve Avrasya’nın doğu kesimlerindeki semenderler kıtaların kaymasını bir dereceye kadar desteklemektedir. Bunların yanı sıra sürüngenler arasında da bazı üyelerin dağılımı kıtaların kaymasını desteklemektedir. İlkel kaplumbağaların bazı üyeleri Permiyen döneminde ortaya çıkmış ve hala Güney Yarım Kürede sınırlı durumda kalmışlardır. Timsahlar ve gavyal gibi timsahlar, şimdi Orta Amerika, Afrika ve Kuzey Avustralya bölgesinin bazı alanlarıyla sınırlı olan Triyas döneminde ortaya çıkmıştır (12).

Anadolu yarımadasına bakıldığında ise geçmiş yıllarda gerçekleşen göçler sayesinde dünyanın en güneyi ile en kuzeyinde yer alan bitkilerin dağılımı görülmüştür. Bu duruma örnek Afrika kıtası ve Asya kıtasının güneybatı kısmında bulunan karakulak ve çizgili sırtlanların dağılımlarının sınırlarından en kuzeyi Anadolu Yarımadası oluşturmaktadır. Benzer biçimde bozayı ve sarıçamlarında dağılış alanları Avrupa ve Sibirya olmakla beraber sınırının en güneyini Anadolu oluşturmaktadır. Anadolu bu sebeple tür açısından zengin ve de uç yayılış içeriği açısından genetik çeşitliliği önemli bir konumdadır. Paleoiklimsel değişikliklerin ve Anadolu topoğrafyasının doğurduğu sonuçlarla beraber bu topraklarda kurbağa ve sürüngenlerin çeşitlenmiş olması önemli rol oynamaktadır. (Tavşanoğlu, 2016)

Jeolojik değişiklikler yaklaşık 200 milyon yıllık bir zaman diliminde meydana gelmesine rağmen, bazı organizmalar evrimsel değişime dair çok az kanıt göstermektedir. Örneğin, yan boyunlu kaplumbağalar (Pleurodira alt takımı) Jura döneminden beri çok az değişmiştir. Bilim insanları, kıtasal parçalanma yaşanmadan önce Gondwana’ya dağıldıklarını varsaymaktadırlar. Bugün bu türdeki kaplumbağalar Güney Amerika, Afrika, Madagaskar, Avustralya ve Hint Okyanusu adalarının bazı bölgelerinde bulunmakta, ancak dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamaktadırlar (Gibbons, 2020). Wegener’in yaptığı birçok çalışma neticesinde de bahsedilen bu düşünceler doğrulanmıştır. Bilhassa solucan ve yengeçlerin evrimini az yaşamış olarak şu anki döneme kadar gelmiş olması kıtaların kaydığının önemli bir kanıtıdır.

Kara kütlelerin bir araya gelmesi de biyoçeşitlilik için büyük önem sarf etmektedir. Örneğin Afrika kıtası ile Hindistan levhası birbirinden ayrılarak Avrasya ile birleştiği sırada Afrika ile Hindistan arasındaki canlı bağları kesinti yaşamış, Hindistan ile Avrasya’da yaşayan canlılar arasında ise etkileşimler yaşanmıştır. Kıtaların kayması ile biyoçeşitliliğe etki eden bir diğer durum ise deniz altındaki tabakaların su yüzeyine çıkarak kara yaşamına elverişli hale gelmesidir. Örnek olarak, Avrasya ile Afrika, Arabistan ile Hindistan levhalarının arasında bulunan Tetis Denizi’nin tabanındaki tortul tabakaların su yüzeyine çıkması verilebilir. Bunun sonucunda Tetis Denizi’nin ekosistemi ortadan kalkmış ve su ekosistemi kara ekosistemine dönüşmüştür. Tam tersi biçimde kara alanlarını sular altında kaldığı yerlerde mevcuttur. Bu durumda, Türkiye ile Yunanistan’ın arasında bulunan Egeid kara parçasının çökmesi ile deniz meydana gelmiştir ve sonucunda kara ekosistemi yok olup su ekosistemine dönüşmüştür (12).

 

KAYNAKÇA:

  1. Agusti, J., Anton, M., Mammoths, Sabertooths, and Hominids: 65 Million Years of Mammalian Evolution in Europe, Columbia University Press, 2002.
  2. Avcı, M. Moleküler Biyocoğrafya: Gelişimi, Kapsamı, Paleobiyocoğrafya ve Biyolojik Çeşitlilik Açısından Bir Değerlendirme, Fiziki Coğrafya Araştırmaları: Sistematik ve Bölgesel, Türk Coğrafya Kurumu, s.241-266, 2011.
  3. Bond D., Grasby S., On the causes of mass extinctions, Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, Sayı 478, s. 3-29, 2017.
  4. Demirsoy, A., Genel Zoocoğrafya ve Türkiye Zoocoğrafyası “Hayvan Coğrafyası”, Meteksan Ankara, 2002.
  5. Polat, A., Yerküre üzerindeki yaşamın kökenine ve evrimine jeolojik bir bakış açısı. Popüler Yerbilim Dergisi, 2016.
  6. Sakınç, M., Jeoloji ve Biyolojik Evrim iç içe: Yerin Evrimi. Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı 26, s. 8-33, 2006.
  7. Tassy, P., The “proboscidean datum event”: how many proboscideans and how many events? in: Lindsay e.H., Fahlbusch v., Mein P. (eds.). European Neogene Mammal Chronology, Plenum Press, New York, s.237-252, 1990.
  8. Tavşanoğlu, Ç., Anadolu’nun yüksek biyoçeşitliliği: Evrim bunun neresinde? N. E. Iraz Akış (Dü.) içinde, Evrimin Işığında, Yazılama Yayınevi, s. 207-225, 2016.
  9. Türkeş, M., Biyocoğrafya: Bir Paleocoğrafya ve Ekoloji Yaklaşımı, Kriter yayınevi, Ankara, 2015.

Web Siteleri:

  1. https://biocyclopedia.com/index/general_zoology/continental_drift_theory.php
  2. https://www.biologydiscussion.com/animals-2/phylum-chordata/continental-drift-theory-evidences-and-explanation-biology/40477
  3. https://www.cografyaci.gen.tr/biyocesitliligi-etkileyen-paleocografya/
  4. https://www.nps.gov/bela/learn/historyculture/the-bering-land-bridge-theory.htm

[1] Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Coğrafya Eğitimi Yüksek Lisans Öğrencisi.

 İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsünde Yürütülen ” Genadaptif: Türler Arası Gen Geçişlerinin Türlerin Adaptif Potansiyeli Üzerine Etkilerinin Ekolojik ve Genomik Olarak Araştırılması” adlı projede yüksek lisans düzeyinde araştırmacı.

[2] Bahsedilen kargo için yaşamını devam ettirmekte olan canlılar ve fosil kanıtlar örnek olarak verilmektedir.

Türkiye’nin Lezzet Coğrafyası

 

Türkiye’nin Lezzet Coğrafyası Üzerine Bir Değerlendirme

Doç. Dr. Önder YAYLA

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Kadirli Uygulamalı Bilimler Fakültesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü

Giriş

Beslenme, canlıların hayatta kalması için gerekli olan bir süreçtir. Ancak, sadece enerji elde etmek ve yaşamı sürdürmek için yemek yemek, özellikle insanlar için tekdüze olabilmektedir. Ayrıca, insanları her gün yeterli miktarda gıda tüketmeye teşvik etmek de zorlu bir süreçtir. Bu nedenle, yiyecek ve içeceklerin tadı, gıdaların seçilmesinde genellikle en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu durum, coğrafi ve kültürel geçmişe bakılmaksızın, daha lezzetli gıdaların tercih edildiği anlamına gelmektedir. Her ne kadar sağlık, insanların gıda seçimlerinde önemli bir etken olsa da, lezzet gıda seçiminde daha öncelikli bir faktördür.

  1. Lezzet

Lezzet, bir yiyeceğin seçilmesi, kabul edilmesi ve tüketilmesinde önemli bir duyusal özelliktir. Tüketiciler genellikle bir ürünü tercih etmelerinin en önemli nedenlerinden biri olarak lezzeti göstermektedir. Gıdalar hakkındaki ilk izlenimler, renk ve koku gibi duyusal özelliklerle oluşur ve bu nedenle hoş olmayan gıdalar genellikle satın alınmaz veya tüketilmez. Lezzet, tükettiğimiz yiyeceklerden elde ettiğimiz duyusal deneyimi tanımlamaktadır. Genel olarak, lezzet, bir yiyeceğin kokusu, tadı ve diğer uyarıcıların algılanması sonucu oluşan sinyallerin birleşimi veya etkileşimiyle ortaya çıkan bir his olarak tanımlanmaktadır. Lezzet, sadece tat alma ve koku alma yeteneğimizden değil, dokunma, görme, dokunma duyularından da etkilenen son derece karmaşık bir fenomendir.

  • Lezzet Algısını Oluşturan Unsurlar

Lezzet algısı, gıda tüketimi sırasında tüm duyuların (tat, koku, görme, işitme ve dokunma) entegre bir şekilde algılanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tat ve koku genellikle lezzet algısında merkezi bir rol oynamaktadır; ancak beş temel duyu da lezzet algısını etkilemektedir. Lezzet algısı genellikle görsel değerlendirmeyle başlamakta ve yeme süreci boyunca serbest bırakılan kimyasal uyarıcılarla birlikte oluşmaktadır. Lezzet algısı, uçucu aroma bileşenleri ve farklı gıda bileşenleri arasındaki etkileşimlere bağlı olarak şekillenmektedir. İnsanlar, yiyecek ve içeceklerin lezzetini artırmak için uzun zamandır katkı maddeleri veya özel aromalı bitkilerin kombinasyonları gibi yöntemlere başvurmuşlardır. Bu nedenle, yiyeceklerin ve içeceklerin lezzeti insanlar için büyük önem taşımaktadır.

  • Lezzeti Etkileyen Unsurlar

Teknolojik ilerlemeler ve sanayileşme, gıdaların tüketicilere ulaşmadan önce çeşitli işlemlerden geçmesine neden olmaktadır. Hasat edilen gıdalar, çeşitli işlemlerden geçtikten sonra tüketiciye sunulmaktadır. Bu değişimlerin ışığında, insanların gıda seçimi yaparken, tüketim miktarlarını belirlerken, gıdaların hazırlanması, pişirilmesi ve saklanması sırasında nelere dikkat etmeleri gerektiğinin farkında olmaları önemlidir. Bir gıdanın lezzeti, içindeki besin bileşenleri, ambalaj malzemesi, saklama süresi ve ortam koşulları gibi faktörlerden etkilenmektedir. Ayrıca, gıda içindeki lezzet bileşenleri, çeşitli kimyasal reaksiyonlara tabi olabilmektedir. Lezzet oluşumundaki farklılıklar, gıdanın bileşimi ve yapısı tarafından belirlenmekte ve duyusal analizlerle ölçülebilmektedir.

  1. Türk Mutfak Kültürü

Beslenme, insanların en temel ihtiyaçlarından biridir ve bu ihtiyaç, mutfak kültürünün ortaya çıkmasını ve gelişmesini tetiklemiştir. Mutfaklar, tarihsel süreç içerisinde farklı evrim süreçleri yaşamış ve toplumların gelenekleri, sosyo-kültürel yapıları ve refah seviyeleri gibi faktörlere bağlı olarak şekillenmiştir. Her milletin ve ülkenin kendi yapısına, kültürüne ve geleneklerine göre bir mutfak kültürü vardır. Türk mutfağı da Orta Asya’dan başlayıp bugünkü topraklarda sona eren büyük göçler ve çeşitli kültürlerle etkileşim sonucu zenginleşmiş bir yemek kültürüne sahiptir. Türk mutfağı, pişirme teknikleri, sofra düzeni ve kendine özgü servis şekilleriyle dünyanın en önemli mutfağından biri olarak kabul edilmektedir. Türk mutfağı, Türkiye’de yaşayan insanların tükettiği yiyeceklerin hazırlanması, pişirilmesi ve saklanması, yemek yeme alışkanlıkları ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamaları ve inançları kapsamaktadır. Türk mutfağındaki çeşitlilik, Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürün çeşitliliği, farklı kültürlerle yaşanan etkileşimler ve tarihsel süreçte saraylarda gelişen yeni tatlar sonucunda ortaya çıkmıştır. Aslında Türk mutfağı, binlerce yıl süren evrim süreci sonucunda sentez bir mutfağa dönüşmüştür. Türk mutfağının şekillenmesinde farklı tarihsel dönemlerin etkisi büyük olmuştur. Ayrıca, Türkiye’de yaşamış olan diğer uygarlıkların da Türk mutfağının zenginleşmesinde etkileri bulunmaktadır. Türk mutfağının tarihsel gelişimi dört ana döneme ayrılabilmektedir. Her dönem, Türk mutfağının gelişiminde ve çeşitliliğinde belirleyici bir faktör olmuştur.

  • Orta Asya Türk Mutfağı (1038’den önce)

Orta Asya, Türklerin kökeni olduğu ve göçebe bir yaşam tarzının hâkim olduğu geniş bozkırlara ev sahipliği yapmaktadır. Bu bölgedeki topraklar tarıma uygun olmadığından, halk hayvancılıkla uğraşmıştır. Bozkır kültürü, Türk mutfağının çeşitliliği ve zenginliği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Özellikle süt ve süt ürünleri bu mutfağın önemli bir parçasını oluşturmuştur. Orta Asya’daki göçebe yaşam koşulları, farklı kültürlerle etkileşime girilerek hem bu kültürlerin mutfaklarını etkilemiş hem de Türk mutfağını zenginleştirmiştir. Süt ve süt ürünleri temel besin kaynaklarından biri olarak kullanılmış ve yoğurt gibi ürünlerin yapımında kullanılmıştır. Orta Asya’da hayvancılıkla uğraşan Türkler, at, koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar ve av hayvanları gibi kaynaklardan faydalanmışlardır. Ayrıca, buğday, arpa ve darı gibi tahıllar da önemli bir rol oynamıştır. Tarıma yönelmeyle birlikte bu tahıllar, hamur işleri ve yemeklerin yapımında kullanılmıştır. Türk mutfağının çeşitliliği, Orta Asya’da yaşanan bu tarım ve hayvancılık geleneğinin ve etkileşimlerin bir sonucudur.

  • Selçuklu Mutfağı (1038-1299)

Selçuklular, Anadolu’yu fethederek Mezopotamya ve Anadolu’ya yarı göçebe bir yaşam tarzıyla gelmişlerdir. Bu dönemde Selçukluların etkisiyle milli ve İslami temelli bir kültür gelişmiştir ve mutfak kültürü de bu sürecin önemli bir parçası olmuştur. Selçuklular, Anadolu’nun verimli topraklarına yerleşerek tarıma yönelmiş ve tarımsal ürünlerden daha fazla yararlanmaya başlamışlardır. Bu dönemde İslamiyet’in etkileri de mutfak kültürüne yansımıştır. Geleneksel ürünlerin kullanımı, israfın önlenmesi ve sadelik Selçuklu mutfağının dikkat çeken özellikleridir. Selçuklular, geleneklerini korurken, Anadolu’nun topraklarını ve iklimini kullanmayı ve İslamiyet’in etkilerini mutfaklarına entegre etmeyi başarmışlardır. Selçuklu döneminde tarımsal üretim faaliyetleri arttığından tahıllar, sebzeler, meyveler ve hayvansal ürünler önemli bir yer tutmuştur. Et, un ve yağ gibi temel malzemeler kullanılarak kendine özgü bir mutfak kültürü oluşturulmuş ve bu ürünler yemeklerin sembolü haline gelmiştir. Selçuklu döneminde yemek çeşitliliği, pişirme ve yiyecek saklama tekniklerinde de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sabah ve akşam yemeği olarak adlandırılan iki ana öğün tercih edilmiş ve sofra adabı kuralları da önemli bir yer tutmuştur. Selçuklular, et tüketimine önem vermiş ve genellikle koyun, kuzu, keçi, balık, kümes hayvanları ve av hayvanlarından çeşitli yemekler yapmışlardır. Ayrıca, tahıllarla yapılan ekmek çeşitleri ve sebzelerle yapılan yemekler de sıklıkla tüketilmiştir. Meyveler taze olarak tüketildiği gibi tatlandırıcı olarak da kullanılmıştır. Tatlılarında meyveler, bal ve pekmez kullanılmıştır. Bir bakıma Selçuklu mutfağı, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçiş ve İslamiyet’in etkileriyle şekillenmiş, zengin ve çeşitli bir mutfak kültürünün temellerini atmıştır.

  • Osmanlı Mutfağı (1299-1923)

Osmanlı İmparatorluğu, Türk mutfak kültürünün şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. İmparatorluğun genişlemesi ve topraklarının yayılması, Osmanlı mutfağının gelişimine katkıda bulunmuştur. Sarayda yüksek rütbeli kişilerin bir araya gelerek yemek yemesi, aşçıların yeteneklerini sergileme fırsatı buldukları bir sosyal etkinlik olmuştur. Bu sayede Osmanlı mutfağı, lezzetli, zengin ve çeşitli yemeklerle tanışmıştır. Osmanlı mutfağının oluşumunda etkili olan faktörler arasında Orta Asya’daki beslenme alışkanlıklarının devam etmesi, göçler sırasında Arap ve İran kültürleriyle etkileşim, Anadolu’daki farklı kültürlerle tanışma, Anadolu topraklarında yetişen ürünlerin mutfakta kullanılması ve İslami inanç ve kültürün etkisi bulunmaktadır. Osmanlı mutfağı, Türk mutfak kültürünün en parlak dönemini 15. ve 18. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Bu dönemde fetihlerin sonucunda sınırların genişlemesi ve farklı kültürlerle etkileşim, Osmanlı mutfağının çeşitliliğine ve zenginliğine büyük katkı sağlamıştır. Ancak, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik olarak zayıflaması, mutfak kültürünü de etkilemiştir. Osmanlı mutfağı, Saray mutfağı ve Halk mutfağı olmak üzere iki ana kategoriye ayrılmaktadır. Sarayda ve halk arasında hazırlanan yemekler arasında genellikle büyük farklılıklar bulunmamaktadır. Farklılıklar genellikle pişirme teknikleri ve kullanılan malzemelerle ilgilidir. Osmanlı mutfağında birçok farklı baharat kullanılmıştır. Kimyon, hardal, safran, kişniş ve tarçın en yaygın kullanılan baharatlardır. Bunların yanı sıra, nane, maydanoz, fesleğen, reyhan, sarımsak ve soğan da yemeklere lezzet katmak için kullanılmıştır. Amerika’nın keşfiyle birlikte patates, domates gibi yeni ürünler de Osmanlı mutfağına dahil olmuştur.

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Mutfağı (1923 sonrası)

Cumhuriyet dönemi Türk mutfağı, 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden süreci kapsamaktadır. Bu dönemde, Türk mutfağı üzerinde Tanzimat’ın ilanı sonrası başlayan batılılaşma hareketleri önemli bir etki yapmış ve Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte bu süreç devam etmiştir. Cumhuriyet dönemi Türk mutfağı, Anadolu’nun farklı toplumlarını, medeniyetlerini ve devletlerini yansıtan ve birbirlerini etkileyen mutfak kültürlerinin bir birleşimi olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türk mutfağında kullanılan besin malzemeleri, beslenme düzeni, araç-gereçler ve yiyecek hizmet sektörüyle ilgili olarak önemli değişimler ve ilerlemeler yaşanmıştır. Cumhuriyet döneminde çay, kahvenin yerini almıştır. Bu dönemde çayın daha çok tercih edilmesinin sebepleri arasında, çayın daha ekonomik olması ve Karadeniz Bölgesi’nde çay üretiminin başlaması yer almaktadır. 1950’lerde dış göçlerin artması, batı kültürüyle daha fazla etkileşimin yaşanması ve kentleşme sürecinin hızlanması Türk mutfağını önemli ölçüde etkilemiştir. Modernleşme süreciyle birlikte kadınların iş hayatına daha fazla katılması, evde yemek yapma süresini kısaltmış ve yemek yapma ve tüketme alışkanlıklarını değiştirmiştir. 1980’lerde kültürler arası etkileşimin artması, dünya mutfaklarının Türkiye’ye girişini sağlamış ve birçok yeni restoranın açılmasına yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye’de çeşitli lezzetler sunan farklı mutfaklara ait restoranlar yaygınlaşmıştır. Batı kültürünün etkisiyle birlikte günlük öğün sayısı da değişmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemde genellikle günde iki öğün yemek tercih edilirken, modernleşme süreciyle birlikte bu sayı üçe çıkmış ve kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği olmak üzere günde üç öğün yemek yenilir hale gelmiştir.

  1. Türkiye’nin Lezzet Bölgeleri

Türkiye’nin 15 farklı lezzet bölgesi vardır (Bkz. Şekil 1) ve her bölgenin de kendine özgü bir lezzet anlayışı bulunmaktadır.

Şekil 1. Türkiye’nin Lezzet Bölgeleri

Lezzet bölgelerdeki illerin lezzet anlayışlarına ilişkin bazı önemli noktalar şöyledir:

  1. Bölge: Gaziantep, Kilis, Hatay, Osmaniye, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman, Adana, Mersin ve Malatya illerinden oluşur. Bu bölgede Gaziantep mutfağı ön plana çıkmaktadır. Bu bölgedeki benzerliklerin temelinde kültürel etkileşim yer almaktadır. Farklı kültürlerden gelen insanların uzun süredir bir arada yaşamaları, bu bölgenin lezzet anlayışının birbirine karışmasına yol açmıştır ve bu lezzet bölgesi diğer bölgelere göre daha geniştir. Bu bölgede göç faktörü en çok etkilenen unsurdur, özellikle son yıllarda Suriye’den gelen göçler ve Arap kültürü bu bölgede kendini hissettirmekte ve Hatay ilinin bu bölgeden lezzet anlayışı açısından farklılaştığı görülmektedir.
  2. Bölge: Manisa, İzmir, Balıkesir ve Bursa illerini içerir. Bu bölgede Manisa mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin kümelenmesinde coğrafyanın önemli bir etkisi vardır. Bölge, İç Ege Bölgesi’ne göre daha ılıman bir iklimi benimsemektedir. Bu nedenle domates gibi ürünlerin kullanımı bu bölgede daha yaygındır. İç kesimlerde ise iklim değişikliğiyle birlikte patates kullanımı artmaktadır. Coğrafi konum ve iklim, mutfak kültürünü etkileyen ve birleştiren temel unsurlardır. Öte yandan, Bursa, Balıkesir ve İzmir gibi yerlerde mutfak kültürü göçlerden etkilenmiş ve farklı mutfakların zamanla yeni bir mutfak kültürünün oluşmasına yol açmıştır.
  3. Bölge: Denizli, Uşak, Aydın ve Muğla illerinden oluşur. Bu bölgede Denizli mutfağı önemli bir yer tutar. Bu illerin bulunduğu bölgelerdeki dağların yükseklikleri 2. Bölgeye göre farklılık göstermektedir, bu da üretilen ürünlerin çeşitliliğini etkilemektedir. Özellikle Denizli’de koyun eti tüketimi diğer illerden ayrılmaktadır ve bu kültürel bir tercih olarak gösterilebilir. Diğer illerdeki dana eti tüketimi ise toplumsal değişimlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de şehirleşmenin yoğun olduğu bölgelerde dana eti tüketimi artmakta ve ot yemekleri önemini kaybetmektedir. Ancak, bu durumun tek istisnası, Akdeniz’in doğusu ve Güneydoğu Anadolu’nun batısı gibi kültürel olarak koyun etinin yemeklerin vazgeçilmez bir parçası olduğu bölgelerdir.
  4. Bölge: Kastamonu ve Sinop illerini içerir. Bu bölgede Kastamonu ve Sinop’un lezzet anlayışları benzerlik gösterir. Bu bölgenin merkezi, her iki ilin de ortasına yakın bir konumdadır. Bu nedenle, iki ilin lezzet anlayışı birbirine oldukça benzerdir. Bu benzerlik, illerin kültürel olarak birbirlerine yakın iki şehir olmalarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, aynı iklim ve coğrafi özellikleri taşıyan bu bölge, lezzet anlayışını etkilemektedir.
  5. Bölge: Erzurum, Kars ve Artvin illerini kapsar. Bu bölgede Erzurum mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin diğer lezzet sınıflarından ayrılmasının temel nedeni, fiziki coğrafyasının diğer yerlerden farklı olması ve iklim koşullarının daha zorlu olmasıdır. Ayrıca Erzurum ili, ülkenin doğusunda gelişmiş bir mutfak kültürüne sahiptir ve merkezi konumda olup diğer illeri kendi etkisi altına almaktadır. Bu durum, coğrafi olarak bir kavşak noktası olmasından kaynaklanan kültürel etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu etkileşim lezzet anlayışına da yansımaktadır.
  6. Bölge: Kocaeli ve İstanbul illerini içerir. Bu bölgede Kocaeli mutfağı önemli bir rol oynar. Bölgenin lezzet anlayışı büyük ölçüde göçlerle şekillenmiştir. Hem içeriden hem de dışarıdan yoğun göç alan bir bölge olduğu bilinmektedir.
  7. Bölge: Kütahya, Eskişehir, Afyonkarahisar ve Konya illerini içerir. Konya’nın kuzeybatısı bu bölgenin lezzet anlayışına daha uygundur. Bu bölgedeki iller, Ege ve İç Anadolu bölgelerinin geçiş noktasında bulunmaktadır. Bu nedenle, coğrafi özellikleri her iki bölgeden farklılık göstermekte ve kendi aralarında kümelenmelere sebep olmaktadır.
  8. Bölge: Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat ve Sivas illerinden oluşur. Tokat ve Sivas illeri bu bölgedeki lezzet anlayışında önemli rol oynar. Bu bölgenin lezzet anlayışı, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden farklılaşmaktadır. Bu iller, üç bölgenin kesişim noktasında yer aldığı için farklı bir lezzet anlayışına sahip bir alan ortaya çıkmıştır. Özellikle Tokat ilinin merkezi konumda olması bu durumu açıklamada önemli bir faktördür. Ayrıca, Tokat ili sentez bir yemek kültürüne sahip olduğu için çevre illerle de ilişki içindedir.
  9. Bölge: Bitlis, Muş ve Ağrı illerini içerir. Bu bölgede Bitlis mutfağı öne çıkar. Bu bölgenin lezzet anlayışı üzerinde coğrafyanın etkisi büyüktür çünkü Türkiye’nin en yüksek rakımlı bölgelerinden birinde bulunmaktadır. Bu nedenle tarım ürünleri sınırlıdır veya kısıtlıdır. Bu üç il arasında kültürel olarak da bir bağ kurulmuştur ve benzer yaşam tarzına sahip toplulukların yeme alışkanlıkları da birbirine benzemektedir.
  10. Bölge: Niğde, Aksaray ve Nevşehir illerini kapsar. Bu bölgede Niğde mutfağı önemli bir yer tutar. Bu bölge, İç Anadolu Bölgesi ile Akdeniz Bölgesi arasındaki Toros Dağları’nın üst kısmına denk gelir. Hem Akdeniz ikliminden uzaklaşmaları hem de kültürel olarak birbirlerine yakın olmaları nedeniyle bu iller kendi aralarında kümelenmiştir. Ayrıca, farklı dinler ve kültürler ile tarihsel birikim, bu bölgenin bir araya gelmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
  11. Bölge: Zonguldak, Karabük ve Bartın illerinden oluşur. Zonguldak bu bölgenin lezzet anlayışında öne çıkar. Bu bölgedeki lezzet anlayışını şekillendiren en önemli faktör iklimdir. Coğrafi konumları lezzet anlayışlarını etkilemektedir. Diğer bir faktör ise bu illerin eski zamanlardan beri göç almasıdır, bu da lezzet anlayışlarının çevre illerden farklılaşmasına yol açmaktadır.
  12. Bölge: Giresun, Trabzon ve Ordu illerini içerir. Trabzon ve Giresun illeri bu bölgedeki lezzet anlayışında önemli rol oynar. Ordu ili, bu bölgenin lezzet anlayışına benzese de kendine özgü özellikler göstererek ayrı bir sınıflandırmaya sahiptir. Bu şehirlerin coğrafi şartları, iklimi ve kültürel benzerlikleri, bu bölgelerin bir araya gelmesinin temel nedenidir.
  13. Bölge: Mardin, Diyarbakır ve Elazığ illerini kapsar. Bu bölgede Mardin mutfağı öne çıkar. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin doğusunda yer alan bu iller, yükseltinin azalmaya başladığı bir bölgede bulunmaktadır. Ayrıca, farklı dini ve etnik toplulukların bir arada yaşaması, bu bölgenin lezzet anlayışını etkilemiş ve ortak bir mutfak kimliği oluşmasına yol açmıştır.
  14. Bölge: Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illerini kapsar. Bu bölgede Edirne mutfağı öne çıkar ve bölgedeki diğer illerin lezzet anlayışı da benzerlik gösterir. . Trakya, Türkiye’nin batısında Balkan Yarımadası’nın güneydoğusunda yer alması nedeniyle kültürel etkileşimin yoğun olduğu bir bölgedir. Ayrıca, coğrafi konumu gereği Anadolu’ya uzak olması, toplumda farklı bir lezzet anlayışının oluşmasına yol açmıştır. İstanbul’a yakın bölgelerde mekânsal kümelenmenin azalması, kendine özgü bir halk grubunun bir arada yaşadığının belirgin bir göstergesidir.
  15. Bölge: Siirt ve Şırnak illerinden oluşur. Bu bölgede Siirt mutfağı önemli bir rol oynar ve Şırnak ile benzer lezzet anlayışına sahiptir. Bu bölgede, yükseklik seviyesi tekrar artış gösterirken, coğrafi konumları nedeniyle iki il de benzer bir lezzet anlayışına sahiptir. Hakkâri’nin bu kümeye dahil olmamasının temel nedeni yine coğrafyadır. Hakkâri’nin fiziksel coğrafyası, birçok tarım ürününün yetişmesine engel teşkil etmektedir. Ayrıca, bölgenin dış dünyaya kapalı olması ve batı kültürünün bu bölgeye yavaş yayılması nedeniyle, bölge kendi özgünlüğünü korumaya devam etmektedir. Ayrıca, terör gibi nedenlerle halkın diğer bölgelerle olan ilişkisi de sınırlıdır.

Bunlara ek olarak, Tokat, Erzurum ve Bitlis illerinin lezzet anlayışlarının bulundukları bölgelerin merkezinde yer aldığı ve diğer bölgeler üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Öte yandan, Ordu ili Karadeniz bölgesinde, kendi ilçeleriyle bağımsız bir küme oluşturma eğilimindedir. Bu bölgelendirme, Türkiye’nin farklı coğrafi bölgelerindeki lezzet farklılıklarını ve yöresel tatların çeşitliliğini göstermektedir. Her bölgenin kendi lezzet anlayışı, kullanılan malzemeler, pişirme yöntemleri ve özel yemeklerinin olması, Türk mutfağının zenginliğini ve çeşitliliğini ortaya koymaktadır.

Sonuç

Bölgeler arasındaki lezzet farklılıkları, coğrafi, iklimsel ve kültürel etkenlerin bir sonucudur. Ayrıca Türkiye’nin farklı bölgeleri, kendi tarım ürünleri, hayvancılık faaliyetleri ve geleneksel lezzet anlayışlarıyla kendine özgü bir mutfağa sahiptir. Bu da Türk mutfağının çeşitliliği ve zenginliğini ortaya koymaktadır. Her bölge kendi yöresel tatlarıyla öne çıkmakta ve bu da Türk mutfağının zengin ve çeşitli bir yapıya sahip olmasını sağlamaktadır.

*Çalışma yazarın doktora tezinden derlenmiştir. Lütfen detaylı bilgi için yazarın doktora tezini ve/veya Coğrafya ve Lezzet: Seçilmiş Yemekler Üzerinden Türkiye’nin Lezzet Anlayışı (Yayınevi: Nobel Bilimsel Eserler) kitabını okuyunuz:

Doktora Tezi Künyesi: Yayla, Ö. (2019). Kullanılan Malzeme Yoğunluğuna Göre Türkiye’de Lezzet Bölgelerinin Oluşturulması. Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

 

 

Kaynakça

Abdi, H. (2002). What can cognitive psychology and sensory evaluation learn from each other?. Food Quality and Preference, 13, 445-451.

Akın, G., Özkoçak, V., & Gültekin, T. (2015). Geçmişten Günümüze Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişimi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, (30), 33-52.

Akkor, Y.E. (2016). Osmanlı Mutfağı-Gelenekten Evrensele. İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Akşin, S. (2012). Kısa Türkiye Tarihi. (15. Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Alpargu, M. (2008). 12. Yüzyıla Kadar İç Asya’da Türk Mutfak Kültürü. A. Bilgin ve Ö. Samancı (Dü.) Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Arlı, M., & Gümüş, H. (2008). Türk Mutfak Kültüründe Çorbalar. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38) (s. 143-158). Ankara: Korza Yayıncılık.

Ateş, M., Ballar, E., & Pekcan, G. (1986). Sosyo-Ekonomik Yönden Farklı Semtlerde Yaşayan Ev Kadınlarının Besin Hazırlama, Pişirme ve Saklama Yöntemlerinin Saklanması. Beslenme ve Diyet Dergisi, 15, 71-83.

Auvray, M., & Spence, C. (2008). Multisensory perception of flavor. Consciousness and Cognition, 17(3), 1016-1031.

Bayrak, A. (2006). Gıda Aromaları. Ankara: Gıda Teknolojisi Derneği.

Baysal, A. (2002). Beslenme Kültürümüz. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1230, Yayınlar Dairesi Başkanlığı, Ankara.

Bilgin, A. (2008). Klasik dönem Osmanlı saray mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı (Dü.), Türk mutfağı içinde (ss. 71-93), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Choi, N. E., & Han, J. (2015). How Flavor Works: The Science of Taste and Aroma. Chichester, UK: Wiley Blackwell.

Christensen, C. M. (1984). Food Texture Perception. C. O. Chichester, E. M. Mrak, & B. S. Schweigert (Dü), Advances in Food Research içinde (s. 159-199). Orlando, FL, USA: Academic Press.

Denizer, D. (2008). Türk Turizminin Gelişmesinde Türk Mutfağının Önemi ve Bugün İçin Yapılması Gerekenler. II. Gastronomi Sempozyumu ve Sanatsal Etkinlikler Bildirileri, 10-11 Nisan, Antalya.

Dilsiz, B. (2010). Türkiye’de gastronomi ve turizm (İstanbul örneği). (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Doğdubay, M., & Giritlioğlu İ. (2011). Mutfak Turizmi. N. Hacıoğlu ve C. Avcıkurt (Dü.), Turistik Ürün Çeşitlendirmesi. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Düzgün, E., & Durlu Özkaya, F. (2015). Mezopotamya’dan Günümüze Mutfak Kültürü. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 3(1), 41-47.

Ekşi, A. (2014). Başlıca Gıda Katkıları ve Kullanılma Amaçları. M. Tayfur (Dü.), A’dan Z’ye Gıda Katkı Maddeleri içinde (s. 1-18). Ankara: Detay Yayıncılık.

Ekşi, A. (2018). Gıdaların Duyusallığı. https://www.labmedya.com/gidalarin-duyusalligi, Erişi tarihi: 4 Haziran 2019.

Eraslan, N. (2012). Pişirme Yöntemleri. Ankara: Detay Yayıncılık.

Erdoğan Aracı, Ü. (2016). Türk Mutfağı. H. Kurgun, & D. Bağıran Özşeker (Dü.) Gastronomi ve Turizm. Ankara: Detay Yayıncılık.

Fresquez, D. (2013). A Taste of Molecules – In Search of the Secrets of Flavor. New York, USA: the Feminist Press.

Guichard, E., & Salles, C. (2016). Retention and release of taste and aroma compounds from the food matrix during mastication and ingestion. P. Etievant, E. Guichard, C. Salles, & A. Voilley (Dü.), Flavor From Food to Behaviors, Wellbeing and Health içnde (pp. 3-22). Duxford, UK: Woodhead Publishing, Elsevier.

Gülal, M., & Korzay, M. (1987). Yemek Pişirme. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.

Güler, S. (2010). Türk Mutfak Kültürü ve Yeme İçme Alışkanlıkları. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (26), 24-30.

Güler, S., & Olgaç S. (2010). Lisans Düzeyinde Eğitim Gören Öğrencilerin Türk Mutfağının Tanıtım ve Pazarlanmasına İlişkin Görüşleri (Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Örneği). Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 28, 227-238.

Gürsoy, D. (2004). Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz. İstanbul: Oğlak Yayınları.

Halıcı, N. (2009). Türk mutfağı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık.

Karadeniz, F. (2000). Lezzet Algılama Mekanizması. Gıda, 25(5), 317-324.

Kızıldemir, Ö., Öztürk, E., & Sarıışık, M. (2014). Türk Mutfak Kültürünün Tarihsel Gelişiminde Yaşanan Değişimler. AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(3), 191-210.

Közleme, O. (2012) “Türk Mutfak Kültürü ve Din”. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Krishna, A. (2012). An integrative review of sensory marketing: Engaging the senses to affect perception, judgment and behavior. Journal of Consumer Psychology, 22(3), 332-351. doi:10.1016/j.jcps.2011.08.003

Kumar Verma, D., & Srivastav, P. P. (2019). Introduction to Rice Aroma, Flavor, and Fragrance. D. Kumar Verma, & P. P. Srivastav (Dü.) Science and Technolojy of Aroma, Flavour, and Fragrance in Rice içinde (s. 4-27). Waretown, USA: Apple Academic Press Inc.

Laing, D. G., & Jinks, A. (1996). Flavour perception mechanisms. Trends in Food Science and Technology, 7(Special Issue on Flavour Perception), 387-389.

Lindsay, R. C. (1996). Flavors. O. R. Fennema (Dü.), Food Chemistry içinde (s. 723-766). New York, USA: Marcel Dekker Inc.

Oral, M. Z. (2008). Selçuklu Devri Yemekleri ve Ekmekleri. M. S. Koz (Dü.), Yemek Kitabı I içinde (s.18-34). İstanbul, Kitabevi Yayınları.

Orhun, D. (2019). Gastronomi ve Tatbilirlik. E. Yalçınkaya (Ed), Koku ve Tat Algısı içinde (199-204). Ankara: US Akademi.

Orhun, D., & Akıllı, K. (2019). Yedikleriniz Davranışlarınız Olur. İstanbul: Velespit Yayınları.

Samancı, Ö. (2016). Cumhuriyet Döneminde Türk Mutfak Kültürü. A. Dündar Arıkan (Dü.), Türk Mutfak Kültürü içinde (s. 86-106). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Samancı, Ö., & Croxford, S. (2006). XIX. Yüzyıl İstanbul Mutfağı. İstanbul: PMP Basım Yayın.

Serdaroğlu, M., & Değirmencioğlu, G. Ö. (2002). Etin Önemli Bir Kalite Özelliği: Lezzet. Gıda, 27(4), 297-303.

Simon, S. A., de Araujo, I.E., Gutierrez, R., & Nicolelis, M. A. (2006). The neural mechanisms of gustation: a distributed processing code. Nature Reviews Neuroscience, (7), 890-901.

Small, D. M. (2008). Flavor and the Formation of Category-Specific Processing in Ol-faction. Chemosensory Perception, 1(2), 136-146.

Smith, D. V., & Margolskee, R. F. (2001). Making Sense of Taste. Scientific American, 284(3), 32-39.

Stevenson, R. J. (2012). The role of attention in flavour perception. Flavour, 1(2), 1-8.

Sürücüoğlu, M. S. (1999). Osmanlı İmparatorluğunda Mutfak Teşkilatı, Protokol, Tören ve Şenlik Yemekleri. Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayın No: 23, s. 49-81, Ankara.

Sürücüoğlu, M. S., Özçelik, A. Ö., & Hasipek, S. (2001). Akdeniz mutfağı içerisinde Isparta mutfağının yeri. Isparta’nın Dünü, Bugünü, Yarını Sempozyumu, Bildiriler Cilt:3, S.D.Ü. Basımevi, s.53-64, Isparta.

Sürücüoğlu, M. S., & Özçelik, A. Ö. (2005). Eski Türk besinleri ve yemekleri. Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayın No:34., Cilt :12, Birlik Matbaacılık, s.7-54. Ankara.

Sürücüoğlu, M. S., & Özçelik, A. Ö. (2008). Türk Mutfak ve Beslenme Kültürünün Tarihsel Gelişimi. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38). 1, s. 1289-1310. Ankara: Korza Yayıncılık.

Şahin, H. (2008). Türkiye Selçuklu ve Beylikler Dönemi Mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı (Dü.), Türk Mutfağı içinde (s. 39-55). Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Şanlıer, N., Cömert, M., & Durlu Özkaya, F. (2012). Gençlerin Türk Mutfağına Bakış Açısı. Millî Folklor, 24(94), 152-161.

Türkoğlu, H., & Kozak, M. A. (2015). Türk mutfağının gelişiminde gurmelerin rollerine yönelik algılamalar. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 26(2), 207-220.

Ünal, A. (2007). Anadolu’nun en eski yemekleri: Hititler ve çağdaşı toplumlarda mutfak kültürü. İstanbul: Homer Kitabevi.

Yerasimos, M. (2019). 500 Yıllık Osmanlı Mutfağı. İstanbul: Boyut Yayın Grubu.

Yılmaz, A. (2002). İşyerimiz mutfak, mesleğimiz aşçılık, sanatımız pişirmek. İstanbul: Boyut Yayıncılık.

Yılmaz, E., & İşleten, M. (2004). Gıda matrislerinden aroma maddeleri salınımının fiziksel esasları. Gıda Mühendisliği Dergisi, 8(18), 25-29.

Yılmaz, E., & İşleten, M. 2004. Gıda matrislerinden aroma maddeleri salınımının fiziksel esasları. Gıda Mühendisliği Dergisi, 8(18), 25-29.

CED 2023 İlkbahar Faaliyet Raporu    

A. ULUSLARARASI PROJE

Derneğimizin de paydaşı olduğu, Eskişehir Teknik Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, İtalya ve İspanya’dan paydaşlarla yürütülmekte olan ‘’Sürdürülebilir Kırsal Turizm için Anti-Kırılgan Gençler: Kırsal Turizm için Evet’’ projesi kapsamında kırsal turizm girişimcisi yetiştirmeye yönelik hazırlanan eğitim Anadolu Üniversitesi Turizm Fakültesinde verilmektedir. Nonformal eğitim yöntemlerinin kullanıldığı eğitimler tüm coşkusuyla devam ediyor.

 

B. ÇEVRİM İÇİ YKS COĞRAFYA DERSLERİ

“Depremzedelere Umut Oldular: Coğrafya Eğitimi Derneği Üyeleri, Üniversite Adaylarına Ücretsiz ve Gönüllü YKS Hazırlık Dersleri Verdi”

Derneğimizin değerli üyeleri coğrafya öğretmenlerinden Ferhat Varol, İsmet Çüçen, Birol Altunay, Turgut Emrah Ardıçoğlu, Hatice Özgün ve Kadir Eldemir, üniversite sınavlarına hazırlanan öğrencilere ücretsiz ve gönüllü olarak online YKS hazırlık dersleri verdiler.

 

Derneğimizin yönetim kurulu üyesi Engin Kahyaoğlu tarafından planlanan ve yönetilen bu anlamlı projede 2 aylık bir süreyi kapsayan dersler, öğrencilerin sınav stresini hafifletmek ve onları üniversite sınavlarına coğrafya alanında en iyi şekilde hazırlamak amacıyla düzenlendi.

 

Öğretmenlerimizin bu özverili çalışmaları deprem bölgelerindeki gençlerin hayallerini gerçekleştirme yolunda önemli bir adım oldu. Zor şartlarda bile eğitimden kopmayan ve hayallerini sürdüren öğrenciler, bu dersler sayesinde sınavlara daha hazırlıklı, umutlu ve kendilerine güvenli bir şekilde girme fırsatı buldular.

 

Coğrafya Eğitimi Derneği, bu projeyle bir kez daha topluma olan sorumluluğunu yerine getirdiğini gösterdi. Dernek, gençlerin eğitimine ve gelişimine katkı sağlama konusunda öncü bir rol üstlendi ve toplumun her kesimine eğitim erişimini sağlama hedefine dair kararlılığını bir kez daha kanıtladı.

 

Coğrafya Eğitimi Derneği üyesi öğretmenlerimizin bu özverili ve değerli girişimini kutluyor ve depremden etkilenen bölgelerdeki öğrencilere eğitimde ışık olmaya devam etmeleri dileğimizi iletiyoruz.

 

 

 

 

 

 

C. DEKANLIK ATAMASI

Anadolu Üniversitesi Turizm Fakültesine dekan olarak derneğimiz yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Semra Günay atanmıştır. Başkanımızı tebrik eder, yeni görevinde başarılar dileriz.

 

Golf Sahalarında Su Kriziyle Mücadelede En Doğru Seçim Zoysia Çim

Golf Sahalarında Su Kriziyle Mücadelede En Doğru Seçim Zoysia Çim

Ahsen Aslı KARATAŞ – Elifsu ÖZGÜNEŞLİ – Işın ERDOĞAN

Dünyanın yaklaşık 4,5 milyar yıllık yolculuğunda ona eşlik etmiş olan en önemli kaynak şüphesiz sudur. Fakat dünya, bu kaynağının hoyratça kullanımı sonucunda en sadık yol arkadaşını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Su kaynaklarının tükenmesi sonucu meydana gelen su krizi dünya üzerindeki tüm canlılar için ciddi risk teşkil etmektedir. Su krizine sebep olan en temel etmen küresel ısınmadır. Küresel ısınma en basit tanımıyla atmosferin dünya yüzeyine yakın kısımlarında ortalama dünya sıcaklığının doğal olarak veya insan etkisiyle artması biçiminde tanımlanabilir (Aksay, 2005). Küresel ısınma sonucu meydana gelen iklim değişikliği, etkilerini hissedilir ve ciddi boyutlarda göstermeye başlamış olup dünyanın verdiği bir alarm niteliğine dönüşmüştür. Küresel ısınma ve iklim değişikliği kavramları aynı anlamda kullanılmasına karşın iki kavram arasında farklılıklar vardır. Küresel ısınma, dünyanın ortalama sıcaklık değerlerindeki artış anlamına gelirken iklim değişikliği; belirli bir bölgenin mevsimlik yağış, nem ve sıcaklık değerlerindeki değişimleri ifade etmektedir (Yamanoğlu, 2006). Sıcaklık artışı sonucu meydana gelen ısınma; kuraklık, hidrolojik döngünün değişmesi, su kaynaklarının hacminde ve kalitesinde azalma, temiz su kaynaklarının denize karışması, kar ve buzulların erimesi, aşırı buharlaşma, yağış miktar ve rejiminde değişiklik, su kıtlığı gibi sorunların kaynağını oluşturmaktadır (Karaman ve Gökalp, 2010). Buna ek olarak dünya genelinde var olan tatlı su miktarı, toplam suların yalnızca %3,5’i kadarken bu miktarın da %1,74’ü buzullarda katı halde bulunmakta ve bu sebeple kullanım imkânı sunmamaktadır (Sampat, 2001; akt. Aksungur ve Firidin, 2008). Kullanılabilir su kaynaklarının görece az oranda bulunması sebebiyle suyun bilinçsizce kullanımı konusuna son verilmesi oldukça önemli olup bu hususta su kaynaklarının daha çevreci, verimli ve öngörülen tehlikenin farkındalığıyla kullanımı önem arz etmektedir. Suyun bilinçsizce kullanımı sonucu ortaya çıkan su kıtlığından en çok etkileneceği öngörülen bölgelerden birisi de Akdeniz bölgesidir. Bu bağlamda Demir ve ark. (2008) yaptıkları bir çalışmada İngiltere Meteoroloji Servisi tarafından ortaya konan ve bölgesel bir iklim modeli olan PRECIS (Providing Regional Climates for Impacts Studies)’i baz alarak bir rapor oluşturmuşlardır. Bu rapora göre Akdeniz bölgesinde mevcut kaynak tüketiminin devam etmesi halinde ilerleyen yıllarda bölgenin genelinde 4-5°C sıcaklık artışı yaşanacağı ve yağış oranlarında düşüş meydana geleceği öngörülmektedir. Yaşanacak olan sıcaklık artışı ve yağış oranlarındaki azalış sebebiyle bölgede zamanla kuraklık ve susuzluk yaşanacağı da beklentiler arasındandır. Türkiye, Akdeniz iklim kuşağında yer aldığından rapora göre, bu iklim bölgesinde görülmesi beklenen sonuçların Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde de yaşanması kuvvetle muhtemeldir. Akdeniz bölgesi için mevcut imkanlar bağlamında önlem alınabilirliği en mümkün olan ve kullanılabilir tatlı su sarfiyatının azımsanamayacak düzeyde olduğu sektörlerden birisi de turizm sektörüdür. Bu sektörde harcanan su miktarı göz önünde bulundurulduğunda sektörde doğru su yönetimi bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır. Su yönetimi, su kaynaklarının planlı bir biçimde geliştirilmesi, paylaştırılması ve kullanılması olarak tanımlanabilir (Aküzüm, Çakmak ve Gökalp, 2010: 67). Doğru su yönetimine en çok ihtiyaç duyan sektörlerden biri olması sebebiyle turizm sektörüne “sürdürülebilir turizm” kavramının kazandırılması bir gerekliliktir. Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda gündeme gelmiştir. (Özgeriş ve Karahan, 2021). Sürdürülebilirlik, toplumun, ekosistemin ya da devam eden herhangi bir sistemin ana kaynakları tüketmeden belirsiz bir geleceğe dek işleyişinin devamlılığının sağlanması şeklinde tanımlanabilir (Gilman, 2002; akt. Özmehmet, 2010:3). Sürdürülebilir turizm ise en sade haliyle bir turistik merkezin ayırt edici özelliklerinin korunarak geleceğe aktarılması olarak ifade edilebilir (Garda ve Temizel, 2016). Sürdürülebilir turizmin gelişimi çevre ve doğal kaynakların korunarak bu kaynaklardan en zararsız ve en verimli şekilde yararlanılması ile mümkün olacaktır.  

Golften Kazandığımız Para Kaybettiğimiz Suyu Satın Almaya Yetmeyecek

Golf turizmi gibi oldukça fazla suya ihtiyaç duyan ancak Türkiye ekonomisine katkısı göz ardı edilemeyecek derecede olan faaliyetler için bu faaliyetlerden vazgeçmeden sürdürülebilir uygulamaların tercih edilerek devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Golf turizminin Türkiye ekonomisine olan katkısına bakıldığında bir golf turistinin oyun başına verdiği ortalama ücretin yanında konaklama, yeme içme, ulaşım gibi hizmetlere ayırdığı ödenekler de hesaba katıldığında normal turiste göre 2,5 ile 10 kat daha fazla harcama yaptığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle turistlerin Türkiye’de farklı destinasyonlarda bir hafta konaklayarak harcadığı miktarı golf turistleri bir golf oyununa harcamaktadır (Çetin, 2008). Golf turizminin ekonomik anlamdaki getirilerine karşın golf sahalarının sürekli yeşil kalması için yüksek miktarda su tüketimi gerekmektedir. TTYD (Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği)’nin 2010 yılı Golf Turizm Raporu’na göre Türkiye’deki tüm golf sahalarının bir yıllık su tüketim miktarı yaklaşık 4 milyon m³ tür. (Golf Turizm Raporu, 2010; akt. Çevik ve Güzel Değer, 2018). Bu denli su sarfiyatına neden olan başlıca etmen sahalarda kullanılan çim türünün duyduğu su ihtiyacıdır. Çim bitkisi, serin iklim çimleri ve sıcak iklim çimleri olarak iki farklı kategoriye ayrılmaktadır. Serin iklim çimlerinin kuraklığa olan hassasiyeti sebebiyle sulama aralıkları kısadır. Sıcak iklim çimleri, serin iklim çimlerinin aksine, kuraklığa dayanıklı olması sebebiyle geniş sulama aralıklarına sahiptir. Ayrıca yapılan araştırmalar sonucu sıcak iklim çimlerinin serin iklim çimlerine göre %43 daha az su talep ettiği ve %52 daha az su tükettiği belirlenmiştir (Ayanoğlu ve Orta, 2019). Bu iki tür arasındaki diğer farklar ise sıcak iklim çimlerinin, serin iklim çimlerine göre toprak yüzeyine daha yakın gelişebilmeleri, dipten biçilmeye dayanıklı olmaları, köklerini daha derine işleyebilmeleri, basılmaya ve ezilmeye karşı daha dayanıklı olmalarıdır. Buna ek olarak serin iklim çimlerinin tohumla üretilmesine karşın sıcak iklim çimlerinin çoğunlukla vejetatif üretilmesi sebebiyle daha hızlı üretim ve gelişim sağlaması da dikkate değer bir farklılıktır.[1] Sıcak iklim çimleri daha az su tüketmelerine rağmen yaz dönemi boyunca yeşil renklerini koruyabilmektedirler (Avcıoğlu 1997 akt. Ayanoğlu vd.). Ancak serin iklim çimlerinde bu durum oldukça fazla gübre ve pestisit kullanımıyla sağlanabilmektedir. Bu kullanımlar sonucu kimyasallar yeraltı sularına karışmakta ve bu durum çevre için büyük bir risk haline gelmektedir.

Proje Deney Süreci

Bu soruna yönelik olarak projemizde, sıcak iklim çimi Zoysia matrella ile serin iklim çimi Lolium perenne arasındaki su tüketim farklarını deneysel bir metodolojiyle ortaya koymak ve golf sahalarında Zoysia matrella çiminin diğer çime göre daha az su tükettiğini saptamak amaçlandı. Bu amaca yönelik iki deney düzeneği hazırlanarak bir düzeneğe Lolium perenne çimi diğerine ise Zoysia matrella çimi ekilerek ilk aşamada ihtiyaçları doğrultusunda Lolium perenne çimine 4 günde bir, Zoysia matrella çimine 10 günde bir su verildi. Bu esnada Lolium perenne çiminin daha sık biçme ihtiyacı duyduğu gözlemlendi. İkinci aşamada ise kıyaslama yapabilmek adına her iki çim içinde sulama aralığı 10 gün olarak sabitlendi. Bunun sebebi Zoysia matrella çiminin 10 günde bir sulanarak canlılığını ve estetik görünümünü koruyabilmesiydi. Her iki aşamada da Lolium perenne çimine, ihtiyaç duyması sebebiyle, gübre verildi. Deneyin ikinci aşamasında Lolium perenne çimine gübre verilmesine rağmen çimde yoğun sararma ve kuruma gözlemlendi. Ulaşılan sonuçlarda Zoysia matrella çiminin Lolium perenne çimine göre hem daha az su ve biçme gerektirmesi hem de kimyasala ihtiyaç duymadan estetiğini koruyabilmesi sebebiyle golf sahalarında kullanılmasının daha çevreci bir alternatif olduğu tespit edildi. 

  Fotoğraf 1. Lolium perenne çiminin ilk hali        

Fotoğraf 2. Lolium perenne çiminin son hali

Fotoğraf 3. Zoysia matrella çiminin ilk hali 

Fotoğraf 4. Zoysia matrella çiminin son hali

Çalışma, deneysel yöntemin yanında nitel yöntem ile de desteklendi. Nitel yöntem; gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma biçimi olarak tanımlanabilir (Yıldırım ve Şahin, 2008, 39). Nitel yöntem kapsamında konunun uygulanabilirliğini ölçmek ve deneyi desteklemek amacıyla uzman iki bahçıvan, bir uzman Zoysia yetiştiricisi, bir ziraat mühendisi Zoysia yetiştiricisi, bir akademisyen ziraat mühendisi, bir akademisyen çevre mühendisi, bir akademisyen turizm coğrafyacısı ve bir peyzaj mimarıyla mülakatlar gerçekleştirildi. Ayrıca konuya ilişkin yapılan araştırmalara ve konunun geçerliliğini tespit edebilmeye dair geniş çaplı bir alanyazın taraması yapıldı. Mülakatlar ve literatür taraması sonucunda Zoysia matrella çiminin %50 daha az su tükettiğine, daha az kimyasal kullanımı gerektirdiğine ve sürdürülebilir bir çim olduğuna ulaşıldı. Elde edilen bu sonuçlar deneyle ortaya konan verilerle birebir örtüştü. Gerçekleştirilen mülakatlardan bir örnek aşağıda yer almaktadır.

Sekizinci Görüşmeci

Meslek: Akademisyen Çevre Mühendisi

Görüşme Tarihi: 14.01.2023/ 14.30

1)      Bu görüşmenin kayıt altına alınmasına onayınız var mıdır?

 Elbette.

 

 

2)      Zoysia çimi kullanımının biyoçeşitliliğe olumlu veya olumsuz etkileri var mıdır? Varsa nelerdir?

Eğer ki çim haşere oluşumuna müsaade etmiyorsa bu biyoçeşitliliği tehlikeye sokar. Ancak bünyesinde bu haşerelerden bulundurup haşereler bu çimle beslenmiyorsa herhangi bir sorun olmaz biyoçeşitlilik için. Zoysia çiminin de bildiğim kadarıyla yapraklarını böcekler yemiyor. Yani Zoysia biyoçeşitlilik için risk teşkil edeceğini düşünmüyorum ben.

 

 

 

 

 

3)      Zoysia çiminin yetiştirilmesinde pestisit ve herbisite ihtiyaç duymaması çevreye ne gibi etkilere sebep olur?

Çok güzel bir soru. Şimdi pestisit ya da herbisit kullanılmıyorsa çevre yetiştiriciliğinde bir zararı olmaz. Olumlu açıdan baktığımızda normalde şu anda tarımda önemli olan ürünün verimini artırmak için pestisit veya herbisit kullanmak. Ama bu çimin bunlara ihtiyaç duymaması kesinlikle inanılmaz yüksek bir avantaj sağlar. Çünkü bizim istediğimiz; yeraltı suyunu kirletmeyecek, çim sulaması yaptığınız zaman siz o su topraktan yeraltına geçecek. Pestisitlere ihtiyaç duymaması sebebiyle yeraltı suları korunmuş oluyor. Diğer çimlere göre inanılmaz derecede avantajlıdır.

 

 

 

 

 

4)      Golf sahalarındaki aşırı su tüketimine karşı başka ne gibi alternatifler var?

Aslında golf sahaları bizim çevre mühendisleri açısından çok doğru bulduğumuz alanlar değil. Sürekli yeşil kalması için sulanması yüzünden biz bu alanları istemiyoruz. Ama çevre açısından düşünüldüğünde çim yerine atıklardan çıkan yapay çim kullanılabilir. Ama bunun şöyle bir dezavantajı olabilir. Yağış olduğunda siz orada geçirimsiz bir alan oluşturuyorsanız o yağışı toplamanız gerekir. Tabi bu bazen avantaj bazen dezavantajdır. Suyu alırsınız başka bir alanda kullanabilirsiniz. Yapay çimlerin su ihtiyacı olmayacağından yeraltı suyunu kirletmemiş olursunuz ilaç kullanılmadığı için.

 

5)      Zoysia çiminin istilacı özelliğe sahip olması ne gibi sonuçlara neden olabilir?

Alanda korumalı bir üretim yapıldığında istilacı bir tür olmasının bence bir önemi yoktur. Golf sahaları da korunaklı alanlar olduğu için bir sınırınız var. Ancak çimin tohumu diğer alanlara yayılırsa bu tehlikeli bir durumdur.

 

6)      Golf sahalarının sıcak ve nemli Akdeniz bölgesinden daha iç kesimlere taşınması konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Biz bu konuyu da çok tartıştık. Aslında taşınabilir mi taşınabilir. Akdeniz’deki sıcak hava dalgası iklimin kaymasıyla beraber İç Anadolu’ya kaydı. Biz Akdeniz’deki iklimi yaşıyoruz Eskişehir’de. O yüzden çim koşullara uyum sağlayabileceği için sorun olmayacaktır.

Tüm proje sürecinde elde edilen ve unutulmaması gereken en önemli sonuç şudur ki “Su biterse herkes susar.”

KAYNAKLAR

Aksay, C. S., Ketenoğlu, O. & Kurt, L. (2005). Küresel Isınma ve İklim Değişikliği. Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Fen Dergisi, 1 (25), 29-42.

Aksungur, N. & Firidin, Ş. (2008). Su Kaynaklarının Kullanımı ve Sürdürülebilirlik. Aquaculture Studies, 2008 (2)

Aküzüm, T., Çakmak, B., & Gökalp, Z. (2010). Türkiye’de su kaynakları yönetiminin değerlendirilmesi. Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi, (1), 67-74.

Ayanoğlu, H., & Orta, A. H. (2019). Toprak Altı Damla Sulama Yöntemi ile Sulanan Serin ve Sıcak İklim Çimlerinde Sulama Zamanı Planlaması. Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi, 16(3), 362-381.

Çetin G., “Dünya’da Golf Turizmi ve Türkiye’de Golf Turizmi Potansiyelinin Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, (2008).

Çevik, S. & Güzel Değer, A. (2018). Akdeniz Bölgesi İçin Küresel Isınma Senaryoları ve Bitkiler Üzerindeki Olası Etkileri. Dünya Multidisipliner Araştırmalar Dergisi, 2018 (1), 60-68 

Demir, İ., Kılıç, G. & Coşkun, M. (2008). Türkiye ve bölgesi için PRECIS bölgesel iklim modeli çalışmaları. İklim Değişikliği ve Çevre, 1 (1), 11-17.

Garda, B., & Temizel, M. (2016). Sürdürülebilir turizm çeşitleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal ve Teknik Araştırmalar Dergisi, (12), 83-103.

Karaman, S., & Gökalp, Z. (2010). Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Su Kaynakları Üzerine Etkileri. Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi, (1), 59-66.

Özgeriş, M., & Karahan, F. (2021). Kalkınma Odaklı Mekânsal Tasarım ve Uygulama Girişimlerinin Sürdürülebilirliğinin Değerlendirilmesi: Sakin Şehir Uzundere Örneğinde Bir Çalışma. Bartın Orman Fakültesi Dergisi23(1), 45-58.

Özmehmet, E. (2008). Dünyada ve Türkiye Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımları. Yaşar Üniversitesi E-Dergisi, 3(12), 1853-1876.

Yamanoğlu, G. Ç. (2006). Türkiye’de Küresel Isınmaya Yol Açan Sera Gazı Emisyonlarındaki Artış ile Mücadelede İktisadi Araçların Rolü. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara

Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık

https://acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=4949

Değişen İklimin Göç Tembeli Kuşları Leylek, Kara Leylek, Karabaşlı ve Maskeli Ötleğen Örneklemi  

 

Değişen İklimin Göç Tembeli Kuşları Leylek, Kara Leylek, Karabaşlı ve Maskeli Ötleğen Örneklemi 

Gülce Alya Ertürkmen [1] –  Irmak Eyüpoğlu [2]Işın Erdoğan [3]

GİRİŞ

“Bağışlayın bizi ey göçmen kuşlar! Yaşananlar ve yaşanacak olanlar için bizi bağışlayın! İnsanlar niçin böyle yaşıyor, bu dünyada niçin bunca katledilen ve katledilecek olan insan var, bunu ne benim açıklayabilmem ne de sizin anlayabilmeniz mümkün değil… Tanrı aşkına bizi bağışlayın temiz gökyüzünde kendi yoluna giden göğün masum kuşları…” Aytmatov’un bu sözleri[4] her geçen gün yadsınamaz şekilde hissedilen ve insan kaynaklı olan küresel iklim değişikliğinin göçmen kuşlar üzerindeki etkileri sonucunda insanlığın, göçmen kuşlara özrü niteliğindedir. Sadece göçmen kuşlara değil insanlık olarak çevreye verdiğimiz her zarardan dolayı özellikle de nesli tükenmiş ve bir daha asla göremeyeceğimiz tüm canlı türlerine özür borçluyuz. Onlar tarafından bağışlanmayabiliriz ama hala aramızda olan türler için elimizden geleni yapmalı ve Dünya’mızı tekrar yaşanabilir bir yer haline getirmeliyiz.

Küresel iklim değişikliğinin canlı türlerinin fenolojilerini etkileyip değişimlere sebep olduğu bilinmektedir[5]. Hatta farklı canlı türlerini farklı şekilde etkileyeceğinden dolayı canlıların bu değişimden kaynaklı fenolojilerinin nasıl şekilleneceğine dair olan bilgilere duyulan ihtiyacın artacağı tahmin edilmektedir.[6] Fenoloji; İklime ve çevre şartlarına bağlı sürekli ve belirli aralıklarla gerçekleşen biyolojik olayların kayda alınması ve incelenmesidir. Fenolojik değişimlere göç, çiftleşme, yuva yapma vb. davranışlarındaki değişimler örnek verilebilir.

Birçok çalışma, göçmen kuşların göç fenolojisi ile iklim değişkenleri arasında anlamlı istatistiksel ilişkiler olduğu sonucuna varmıştır ve göç tarihlerindeki son değişimlerin iklim değişikliğine verilen bir tepki olduğu çoğunluk tarafından kabul edilmektedir. [7] Kış aylarının daha ılıman geçtiği ve besine ulaşmanın daha kolay olduğu durumlarda göçmen kuşlarda göç etmeme isteği görülebilmektedir. Bu durum da bir göç davranış değişikliğine sebep olabilmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre insan faaliyetleri sonucunda, bazı kuş göçlerinin azalacağı hatta ortadan kalkabileceği sonucuna varılmıştır.[8]

NASA tarafından hazırlanan 1880-2021 yılları arasındaki küresel sıcaklık anomalilerinin görselleştirildiği videoda da açıkça görüldüğü üzere 1880’den beri tutulan kayıtlarda son sekiz yıl en sıcak yıllardır. Buradan iklim değişikliğinin küresel sıcaklık değerlerine olan etkisi görülebilmektedir.[9] IPCC Altıncı Değerlendirme Raporu’nda belirtildiği üzere Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, sıcaklığı en çok artan bölge olmamasına rağmen “iklim değişikliği odak noktası” (climate change hotspot) olarak adlandırılmıştır. [10]Ayrıca raporda, AB ve Doğu Avrupa’daki en büyük kış ısınması ve Akdeniz’deki en büyük yaz ısınmasıyla birlikte Avrupa kıtasındaki ortalama ısınmanın küresel ısınma ortalamasından daha yüksek olacağı belirtilmiştir. [11]Bu odak noktaları üzerinde yer alan ülkemize dair yapılan çalışmalar sonucunda ısınmanın gün geçtikçe artacağı ve yıllık ortalama, maksimum ve minimum hava sıcaklıklarında açıkça bir artış eğilimi olduğu görülmüştür. Ülkemizin mevsimlik ortalama hava sıcaklıkları incelendiğinde (özellikle Akdeniz Bölgesi’nde) kış mevsiminde anlamlı ısınma eğilimleri saptanmıştır.[12]

Birçok göçmen kuş gibi Leylekler (Ciconia ciconia) de Avrupa’ya göç etmek için iki ana güzergâh kullanırlar: bu güzergahlardan biri Cebelitarık Boğazı iken diğeri ise Anadolu üzerinden İstanbul ve Çanakkale Boğazlarıdır (bkz. orni_ekler) Leylekler bu iki göç rotasının birini kullanarak ilkbahar göçünü tamamlarlar. Bu sebeple ülkemiz Leylekler için önemli bir geçiş ve üreme noktasıdır. [13] Ülkemizde sıkça görülen bilimsel adı “Ciconia nigra” olan “kara leylek” habitat olarak yerleşimden uzak, zarar görmemiş sulak ormanlık alanları seçer. Göç güzergahı leyleklerinkiyle benzerlik göstermektedir.[14] Karabaşlı ötleğen (Sylvia atricapilla) küçük sürüler halinde göç eder. Avrupa popülasyonlarının göç alışkanlıklarında oldukça hızlı evrimsel değişiklikler görülebilmektedir.[15] Maskeli ötleğen (Curruca melanocephala) Akdeniz ve Avrupa da yaşam alanları bulunan bir türdür. İlkbaharda kıyı göçü yaparak sıcak kıyı kesimlerini tercih eder.[16] Özellikle Avrupa’nın kuzeyinde yaşanan, soğuk kışlar ile üreme sayılarında ciddi düşüş yaşanır ve yaşamları tehlikeye girer. Bu kuş türünün Avrupa’daki popülasyonları için Küresel İklim değişikliğinin fayda sağlayabileceği düşünülmektedir. [17]

YÖNTEM

Yapılan araştırma nicel ve nitel araştırma yöntemlerinin bir arada kullanıldığı karma yöntem ile desenlenmiştir. Araştırmada hem nicel hem de nitel yöntemlerin veri toplama aracı kullanılmış. İki yöntemi de kullanarak araştırmanın güvenilirlik düzeyinin arttırılması sağlanmıştır.[18] Ayrıca proje sürecinde Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ornitoloji Araştırma Merkezinin yönettiği halkalama çalışmalarına katılarak, araştırılan kuş türlerine dair ornitologlardan ve halkalama kampına katılan öğrencilerden bilgi edinilmiş, araştırılan türler derince incelenmiş, halkalamaya tanıklık etme imkânı bulunmuş ve türlere ait saha çalışması yapılmıştır. Bu açıklamalar çerçevesinde yürütülen çalışmada alanında uzman bir iklim bilimci ve iki ornitolog ile mülakat yapılmıştır. Bununla birlikte konuya dair uzun süren ve birçok kaynağın incelendiği literatür taraması gerçekleştirilmiştir. Uzmanlar tarafından onaylanmış olan kuş gözlem ve kayıt platformu olan eBird’den 2000-2022 yılları arası aralık-şubat aylarının Türkiye geneli verileri alınarak (bkz. orni_ekler) Coğrafya Bilgi Sistem (CBS) olan ArcGIS 10.5 ile yıllık periyot haritalarına dönüştürülmüştür. Aynı zamanda tüm çalışmadaki istatistiksel analizlerde Ondokuz Mayıs Üniversitesi tarafından lisanslı SPSS 22 bilgisayar paket programı kullanılarak belirlenen tarih aralığındaki yıllık sayısal değişikliklerdeki ilişkiye bakılmıştır.

SONUÇ

Harita Sonuçlarının Analizi

Bu çalışmada küresel iklim değişikliğinden kaynaklı artan sıcaklık değerlerinden yola çıkarak 2000-2022 yılları arasında özellikle de aralık-şubat döneminde ülkemizden göç etmeyen bazı leylek, kara leylek, maskeli ötleğen, karabaşlı ötleğen popülasyonlarının sayılarındaki değişimler izlenmiştir.

 Harita 1’de görüldüğü gibi 2000-2001 dönemine ait leylek kayıtları oldukça azdır.

 Harita 2’de hem leylek gözlenen yerlerde hem de gözlenen birey sayılarında artış bulunmaktadır.

Harita 3’ten hareketle en çok kayıt Marmara bölgesindendir. Doğu Anadolu bölgesinden en çok kayıt Iğdır ilimizdendir.

Harita 4’te 2000-2001 dönemine ait sadece İzmir Kuş Cenneti’nden 1 kayıt yapılmıştır.  

 Harita 5’ten hareketle 2000-2010 döneminde alınan verilerin Adana, İzmir ve İstanbul illerinde yoğunlaştığı saptanmıştır.

Harita 6da görüldüğü üzere kara leylekler, Ege kıyılarında sıkça gözlemlenmişken Hatay, Adana ve Samsun illerinde de oldukça fazla gözlem yapılmıştır.

Harita 7’de 2000-2001 dönemine ait Hatay ilinden sadece 1 tane kayıt bulunmaktadır.

Harita 8 incelendiğinde karabaşlı ötleğenler’ in Hatay ve Ege kıyılarında yoğun olarak gözlemlendiği tespit edilmiştir.

Harita 9’da görüldüğü gibi karabaşlı ötleğenler en çok Akdeniz, Ege ve Marmara’nın Güney kıyılarında gözlemlenmiştir.

Harita 10’da Maskeli Ötleğenler için 1 tane gözlem verisi bulunmuştur.

Harita 11 ele alındığında 2000-2010 döneminde maskeli ötleğenler çoğunlukla Akdeniz ve Ege’nin kıyı kesimlerinde gözlemlenmişlerdir. Akdeniz ve Ege kıyılarında kışladıkları bilenen Maskeli Ötleğenlerin,

Harita 12’de de görüldüğü gibi bu kıyı kesimlerde yoğunlukla görülmesi gayet olağan bir durumdur. Bunun yanı sıra Marmara bölgesinde de kayıt yoğunluğu fazladır.

Tüm haritalar ele alındığında 4 tür için yapılan gözlem sayılarında artış saptanmıştır.

Göç 1: Leylek Göç Haritası (https://www.iucnredlist.org/species/22697691/86248677) (Erişim Tarihi: 17.05.2022 18.20)

Göç 2: Kara Leylek Göç Haritası (https://www.iucnredlist.org/species/22697669/111747857) (Erişim Tarihi: 17.05.2022 18.20)

 Göç 3: Karabaşlı Ötleğen Göç Haritası (https://www.iucnredlist.org/species/22716901/87681382) (Erişim Tarihi: 17.05.2022 18.22)

Göç 4: Maskeli Ötleğen Göç Haritası (https://www.iucnredlist.org/species/22716959/132113832) (Erişim Tarihi: 17.05.2022 18.25)

Not: eBird verilerinin toplandığı tabloların sayfa sayısı çok fazla olduğundan dolayı

QR Kod 1: Leylek 2000-2022 Aralık-Şubat Gözlem Tablosu QR Kodu

QR Kod 2: Kara Leylek 2000-2022 Aralık-Şubat Gözlem Tablosu QR Kodu

QR Kod 3: Karabaşlı Ötleğen 2000-2022 Aralık-Şubat Gözlem Tablosu QR Kodu

QR Kod 4: Maskeliı Ötleğen 2000-2022 Aralık-Şubat Gözlem Tablosu QR Kodu 

QR Kod 5: Leylek ve Kara Leylek 2000-2022 Yılları Aralık-Şubat Dönemi Gözlem Haritaları Videosu Bağlantı QR Kodu

QR Kod 6: Cernek Halkalama Kampı Saha Çalışması Video QR Kodu

 

Mülakat Döküm Analizi

Görüşmeci 1 ile yapılan mülakatta küresel iklim değişikliği sonucunda yaşanan sert radikal hava değişimlerinden kaynaklı bazı kuş türlerinin davranışsal faaliyetlerinin tarihlerinde kaymalar olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca artık göç etmeyi tercih etmeyen göçmen kuşlar “göç tembeli” olarak adlandırılmıştır. “Göç tembeliğinin” genetik bir durum olduğundan “göç tembeli” olan bireylerin yavrularının da göç etmemeye yatkın olduğu belirtilmiştir.

Görüşmeci 2 ile yapılan mülakatta leylek, kara leylek, karabaşlı ötleğen ve maskeli ötleğenlerinin iklim değişikliğinden kaynaklı göç davranışlarının etkilendiği belirtilmiştir. 2010 yılından önce ülkemizde kuş gözlemine ve ornitolojiye günümüzdeki kadar yaygın olmadığı ifade edilmiştir.

Görüşmeci 3 ile yapılan mülakatta iklim değişikliğinin her zaman ısı artışı ve kuraklık demek olmadığı ve küresel iklim değişikliği ile küresel ısınmanın farklı kavramlar olduğu vurgulanmıştır. İklim paradigmasının değişken olmadığı, değiştiği ifade edilmiştir. Türkiye’nin birçok sulak alanında antropojenik kuraklık görüldüğü söylenmiştir. Bundan hareketle sulak alanları kendine habitat edinen göçmen ve daha birçok hayvanın yaşam alanı tehdit altında olduğu sonucuna varılmıştır.

Grafiklerin Analizi

Edinilen bulgular ışığında araştırılan göçmen kuş türlerinin 2000-2022 yılları arasında ülkemizde kışlayan popülasyonlarında anlamlı artışlar olduğu sonucuna varılmıştır.

ÖNERİLER

Araştırmada elde edilen bulgular ve sonuçlar kapsamında aşağıdaki öneriler sunulmuştur.

·      Göç yolları üzerindeki ve göçmen kuşlar için önem arz eden sulak alanlar korunmalı ve kurutma faaliyetlerinin önüne geçilmelidir.

·      Doğal kaynaklarımızı geri dönülemez şekilde kaybetmeden önce koruma modelleri geliştirilebilir. Bu modeller oluşturulurken çevrenin sosyo-ekonomik yapısı, biyoçeşitliliği, kültür ve turizm yapısı göz önünde bulundurulabilir.[19]

·      Türkiye’nin kuşları ve Türkiye üzerinden gerçekleştiren göçler ile ilgili projelerin yürütülmesiyle, araştırma ve gözlem merkezlerinin sayısının arttırılmasıyla ülkemizdeki ornitolog sayısı arttırılabilir.[20]

·      Ülkemiz genelinde göçmen kuşları koruma amaçlı bilgilendirici kaynaklar oluşturulmalı ve illegal avcılık gibi göçmen kuşların zarar göreceği faaliyetler kısıtlandırılabilir. [21]

·      Kuş halkalama istasyon sayıları artırılabilir ve bu istasyonlara akademik destek verilip çalışmaları desteklenebilir.

KAYNAKÇA

1. Aytmatov, Cengiz. Yıldırım Sesli Manasçı, çev., Mehmet Özgül & Fatma ve Serdar Arıkan. İstanbul: Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı, 2021

2. Karol, Sevinç, Zekiye Suludere, Cevat Ayvalı. Biyoloji Terimler Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2000

3.      Tagliari, M. M., Danthu, P., Leong Pock Tsy, J.-M., Cornu, C., Lenoir, J., Carvalho-Rocha, V., & Vieilledent, G. (2021). Not all species will migqrate poleward
as the climate warms: The case of the se baobab species in Madagascar. Global Change Biology, 27, 6071–6085

4.      Gordo, O. (2007). Why are bird migration dates shifting? A review of weather and climate effects on avian migratory phenology. Climate research, 35(1-2), 37-58

5.       (https://www.calacademy.org/explore-science/lazy-bustards) (Erişim tarihi: 14.05.2022 20.30)

6.      (https://svs.gsfc.nasa.gov/4964 ) (Erişim tarihi 15.05.2022 19.30)

7.      (https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg2/downloads/report/IPCC_AR6_WGII_CrossChapterPaper4.pdf ) (Erişim Tarihi:10.05.2022, 10.36)

8.      (https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg2/downloads/report/IPCC_AR6_WGII_FinalDraft_Chapter13.pdf ) (Erişim Tarihi:10.05.2022, 10,42)

9.      Türkes, M. (2012). Türkiye’de gözlenen ve öngörülen iklim değişikliği, kuraklık ve çölleşme . Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi , 4 (2) , 1-32 . DOI:
10.1501/Csaum_0000000063

10.  (https://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl17@d&tur=Leylek) (Erişim tarihi: 15.5.2022 20.00

11.  (https://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl17@d&tur=Kara%20Leylek) (Erişim tarihi: 15.05.2022 20.15)

12.  (https://birdsoftheworld.org/bow/species/blackc1/cur/introduction) (Erişim tarihi: 15.05.2022 19.57)

13.  (https://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl17@d&tur=Maskeli%20%F6tle%F0en) (Erişim tarihi: 16.05.2022 9.24)

14.  (https://www.iucnredlist.org/species/22716959/132113832 )(Erişim tarihi: 16.05.2022 9.33)

15.  Aslan, Ş.(Ed.). (2018). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri: Nicel, Nitel ve Karma Tasarımlar İçin Bir Rehber. Eğitim Yayınevi.

16. KARDAŞ, F., & Meral, CEBE (2021). Sulak Alanlar ve Göçmen Kuşların Ekosistemdeki Yeri. Menba Kastamonu Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dergisi , 7 (1), 1-5.

17.  Zafer, A.Y. A. Ş. (2007). Göçmen kuşlar ve kuş gribi. Flora, 12(1), 5-13.

18. Turan, L., & Arıkan, K. (2011). Hatay ve risk altındaki göçmen kuşlar. Hacettepe Üniversitesi Çevre Eğitimi, Kuş Araştırma ve Halkalama Merkezi.