Bir İletişim Aracı Olarak Haritanın Manipülasyonu

 

BİR İLETİŞİM ARACI OLARAK HARİTANIN MANİPÜLASYONU

Dr. Bahaddin ŞAHİN [1]

     Haritalarla yalan söylemek sadece kolay değil aynı zamanda gereklidir. Haritanın kritik bilgileri ayrıntılı bir sis altında saklamaktan kaçınmak için, seçici ve eksik bir gerçeklik görünümü sunması gerekir. Kartografik paradokstan kaçış yoktur. Kullanışlı ve doğru bir görünüm sunmak için doğru bir harita beyaz yalanlar söylemelidir.

Mark Monmonier (1991)        

Yukarıdaki alıntı ünlü coğrafyacı Mark Monmonier’in  “How to Lie With Maps” (Haritalar İle Nasıl Yalan Söylenir) adlı kitabına aittir. Monmonier kitabında haritaların çarpıtılabileceğini çarpıcı ama eğlenceli bir şekilde anlatır. Kitabın aradan geçen 30 yıla rağmen halen Türkçe’ye çevrilmemiş olması büyük bir eksikliktir. Monmonier, bu muhteşem kitabında, kartografik paradokstan kaçışın olmadığını bu nedenle tam olarak doğru olan bir haritanın var olamayacağını söylemektedir. Eğer kartografik paradokstan kaçış yoksa doğru bir harita amaca hizmet edecek beyaz yalanlar söyleyebilir. Gerçekte ise pek çok insan genellikle bu paradoksun farkında bile değildir. Bu durumun temel nedeni ise çoğu insanın haritaları diğer pek çok görsel öğeye göre daha güvenilir bulmasıdır. Bu açıdan haritalar güçlü görsel araçlardır. Genellikle göründüğü gibi kabul edilirler ve doğrulukları nadiren kullanıcılar tarafından sorgulanır. Pek çok harita okuyucusu, bir tablonun veya bir metnin kaynaklarını sorgulayabilirken, aksi ispatlanana kadar genellikle bir haritanın doğru olduğunu varsayar. Halbuki harita tıpkı yazı gibi bir iletişim aracıdır. İletişim araçları ise her zaman manipülasyona açıktır. Örneğin bir gazeteyi düşünelim. Muhabir bilgiyi yani haberi bir şekilde elde eder. Sonra bu haberi ya da bilgiyi kendi zihinsel sürecinden geçirerek yazıya döker. Söz konusu bu yazı muhabirin ya da yazarın zihinsel sürecinin bir ürünüdür. Dolayısıyla ön yargı içerebilir, kimi zaman yanlış bilgi içerebilir ve en kötüsü olmayan bilgiyi içerebilir. Bununla birlikte gazetenin manşeti ya da yazının başlığı ve kullanılan kelimeler çoğu zaman okuyucuyu muhabir ya da yazar gibi düşünmeye doğru yönlendirir. Benzer bir şekilde harita da her türlü manipülasyona açıktır. Bu manipülasyon kimi zaman kartografik cehaletten kaynaklanırken kimi zamanda bizzat kartografın kendisi tarafından bilinçli olarak gerçekleştirilir. Burada kartografik cehaletten bahsederken yine çoğu insanın harita okuryazarlığını da yanlış anladığını söylemek gerekir. Harita okuryazarlığı çoğu insanın bildiğinin aksine harita üzerinde kıtaların, okyanusların, denizlerin, ülkelerin ya da şehirlerin yerini bilmek, harita ölçeğini kullanarak hesaplamalar yapmak ya da bir topoğrafya haritası üzerinde yer şekillerini ayırt etmekten ibaret değildir. İyi bir harita okuryazarı olmak için bundan çok daha fazla beceriye ihtiyaç vardır. Harita okuryazarlığı haritaya ilişkin pek çok beceri setinin bir bütünüdür.

          Harita, coğrafi gerçekliğin sembolize edilmiş seçili özellik ve niteliklerinin bir temsilidir.

                                                             Uluslararası Kartografya Birliği (ICA)          

Konuya geri dönecek olursak yukarıdaki metni okuyan okuyucunun ilk aklına gelen soru muhtemelen şu olacaktır; haritaları bu denli manipülasyona eğimli kılan şey nedir? Aslında bu sorunun cevabı haritanın kendisidir. Çünkü bir iletişim aracı olarak harita diğer iletişim araçlarında olduğu gibi bazı sınırlılıklara sahiptir. En temel sorun ise haritada coğrafi gerçekliğin seçili özellikler ile sembolize edilmesidir. Oysaki insanlar genellikle haritayı bir fotoğraf gibi düşünürler. Bir hava fotoğrafını düşündüğümüzde kamera ve onun çözünürlüğüne bağlı olarak gözle görülebilecek doğal ya da beşeri her unsuru fotoğraf üzerinde görmek mümkündür. Haritada ise bunu yapmak imkânsızdır. Ancak kartograf tarafından seçilen doğal ve beşeri unsurlar haritada gösterilebilir. Bir başka ifadeyle kartografik genelleme yapılır. Kartografik genelleme ile yapılan seçim hayati bir öneme sahiptir. Çünkü seçilen bu doğal ve beşeri unsurlara ait mekânsal veriler kartografın ön yargısını de içerir. Bu nedenle oluşturulan haritanın verdiği mesaj harita okuyucusunu tıpkı bir gazete manşeti ya da köşe yazısı gibi yönlendirir. Kartografik genellemenin en fazla yapıldığı haritalar şüphesiz ki topoğrafya haritalarıdır. En büyük ölçekli topoğrafya haritası bile birçok unsuru göster(e)mez. Dolayısıyla harita üzerindeki mekânsal ilişkilerin oluşturduğu örüntü tamamen hangi mekânsal bilgilerin haritada gösterildiğine bağlıdır.

           Bu çemberlerin hepsi dünya üzerinde aynı boyuttadır. Merkator şekli korumak için boyutu bozar.
Görsel 1. Merkator projeksiyonla yapılan bir dünya haritası
( https://www.vox.com/world/2016/12/2/13817712/map-projection-mercator-globe )

Haritalar için ikinci önemli sınırlılık ölçektir. Ölçek aynı zamanda yukarıda bahsedilen seçiciliği de etkilemektedir. Haritalar gerçekte olduğundan daha küçük çizilir ve bu ölçeklendirme sürecinde bazı ayrıntılar mutlaka kaybolur. Gerçek boyuttan küçülme ne kadar büyük olursa, bilgi o kadar genelleşir. Sonuç olarak bazı bilgiler, Monmonier tabiri ile sis perdesinin gerisinde kalır.  Üçüncü bir sınırlayıcı faktör ise dünyanın küresel ve haritaların düz olması kaçınılmaz gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Üç boyutlu küresel yüzeyin iki boyutlu bir düzleme hatasız bir şekilde aktarılması imkânsızdır. Bu nedenle haritası yapılacak olan alanın konumu ve haritanın kullanım amacına bağlı olarak projeksiyon kullanılır. Ancak kullanılan her projeksiyonun bir dezavantajı bulunmaktadır. Bu konuda en kötü üne sahip olan projeksiyon şüphesiz ki Merkator projeksiyondur. Nitekim pek çok insan Merkator projeksiyonun bir propaganda aracı olduğuna inanmaktadır. Oysa ki Merkator projeksiyon navigasyon amaçlı olarak geliştirilen bir projeksiyondur ve oldukça da başarılıdır. Günümüzde Googlemaps bile Merkator projeksiyonu kullanmaktadır. Ancak bir dezavantaj olarak Merkator projeksiyon ile yapılan haritalarda kuzey enlemlerindeki ülkeler ekvatora daha yakın olanlardan çok daha büyük olarak görünür. Bu nedenle bir tematik harita için altlık olarak Merkator projeksiyonla oluşturulmuş bir haritayı kullanmak kartografın bilerek ya da bilmeyerek yaptığı bir hatadır. Örneğin Dünya üzerinde nüfusun dağılışını gösteren bir harita için Merkator projeksiyon kullanmak büyük bir hatadır. Hele ki böyle bir harita bir ders kitabında yer almışsa durum tam bir faciadır. Sonuç olarak Merkator projeksiyonun kötü ününün sebebi projeksiyonun kendisinden değil, kartografik cehaletten kaynaklanmaktadır.

Yukarıda bahsedilen genelleme, ölçek, projeksiyon gibi faktörlerin yanı sıra sembolizasyon, veri standardizasyon ve sınıflandırması gibi daha bir çok farklı yolla haritalar manipüle edilebilir. Fakat bunların hepsi daha ziyade harita okuyucusuna küçük yalanlar şeklinde yansır. Bununla birlikte haritalar bir propaganda aracı olarak kullanıldığında çok daha büyük yalanlar, harita okuyucusuna büyük bir ustalıkla söylenebilir. Örneğin; seçim haritaları bu tür yalanlar söylemek için en ideal haritalar arasındadır. Bir seçim haritasında kullanılan haritalama tekniği, verilerin sınıflandırılma yöntemi, seçilen semboller ve renkler okuyucu kitlesini yönlendirmek ve siyasi desteğin dağılımını çarpıtmak için etkili yöntemlerdir. Özellikle ABD seçimlerinde, seçim sisteminin de nispeten karmaşık olmasına bağlı olarak bu türden haritalar üzerine yürütülen tartışmalar yaygın olarak görülür. Bu nedenle ABD’de seçim haritalarının yapımında kartogram tekniği yaygın olarak kullanılmaktadır. Kartogramlar geleneksel haritaların aksine harita üzerindeki her bir birim, seçili veri ile orantılı şekilde gösterilir. Buna göre ABD’deki her bir eyalet kartogram üzerinde yüzölçümüne göre değil seçmen nüfusuna göre ölçeklendirilir. Böylece seçmen sayısının fazla olduğu alanların seçim üzerindeki etkisi geleneksel haritalara göre çarpıcı bir şekilde görülür.

Aynı veri, farklı görünüm…
Doğru veri kullanılarak bile haritalarla yalan söylenebilir.
Görsel 2. ABD seçimlerinin kroplet ve kartogram teknikleriyle gösterimi
(https://dailygazette.com/2016/11/02/traditional-election-maps-dont-tell-full-story/)

Monmonier, haritalardan önyargıyı ortadan kaldırmanın en iyi yolunun, aynı veriyi içeren birçok haritayı karşılaştırmak olduğunu söylemektedir.
Görsel 3. 2017 Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre Türkiye’de nüfusun illere göre mekânsal dağılışının nokta, koroplet, dereceli sembol ve alan kartogramı haritalama tekniği ile gösterimi.
( https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/779559 )

Haritalarla söylenebilen bir diğer büyük yalan ise jeopolitik yalanlardır. Dünyanın pek çok yerinde iki veya daha fazla devlet arasında çekişmeli bölgeler ve sınırlar vardır.  Kartografın ya da harita kullanıcı olan kitlenin politik düşüncelerine bağlı olarak bu bölgeler ve sınırlar çok farklı şekilde temsil edebilir. Örneğin Cemmu ve Keşmir, Güney Asya’nın kuzeybatı bölgesinde Hindistan, Pakistan ve Çin sınırları boyunca uzanan ve Hindistan ile Pakistan arasında uzun yıllar boyunca anlaşmazlığın kaynağı olan bir bölgedir. Basılı haritalarda bu sorunu doğru bir şekilde çözümleyebilmek imkânsızdır. Bununla birlikte Google maps ya da Yandex maps gibi internet tabanlı harita platformlarında bu tür ihtilaflı alanları göstermek büyük bir sorundur. Ancak internet tabanlı harita platformları göreceli gösterim yöntemi ile ihtilafın her iki tarafını da kısmen mutlu edecek beyaz bir yalan ile sorunu çözümleyebilmektedir. Buna göre IP numaranız ve IP numaranızın eşleştiği ülkenin ihtilaflı bölgeye yönelik dış politika kabulüne göre harita üzerindeki gösterim değişmektedir. Bir başka ifadeyle Google, kimin baktığına bağlı olarak haritalardaki sınırları yeniden çizmektedir.

Keşmir Google Haritalarda, kullanıcının Amerika Birleşik Devletleri veya Hindistan’da olmasına bağlı olarak gösterilmektedir.
Görsel 4. Tartışmalı bölge ve sınırların farklı gösterimi
( https://open.lib.umn.edu/app/uploads/sites/178/2017/07/Image125.jpg )

Benzer bir durum Japonya ile Kore Yarımadası arasındaki su kütlesi için geçerlidir. Bu su kütlesi çoğu kişi tarafından Japonya Denizi olarak bilinir, ancak Güney Kore’deki Google Haritalar kullanıcıları için çevrimiçi olarak Doğu Denizi adıyla görünür. Sonuç olarak yer adları da haritaların söylediği jeopolitik yalanlar içerisinde yer alır.

Japon Denizi mi? Doğu Denizi mi?
Görsel 5. Japonya ve Güney Kore arasındaki su kütlesinin adlandırması da ülkeye göre değişmektedir.
( https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/91/Sea_of_Japan_naming_dispute.png )

Bir başka göreceli gösterim ise Kırım’ın gösterimidir. 2014’de Ukrayna Kırım Özerk Cumhuriyeti,  gayrimeşru bir referanduma dayanarak Rusya Federasyonu tarafından hukuka aykırı şekilde ilhak edildi. Türkiye ve uluslararası toplumun büyük bir kısmı tarafından bu ilhak tanınmamaktadır. Ancak Googlemaps Kırım’ın için sınırı sorgulama yapılan IP numarasının ait olduğu ülkeye göre çizmektedir.

Hangi Kırım?
Görsel 6. Googlemaps ile sorgulama yapılan IP’ye bağlı olarak Kırım sınırı değişmektedir.
( https://edition.cnn.com/videos/bestoftv/2014/04/15/lead-vo-ukraine-civil-war-google-maps.cnn )

Ne yazık ki yukarıdaki örneklendirilen göreceli gösterim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) için de geçerlidir. Türkiye ya da KKTC’den çevrimiçi olarak Google haritalara bakıldığında KKTC görünürken başka ülkelerden KKTC görünmemektedir.

Türkiye ya da KKTC’den çevrimiçi olarak Google haritalara bakıldığında KKTC görünürken başka ülkelerden KKTC görünmemektedir.
Görsel 7. KKTC’nin Google Haritalarda görünümü
(https://www.google.com.tr/maps/@35.1408912,34.3131671,8z)

Google, haritalarını her bir ülkenin inançlarına ve yasalarına uyacak şekilde özelleştirmektedir. Böylece haritalar tek ve nesnel bir gerçeklik göstermez, bunun yerine dünyadaki mevcut farklı perspektifleri onaylar. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki Googlemaps gibi internet tabanlı harita platformaları ilgili ülkenin ilgili yöneticileri ile devamlı irtibat halindedirler. Örneğin Türkiye’de eski adıyla Harita Genel Komutanlığı yeni adıyla Harita Genel Müdürlüğü’nün görüşleri doğrultusunda bu platformlar gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Ancak yapılan tüm düzenlemeler Türkiye ölçeğinde geçerli kalmaktadır.

Yukarıda görüldüğü üzere haritalarla manipülasyon yapmanın bu yazıda bahsedilmeyenler de dahil edilmek üzere çok sayıda yolu vardır. Bunların bir kısmı haritanın doğasında var olup, olması gereken beyaz yalanlar şeklindedir. Geri kalan kısım ise haritacının bilerek ya da bilmeyerek yaptığı manipülasyonlardır. Ancak haritaların bu denli manipülasyona açık olması, haritanın etkili bir görselleştirme aracı olduğu gerçeğini değiştirmez. Haritalar mekânsal ilişkilerin ve bu mekânsal ilişkilerin oluşturduğu örüntüleri en iyi yansıtan görselleştirme aracıdır. Bu nedenle mağara duvarlarındaki tasvirlerden GPS’e kadar uzanan süreç içerisinde haritalar insanlık tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Bugün içinde yaşadığımız teknoloji çağında Türkiye’de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanından internet ortamında binlerce harita paylaşılmaktadır.  Peki ama bu haritalar ne ölçüde doğrudur? Küçük ya da büyük hangi yalanları söylemektedirler? Karşımıza çıkan bir haritanın doğruluğu konusunda nasıl fikir sahibi olabiliriz? Bu gibi sorulara doğru cevaplar verebilmek ve haritalara karşı eleştirel yaklaşabilme becerisine sahip olmak için en basit haliyle iyi bir harita okuryazarı karşılaştığı bir haritaya yönelik aşıdaki soruları yanıtlayabilmelidir;

  • Bu haritayı kim, hangi amaçla yaptı?
  • Bu haritanın içerdiği ve içermediği unsurlar nelerdir?
  • Bu haritada kullanılan verilerin kaynağı nedir?
  • Bu haritada kullanılan ham veriler nasıl işlenmiştir?
  • Bu haritanın çiziminde hangi çizim tekniği ve neden kullanıldı?
  • Bu haritada kullanılan çizim tekniğinin haritaya olumlu ve olumsuz etkisi nedir?

 

KAYNAKLAR

De Blij, H. (2012). Why Geography Matters: More Than Ever. Oxford University Press.

Dent, B. D., Torguson, J., & Hodler, T. W. (2009). Cartography: Thematic Map Design. New York: McGraw-Hill Education.

Dorling, D., & Fairbairn, D. (2013). Mapping: Ways of representing the world. Routledge.

ICA. (2011). Strategic Plan For The İnternational Cartographic Association 2011-2019.

Kitchin, R., & Dodge, M. (2007). Rethinking maps. Progress in human geography, 31(3), 331-344.

Kraak, M. J., & Ormeling, F. (2020). Cartography: visualization of geospatial data. CRC Press.

Monmonier, M. (2018). How to lie with maps. University of Chicago Press.

Peterson, M. (1999). Maps on stone: the web and ethics in cartography. Cartographic Perspectives, (34), 5-8. http://dx.doi.org/10.14714/CP34.612

Şahin, B , Şahin, S . (2019). Coğrafyada alternatif bir tematik haritalama tekniği: alan kartogramları. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi , 23 (2) , 477-500 .

Thrower, N. J. (2008). Maps and civilization: cartography in culture and society. University of Chicago Press.

Tyner, J. A. (2010). Principles of Map Design. The Guilford Press.

Wood, D., & Fels, J. (1992). The power of maps. Guilford Press.

https://www.washingtonpost.com/technology/2020/02/14/google-maps-political-borders/

https://www.npr.org/sections/thetwo-way/2014/04/12/302337754/google-maps-displays-crimean-border-differently-in-russia-u-s

https://www.theguardian.com/technology/2014/apr/22/google-maps-russia-crimea-federation

https://open.lib.umn.edu/mapping/chapter/7-lying-with-maps/

https://www.washingtonpost.com/news/worldviews/wp/2016/07/29/russia-accuses-google-maps-of-topographical-cretinism/

https://www.vox.com/world/2016/12/2/13817712/map-projection-mercator-globe

https://dailygazette.com/2016/11/02/traditional-election-maps-dont-tell-full-story

https://open.lib.umn.edu/app/uploads/sites/178/2017/07/Image125.jpg

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/91/Sea_of_Japan_naming_dispute.png

https://edition.cnn.com/videos/bestoftv/2014/04/15/lead-vo-ukraine-civil-war-google-maps.cnn

https://www.google.com.tr/maps/@35.1408912,34.3131671,8z

 

[1] Yasemin Karakaya Bilim ve Sanat Merkezi Coğrafya Öğretmeni,  bahaddinsahin@gmail.com

Anarşi, Coğrafya ve Modernite

 

ANARŞİ, COĞRAFYA VE MODERNİTE, Elisée Reclus’nün Seçilmiş Yazıları

Dr. Muhammet KAÇMAZ [1]

Yeryüzünün hikâyesini insanın hikâyesi olarak yeniden yazan Reclus’un seçilmiş yazılarının derlendiği “Anarşi, Coğrafya ve Modernite” kitabı John Clark ve Camille Martin’in eleştirel bakış açısıyla oldukça güzel bir şekilde harmanlanmış. Günümüzden bir asır önce çoğu konuda bugünün insanlarından ve toplumlarından daha ileri bir modernite anlayışına sahip Reclus’un çağını ve çağımızı aşan fikirleri kitabın etki derecesini arttırmaktadır. Coğrafi düşlerin, düşüncenin ve coğrafi felsefenin ne denli önemli olduğu gerçeğini görmek ve bilmek isteyenler için bu kitabın biçilmiş bir kaftan olduğunu ifade etmek mümkün. Kitap coğrafyaya, insana, yeryüzüne, dünyaya ve kendimize bakışımızı yeniden şekillendirmemize yardımcı olacaktır. Coğrafyanın farklı ölçek ve zamanlarda insanın yeryüzündeki tüm hikâyesine ortak olduğunu fark edince coğrafyanın önemi ve değerini klasik söylemlerin ötesine taşıyabileceğiz belki de. Coğrafyanın geçmişinden, kederinden coğrafyanın geleceğine, kaderine doğru bir yolculukta coğrafyaya eşlik etmek coğrafyacılar için ne büyük mutluluk. Reclus bize bu konuda büyük bir rehber olmakla birlikte bu kitap bizim yeryüzü ve insana bakışımızda yeni ufuklar açabilecek niteliktedir.

Her bölümü ayrı bir yaşam dersi olan kitap iki ana bölüm 18 alt bölümden oluşmaktadır. Yeryüzü ve insanın hikâyesi ile başlayan eser anarşizm ve anarşist coğrafyanın tanımlandığı bölümler ile devam etmektedir. Doğa, kültür, ilerleme felsefesi, toplumsal dönüşüm, tahakküm, özgürlük, eşitlik, köylü kardeşliği, geniş aile, evrim, devrim, vejetaryenlik, kentler, modern devlet, kültür, mülkiyet gibi konuları ele aldığı her bölüm coğrafyacının düş ve düşünce dünyasına ayrı ayrı vurulmuş darbelerdir. Bu kitabı okurken Kafka’nın “eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki” sözünü hatırlamamak ne mümkün. Kitabı tüm bölümleri ile ele alıp, değerlendirmek pek mümkün değil zira coğrafi açıdan öyle çok üzerinde durulması gereken mesele var ki. Dolayısı ile Reclus’un anarşist coğrafyasına göz atıp onun ağırlıklı olarak yeryüzü ve insan hakkındaki fikir ve düşünceleri ile bu değerlendirme sınırlandırılacaktır.

Anarşi kelimesinin zihnimizde canlandırdığı imaj hiç olumlu olmamakla birlikte şiddeti değişim için bir yol, yöntem olarak görenleri tasvip etmek de mümkün değildir. Reclus’un da şiddeti tasvip etmediği bilakis düşmanına karşı bile sevgi ile yaklaşma çabası ve isteği çok açık ve net bir biçimde yaşamında ve düşüncelerinde yer almıştır. Lakin Reclus’un haklı olunan bir mücadelede şiddeti tasvip edenlere ve hatta uygulayanlara karşı tavır almayışı hatta kimi zaman haklı görmesi kitabın yazarları tarafından da yine Reclus’un fikirleri ile yerinde ve dozunda eleştirilmiştir. Özgür, adil ve şefkatli bir dünya hayal eden Reclus için “İnsan doğanın kendi bilincine varmasıdır.” İnsanın yeryüzündeki serüveninin olumsuz bir hal aldığını seyir defterine yazan Reclus bir kâhin değildi elbet. Lakin ileri görüşlü bir coğrafyacı olarak dünyanın bugün karşılaştığı birçok soruna zamanını aşan bir keskinlikle isabetli bir biçimde değinerek yeryüzünün korunmaya ve bakılmaya ihtiyacı olduğu konusunda erken işaret fişekleri yakan bilim insanlarından biri olmuş ve bir sosyal coğrafyacı olarak Reclus’un ideallerini yaşamında uygulama çabaları takdir edilmiştir. Yazarlar Reclus’un insanlığın öyküsünü, yeryüzünün öyküsü olarak yeniden kurguladığı zamanlardaki dünyada ilerleme miti’nin en parlak günlerini yaşadığını ve hegemonik sistemin savunucularının kibirli bir rehavet içinde her yerlerinden iyimserlik fışkırdığını belirtmişlerdir. Reclus’un öznesi olan insanlığın küresel, doğa ile iç içe, bir yandan da özgürleştirmenin özgürleştiriciliğine yaslanan açık uçlu, yaratıcı bir projenin taşıyıcısı olduğunu ifade etmişlerdir.  Bu bağlamda Reclus’un “küreselliğin ilk peygamberlerinden biri” olarak nitelenmesi de fikirlerinin dünya için ne denli önemli görüldüğünün bir göstergesidir. Ağır sanayi devrimi sonrası dünyanın günümüzde geldiği nokta ve yeryüzünün önemli ölçüde kaybettiği doğal yapısı ve özellikleri tüm insanlar özellikle coğrafyacılar için bir hüzün tablosu iken teknolojik gelişmelerin başını çektiği hafif sanayi devrimi sırasında ve sonrasında dünyanın nasıl şekilleneceği konusunda Reclus’un tavsiyelerine kulak vermekte fayda var.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde devletçi küresel kuramlara alternatif olarak sunduğu “sonunda eşitliğin kazanacağı ve bu eşitliğin sadece Amerika ile Avrupa arasında değil hem bunlar hem de dünyanın başka köşeleri arasında kurulacağı” bir gelecek öngörüsü bugün bile bir ütopya.  “Zengin, güçlü, hegemonik bir çekirdek ile zayıf, yoksul, sömürülen çevreye bölünmüş dünyanın yerini “merkezi her yerde, çeperi hiçbir yerde” olan bir dünya hayali de öyle elbette. Yakın tarihlerde ortaya atılan ve I. Dünya savaşına ilham veren Friedrich Ratzel’in Lebensraum (Yaşam Alanı) ile Halford John Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi ve Heartland (Dünyanın Kalbi) fikirleri yerine Reclus’un hiçbir yeri merkez ya da çeper kabul etmeyen fikri kabul görseydi günümüz dünyası nasıl şekillendirdi? Geleceği, geleceğimizi şekillendiren geçmişin ve bugünün kabul görmüş fikirleri, fikirler de insanın ve dünyanın işletim sistemidir.  Dolayısı ile fikirlerin önemi ve kabul görmesi ya da görmemesi yeryüzünün, toplumun, insanın tüm katmanları ve tüm zamanları için hayati önem taşımaktadır.

Reclus için “yeryüzü insanın asli bir parçası olduğu tüm yeryüzüdür. Bizler bütün karmaşası ile o bütünün içindeyiz ve onun sayesinde varız. Dünyayı anlamak, tüm bileşenlerini, iç içe geçen faktörleri anlamayı gerektirir.” Dünyayı anlamanın oldukça karışık ve karmaşık bir süreç olduğunu bu cümleler ile ifade eden Reclus coğrafyacılara da zor lakin güzel bir istikamet çizmiştir. Reclus’un “sosyal coğrafyası içinde ve şeylerin karmaşasında hiç değişmediği için yasa” olarak tanımlanan üç olgu bize bu istikamette yol işaretleri olabilir. Bunlar; “sınıf mücadelesi, eşitlik arayışı ve bireyin egemen iradesi.” İster mekânsal ya da ekonomik ister kültürel ya da etnik nedenler ile olsun yeryüzünde insanlar arasındaki tüm mücadelelerin özünde yatan gerçekliklerdir bu işaretler. Bugün insanlık ne yazık ki Reclus’un eserinde belirtmiş olduğu koruyucu, onarıcı ve yaşatıcı tavırdan epey uzaklaşmıştır. Bu bağlamda coğrafyacıların kendilerini yeryüzünün öğretmeni olmaktan ziyade yeryüzünün koruyucuları olarak yeniden tanımlama ve yetiştirme gereği ortaya çıkıyor ki bu durum ülkemizde coğrafyanın yeniden ve derinden yapılanmasını gerektiriyor. Modern dünyanın, toplumlarının ve insanlarının çözüm bekleyen problemlerine coğrafyacılar eğitici rollerinden ziyade değiştirici ve dönüştürücü rolleri ile katkıda bulunmak zorundadırlar. Bu rol de salt anlatarak değil yaşayarak ve yaşatarak etkisini gösterebilir.

Anarşist coğrafyanın piri olarak anılan Elisee Reclus, anarşist coğrafyayı “yeryüzünün (Gaia) tahakkümünden (archein) kurtulması için verilen mücadelenin yazımı (graphien)” olarak ifade eder. Reclus için toplumsal coğrafya ve ondan feyz alan toplumsal felsefe, gezegenin özgürlük tarihinin bir parçasını oluşturur. Gençlik çağında yazdığı “Dünyada Özgürlüğün Gelişimi”nde “Yasalar vicdanın yargılamasından geçmeli ve içimizdeki ahlakla mükemmel bir uyuma ulaşmadıkça yaptırım olmamalıdır” der. Bu yasalar “ebedi adalet” ile çelişirse, onlara itaat etmemek ahlaki sorumluluğumuzdur. Yüksek ahlak yasalarını hiçe sayıp insani yasalara saygı göstermek erdemli bir davranış değildir, “ahlaki korkaklık”tır.” Bu cümlelerden çıkarılması gereken sonuç bir isyan değil aksine yasaların, yasa koyucuların ebedi adalet ve yüksek ahlak yasalarına uyumlu olması gerekliliği ve önemidir. Aksi takdirde insanların yeryüzüne uyumu konusunda ciddi sorunlar yaşanacak ve böyle durumlarda insanlar, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler çatışmalara dönüşecektir.

Yalnızca ilerici siyasi fikirlere değil radikal siyasi eylemlere de ilgi duyan Reclus bulunduğu ülkeler için her zaman sorun teşkil eden ya da edebilecek biri olarak görülse de Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika deneyimleri onun fikirlerinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Amerika’da bir çiftlik sahibinin çocuklarına özel ders vermeye başladığı sırada kölelik sitemine ve insanlık dışı uygulamalarına karşı gelişen fikirlerinin yanı sıra görünürde öğretmenlik gibi masum bir görevi ifa ederek bu kurumla iş birliğine girmesinin, onu “kırbacı tutan el” yaptığı sonucuna ulaştırmıştır. Amerika’da gördüğü ve Avrupa toplumlarındaki uygulamaları kat kat aşan ekonomist kafa yapısını ağabeyi Elie’ye yazdığı mektupta ülkenin devasa bir mezat evine döndüğü şeklinde anlatmıştır. Mektuptaki şu ifadeleri de ekonomist kafa yapısının ne kadar eski, kalıcı ve etkili olduğunun bir kanıtıdır. “Her şey satılık; köleler, oylar, onur, İncil, vicdan üzerine pazarlıklar dönüyor. Her şey en yüksek fiyat verene gidiyor.” Amerika’da gördüğü ırk ayrımcılığı onu ırkların ve kültürlerin kaynaşmasının güçlü bir savunucusu haline getirmiş ve babası Fransız annesi Senegalli olan Clarisse Brian ile evlenerek inandığı değerleri yaşamında da tatbik etmiştir.

Dayanışma ve yardımlaşmanın onun temel ilkeleri olduğu ve herhangi birine baskı kurmayı aklının köşesinden bile geçirmediği ifade edilirken alçakgönüllülüğü ile kendini bir lider ya da uzman olarak görmemesinin ise saygınlığını arttırdığı belirtilmiştir. Popper’in bilim insanında bulunması gerekli gördüğü “entelektüel alçak gönüllüğü” Reclus da görmek mümkündür. Bilim adamı, siyaset yazarı ve aktivist olarak oldukça ünlü olmasına karşın kendini takipçilerinden üstün konuma yerleştirmemiş, tahakküm karşıtı tavrı yalnızca başka insanlar için değil, başka varlıklar ve bütün doğa için de geçerli olmuştur. Yeryüzü ve insanı bir bütün olarak gördüğü ve ele aldığı hem sözlerinden hem yaşamından anlaşılmakla birlikte yine bu minvaldeki ve coğrafyacılara istikamet olacak sözleri şu şekildedir: “İnsan ırkının gelişim tarihi, bizden önce anakaralarımızın ovalarında, vadilerinde, su kıyılarında yüce harflerle yazılmıştır. Yerkürenin ve sakinlerinin arasındaki “birliktelik”, “uyum”, “denge”, “birlik” gibi düzenin varlığını çağrıştıran sözcüklerle açıklanamaz çünkü düzen “uyum kadar çatışmadan da beslenir.” Çatışmayı da düzenin bir parçası olarak gören Reclus insanoğlunun yeryüzünü sömürmesini sert bir dille eleştirir; “Düşüncesiz toplumlar ne zaman yaşadıkları yerin güzelliğini bozan işlere girişseler pişman olmuşlardır. İnsanın doğayı kirlettiğinde kendisini de kirlettiğini” söyleyerek bizi uyarır.

Reclus’a göre “toprak bozulduğunda, kırsalın tüm şiiri yok olduğunda, hayal gücü de solar, zihin yoksullaşır, rutin yaşam ve kölelik ruhu ele geçirir, bu yol insanı tembelliğe, ölüme götürür.”  Bu sözü ile bizlere çok erken bir uyarı işareti vermiş olsa da günümüz modern insanı çoğunlukla ekonomik, kimi zaman da kültürel nedenlerden dolayı kırsalın şiirselliğine zarar vermeye devam etmektedir. Bir dağın öyküsündeki ifadeleri yine insanın mekân üzerindeki etkisine dair önemli tespitlerdir: “Her halk, deyim yerindeyse, çevresindeki doğayı yeniden giydirir. Tarlalarıyla, yollarıyla, konutları ve her türlü inşaatla, ağaçları konumlandırması ve genel manzarayı düzenlemesiyle halk, kendi ideallerini karakterini açığa vurur. Halk gerçekten bir güzellik duygusu taşıyorsa, doğayı daha güzelleştirecektir. Öte yandan, eğer insanlığın büyük bir bölümü günümüzdeki gibi hoyrat, bencil ve sığ bir yaşam sürdürmeye devam ederse, sefil izlerini yeryüzüne bırakması kaçınılmazdır. Böylece, şairin umarsız çığlığı gerçeğe dönüşür. “Nereye kaçabilirim ki? Doğanın kendisi çirkinleşti.” Bilimin “yavaş yavaş yerküreyi insanoğlunun yararına çalışan bir organizmaya dönüştürmesini” sevinçle karşılarken bu süreçlerin dünyayı “bütün çağlarda şairlerin hayalini kurduğu güzel bir bahçeye dönüştüreceğini” öne sürer. Elbette ki Reclus o gün için bile doğanın insanlar tarafından ne kadar hoyratça kullanıldığının ve yanlış yönetildiğinin farkındadır ona göre “pervasız sistem [doğanın] güzelliğini kirletmiştir” bu yüzden “insan doğayı iyileştirme görevini üstüne almalı” ve “haleflerinin açtığı yaraları onarmalıdır.”

Reclus’a göre ilerleme birbirine bağlı devrim ve evrim süreçlerinin bir sonucudur. Reclus evrimsel değişime örnek olarak bilimsel şarlatanlıkların ve dini hurafelerin yavaş yavaş azalmasını ve geleneksel biat kültürünün gücünü yitirmesini gösterir. Modern insan, yeryüzünde kendisinden önce gelenlerin tüm erdemlerini kendi varlığında bir araya getirmelidir. Reclus uyarlığın maliyetlerinden birinin, toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki duvarların çoğalması olduğuna, bunun kurumsal hegemonyadan kaynaklandığına inanır. Toplumsal ilerleme açık iletişimin sağlanabilmesi için hiyerarşik bölünmelerin yok olmasına bağlıdır. Reclus coğrafya ve tarih üzerine bilgilerimiz yeni ve küresel bir yer ve zaman duygusu yarattıkça insanlığın özbilincinin artacağını savunur. Ona göre “tüm enlem ve boylamlarda “Bir” olan insanlık, aynı şekilde tüm çağları kapsayan tek bir biçimde kendini gerçekleştirecektir.” Bu tarihsel çeşitlilikte-birliğin kavranması, Reclus’un sosyal coğrafyasının temel hedefidir. Günümüzde internet ve soysal medya bize farklı bir zaman ve mekân algısı kazandırmakla birlikte Harvey’in “zaman-mekân sıkışması” ifadesi, Bauman’ın “geç kalınmışlık” meselesi Reclus’ta “insanın doğanın kendi bilincine varma” süreci olarak ortaya çıkar. Gerek bireysel gerekse ulusal ve küresel olmak üzere başa çıkması zor, stresli bu sürece ve zamanın, mekânın avuçlarımızın içinden kayıp gittiği düşüncesine karşı belki de coğrafya ayaklarımızın Yer’e sağlam basmasını sağlayabilir. Yeryüzünü ve insanı daha iyi anlayabilir, yaşayabilir ve anlatabilirsek daha iyi yarınlarımız olabilir.

Reclus çoğu konuda olduğu gibi eğitim konusunda da devrimci yaklaşımlara sahipti, özellikle kendi yaşadığı zaman dilimi düşünüldüğünde. Ona göre gerçek okul doğa olmalıdır ve bu eğitim yalnızca insanın düşleyebildiği güzel manzaraları ya da doğa yasalarını değil aynı zamanda, aşmayı öğreneceği engelleri de içermelidir. Ders kitaplarından nefret eden Reclus, ders kitaplarının çocukların zihin sağlığını ve morallerini bozduğunu ifade eder. Bilimin öğrenciye ölçülmüş, biçilmiş, onaylanmış ve damgalanmış bir konfeksiyon ürünü, adeta bir din, bir batıl inanç gibi sunulmasını ölü ve ölümcül bir diyet olarak tanımlar. Ona göre: “Anarşistlerin ideali okulları kaldırmak değil, aksine büyütmek, toplumu herkesin hem öğrenci hem öğretmen olduğu, büyük bir ortak eğitim müessesine dönüştürmektir.”

İnsanların artık zamanın ve mekânın efendisi olduklarını önlerinde sonsuz bir kazanım ve ilerleme alanı açıldığını düşünen Reclus, tüm insanların ekmeğe kavuşmasının, bütün ötekilerin ondan türediği tek ve gerçek zafer olduğunu ifade eder.  Reclus meselenin sadece karın doyurmak değil, insanın bir zenginin ya da varlıklı bir manastırın sadakasına muhtaç olmadan, hakkı olan ekmeği yemesi olduğunu belirtir. Ona göre “Maddi refahın emekle değil lütufla elde edilmesi bazen bütün bir halkın ahlaken çökmesine yol açmıştır. Bunca kentin, hatta ulusun “ölmesinin” gerçek nedeni budur. Sadaka beslediği kişilere lanet getirir.”  Bu cümleler bireysel özgürlüğün ve kişinin emeği ile ekmeğini kazanmasının toplumlar ve uluslar açısından ne denli önemli olduğunu ifade etmekle birlikte günümüz dünyasında farklı ölçeklerdeki (yerel, bölgesel, ulusal) kişi ve toplumların yardımlarla ve yardım beklentileri ile nasıl yozlaştırıldığını ve yozlaştırılabileceğini açıklaması açısından da değerlidir. Reclus’a göre; “Herkese ekmek ve eğitim güvencesi sağlamak gibi çok basit bir adalet eyleminin ahlaki sonuçları ölçülemeyecek kadar değerli olacaktır. Eğer gün gelir de, tarihsel evrimin izlediği istikamette, yani kimseyi açlıktan ölmeye ve cehalete çürümeye terk etmezse, o zaman her geçen gün daha fazla birey tarafından benimsenen başka bir ideal göz kamaştıran bir fener gibi kendini gösterecektir.” 

Görüldüğü üzere Reclus eserinde sadece yeni bir dünya inşa etme çabasına girişmemiş aynı zamanda yeni insanı da tarif etmiştir. Ona göre “yeni insan, her şeye karşı duyduğu birlik hissine tüm diğer insanları, kardeşlerini dâhil ederse kalıcı, gerçek bir zafer olacaktır. “Ağaçların, derelerin arasında yaşayan ilkel vahşiyi gönülden sevmek ancak çağdaş dünyamızın yapay toplumunda yaşayan insanları da sevmekle mümkündür. Kindarların, ikiyüzlülerin, kayıtsızların açacağı ahlaki yaralardan sakınmak için tek seçeneğimiz onlara aşkla yaklaşmaktır.” Herkesin kendi mutluluğun sanatkârı olduğu düşüncesine katılmakla birlikte mutluğun ancak insanlığın tümüne yayıldığında hakiki, derin ve eksiksiz olacağına inanır. Reclus’a göre gerçek ilerleme; “Kıtalara, denizlere ve bizi çevreleyen atmosfere düzen vermek, yeryüzündeki “bahçemizi işlemek”, bitki, hayvan ve insan hayatını, her münferit yaşam biçimini desteklemek için çevreyi yeniden düzenlemek, insan dayanışmasının tam olarak farkına varmak, gezegenle yekvücut olmak, kökenlerimiz, şimdiki halimiz, acil hedeflerimiz ve uzaktaki idealimizi görmektir.”  

Sonuç olarak yeryüzündeki coğrafi yolculuğumda fazlası ile etkilendiğim bu kitabı tüm coğrafyacı meslektaşlarıma, coğrafyayı seven ve daha güzel bir dünya hayali kuran herkese önemle tavsiye etmek isterim. Özellikle dünyaya yeni bir düzen verilme çabasının herkes tarafından fark edildiği, yeni insanın temellerinin atılıp katlarının çıkılmaya çalışıldığı, internet ve sosyal medya evreninin dünyayı ve insanı çepeçevre sardığı günümüz koşullarında Reclus’un düş ve düşüncelerinin desteğine ihtiyacımız var. Kitabın son sayfalarında tavsiye ettiği önerilerden birkaçı bile bilim ve yaşam felsefemize yön verecek nitelikte. Son sözü yine Reclus’a bırakalım; 

“Patronlardan, liderlerden, kelimeleri birer Kutsal Sözcük’e dönüştüren havarilerden uzak durun. Putlardan kaçın, en yakın dostunuzun ya da en akıllı profesörün sözlerini bile içerdikleri hakikati ölçerek değerlendirin. İçinize dönün, zihninizin sesini dinleyin ve son kararınızı vermeden önce konuyu yeniden araştırın. Her türlü otoriteyi reddedin ama bir yandan da tüm samimi düşüncelere derin saygı duyun. Kendi hayatınızı yaşayın ama herkese de kendininkini özgürce yaşama hakkı tanıyın.”

  

KAYNAK KİTAP

Clark John, Martin Camille; Anarşi, Coğrafya Modernite Elisee Reclus’nün Seçilmiş Yazıları, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2016

FAYDANILAN KAYNAKLAR

Bauman, Z., Akışkan Modernite, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2017

Harvey, D., Postmodernliğin Durumu,  Metis Yayınları, İstanbul,1999

Küçük, C.,  Ne Demiş Kafka, Carpediem Yayınları, İstanbul, 2011

Özgüç, N., & Tümertekin, E., Coğrafya, Geçmiş Kavramlar Coğrafyacılar,  Çantay, İstanbul, 2010

Popper, K. R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005

 

[1] Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi

Malthus’un Nüfus Artış Teorisi ve Tartışmalar

 

MALTHUS’UN NÜFUS ARTIŞ TEORİSİ VE TARTIŞMALAR

Prof. Dr. Emrullah GÜNEY [1]

Thomas Robert Malthus 1766 yılının 14 Şubat günü Birleşik Krallık’ta Dorking yakınlarında doğdu. 1834yılının 23 Aralık günü Bath yakınında öldü (Encylopedia Britannica. Malthus.1970. Tome: 14. 717-718 pp . University of Chicago).

Malthus hangi alanda ün kazanmıştı?

O bir ekonomi bilgini ve nüfusbilimciydi. Jean Jacques Rousseau ve David Hume’un dostu olan bir soylu aileye mensuptu. 1788’de Anglikan rahibi oldu. 1796’de Surrey-Albury bölge rahipliğine getirildi.

Yeryüzü ile insan arasındaki ilişkileri irdelemeğe çalışan coğrafya, politik ekonomi bilgini Malthus’ün teorisini yorumlamakla görevli bilimdir.

1798’de yayımlanan kitabıyla, (An Essey of the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society) nüfus artış olayını ilk kez ele alan bilim adamı Malthus olmuştur. Hiçbir yazar Malthus kadar tartışma konusu olmamış, hiç kimse de onun kadar eleştirilmemiştir.

XVIII. Yüzyıl sonlarında Britanya toplumunda yoksul insan sayısının aşırı derecede çok olmasının nedenleriyle yakından ilgilenen Malthus, kuramını oluşturmağa, çevresini gözleyerek, istatistikleri inceleyerek başladı.

Toplumsal ve uluslararası bir özellik taşıyan Malthus teorisiyle bir ülkenin yaşatabileceği en yüksek nüfus toplamını hesaplarken yalnızca bu ülkenin üretimini değil, dünya ekonomisi koşullarını da göz önünde bulundurmuştur.

Demografik sorunları yalnızca filozofik ya da politik açıdan ele almakla kalmayan Malthus, bu sorunlar yoluyla yeni ekonomi bilimi genel yasaları temelinde yer alan olayları da ortaya çıkaran bir bilim adamıdır.

Malthus böylece bilime yeni bir ufuk açmış ve birçok teoriler, bu arada özellikle Darwin teorisinin doğmasına aracı olmuştur. Yiyecek maddelerine oranla nüfusun çok daha büyük bir hızla arttığı temel görüşü üzerine kurulan ve pek çok teorilerle birlikte, bu arada Darwin’in ünlü ‘’Yaşam için savaşım’’ (Struggle for life) sözünün kaynağını oluşturan bu teori, bütün karşı savlara ve bir aralık olayların da yalanlamasına uğramış olmasına karşın bugün yeni baştan büyük bir önem ve saygınlık kazanmış görünmektedir.

Malthus, ‘’Nüfus Prensibi’’ düşüncesini istatistik ve tarih belgelerine dayanarak geliştirmiştir: ‘’ Hayvanlar aleminde ve bitkiler dünyasında doğa pek büyük bir bolluk ve cömertlikle yaşam tohumlarını serpmiş, fakat buna karşılık alan ve besin konusunda görece cimri davranmıştır. Eğer yeryüzünün kapsadığı bütün yaşam tohumları özgürce gelişebilseydi, birkaç yüzyıl sonunda milyonlarca dünya doldurabilirdi. Fakat var olmanın sert zorunluğu, doğanın bu egemen ve buyrukçu yasası, bu yaşam döllerini belirli sınırlarında tutmaktadır. Doğanın bu büyük sınırlayıcı yasası, hayvanların ve bitkilerin alabildiğine çoğalmasına engel olmakta ve insan soyu, aklına dayanarak gösterdiği çaba ne olursa olsun, bu yasanın etkisinden kurtulamamaktadır. ‘’

Malthus, nüfus düşüncesini ve bunun kapsadığı tüm sorunları ilk kez kavrayan ve büyük bir açıklık ve basitlikle ortaya atan bilgin olarak dikkatleri çekmiştir.

‘’ Dünyayı bütünüyle ele alalım. Bugünkü dünya nüfusunun bir milyon olduğunu düşünelim. İnsan ırkı 1,2,4,8,16,32,64,128,256 …sayı dizisi içinde çoğalacak, geçim araçları ise 1,2,3,4,5,6,7,8 şeklinde artacaktır. İki yüzyıl sonunda nüfus ve yaşama-geçim yolları arasındaki oran 256’ya 9; 3 yüzyıl sonra 4 096’ya 13 ve 20 yüzyıl sonrasında aradaki fark hesaplanamayacak kadar büyüyecektir. ( Tanoğlu . 1969. Beşerî Coğrafya / Nüfus ve Yerleşme. Cilt 1. İstanbul Üniv yay. 1183. Edebiyat Fakült. Coğr Enst Neşriyatı: 45. İstanbul).

Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme ve Mr Godwin, M.Condorcet ve Başka Yazarların Tahminleri Üzerine Görüşler adlı yapıtının özeti şudur. ‘’ İnsanların sınırsız mutlulukla ilgili beklentileri temelden yoksundur. Çünkü nüfus her zaman üretimden hızlı çoğalmaktadır.  Nüfus denetim altında tutulmadığı sürece geometrik dizi biçiminde, besin özdekleri ise aritmetik dizi biçiminde artacaktır. Nüfus sürekli olarak en düşük yaşam düzeyinin gerektirdiği sınırın üzerinde artma eğilimi gösterir. Fakat kıtlıklar, savaşlar ve sayrılıklar bu sınırın aşılmasını önler. Nüfusun aşırı büyümesini ancak doğum denetimi gibi ‘’kötülükler’’, ‘’sefalet’’ ve üremekten ‘’sakınma’’ önleyebilir.’’

Yoksulluk insanlığın kaçınılmaz yazgısıdır. Malthus önce soyut ve analitik düzeyde ele aldığı bu görüşlerini sonraki araştırmalarının ve anakara Avrupa’sındaki gezilerinin ardından çok sayıda yeni olgusal verilerle destekledi.

Bilgin, daha sonraları paranın rolünü, toprak rantının kaynağını, tasarruf ve yatırım kuramını inceleyen kitaplar yazdı, yayımladı: An Inquiry into the Nature and Progress of Rent (1815), Principles of Political Economy (1820), Definitions in Political Economy (1827).

Malthus teorisi çağdaşı olan bilim adamlarınca ve sonrasında sürekli olarak eleştirildi. Çünkü temel varsayımlarını yeterli biçimde ortaya koyamadı. İstatistik bilimi Anglo Amerika’da, Kara Avrupa’sında önemli gelişme sürecine girmişti. Bilgin, elindeki olgusal ve istatistiksel verileri eleştirel ya da bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmedi.

ABD’li nüfusbilimci Kingsley Davis, Malthus kuramlarının geniş bir deneysel temeli bulunmakla birlikte gerçekte deneyciliğin yetersiz bir örneğini oluşturduğunu ileri sürdü.

Toplumsal politikalar Malthus kuramından sonra değişmeğe başladı. Doğurganlığın ulusal serveti artırdığına inanılırdı. Yoksullara yardım yasaları ise büyük olasılıkla geniş ailelerin oluşmasında özendirici bir rol oynamıştı.

Malthus kuramında bencil bir özellik dikkat çeker : Eğer bu yasalar çıkarılmasaydı, yoksul kitleler daha çoğalacak, fakat halkın toplam mutluluğu çok daha ileri olacaktı.

İşgücünün hareketliliği bu yasalar yüzünden kısıtlanıyordu. Doğurganlık da artıyordu. Bu nedenle bu yasalar yürürlükten kaldırılmalıydı.

Toplumun en yoksul katmanları için konforlu, çağdaş barınaklar değil, yaşam zorluklarının sürdüğü düşkünlerevi kurulabilirdi.

1804’te evlenen Malthus, 1805’te Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Hertfordshire’daki yüksek okulunda tarih ve siyasal ekonomi profesörü olarak dersler verdi. Siyasal ekonomi – politik ekonomi- ilk kez terminolojiye girmiş oldu. Sessiz bir eğitimcilik dönemi yaşadı. İrlanda’ya ve kara Avrupa’sına geziler yaptı. Ekonomist David Ricardo ile tanıştı; dostlukları yıllar boyu sürdü.

Malthus, broşürler yayımlayarak düşüncelerini kitlelere duyurdu. Fiyatlar nasıl oluşur konusunu ele aldı, işledi. Yoksulluğa karşı önlem olarak efektif talebin artırılmasını, bu erekle kamu hizmetlerinin ve özel lüks yatırımların geliştirilmesini önerdi.

Malthus, tutumluluğun sınırsız bir erdem olarak görülmesini eleştirerek, aşırı tasarrufun üretme güdüsünü yok edeceğini öne sürdü.

Servetini en yüksek düzeye çıkarmak isteyen bir toplumun üretme gücüyle tüketim isteğini dengelemesi gerektiğini savundu.

Malthus, ekonomik durgunluk sorunuyla ilgilenen bir bilgin idi. Bu düşünceleriyle 1930’larda John Maynard Keynes’in gerçekleştirdiği ekonomik buluşların öncüsü olduğu da ileri sürülebilir ( AnaBritannica Ansiklopedisi. Malthus maddesi. Cilt 15)

…………….

Dünya nüfusunun XXI. Yüzyılın ilk çeyreğinde 8 milyarı bulması bir tedirginlik yaratmış mıdır? Bu konuda bir endişeye kapılmak gerekir mi?

Dünya nüfusu üzerine 10 yanlışı madde madde ele almakta yarar vardır:

  1. İnsan nüfusu zaman içinde üstel olarak artar.

Malthus, o devirde Kuzey Amerika’da yaşayan İngiliz kolonilerinin nüfusunun, kuramına göre, 25 yıl içinde iki katına çıkacağını ileri sürmüştü. Gerçekte insan nüfusu eşit zaman aralıklarında ikiye katlana katlana artmaz.

  1. Bilim insanları bundan 25,50,100 yıl sonraki dünya nüfusunu tahmin edebilirler.

Demografi uzmanları, gelecekteki nüfusu ya da nüfus dağılımını sağlıklı biçimde tahmin edemedikleri bilinmektedir. Doğum oranlarındaki artış ya da azalma ve göç olayları önceden kestirilemiyor.2.Dünya Savaşı sonrasında yoksul ülkelerde ölüm oranı bile önemli bir düşüş gösterdi. Bunu kimse önceden kestirememişti.

  1. Dünyanın ne kadarlık bir nüfusu kaldırabileceğini belirleyen sadece bir faktör vardır.

Mikroskopu bulan Hollandalı Leeuwenhoek, dünyanın ne kadar insanı kaldırabileceğini belirlemek için tek faktörün nüfus yoğunluğu olduğunu varsaymıştı.

  1. Dünyanın nüfus sorunu uzayda koloniler kurulmasıyla çözülebilir.

Bu, çok saçma bir görüştür.

  1. Teknolojiyle her tür nüfus sorununu çözmek mümkündür.

Teknoloji, kültürü ve çevreyi hesaba katmazsa bunun bedeli çok ağır olur.

  1. Filmlerde de görüyoruz; ABD’de nüfus problemi diye bir şey yoktur.

İstenmeyen doğumlar sarsıntılara neden olmaktadır. ABD’de yaşanan sosyal kararsızlıklarda, sarsıntılarda, kaosta bu tür doğumların katkısı büyüktür.

  1. Yoksul ülkelerdeki nüfus artışı gelişmiş ülkeler için bir sorun oluşturmaz.

Günümüzde milyonlarca insan ekonomik, politik, etno-politik ve çevresel nedenlerle yerinden yurdundan olmakta, sığınmacı durumuna geçmektedir. Virüsler pasaport kullanmaz. Yığılmalar iş gücü dengesizliklerine yol açacağı için küresel ekonomiyi, dolayısıyla gelişmiş ülkelerdeki ücret politikasını etkiler. Sığınmacılar bulaşıcı hastalıkları refah düzeyi görece yüksek ülkelere de taşıyarak sıkıntıların artmasına neden olurlar.

  1. Nüfusun bu hale gelmesinden Katolik Kilisesi sorumludur.

Birçok ülkede kilise aile planlamasına ve çocuk aldırmaya karşıdır. Fakat Katoliklerin çoğalmasında din, belirleyici bir faktör değildir. İtalya ve İspanya’da düşük nüfus artışı dikkat çeker. Nüfus planlaması konusunda kilise, eski görüşünü ılımlılaştırmış, yumuşatmıştır. Halkı büyük oranda Katolik olan Latin Amerika ülkelerinde de nüfus artış hızı düşmektedir.

  1. Doğa; hastalıklar, açlık ve savaşlar yoluyla dünya nüfusunu dengeler.

İÖ 1600’lerde Babil yazıtlarında Tanrının yeryüzünü insanlardan korumak için hastalıklar yarattığı yazılıdır. İnanç budur. Virüsler, mikroplar, bakteriler insan bünyesindeki zayıflıklardan yararlanmağa çalışan mikroorganizmalarla bağlantılıdır. Pasteur, Koch, Salk, Fleming buluşlarıyla salgın hastalıkların önünü kesmişlerdir. Buna karşılık kolera, kanser hala etkilidir. Ebola, AIDS önemini korusa da sağlık alanındaki savaşımlar sonucu eski yıkıcı güçlerini yitirmişlerdir. Doğanın açlık yoluyla nüfusu dengelediği savı da doğru değildir. Savaşlar da hiçbir zaman insan nüfusunun artışını ciddi bir şekilde etkilememiştir.İki büyük dünya savaşında toplam 90 milyon insan ölmüştür. 1945 sonrasında ölenler de 50 milyondur. Fakat, nüfus artışıyla bu boşluklar süratle doldurulmuş, sınır da aşılmıştır.

 

  1. Nüfus, kadınla ilgili bir sorundur ve bu sorunu çözecek olanlar da yine kadınlardır .

Doğum kontrolü ve aile planlaması konusunda sürekli olarak kadınları suçlayan bilim çevreleri vardır. Özellikle geri islam toplumlarında bu görüş yaygındır. Bu, yanlış bir düşüncedir. Doğumun dengelenmesi, sağlıklı aile yapısının kurulmasında elbet erkekler de bilgilendirilmelidir.

( Cumhuriyet Bilim Teknik. 473.13 Nisan 1996.7-11 s.İstanbul )

……………

Sosyalizm öğretisinin kuramcıları ve 1917 sonrası uygulamacıları Malthus’un görüşlerine nasıl yorum getirmişlerdir? Tümüyle ret mi etmişlerdir? Eleştirmekle birlikte benimsedikleri özellikleri de var mıdır?

‘’ Yüz ilden yüz ile, min ilden min ile yer küresi ehalisinin sayı getdikce artmagdadır. Tehminen 1000 ilde, 1000 ilden 1960’ıncı ile geder yer küresinin ehalisinin artımı evveller çoh yavaş, sonralar ise sür’etli olmuşdur. 650 il erzinde iki gat artmış (1000 inci ilde 288 milyon nefer, 1650 inci ilde 545 milyon nefer) sonra artım daha sür’atli olmuş ( 1650 inci ilden 1850’inci ile geder, yani 200 il erzinde ehali iki gat artmış, 1850’inci ilden 1940’ıncı ile kimi, yani 90 il erzinde ehali iki gat artmışdır).

Yer küresinde ehalinin müasir artımı da sür’etle davam edir. Harici edebiyyatda ehalinin indiki artımı ‘’partlayış’’ adlanır.

XVIII. esrin ahırlarında İngilis alimi T. Malthus ‘’Ehali ganunları haggında tecrübe ‘’ kitabı ile (1798) çıhış ederek gösdermişdir ki, ehalinin artımı hedisesi sisile ile getdiyi halda, onları temin eden maddi ne’metler istehsalı riyazi silsile ile artır, maddi ne’metler istehsalının artımı, beşeriyyetin artımından get-gede geride galır. T. Malthus’a göre, emekçi kütlelerin yoksulluğunun sebebi yaranmış ictimai münasibetlerde deyil, halgın öz sayını hedden çoh artırması ile elagedardır. O, bele bir netceye gelmişdir ki, yalnız azlığı teşkil eden ve öz artımını mehdudlaşdıran halg yahşı yaşaya biler. Ona göre de ehalinin artımını ‘’nizama salan ‘’ kütlevi hestelikler kimi ‘’tebii ihtisar ‘’ ve muharibeler cemiyyet üçün netice e’tibarile ‘’heyirlidir’’. Kapitalizm ve gabagkı ictimai münasibetlerin yaratdığı, beşeriyyetin belası olan aclıg, hestelik, muharibeler ve s.derdler bele nezeriyyelerle hagg gazandırılırdı.’’

Sosyalist dünya görüşünde Malthus’un öğretisinin ciddiye alınır bir özelliği bulunmamaktadır. Daha önceki İngiliz yazarların görüşlerinin özetinden ibarettir. Britanya oligarşisinin yaşaması, büyük Fransız Devrimi’nden etkilenmemesi içim ileri sürülen sıradan görüşlerdir. Yazdığı kitap insan soyuna bir hicviyedir. Çağdaş düşünceleri önlemek için, gelişmelere set çekmek için bir irtica-gericilik-reaksiyon bildirisi olmaktan başka bir anlam taşımaz. Korkaklara özgü bu mürteci teorisi toplumun büyük değişiklikler yaratmağa en çok hazır olan, en ilerici, en güçlü katmanına kabul ettirmek için kapital sahiplerinin görüşlerini ortaya koyan, dünyayı sömürgeleştiren Britanya kumpanyalarının sözcülüğünü yapan Malthus’un bu görüşleri araştırmalarla ortaya konulan delillerle geçerliliğini yitirmiştir.

‘’ Bütün deliller gösterir ki, hegigetde cemiyyetin mehsuldar güvveleri ve heyat vasitelerinin istehsal imkanları ehalinin artımımdan daha süretli gedir.  Mehsuldar güvvelerin inkişafında olan ‘’partlayış’’ ehalinin sayının artmasındaki ‘’partlayışdan daha güçlü baş verir. Hem de ona kömek eden elmin inkişafı daha çok sür’etle gedir.’’

Malthus,eserini verdikten sonra sanayileşmede, tarımda, hayvancılıkta, sağlıkta önemli gelişmeler olmuştur.

Tarımda yeni ekim alanları kullanıma açılmıştır. Elektrik gücüyle yeraltı suları yeryüzüne çıkarılmış, sulamanın yardımıyla kurak alanlarda verim artışı sağlanmıştır. Bire ancak 2 veren topraklardan bire 40; bire 100 ürün alınmağa başlanmıştır. Japonya’da bir kilo çeltikten bir ton ürün alınmaktadır.

Çöller, stepler de besin üretilen alanlara dönüştürülmüştür. Britanya sömürgesi Avustralya’nın Malthus dönemindeki tarım ve hayvancılık özellikleriyle, daha yakın yıllardaki , günümüzdeki durumları karşılaştırıldığı zaman gerçek özellik ortaya çıkar.

Davarcılık, sığırcılık, göl, ırmak, deniz, okyanus balıkçılığı gelişmiş; et, süt, yün üretimi Malthus dönemine oranla düşünülemeyecek oranda artmıştır.

Sanayileşme sayesinde daha önce yoksul halk katmanlarının erişemeyeceği birçok eşya, ürün kolayca alınır duruma gelmiştir.

Aşılarla bulaşıcı hastalıklara karşı savaşım daha güçlü yürütülmektedir. İlaç endüstrisi ürünleri birçok hastalığı sona erdirmiştir.

’ Bütün dövrlerde istehsal vasiteleri ve maddi ne’metler istehsalı ehalinin artımından ireli getmişdir. Zehmetkeş kütlelerin dilençiliyi ise evveller olmuş ve indi de kapitalist ölkelerinde davam edir, ona göre yok ki, bu ölkelerde maddi ne’metler çatışmır, ona göre ki, bu ne’metler antagonist sinifler arasında beraber, edaletli bölünmür.’’

Maltus’un idealleri kapitalist dünyada yeniden canlandırılmaktadır. Neomalthusianism …Bilgin’in kitabının çıkmasından 150, 200 yıl sonra da gene savaşlara, işsizliğe, işçi emekçi güçlerin düşük gelir düzeyinde kalmasına, kapital için köle olmasına hak kazandırmak, olağanlaştırmak ereği güdülmektedir. Kapitalizmi savunmak için bir araç durumundadır Yeni Malthusçülük.

Yeni Malthusçüler görüşlerine destek sağlamak için iddia etmektedirler ki, Yerküre insanla ağzına kadar dolup taşmıştır. İnsanlığın bundan sonraki artımının önü alınmalı, kütlesel sayrılıkların durdurulması çabalarına bir son verilmeli ve halkın nüfusunun azalmasına engel olunmamalıdır. Onlar milyonlarca insanın yok edildiği savaşları ‘’tebii ve labud-vacip, zaruri’’ olduğunu iddia ederler.

Yeni Malthusçü öyle aydınlar, fütürologlar vardır ki, milyonlarca insanın ve hatta insanlığın yarısının mahvolmasından hiç üzüntü duymuyorlar. Onlar hesap ederler ki, atom savaşlarının dehşetli felaketleri içerisindeki yıkıntılarına, tümüyle mezarlığa dönüşmüş kentlerde güzel gelecek yaratmak olacaktır.

S.G. Strumil ileri sürmektedir ki, nüfus artışı her zaman aynı oranda artmayacaktır. Gelecekte dünya nüfusu 9-10 milyarda duraklayacak, sabitlenecektir. Fakat bunun için barış, bütün ülkeler halklarının refah düzeyinin yükselmesi, gelişmekte olan ülkelerin ekonomisinin iyileşmesi, insanların ömrünün uzatılması gerekmektedir.

Dünyada yaşamağa başlayan insan soyu daima çeşitli tehlikelerle karşı karşıyadır. Yerkürede soyunu sürdürmesi, nüfusunun artışı hiç de kolay olmamıştır. Doğa yasalarını öğrenip doğal varlıkları kendisi için değerlendirmeyi becerdikten sonra, tarihin bütün yollarının toplumsallaşmaya doğru gittiği bu çağda, üretim güçlerinin , özellikle enerjiden yararlanmanın büyük gelişmesinin baş verdiği dönemde insanların başka gezegenlere uçuşu karşısında da bu planetlerin doğal kaynaklarından yararlanma olasılığının açıldığı dönemde , insanoğlu geleceğe çok büyük inançla bakabilmelidir.

Britanyalı görkemli Ekonomik Coğrafya Prof Dr D. Stamp araştırmalarının sonuçlarını yayımlamıştır. Buna göre üretici güçler, endüstri, kır ekonomisi, balıkçılık ve ekonominin diğer alanları bütün ülkelerdeki indiki düzeyinde yerküresinde 8-10 milyar insanı yaşatma olanağı vardır.

Gelecek, üretim güçlerinin yükselişi derecesine ve toplumsal   gelişmesine bağlıdır. Enerjiden yararlanma, zülal (biyokimya- albümin) maddelerin yapay üretimi, Dünya okyanuslarının yüksek besin ve organik hammadde kaynaklarına çevrilmesi yerküresinde ahalinin artması için olanakları oldukça genişletmektedir.

Elbette, üretim güçlerinin gelişmesi yolunda bundan sonra da bir sıra engeller karşıya konulacaktır. Fakat böyle engellemeler esas itibariyle insanla doğa arasındaki ilişkilerde kendini gösterecektir. Kapitalist dünya görüşünden, liberal ekonominin tutsaklığından çıktıktan sonra insanlık maddi ve manevi bolluk yaratmak için doğayla savaşımda örneği daha önce görülmemiş güce sahip olacaktır.

……………………

Özetlemek gerekirse, Malthusçuluk, Malthus’un nüfusbilimsel ve ekonomik bir öğreti-doktrindir. Doğumların kısıtlanması gerektiğini savunan, ekonomik üretimin isteyerek yavaşlatılmasını öngören ahlakçı, kötümser öğreti…

Nüfus fazlalığının zararları karşısında Malthus, yoksul ailelerin kendi çıkarları uyarınca çocuklarının sayısını sınırlandırmaları gerektiğini, bunun tek çaresinin de cinsel isteklerini gemlemeyi kabul etmeleri olduğunu düşünüyordu. Bu görüş açısına göre, halkı üremeye özendirecek sosyal yardım uygulamaları doğru değildi. Nitekim Malthus, ‘’poor laws’’ (Yoksulluk Yasası’na şiddetle karşı çıkıyordu. Ona göre sosyal dayanışmanın tek yararlı biçimi, nüfus artışının sefalet kaynağı olduğunu insanların daha iyi anlamasını sağlayan eğitimin geliştirilmesiydi.

Hristiyanlığın ahlak anlayışına ters düşmeyen bu katı öğreti, Britanya yönetici sınıflarınca olumlu karşılandıysa da, o dönemin sosyalistleri Fournier, Proudhon ve Marks tarafından eleştirildi. Bunlar, yoksulluğun aşırı doğumlardan değil, özel mülkiyet rejiminden geldiğini ileri sürdüler. Bu açıdan bakıldığında Malthusçuluk, zengin sınıfları, servetlerini hiç de işlerine gelmeyecek bir şekilde, yoksullarla paylaşmaktan ve hatta bunlara yardım yükümlülüğünden kurtarmanın bir yolu olarak görünür.

Malthus’tan önce de nüfus artışının olası ve gerçek zararlarını açıkça ortaya koyan yazarlar çıkmıştı. Fakat bunların hiçbiri , doğumların sınırlandırılması gereğini onun gibi kesin bir dille savunmamıştır.

Bu arada, Malthusçuluk. Gebeliği önleyici yöntemler kullanılmasını öğütleyen bazı yazarlarca geliştirildi ve sonunda, 1880’de Neomalthusianism ortaya çıktı. Bu öğreti özellikle Birleşik Krallık’ta (F.Place, R. Carlisle, J.S. Mill ) sonra ABD ve İskandinavya’da yayıldı. Uzun süre ahlak dışı ve doğaya aykırı sayılan bu öğreti, İngiltere’de ancak sansasyon ve hatta skandal yaratan bir dava ( Annie Besant. 1877) sayesinde kendini kabul ettirdi.

Malthusçuluk terimi nüfusbilimi alanından ekonomi alanına da geçti. Ekonomik Malthusçulukta, insanların sayısını sınırlamak yerine , üretilen malların satılamaması ya da var olan durumun sağladığı kazançlardan  sürgit yararlanmak için , tersine, servetlerin üretimini azaltmak ya da sınırlamak söz konusudur.

Stevenson’ın 1. Büyük Paylaşım Savaşı sonrasında, kauçuk plantasyonlarını sınırlandırma planından, fiyatların düşmesini önlemek amacıyla sebzelerin, tahılların denize dökülmesine ya da Brezilya’da kahve rekoltesi fazlalıklarının ateşe verilmesine kadar  Malthusçu uygulamalara sık sık rastlanır.

Bazı üniversite ve yüksekokulların, değeri düşmesin diye diploma sayısında kısıtlama yapmaları , bazı büyük firmaların salt uygulamaya konulmalarını önlemek ereğiyle ihtira beratlarını satın almaları vb. de Malthusçuluğa örnek olarak gösterilebilir ( Milliyet – Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi. 1986. Cilt XV. 7737-7738 ss.İstanbul ).

[1] Emekli Öğretim Üyesi

CED 2020 Sonbahar Faaliyet Raporu


CED 2020 YAZ FAALİYET RAPORU


A. ULUSLARARASI GENÇ SOSYAL BİLİMCİLER KONFERANSI (ICYSS) (14-15 KASIM 2020)

CED Koordinatörlüğünde düzenlenen, Türkiye temsilciliğini Gökçe PEKMEZCİ’nin ve takım lideri görevinin Gökhan KUNDAKÇI’nın yürüttüğü, Microsoft Teams üzerinden düzenlenen 3.Uluslararası Genç Sosyal Bilimciler Konferansı’nda (ICYSS), *Coğrafya* alanından Memduh Atasoy Çoruh, *Tarih* alanından Öykü Özel, yarışan projeler arasında jüri tarafından en özgün ve sürdürülebilir proje kapsamında değerlendirilerek *Jüri Özel Ödülü* almaya hak kazanmışlardır.

Türkiye’yi en başarılı şekilde temsil ederek bizleri bir kez daha gururlandıran öğrencilerimizi ve danışman öğretmenlerimizi gönülden tebrik ediyoruz.

 

 

B. ULUSLARARASI AFET VE DİRENÇLİLİK KONGRESİ PAYDAŞLIĞI (EKİM 2020)

Coğrafya Eğitimi Derneği olarak paydaşı olduğumuz 2. Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresi (idRc2020) kapsamında CED YK Başkanı Çağdaş Yüksel moderatörlüğünde, Prof. Dr. Kirami Ölgen (Ege Ün.), üyelerimiz Prof. Dr. Semra Günay Aktaş (Anadolu Ün.), Doç. Dr. Hakan Önal (Balıkesir Ün.), Dr. Ufuk Sözcü (Kastamonu Fen Lisesi) ve Engin Kahyaoğlu (Koç Okulu)’nun katılımlarıyla “Coğrafya Eğitiminde Afet Bilinci” başlıklı panel gerçekleştirilmiştir.

 

C. COĞRAFYA EĞİTİMİ DERNEĞİ ÇALIŞMA KOMİSYONLARI

Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) üyelerinin gönüllü katılımı ile coğrafya eğitimine katkı sunmak için oluşturulan çalışma gruplarıdır. Çalışma gruplarının hazırladığı projeler toplantılarla düzenli şekilde yürütülmektedir.

 

D. COĞRAFYA EĞİTİMİ DERNEĞİ ORYANTİRİNG KURSU (2 EKİM- 4 KASIM 2020)

Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) ve Yakamoz Gençlik Spor Kulübü iş birliği ile düzenlenen oryantiring eğitimi, derneğimizin üyelerinin katılımıyla İzmir’de gerçekleştirilmiştir. Bayraklı Halk Eğitim Merkezinde verilen 40 saatlik kurs sonunda katılımcılar sertifikalarını almıştır.

Anarşist Prens


ANARŞİST PRENS: PYOTR KROPOTKİN

Hazar KADİROĞULLARI [1]

“All belongs to all. All things are for all men… All is for all!”
“Her şey herkese aittir. Tüm şeyler insanlık içindir… Her şey herkes için!”
Pyotr KROPOTKİN: Coğrafyacı, anarko-komünist Rus yazar, anarşizm kuramcısı.

Kropotkin’in Prenslikten anarşist bir kuramcıya evrilen hayatı 9 Aralık 1842’de Moskova’da başlamıştır. Dedesi Kazak generali, babası Rusya’daki Smolensk şehrinin prensi olan Pyotr Kropotkin, doğumuyla birlikte ise dönemin en büyük ikinci aristokrat sınıfının üyesi olmuştur.

Pyotr’un babası 1000’den fazla serfe ve üç farklı köye sahip zengin bir aristokrattı. Bolluk içinde büyüyen Kropotkin’e henüz 4 yaşındayken annesi Yekaterina Nikolaevna veremden hayatını kaybedince, babası Aleksei Kropotkin baktı. 12 yaşındayken prenslik unvanından feragat eden Pyotr Kropotkin, soylu sınıfındaki her çocuk gibi 15 yaşında Saint- Petersburg’daki Pages Taburuna katıldı. Bu özel taburda 150 soylu çocukla birlikte eğitim gören Kropotkin arkadaşlarıyla çok iyi anlaşamadı ve zamanının çoğunu okuma-yazmaya ayırdı.

Hatıralarında askeri birliğindeki yolsuzluklardan bahseden Kropotkin sonraları eğitimini gördüğü bu yerin kötü ün salmasına sebep olacaktı.

1862’de Pages Kolordu’sundan mezun olana dek birçok alanda kendisini geliştiren Kropotkin jeoloji ve coğrafya gibi yeni uğraşlar edindi. Ayrıca Çarlık Rusya’sındaki köylülülerin durumuyla da ilgilenen

Pyotr, Rus liberal-devrimci edebiyatının etkisine girerek çeşitli dergilerde yazılar çıkarmaya başladı.Askeri okuldan mezun olduktan sonra, Çar’ın ordusuna girmeye hak kazandı.

Görsel 1: Genç Kropotkin askeri üniforma içerisinde.

Mezuniyetlerinden sonra çalışacakları yeri belirleme hakkına sahip olan askeri okul öğrencileri, çoğunlukla sarayda çalışıp bürokrasi alanında ilerlemeyi düşünürken, Kropotkin herkesi şaşırtan bir karar aldı. “Yararlı bir kişi” olmayı kendine parola edinmiş Kropotkin, o dönem sürgün yeri olan Sibirya’yı görev yeri olarak seçti.

Görsel 2: 1864 yılındaki ilk sosyalist enternasyonel toplantısında Karl Marx konuşma yaparken. Sosyalist Enternasyonal, sosyal demokrat, demokrat sosyalist ve işçi sınıfı partilerinin ortak olduğu bir ülkelerarası organizasyondur. Başkanlığını Yunanistan eski başbakanı ve eski PASOK lideri Yorgo Papandreu, başkan yardımcılığını ise çeşitli devletlerden otuz bir farklı politik figür yapmaktadır.

Anarşizmle tanışma

1864 yılında işinden istifa etmeyi düşündüğü bir sırada ordu tarafından Mançurya‘nın coğrafi araştırma projesine katılması teklif edildi. Kropotkin burada hayali olan coğrafya alanında araştırma yapabilecekti. Bu dönemde Mançurya’nın günümüzde de hala kullanımda olan jeoloji haritasını hazırlayan Kropotkin, başarıları sayesinde Rus İmparatorluk Coğrafya Cemiyeti‘nin genel sekterliğine görev yapmak üzere çağrıldı. Fakat o dönem 1871 Paris Komünü‘nün de etkisi ile işçi hareketlerine olan ilgisi artan Kropotkin; işçi hareketleri hakkında daha çok şey öğrenmek için yurtdışına seyahat etmeye karar vererek görevi kabul etmedi. 1872 yılının Şubat ayında Rusya’dan ayrılarak İsviçre’ye hareket etti ve bu dönemden sonra Çarlık Rusya’sındaki serfleri özgürleştirme fikri üzerine odaklandı.

Görsel 3: Paris Komünü (Fransızca: La Commune de Paris) Paris’te 18 Mart’tan (resmi olarak 26 Mart) 28 Mayıs 1871’e uzanan kısa sürede iktidarda olan sosyalist hükûmet.

“Be strong. Overflow with emotional and intellectual energy, and you will spread your intelligence, your love, your energy of action broadcast among others!This is what all moral teaching comes to.”
“Kuvvetli ol. Duygusal ve entelektüel enerjiyle dol ki zekanı, sevgini ve eylem gücünü diğerlerine yayacaksın.
Bütün ahlaki öğretiler buradan gelir.”

Devletin en büyük hırsız olduğu fikri üzerine şekillendirdiği yazılarından dolayı 1873 yılında tutuklanarak hapse atılan Kropotkin, hapis döneminde soylu ailesinden dolayı çok fazla baskı görmedi ve coğrafi çalışmalarına devam etme imkanı buldu. 1876 yılındaki mahkemesinden hemen önce, hastaneye gitme bahanesiyle hapisten kaçtı. Polisin aramayacağını düşünerek, Saint- Petersburg’daki en kaliteli restoranlardan birinde arkadaşları Kropotkin’e bir veda yemeği düzenledi. Bir sonraki gün bot ile İngiltere’ye kaçan Kropotkin, Rusya’ya bir daha ancak 41 yıl sonra dönebilecekti.

“Prisons are universities of crime, maintained by the state.”
“Hapishaneler, devlet tarafından işletilen suç üniversiteleridir.”

Kropotkin, İngiltere’de çok durmadı fakat orada bulunduğu süre içerisinde British Museum’da araştırmalar yaptı ve kıta buzullaşması döneminde dev buzulların Asya, Avrupa, Kuzey Amerika’ya yayıldığını kanıtlayan bir çalışma yayınladı. Kropotkin’in bu çalışması günümüzde, Kuzey Amerika’nın coğrafi tarihine dair yayınlanan ilk bilimsel makale olarak kabul edilmektedir.

1877 yılının sonuna doğru Cenevre’ye yerleşen Pyotr, İsviçre’de kendisiyle benzer geçmişe sahip bir  kadınla evlendi. Bir dönem Fransa’da anarşistlerle işbirliği yaptı ve sosyalist hareketlere destek verdi. Ardından İsviçre’deki Sosyalist Jura Federasyonu’nun “Le Revolte (Ayaklanma)” adındaki dergisinde yazılar yazmaya başladı. 1881 yılında Rusya elçisinin baskısı sebebiyle İsviçre’den kovuldu ve Fransa’ya geçti. Fransa’da 1883 yılında 52 farklı yol arkadaşıyla birlikte ayaklanmaya teşvik suçundan Fransa’da da tutuklandı. Elinde herhangi bir kanıt olmayan savcı üç anarşist arkadaşıyla birlikte Kropotkin’i, dağılmış olmasına rağmen yasadışı örgüt olarak sayılan Sosyalist Enternasyonal’e (Görsel 3) üye olmakla suçladı ve beş yıl hapis cezasına çarptırdı. Rusya’da olduğu gibi Fransa’daki hapis yıllarında da soylu geçmişi nedeniyle birçok ayrıcalık gören Kropotkin, mahkumlara coğrafya, geometri, fizik, yabancı dil dersleri verdi ve bunun yanında “The Nineteenth Century and After (19. yy ve sonrası) , La Revue Socialiste (Sosyalist Dergi)” ve “Géographie Universelle (Evrensel Coğrafya)” gibi dergi ile ansiklopedilere Rusya ile ilgili siyasi ve coğrafi yazılar yazdı. Henüz cezasının üçüncü yılında, Fransa cumhurbaşkanı kamuoyu baskısına dayanamadı ve Kropotkin’i özel yetkisini kullanarak serbest bıraktı.

Aynı sene içerisinde, Pyotr’u ünlü anarşist figürler Henry Albert Seymour ve Charlotte Wilson İngiltere’ye çağırdı. Teklifi kabul eden Kropotkin hayatının 30 yılını harcayacağı İngiltere’ye ikinci kere yerleşmiş oldu. Bu üçlü, ilk iş olarak Seymour’un “The Anarchist” (Anarşist) isimli kitabını birlikte yazdılar. Devamında Wilson ile Kropotkin, liberal anarşist Seymour ile fikir ayrılıkları yaşadı ve kendi gazeteleri olan Freedom Press’i kurdu. Bu anarşist gazete günümüzde de yayın hayatına devam etmektedir. (https://freedompress.org.uk/)

“Don’t compete! – competition is always injurious to the species, and you have plenty of resources to avoid it!”
“Rekabet etme! Rekabet tüm türler için yaralayıcıdır ve bundan kaçınmak için çok imkanın var.”

 1886 senesi bitmeden karısı Tifüs nedeniyle oldukça ağır hastalanan ve onun iyileşmesinden sonra ise siyasi suçlamalarla Sibirya’ya sürgün edilen kardeşi Alexander’ın intihar haberi Pyotr için yıkıcı oldu.

Alexander’ın eşi, bu trajediden kendini toparlayana kadar onunla kalmak için Kropotkin’in yanına geldi. Bunu izleyen birkaç yıl boyunca, Pyotr gücünün ve zamanının el verdiği ölçüde, İngiltere’de coğrafya ve siyaset alanında pek çok yerde dersler verdi. Bu dönemde birçok sosyalist yayın için düzenli yazılar yazmasının yanı sıra “The Conquest of Bread (Ekmeğin Fethi)” , “The Great French Revolution, 1789-1793 (Büyük Fransız Devrimi)” ve “Fields, Factories and Workshops (Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler)” gibi kitaplar üzerinde de çalışmalarına devam etti.

“Variety is life; uniformity is death”
“Çeşitlilik hayattır, tekdüzelik ölüm.”

Savaş ve Devrim

1901 ve 1909 yılları arasında daha çok Rusça yazılar yazan Kropotkin, anarşist-komünizm teorisini geliştirmeye çalıştı. 1909 yılında İsviçre’ye geri dönerek Lena altın madenlerindeki 270 işçinin katledilmesi olayını gündeme taşımaya çalıştığı dönemlerde başlayan 1. Dünya Savaşı sırasında, Alman Emperyalizmine karşı devletler arası ittifakı destekleyen bir tavır aldı. 1917 yılındaki Bolşevik Devrimiyle Kropotkin evine geri dönme şansı buldu. O dönem teklif edilen eğitim bakanı olma önerisini, bunun anarşizm ilkeleriyle bağdaşmayacağını düşünerek reddetti. 1920 yılında, sağlığı o derece bozulmuştu ki artık arkadaşlarıyla konuşmakta bile güçlük çekmekteydi. Birçok kimse iklimi daha ılıman olan bir yere gitmesi için ona Rusya’dan ayrılmasını öneriyordu ama Pyotr olduğu yerden oldukça memnundu.

1921’deki Kronstadt Ayaklanması (Görsel 4) sonrasında Sovyet Rusya’da Anarşizm yasaklandı. Fakat dönemin Sovyet liderleri Prens Kropotkin’in üstüne fazla gidemedi. 8 Şubat 1921’de Pyotr Kropotkin hayata gözlerini yumdu.

Görsel 4: Kızıl Ordu birlikleri Kronstadt’ta. Kronstadt ayaklanması, Sovyet denizcilerinin ve askerlerinin Stepan Petriçenko önderliğinde Bolşevik iktidarına karşı başkaldırısıdır. Mart 1921’de başlayan ayaklanma başarısız olacak ve kanlı bir şekilde bastırılacaktır. İsyan, Finlandiya Körfezindeki Rus Baltık Deniz Filosu’nun üssü olan Kronstadt’ta patlak vermiştir. Lenin’in kişisel izniyle hapisteki anarşistlere bir günlük izin verildi ve Kropotkin’e büyük bir cenaze töreni düzenledi. Bu tören, anarşistlerin kitlesel olarak Rus topraklarında son bir araya gelişi oldu.

Sonuç

Günümüzde çoğunlukla marjinal görünüşlü gençlere takılan bir lakap olan “anarşist”liğin en önemli temsilcilerinden biri olan Kropotkin, insanlara bu ideolojinin şiddetle var olma zorunluluğu olmadığını gösterilmesinde büyük rol oynamıştır. Aristokrat bir sınıfta büyümesine rağmen, hayat ilkelerinden birini serflere yardım etme oluşu ve buna çare olarak devletsiz bir düzen hayali, onun bir dönem, uğradığı her ülkeden sürülmesine sebep olmuştur. Buna rağmen yazdığı kitap ve makalelerle halkların kafasındaki anarşist portresini kendi kuramı çerçevesine uygun bir haliyle çizmeye çalışmıştır.

Görsel 5: Pyotr Kropotkin

Kaynakça:

Slatter, John. “Kropotkin, Pyotr Alexeyevich.” Encyclopedia of Russian History. 2004. Peter Marshall (2009). Demanding the Impossible: A History of Anarchism. PM Press.

Woodcock, George & Avakumovi?, Ivan (1990). Peter Kropotkin: From Prince to Rebel. Black Rose Books.

Celal Şengör, 10 Şubat 2016 Teke Tek Özel programı https://www.britannica.com/biography/Peter-Alekseyevich-Kropotkin

Pitzer Collage, Chronology of Peter Kropotkin’s Life

Richard Appignanesi, Oscar Zarate, Lenin For Beginners, Icon Books 1994

 

[1] Koç Okulu 12. Sınıf Öğrencisi

Danışman Öğretmen: Engin KAHYAOĞLU – Koç Okulu Coğrafya Öğretmeni

Hatay’daki Yangınlar Hakkında


HATAY’DAKİ YANGINLAR HAKKINDA DEĞERLENDİRME

Ömer GÜNER [1]

  1. Giriş

Kelime anlamı ‘zarara uğratan büyük ateş’ olan yangın, doğa ve insan kaynaklı nedenlerle meydana gelir. Doğa kaynaklı yangınlara genellikle yıldırım düşmeleri ve kuru-sıcak hava şartları imkân verir. İnsan kaynaklı yangınların nedenleri ise çok çeşitlidir. Günümüzdeki orman yangınlarının %90’dan fazlası insanın doğrudan veya dolaylı katkısıyla ortaya çıkar.

Türkiye Akdeniz İklim Bölgesinde bulunmasından ötürü doğa kökenli yangınların çoğu sıcak ve kurak yaz aylarında gerçekleşir. Yangınlar bölgesel bazda Ege ve Akdeniz’de yoğunlaşır. Bu bölgelerde iğne yapraklı ağaçların tutuşmaya yatkınlıkları da yangın olasılığını arttırmaktadır. Buna rağmen ülkemizdeki yangınların oluşma sebebi göz önüne alındığında %96’sı dolaylı ve doğrudan insan kaynaklıdır (Url-1). Yangınlara neden olan hataları sıralarsak; kontrolden çıkan anız yangınları, orman açmak için çıkarılan yangınlar, elektrik hatlarından kaynaklanan tutuşmalar ve piknik ateşlerinin kontrolsüz bırakılmasıdır. Tabi bu nedenlere başka örnekler de eklenebilir.

İnsan kaynaklı yangınları bilinçli ve bilinçdışı olarak ayırabiliriz. Dağda veya kırda yaktığımız piknik ateşini iyi söndürmemekten kaynaklanan yangınlar bilinçdışı yangınlara örnek olabilir. Keza yine kontrolden çıkan anız yangınları da. Zira bu yangınlarda kişi, daha büyük bir alan yakma derdinde değildir. Yangın, kontrolü dışında veya haberi olmadan gerçekleşmiştir. İnsan kaynaklı yangınların bilinçli/kasıtlı olanları da vardır. Bu yangınlar kişiler arası anlaşmazlık, terör, imara açma, eğlence gibi nedenlerle (!) çıkartılır. İnsanın akıl dışılığı, vicdansızlığı olarak görülmesi gereken bu yangınlar, diğer yangınlarla bir tutulmayıp ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

Geçtiğimiz eylül ve ekim aylarında Hatay İlinin muhtelif yerlerinde çıkan büyük yangınlar yerel ve ulusal basında ciddi yer bulmuştu. İlk bulgular yangınların kasıtlı olarak başlatıldığını ve terör kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Yangın anına ve sonrasına ait fotoğraflar, videolar sosyal medya ortamlarında paylaşılmış, halk tarafından hayret, üzüntü ve tepki ile karşılanmıştı.

Fotoğraf 1. Yaylacık Bölgesinde Dağlık Alandaki Orman Arazisinin Yanması (Url-2)

Bu yazıda Hatay ilinde terör kaynaklı çıkarılan yangınların büyüklüğü ile yakılan arazinin niteliği hakkında değerlendirme yapılacaktır. Yangın ile yitip giden canlılara değinilecektir. Bu çıkarımlar uydu görüntülerinin farklı band kombinasyonları ve birkaç istatistik yöntemlerinin yardımıyla yapılmıştır.

  1. Hatay’daki Orman Yangınları

Hatay’da eylül ve ekim aylarında çıkartılan yangınlar iki farklı bölgede yoğunlaşmıştır. Birincisi İlin kuzeyinde; Arsuz, Belen ve İskenderun ilçe sınırları içinde gerçekleşen yangındır. Bu bölgede yayılan yangını bu çalışma kapsamında ‘Belen Bölgesi Yangını’ olarak adlandırdık. Bu bölgede çıkan yangın alansal olarak en çok Arsuz ilçesini etkilemiştir. Arsuz ilçesinin Kışla, Nergizlik ve Karahüseyinli Mahallelerinde yangın daha etkili olmuştur. Belen ilçesinde yangın daha çok Fatih Mahallesinde etkili olsa da İssume ve Karapelit Mahallesi sınırlarında da yanan araziler görülmüştür. İskenderun ilçesi ise yangından en az etkilenen ilçedir. İlçenin güneyindeki İsmet İnönü Mahallesi içerisinde bazı arazilerde yanan alanlar olmuştur.

Harita 1. Hatay İlinde Yangının Yoğunlaştığı Bölgeler

Yangının yoğunlaştığı ikinci bölge İlin güneyinde; Samandağ ve Antakya İlçelerinin kesiştiği yerey üzerinde gerçekleşmiştir. Bahsedilen bölgedeki yangın, bu çalışma kapsamında ‘Yaylacık Bölgesi Yangını’ olarak isimlendirilmiştir. Yangın daha çok Samandağ İlçesinin Seldiren ve Yeniköy Mahallelerinin dağlık arazilerinde yaygınlık kazanmıştır. Antakya İlçesinde ise Yaylacık ve Kisecik Mahallerinde yangın afeti görülmüştür. Yanan alanların büyüklüğü bakımından Yaylacık Bölgesindeki yangın daha büyüktür.

  1. 1. Belen Bölgesi Yangını

Daha çok Belen ve Arsuz ilçelerinin etkilendiği bu yangın, 09.10.2020 tarihinden sonra çıkmış ve hızla çevreye yayılmaya başlamıştır. Yangın aynı günün akşamına kadar ancak kontrol altına alınmıştır (Url-3). 7 Ekim 2020 ve 12 Ekim 2020 tarihlerinde Sentinel 2 uydusundan çekilen uydu görüntüleri incelenerek yanan sahanın büyüklüğü ve niteliği ortaya konmaya çalışılmıştır. Literatürde uydu görüntülerinin spektral bandları farklı kombinasyonlarda hesaplandığında yanan alanların tespiti yapılabilmektedir.

Belen Bölgesi ile Yaylacık Bölgesindeki yanan sahaları tespit etmek için Normalize Edilmiş Yanma Şiddeti (NBR) indeksi kullanılmıştır. Bu indekste, dünyadaki canlı bitki örtüsünden daha çok yansıyan yakın kızıl ötesi bandı (NIR) ile fotosentetik olmayan bitkilerin daha çok yansıma verdiği kısa dalga kızıl ötesi (SWİR) bandı kullanılır. Her iki bandın çıkarımı ile toplamının birbirine oranlanmasıyla Normalize Edilmiş Yanma Şiddeti indeksi bulunur. Yangın alanına ait, yangın öncesi ve sonrası uydu görüntülerinden hesaplanan NBR indeks haritaları birbirlerinden çıkartılarak yanan alanın büyüklüğü (DNBR) bulunur. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz araştırma sürecini Belen Bölgesindeki sahaya uyguladığımızda aşağıdaki sonuçlara ulaştık.

Harita 2. Belen Bölgesinde Yanan Arazi. Yangının Orta Eğimli Yamaçlardaki Ormanlık-Çalılık Alan ile Vadi Tabanlarında Yaygınlık Kazandığı Görülür.

Belen Bölgesi Yangınında toplam yanan alan 7,9 km2 ‘dir (UTM-N-36Z Projeksiyonuna Göre). Uydu görüntülerinin çekim tarih aralığı kısa olduğundan yanma şiddeti net olarak görülmüştür. Yanan alanın büyüklüğünü ve açıklığını göstermenin bir diğer yolu da uydu görüntüsünün bandlarını vejetasyon görünümü sunacak şekilde kombine etmektir.

      Şekil 1: Belen Bölgesinin Yangından Önceki ve Sonraki Halini Gösteren Yalancı Renk Uydu Görüntüleri

Yalancı renk uydu görüntüsü, kırmızıdan siyaha giden renk paleti içinde bize arazi üzerindeki bitkisel yaşamın belirtisini verir. Kırmızı renk bitki örtüsünü gösterirken, beyaz renk şehir yaşamını, madencilik alanlarını belirtir.  Belen Bölgesinin yangın öncesi ve sonrası uydu görüntülerini incelediğimizde, yangın bölgesinde kırmızı rengin nasıl koyu yeşil-siyaha dönüştüğünü görebiliriz. Bu renk değişimi bölgedeki yaşayan bitki örtüsünün kül olduğunu bize açıkça göstermektedir.

Yangın afeti kadar yanan arazi parçasının kıymeti/değeri de yangının olumsuz etkisini belirler. İnsan yerleşiminden uzak yangınlar çoğunlukla daha az ekonomik külfet ortaya çıkarır. Lakin yerleşim birimlerine yaklaşan yangınlar ekonomik olarak daha ağır sonuçlar ortaya koyabilir. Belen bölgesindeki yangının hangi arazi üniteleri üzerinde hasar bıraktığını açıklayabilmek için Avrupa Uzay Ajansı bünyesinde geliştirilen Avrupa Arazi Örtüsü (Corine) verisi kullanılmıştır. 2018 yılında üretilen arazi örtüsü verisi Belen Bölgesi sınırları dikkate alınarak yanan alan ile ilişkilendirilmiştir.

Harita 3. Belen Bölgesinde Yanan Alanların Arazi Kullanımındaki Payı (ETRS_1989_LAEA Projeksiyonuna Göre)

Yanan alan sınırları içerisinde en fazla yıkıma uğrayan arazi sınıfı Çam Ormanlarıdır. Toplamda 382 hektar çam ormanının kül olduğunu görüyoruz. Ağaç Yetiştirme Sahasında 251,3 hektar alan yanarak, ikinci en yüksek hasarın görüldüğü arazi sınıfı olmuştur. Hasar gören diğer arazi sınıfları sırasıyla; Tarla-Doğal Alan Kesişme Sahaları (231,5 Ha), Orman Çalı Geçiş Formasyonu (75,6 Ha), Süreksiz Kentsel Doku (70,2), Ulaşım (22,7 Ha) ve Endüstriyel ve Ticari Üniteler (4,3 Ha)’dir. Belen bölgesindeki yangının yerleşme birimlerini, ulaşım güzergahlarını ve sanayi kuruluşlarını etkilemesi yangının ekonomik külfetini arttırmıştır. Yaylacık bölgesindeki yangında tarla sınırlarına kadar gelen yangın burada evlere kadar gelmiştir. Arsuz İlçe merkezine yakın köylerdeki meskenler yangının etkili olduğu süreksiz kentsel dokuyu belirtmektedir. Çam ormanları dışında yanan yaklaşık 482,8 hektarlık arazinin, tarla-bahçe arazisi ve bir kısmı da ağaçlandırma sahası olması yöre halkını daha çok zarara uğratmış olmalıdır. Zira bu araziler vatandaşın özel mülkü durumundadır ve yangının getirdiği ekonomik yük maalesef doğrudan vatandaşı etkilemektedir.

  1. 2. Yaylacık Bölgesi Yangını

Samandağ İlçesinin Seldiren ve Yeniköy Mahallelerinde daha çok etkili olan yangın, Antakya İlçesine bağlı Yaylacık Köyündeki meskenlere kadar yaklaşmıştır. Dağlık sahadaki çam ormanlarının kasıtlı olarak yakıldığı bu yangında 26,6 km2’lik devasa alan küle dönmüştür. Bölgede yangının başladığı tarih 5 Eylül 2020 olarak basında geçmektedir (Url-4). Bölgedeki yangının etkilerini tespit etmek için Sentinel 2 uydusunun 28.08.2020 ve 12.09.2020 tarihlerinde çektiği uydu görüntüleri kullanılmıştır. Yanan alanın Normalize Edilmiş Yanma Şiddeti (NBR) indeksi bulunduktan sonra, yangın öncesi ve sonrası NBR değerleri birbirinden çıkartılarak yanan alan (DNBR) hesaplanmıştır. Yapılan hesaplamada Yaylacık Bölgesinde toplamda 26,6 km2’lik yereyin küle döndüğü bulunmuştur (UTM-N-36Z Projeksiyonuna Göre).

Harita 4: Yaylacık Bölgesinde Yanan Arazi. Yangının Dağlık Sahada Çam Ormanlarını Yok Ettiği Dikkati Çeker.

Yangının yok ediciliğini açıkça gösterebilmek için yangın öncesi ve sonrası yalancı renk uydu görüntüsüne bakmak gerekmektedir. Yangın öncesinde dağlık sahada bitki örtüsü canlılığından ötürü kırmızı rengin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. 

Şekil 2: Yaylacık Bölgesinin Yangından Önce ve Sonraki Halini Gösteren Yalancı Renk Uydu Görüntüleri

Kırmızı rengi değişen sahanın oldukça büyük olması yanan alanın büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Yanan bitki örtüsü dışında, yangın alanının güneybatısındaki Büyük Karaçay Barajının su yüzey alanı değişimi de dikkat çekmektedir. Yangının söndürülmesi için gerekli bir kısım suyun buradan karşılandığı sonucu çıkmaktadır.

Yaylacık bölgesindeki yangının arazi birimleri üzerindeki etki dağılımı yine Corine 2018 verileri kullanılarak belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlar, Yaylacık Bölgesinde yangın afetinden en fazla etkilenen arazi sınıfının Çam Ormanları olduğunu göstermiştir. 1367,6 hektar çam ormanı bu yangında küle dönmüştür.

Harita 5. Yaylacık Bölgesinde Yanan Alanların Arazi Kullanımındaki Payı (ETRS_1989_LAEA Projeksiyonuna Göre)

Yangından en fazla etkilenen ikinci arazi sınıfı ise Karışık Orman Örtüsüdür. 1163,9 hektar karışık orman arazisi küle dönmüştür. Yangından etkilenen diğer arazi sınıfları sırasıyla; Orman-Çalı Geçiş Formasyonu (305,5 Ha), Tarım-Doğal Arazi Geçiş Sahaları (31,9 Ha) ve Ağaç Yetiştirme Sahaları (12,6 Ha)’ dır.  Yaylacık bölgesindeki yangın daha çok insanların özel mülkü olmayan ormanlık alanda gerçekleşmiştir. Bu, yangının vatandaş üzerindeki ekonomik yükünü azaltsa da yanan ormanlık-çalılık örtü tüm ülkenin dolaylı yoldan zararına neden olmuştur. Genelleme yapmak gerekirse toplamda 2833 hektar orman-maki örtüsü küle dönmüştür.

  1. Sonuç

Hatay ilinin Belen ve Yaylacık Bölgesinde 2020 yılının eylül ve ekim aylarında gerçekleşen yangın olayının doğal ve beşerî birçok etkisi olmuştur. Her iki yangında toplamda 34,5 km2 alan maalesef küle dönmüştür. Yanan arazi Salda Gölünün alanına yakın değerdedir. Yangın özellikle Belen Bölgesinde vatandaşlara doğrudan zarar vermiştir. Birçok ev ve iş yeri yangından etkilenmiştir. Yerel itfaiye birlikleri yangını söndürmek için harcadıkları zaman, emek ve kaynak, yangının olumsuz ekonomik etkisinin bir diğer sonucudur. Ayrıca tarım alanlarına da sıçrayan yangın mahsulleri de yakmıştır.

Yaylacık Bölgesinde yangını söndürmek için bir miktar su Büyük Karaçay Barajından karşılanmış ve barajın su rezervuarını azaltmıştır. Bu durum Antakya ilçesinin hem içme hem de tarım su ihtiyacının karşılanmasında eksilmeye neden olmuştur. Yanan ormanlık alandaki orman bölge müdürlüğünün yangın yolları, yangının kontrol altına alınmasında ve söndürülmesinde ciddi katkıları olduğu da ayrıca görülmüştür. Yaylacık bölgesinin kuzeybatısındaki yanan ile yanmayan arazinin bir çizgi şeklinde ayrılması, orada sırt üzerinde bulunan yangın yolu ile alakalıdır. Kasıtlı olarak çıkarılan bu yangında hep insanın olumsuz etkilenmesinden bahsettik. Yangının doğal ortamdaki canlılar için de çok can acıtıcı sonuçları olmuştur.

Fotoğraf 2. Belen Bölgesi Yangın Sahasında Telef Olan Kaplumbağa (Emin Yoğurtçuoğlu, Instagram)

Yangınlar da yanan büyük arazi parçası içinde nice hayvan yuvaları, kaplumbağalar, kurbağalar, sincaplar canlı canlı telef olmuştur. Bunlar dışında binlerce böcek türü yok edilmiştir. Hatay ilinde terör kaynaklı çıkarıldığı düşünülen bu yangınlar yöre insanını, yerel yönetimi ve doğal hayattaki canlıları derinden etkilemiş, maddi ve manevi zararlara sebebiyet vermiştir. Ülkemizde bir daha böyle yangınların görülmemesi dileğiyle…


Kaynakça:

Url-1: https://app.trdizin.gov.tr/publication/paper/detail/TkRnNE5UTXo=

Url-2: https://galeri7.uludagsozluk.com/273/hatay-yaniyor_480760.jpg

Url-3: https://www.evrensel.net/haber/416100/hatayda-cikan-orman-yangini-kontrol-altina-alindi

Url-4: https://www.sabah.com.tr/hatay/2020/09/06/hatayda-yeniden-alevlenen-orman-yangini-suruyor

Sentinel 2 Uydu Görüntüleri: https://scihub.copernicus.eu/dhus/

Google Earth Pro, HGM Küre, ArcMap.

 

[1] Coğrafya Öğretmeni – Samsun Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi

Öğretmenliğin Dünü Bugünü Yarını

 

ÖĞRETMENLİĞİN DÜNÜ BUGÜNÜ YARINI…

Murat ÇOKSEYREK [1]

Öğrenme ve öğretme eylemi nerdeyse insanlık tarihi kadar eski bir eylem olup, bilen kişinin bilmeyenlere bilgi ve beceri aktarması toplumsal ilerlemenin önemli bir aracı olmuştur. İlkçağ medeniyetlerinden, Çin ve Hint Medeniyetlerine, Antik Yunan’dan Roma İmparatorluğuna  öğretmenlik ve öğretme eylemi önemsenmiştir.  İslam dininde ve diğer tüm inançlarda   öğretme  ve öğrenme adeta kutsanmıştır.

DÜN:

Selçuklu ve Osmanlı Devleti zamanında öğretmenlik,  din adamlığı ve hocalık ile iç içe bir meslek olarak görülmekteydi. Çoğunlukla medreselerde dini bilgilerin öğretilmesiyle süregelen öğretmenlik mesleğinin dini yanı daha ağırlıktaydı.

Osmanlı döneminde ilk kez Fatih Sultan Mehmet öğretmenlik mesleğini dinsel ağırlıklı olmaktan kurtarıp  pozitif  bilimlerin ağırlığının olduğu bir mesleğe dönüştürmek istese de, bu atılım  Fatihten sonra devam edememiştir.

Osmanlı Devletinde öğretmenliğin ayrı ve kendine özgü bir meslek olarak düşünülmesi Sultan Abdülmecit döneminde 16 Mart 1848’de  -anlamlı bir rastlantı olarak- İstanbul’un “Fatih” semtinde  Darülmualimin adı altında Erkek Öğretmen Okulu’nun açılmasıyla başlamıştır.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte toplumsal aydınlanma projesi içerisinde öğretmenliğin meslek olmanın ötesine geçen çok önemli bir toplumsal görev ve sorumluluk bilinci taşıdığı görülmektedir. Cumhuriyet devriminin kazanımlarını, Anadolu’nun en ücra köşesine   taşıyıp benimsetecek yegane meslek grubunun öğretmenlik olduğu gerçeğinden hareketle   öğretmenlik mesleğine büyük önem verilmiştir. Cumhuriyetin korunması ve savunulmasında, Atatürk Devrimlerinin yaygınlaştırılmasında Öğretmenlere büyük bir görev yüklenmiş, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk de, Muallimler Kongresinde  öğretmenlere seslenerek “Yeni Nesil Sizlerin Eseri Olacaktır” sözleriyle Cumhuriyeti koruyacak nesilleri  öğretmenlerin yetiştireceğini belirtmiştir.

 Cumhuriyet döneminde öğretmen yetiştirmek amacıyla pek çok öğretmen okulu, eğitim enstitüleri, köy enstitüleri, yüksek öğretmen okulları ve son olarak da eğitim fakülteleri açılmıştır.

Bu okullardan en başarılı olanı kurulduğu dönemin şartları düşünüldüğünde şüphesiz köy enstitüleri olmuştur. UNESCO gelişmekte olan ülkelere köy enstitüleri eğitim modelini tavsiye etmiştir.

Köy enstitülerinde, dünya klasiklerini okuyan öğretmen adayları; katılımcı ve  demokratik  bir katılımla okullarının  yönetimin söz sahibi olmalarının yanı sıra eleştirel- sorgulayıcı düşünce temelinde çok yönlü bilimsel temellere dayanan bir eğitim almışlardır.

Köy enstitülerinin başarı hikayesinin yaktığı meşale Anadolu’yu  aydınlatmıştır. Enstitülerde yetişen öğretmen adayları, görev yapacakları köylerde köylünün kendilerine ihtiyaç duyacağı her alanda yetkinlik kazanarak köy enstitülerinden  mezun olmuşlardır.

 Köye giden öğretmen,  yerine göre bir veteriner, doktor, ziraat mühendisi olarak köylünün yanında olmuş, öğretmenlik rolünün yanı sıra  o dönemin şartlarında köye ulaşamayan meslek gruplarının da görevlerini üstlenmeye çalışarak  ve bu konuda başarılı çalışmalara  imza atarak köylerde öğretmenin  toplumsal saygınlığını  arttırmıştır. 

2018 yılı verilerine göre Türkiye Nüfusunun artık %92’si kentlerde sadece %8’i köylerde yaşamaktadır.  Kırsal alanda ihtiyaç duyulan  veterinere,  ziraatçiye,  doktora ulaşmak eskisi gibi zor olmadığı gibi mesleki branşlaşma her alanda yaygınlaşmış ve erişim daha kolay ve ulaşılabilir hale gelmiştir.  Bu nedenle günümüz şartlarında   öğretmeni   bu  alanlarda donanım sahibi yapmanın pek bir anlamı kalmamıştır.  Fakat köy enstitülerinin  evrensel değerleri  olan demokratik katılımcı, eleştirel  sorgulayan    bilimsel eğitim anlayışı hem bugün hem de gelecekte eğitimin vazgeçilmez ilkeleri arasında var olacaktır.

BUGÜN:

Geçmişte bilgiye ulaşmanın yolu sadece ansiklopediler ve öğretmenler iken günümüzde her öğrencinin  evine bilgisayar, cebine de akıllı telefonlar girmiştir. Öğrenci bilgiye her an ulaşabilir durumdadır. İhtiyaç duyduğu bilgiyi öğretmenden önce akıllı telefonuna sormakta, merak ettiği, öğrenmek istediği konuya çok kolay bir şekilde erişebilmektedir. Teknoloji geliştiği ölçüde öğretmene duyulan ihtiyaç azalmış gibi görülse de aslında öğretmenin değişen rolünün de farkına varılması gereklidir. 

Öğretmen yetiştiren kurumların  öğretmen adaylarını,  öğrencileri 21. yüzyıl becerilerine hazırlayacak değişimin uygulayıcısı olarak yetiştirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2000’li yıllardan sonraki yeni öğretim anlayışında, öğretmen merkezli yapıdan, öğrenciyi sınıf içinde merkeze alan ve aktif tutan bir anlayışa yöneldiği  görülmektedir.

Bu anlayışa göre öğretmen, yine öğretimin vazgeçilmez bir öğesi olmakla birlikte, daha çok sınıf içi çalışmaları düzenleyen konumda olması beklenmektedir.

Merkezi sınavların varlığı, öğrencilerin   bu sınavlara  yoğun bir şekilde  hazırlanmalarına neden olmakta, öğrenci merkezli sınıf içi etkinliklerin uygulanmasını zorlaştırmakta,  öğrencilerin  test odaklı bir eğitime yönelim göstermelerine neden olmaktadır.

Sınavdaki başarılarına göre daha nitelikli üniversitelere yerleşen  ve iş bulma ihtimali daha yüksek meslekleri kazanan öğrencilerin  öğrenim gördüğü okullar daha çok tercih edilmekte, toplum nezdinde  en iyi okullar “Öğrencileri sınava en iyi hazırlayan okullar”  olmaktadır.

Sınav başarısı, özel eğitim kurumları için, daha fazla sayıda “müşteri” anlamına gelirken, devlet okullarında,   ebeveynlerin  çocuklarını vermek için yarıştığı öğretmenler  yaratmaktadır. Öğretmenler de kendilerini test tekniklerini daha iyi bilen, bu konuda öğrenciyi   en iyi şekilde   yetiştiren öğretmen  olarak   yetiştirmeye yönelmektedir.  Kısaca öğretmen toplumsal değişim  ve dönüşümün  uygulayıcısı  rolünden giderek  uzaklaşmaktadır.

YARIN:

Bilginin ve  bilgiye  erişmenin hızla değiştiği bir çağdayız. Öğrencilerimizi dünya ile rekabet edebilecek düzeyde yetiştirmenin anahtarı öncelikle evrensel değerleri özümsemiş, bilimsel bilgiyi temel alan, değişime ayak uydurabilecek, katma değeri yüksek beceriler kazanmış bireyler olarak yetiştirmekten  geçiyor.  Çünkü eğitim hayatına başlayan ve devam eden öğrencilerin bir çoğu mezun olduklarında bugün var olmayan meslekleri yapacaklardır.

Dünya  Ekonomik ve İşbirliği Teşkilatı olan OECD verilerine göre OECD üye ülkeleri arasında en genç öğretmen nüfusuna sahip 2. ülkeyiz.  Genç öğretmen demek;  Değişime hızla uyum sağlayabilen, eğitimde yenilikçi uygulamaları benimseyip  bunları eğitim ortamlarına taşıyabilecek öğretmenler demektir. Türkiye, sahip olduğu genç öğretmen kadrosunu, güdüleyebilir ve doğru yönlendirebilirse  eğitimde yeni başarı hikayeleri yazmak mümkün olacaktır.

Yarının öğretmenleri;  21. Yüzyıl eğitim becerilerinin (Dijital, ekoloji ve sosyal medya okuryazarlığı, yaratıcılık ve yenilenme, eleştirel düşünme ve problem çözme, beceri geliştirme …. ) farkında ve bu becerilerin uygulayıcıları olmak durumundadır.

Yarının   öğretmenleri;   evrensel değerleri benimsemiş, 21. Yüzyıl eğitim becerilerinin uygulayıcısı, reformcu eğitmenler olmak zorundadırlar ancak bu şekilde temelleri sağlam atılan  milli bir eğitim modeli inşa edebiliriz.

21. YÜZYIL BECERİLERİ

Yaratıcılık ve Yenilenme

  • Çalışma hayatında orijinalite ve yaratıcılık sergilemek
  • Diğerlerinin işine yarayacak yeni fikirler geliştirmek, uygulamak ve anlatmak
  • Yeni ve farklı bakış açılarına açık ve uyumlu olmak
  • Yeniliğin geliştiği alanlarda yaratıcı fikirlerimle somut ve yararlı yardımlarda bulunurum

Eleştirel Düşünme ve Problem Çözme

  • Anlamaya yönelik doğru akıl yürütmek
  • Karmaşık seçimler yapmak ve kararlar vermek
  • Sistemler arası ilişkileri anlamak
  • Farklı bakış açılarını netleştirmeye ve daha etkili çözümler üretmeye yönelik sorular belirlemek ve sormak
  • Problem çözmek ve soruları yanıtlamak üzere bilgiyi sınırlandırmak, çözümlemek ve birleştirmek

İletişim ve İşbirliği

  • Konuşurken ve yazarken düşünceleri ve fikirleri açık ve etkili bir şekilde birleştirip kullanmak
  • Farklı takımlarda etkin çalışabilme becerisi göstermek
  • Ortak bir amaca ulaşabilmek için gerekli çabayı gösterecek şekilde esnek ve istekli olmak
  • İşbirliğine dayalı çalışmalar için sorumluluğu paylaşmak

Bilgi, Medya ve Teknoloji Becerileri

Bilgi Okur-yazarlığı

  • Problemlerin çözümüne yönelik olarak; bilgiye yeterli ve etkili düzeyde ulaşmak, bilgiyi eleştirel ve yeterli düzeyde değerlendirmek, doğru ve yaratıcı bir şekilde kullanmak
  • Bilginin erişimine ve kullanımına yönelik olarak etik ve yasal konularda temel bir anlayışa sahip olmak

Medya Okur-yazarlığı

  • Medyadaki iletilerin hangi amaçlara yönelik ve hangi araçları, özellikleri ve yenilikleri kullanarak nasıl yapılandırıldığını anlamak
  • İnsanların iletileri nasıl farklı yorumladığını, değer yargılarının ve bakış açılarının nasıl işe koşulup koşulmadığını, medyanın inanç ve davranışları nasıl etkilediğini gözlemek
  • Bilginin erişimine ve kullanımına yönelik olarak etik ve yasal konularda temel bir anlayışa sahip olmak

Bilgi ve İletişim Teknolojileri (ICT) Okur-yazarlığı

  • Bilginin ekonomik kullanımına yönelik olarak, bilgiye erişmek, yönetmek, bütünleştirmek, değerlendirmek ve yaratmak üzere dijital teknolojileri, iletişim araçlarını ve/veya ağları uygun kullanmak
  • Bilgiyi araştırmak, düzenlemek, değerlendirmek ve paylaşmak üzere teknolojiyi araç olarak kullanmak, ve bilginin erişimine ve kullanımına yönelik olarak etik ve yasal konularda temel bir anlayışa sahip olmak

Yaşam ve Meslek Becerileri

Esneklik ve Uyum

  • Farklı rol ve sorumluluklara uyum sağlamak
  • Karmaşık ve önceliklerin değiştiği ortamlarda etkin olarak çalışmak

Girişimcilik ve Öz-Yönelim

  • Kendi anlayışını ve öğrenme gereksinimlerini gözlemlemek
  • Uzmanlaşmak üzere temel becerilerin ve/veya öğretim programının sınırlarını aşarak kendi öğrenme sınırlarını ve fırsatlarını keşfetmek, genişletmek
  • Becerilerini profesyonel düzeye yükseltmek üzere girişiminde bulunmak
  • Başkalarının gözetimi olmaksızın görevleri tanımlamak, öncelik sırasına koymak ve tamamlamak
  • Zamanı etkili kullanmak ve iş yükünü idare etmek
  • Öğrenmenin yaşam boyu bir süreç olduğuna ilişkin kararlı davranışlar sergilemek

Sosyal ve Kültürlerarası Beceriler

  • Diğerleriyle uygun ve üretken bir şekilde çalışmak
  • Uygun olduğunda grupların ortak anlayışını ayarlamak
  • Yenilikleri arttırmak ve iş kalitesini yükseltmek üzere kültürel farklılıklar arasındaki boşlukları doldurmak ve farklı bakış açılarını kullanmak

Üretkenlik ve Sorumluluk

  • İşin zamanında ve kaliteli yapılabilmesi için yüksek standart ve hedefler belirlemek ve bunlara ulaşmak
  • Titiz ve olumlu iş etiği sergilemek (örneğin, işe zamanında gelmek ve güvenilir olmak)

Liderlik ve Sorumluluk

  • Diğerlerini belirli bir hedefe yönelik etkilemek ve yönlendirmek üzere bireylerarası ve problem çözme becerileri kullanmak
  • Ortak bir hedefe ulaşmak üzere diğerlerinin güçlerini düzenlemek
  • Dürüst ve etik davranışlar sergilemek
  • Zihninde toplum yararını düşünerek sorumlu davranmak

Kaynak: Partnership for 21st Century Skills (www.21stcenturyskills.org)

[1] Çukurova Toroslar Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Küresel Isınma ve Fast Food


KÜRESEL ISINMA VE FAST FOOD ARASINDAKİ ETKİLEŞİM

Murat BAŞ [1]

Dünyanın enerji kaynağı olan güneşten gelen ışınların %51’i yeryüzüne direkt ulaşır. Bu enerji yere yakın atmosferi ısıtmakla birlikte buharlaşma ve fotosentez olayının gerçekleşmesini sağlar. Geriye kalan %49’luk kısmın %30’u yeryüzü, bulutlar ve atmosfer tarafından yansıtılırken %19’u ise atmosferik gazlar, partiküller ve bulutlar tarafından emilir.

Şekil 1. Güneşten gelen ışınların dağılımı (https://www.mgm.gov.tr/)

SERA ETKİSİ

Sera etkisi; yeryüzünün ve atmosferin ısınması sonucunda doğal olarak oluşan, dünyadaki ısının uzaya kaçmasını engelleyen, gezegenimizde yaşamı sağlayan bir işlemdir. Sera etkisi olmasaydı yeryüzünün sıcaklık ortalaması -20’ye yakın olurdu. Sera etkisine neden olan gazların bir kısmı kendi kendine oluşurken bir kısmı da insanlar tarafından üretilmektedir. Atmosferin bileşiminde bulunan gazlardan Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Su Buharı ve Ozon (O3) gibi gazlar sera etkisine neden olurken küresel ısınmaya neden olan altı tane sera gazı vardır. Bunların içinde en fazla olanı Karbondioksit (CO2) gazıdır ve diğerleri büyüklük sırasına göre Metan (CH4), Azotoksit (N20), Hidroflorokarbon (HFC), Perflorokarbon (PFC) ve KükürtHekzaFlorid (SF6) olarak sıralanabilir.

Şekil 2. Sera Etkisi (https://earthhow.com/greenhouse-effect/)

Şekil 3. Küresel ısınmaya neden olan sera gazları (https://www.mgm.gov.tr/)

Küresel ısınmaya neden olan birçok etken vardır ve bunlardan biri sera gazlarıdır. Son dönemlerde metan oranındaki değişimde küresel ısınma sürecini hızlandırmıştır. Sanayi Devrimiyle başlayan hızlı değişim sürecinde, artan nüfus miktarına bağlı olarak insanların enerji ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılan üretimdeki fazlalık, atmosfere salınan sera gazların miktarlarında da önemli artışlara neden olmuştur. İklim değişikliği açısından atmosferdeki sera gazı miktarı hesaplanırken karbondioksit eşdeğeri olarak ppm (milyonda bir parçacık birimi) esas alınır.  En önemli sera gazı olan Karbondioksitin atmosferdeki birikimi sanayi öncesi dönemde yaklaşık 280 ppm’den Mart 2020’de 414,46 ppm’e yükselmiştir. Sanayi öncesi dönemde yaklaşık 715 ppb (milyarda bir parçacık) olan Metan birikimi, Temmuz 2020’de 1872 ppb’e çıkmıştır. Küresel atmosferik Diazotmonoksit birikimi sanayi öncesi dönemde yaklaşık 270 ppb düzeyindeyken Temmuz 2020’de 333.1 ppb’ye çıkmıştır. Günümüzde ulaşılan bu seviyeler, küresel ısınmanın büyük bir iklim krizine dönüşmesinde etkisini her geçen gün artırmaktadır.

SERA GAZI ADI

SERA GAZLARI İÇERİSNDEKİ YAKLAŞIK BULUNMA ORANLARI

Karbondioksit (CO2)

%72

Metan (CH4)

%19

Diazotmonoksit (N2O)

%6

Florlu Gazlar

%3

Tablo 1. Kyoto Protokolü EK-A bölümünde kabul edilen sera gazları ve bulunma oranları


HAYVANCILIK KAYNAKLI SERA GAZI SALIMI

Kyoto Protokolü’nde listelenen ve sera gazlarından biri olan metan üretimine katkı sağlayan antropojenik kaynaklı aktivitelerden biri de hayvansal üretim yapan işletmelerdir. Dünya üzerinde beslenen evcil hayvan sayısı 20 milyar olarak tahmin edilmekte ve Dünya Tarım Örgütü verilerine göre bunların 1,5 milyardan fazlasını sığırlar oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun hızlı artışı ile gıda sektörünün buna paralel olarak büyümesi, geçmişten günümüze nüfusun yeterli ve dengeli beslenme isteği, birçok alanda endüstri hammaddesi olması nedeniyle hayvancılığın önemini koruması, atmosfere salınan sera gazlarının miktarlarında da artış göstermiştir.

Kesimlik hayvan sanayi atmosfere salınan Karbondioksitin %9’undan ve Metanın %37’sinden sorumludur ki bu oran, kara ve hava trafiğinin yol açtığı sera gazı emisyonundan daha yüksektir. Yapılan araştırmalar sonucunda, dünyadaki sera gazı emisyonlarının %15’ten fazlasının kaynağı hayvan yetiştiriciliği olarak gösterilmekte ve bilinenin aksine atmosferde küresel ısınmaya neden olan en etkili gaz karbondioksit değil metan gazıdır. Bir sığırın senede ortalama 112 milyon ton metan gazını atmosfere saldığını düşünürsek ortaya çok vahim sonuçlar çıkmaktadır.

Çizelge 1. Sera gazının küresel ısınma potansiyeli (Naqvi ve Sejian. 2011)

Metan birincil olarak sera gazı etkisi yaratırken, Karbondioksit etkisi ikinci derecedir. Metanın atmosferde ısı yakalama kapasitesi, Karbondioksite göre 21 kat daha fazla olup diğer gazlara göre ömrü daha kısadır (Çizelge 1) (Koyuncu ve Akgün 2018).

 

FAST FOOD (HIZLI YEMEK) SEKTÖRÜ VE HAYVANCILIK

Fast food kavramını İngilizceden Türkçeye birebir çevirdiğimiz zaman ‘çabuk yemek’ anlamına gelmektedir. Genelde önceden ısıtılmış yahut pişirilmiş malzemelerle hazırlanıp menü olarak ambalajlı bir şekilde müşteriye satılmaktadır. 1920’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan bu sektör, asıl yükselişini 2. Dünya Savaşından sonra yapmıştır. Bunun nedeni, alım gücündeki artıştan dolayı insanların yemek yeme eylemini dışarda gerçekleştirmek istemesidir. 1950’lerden sonra ise çok uluslu şirketlerin temeli atılarak yemeğin küresel bir sektöre dönüşme hikayesini yani fast food devrimini başlatmıştır. Günümüzde oluşan sosyo-ekonomik koşullar, çalışma yaşamının getirdiği kısıtlı zaman imkanları, her geçen gün giderek büyük bir alışkanlık haline gelen dışarda yemek yeme isteğinin toplumun her sınıfında yaygınlaşması ve rekabetin pazarda büyümesine bağlı olarak ilk başlarda sadece ABD’de görülen sektör, zamanla tüm dünyada franchise sistemine bağlı olarak hız kazanmış, büyük zincirlere dönüşerek sektörün gelişmesine neden olmuştur. Gıda sektörü içinde fast foodun en hızlı gelişen sektörlerden biri olmasının nedenlerini ‘’kolay, pratik, hızlı, uygun fiyatta olması ve dünyanın her yerinde aynı içerikleri sunması’’ olarak sıralayabiliriz.

Foto 1. Dünyanın en büyük fast food şirketlerinden bazıları

 

Marka

Şube Sayısı

1

Subway

44,852

2

McDonald’s

36,525

3

Starbucks

23,768

4

KFC

19,420

5

Burger King

15,000+

6

Pizza Hut

13,728

7

Dunkin’ Donuts

11,300

8

Domino’s Pizza

10,988

9

Baskin-Robbins

7300

10

Hunt Brothers Pizza

7300

Tablo 2. Dünyanın En Büyük Fast Food Restoran Zincirleri ve Şube sayıları (2017)

Fast Food sektörünün Amerika Birleşik Devletleri’nden tüm dünyaya yayılması zamanla yüksek kalite ve güvenilir gıda ürünleri bulma konusunda sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oluşan talep doğrultusunda geniş çaplı gıda üretimi başlamış, bu sebeple şirketler kendi sevk işlem merkezlerini açmak durumunda kalmışlardır. Şirketlerin sorunu çözmek adına yerel işletmelerle çalışmaya başlamaları, tüm dünyadaki yerel işletmelerde büyük etkilere yol açmıştır. Önceleri yerel üreticiyi desteklemesine rağmen günümüzde her restoranda aynı ürünü sunma isteğinin getirisi olarak şirketler tarafından talep edilen tek tip ürünler, yerel üreticiyi zor durumda bırakmıştır. Bu durum fast food zincirlerinin satın alma gücünün büyüklüğünü de ortaya çıkarmıştır. Fast food sektörüne uyum sağlamak zorunda olan hayvanların, yetiştirilme, kesilme ve işlenme süreçlerinde köklü değişimlere gidilmiş, daha kısa sürede hazır hale gelmeleri ve dönüştürülmeleri için hayvanların genetikleriyle oynanarak beslenme alışkanlıkları değiştirilmiştir. Kalitesiz yem kullanımı hayvanların hareketsiz ve pis ortamlarda büyütülmesi, atmosfere salınan sera gazı miktarlarında da önemli artışlara neden olmuştur.

Endüstriyel hayvan besiciliği her geçen gün büyümekte olan bir sektör olmakla birlikte halihazırda 20 milyar evcil hayvan ve bunun nezdinde 1,5 milyardan fazla sığırı kapsamaktadır. Nüfusun dinamik yapısı ve beslenme alışkanlıklarını düşünecek olursak hayvanlar planlı, programlı ve sayıları daha da artacak şekilde yetiştirilecektir. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde her gün yaklaşık 90 milyon insanın fast food tükettiğini göz önüne alırsak ciddi yaptırımlar uygulanmadığı takdirde ilerleyen yıllarda geri dönüşü olmayan sorunlar ortaya çıkacaktır. Son dönemlerde uluslararası bir sorun haline gelen ve sert eleştirilere maruz kalan fast food sektörüne bazı ekonomik yaptırımlar uygulanmaya başlanmış ve bu sektör için sürdürülebilir çözüm önerileri sunulmuştur.

Dünya Tarım Örgütüne göre, hayvancılık, tarımsal çıktının küresel değerinin %40’ına katkıda bulunmakta; yaklaşık 1,3 milyar insanın geçim kaynakları ile gıda ve beslenme güvenliğini desteklemektedir. Hayvan ve insan sağlığı için hayvancılık sektörü uygulamalarını sürdürülebilir, adil ve daha az risk oluşturacak şekilde iyileştirmek için geniş bir alan vardır. Doğal yetiştirilme yöntemleri göz önüne alınarak nüfusun büyük ölçüde artış göstermemesi durumunda, atmosfere saldığı gaz hiçbir zaman yüksek miktarlara ulaşamayacak bu hayvanlar, günümüzde maalesef önemli bir sorun haline getirilmiştir.


KAYNAKÇA

  1. Koyuncu, M., Akgün, H., ‘Çiftlik Hayvanları ve Küresel İklim Değişikliği Arasındaki Etkileşim’ U.Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2018, Cilt 32, Sayı 1, 151- 164.
  2. Görgülü, M., Koluman Darcan, N., Göncü, S., ‘Hayvancılık ve Küresel Isınma’ Ulusal Hayvan Besleme Kongresi (Uluslararası Katılımlı). 30 Eylül-3 Ekim 2009. ÇORLU.
  3. Şahin, G., Onurbaş Avcıoğlu, A., ‘Tarımsal Üretimde Sera Gazları ve Karbon Ayak İzi’, Tarım Makinaları Bilim Dergisi, 2016, 12(3), 157- 162.
  4. Köknaroğlu, H., Akünal, T.,’Küresel Isınmada Hayvancılığın Payı ve Zooteknist Olarak Bizim Rolümüz’, Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 5 (1):67-75, 2010
  5. Korkmaz, S., ‘Fast Food (Hızlı Yemek) Pazarında Rekabetçi Stratejilerin Etkinliği: Üniversite Gençliğinin Tercihlerinin Üniversite Gençliğinin Tercihlerinin Analizi’, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi Yıl: 2005 Sayı: 2

http://www.fleisch-macht-krank.de/…er_das_klima.htm

https://tr.euronews.com/2019/01/14/kirmizi-et-yemeyerek-kuresel-isinmayla-mucadeleye-katki-kanser-kitlik-tarim

https://www.statista.com/statistics/535930/greenhouse-gas-emissions-from-mcdonalds-globally/&prev=search&pto=aue

https://www.theguardian.com/environment/2019/jan/29/investors-urge-kfc-mcdonalds-and-burger-king-to-cut-emissions&prev=search&pto=aue

https://www.sustainability-times.com/environmental-protection/fairr-fast-food-giants-must-reduce-their-carbon-footprints/&prev=search&pto=aue

http://www.climateaction.org/news/global-investors-call-on-fast-food-companies-to-reduce-greenhouse-gas-emiss&prev=search&pto=aue

https://academic.oup.com/af/article/9/1/69/5173494&prev=search&pto=aue

https://theconversation.com/to-reduce-greenhouse-gases-from-cows-and-sheep-we-need-to-look-at-the-big-picture-56509&prev=search&pto=aue

https://www.jmo.org.tr/

https://tr.wikipedia.org/

https://beef2live.com/story-world-cattle-inventory-ranking-209-countries-fao-247-127843&prev=search&pto=aue

https://www.worldbank.org/en/topic/agriculture/brief/moving-towards-sustainability-the-livestock-sector-and-the-world-bank

https://www.dusuncemektebi.com/d/190176/fast-food-yemegin-kuresel-bir-sektore-donusum-hikayesi

https://www.dunyaatlasi.com/dunyanin-en-buyuk-fast-food-restoran-zincirleri/

[1] Uğur Okulları Bornova Kampüsü Coğrafya Öğretmeni

     gençCED Türkiye Koordinatörü

Kaya Gazı


KAYA GAZI ve DÜNYANIN ENERJİ GELECEĞİNDE YERİ

Ahmet AYDOĞMUŞ [1]

Petrol sondajı ve üretimi 19. yüzyılın ikinci yarısında başlar. Petrole dayanan insan etkinlikleri hızla artar. Günümüzde petrolsüz bir dünya düşünmek mümkün değil. Geleneksel hidrokarbon kaynaklarının tükenebilir olması ve artan enerji talebi yeni kaynaklara yönelimi gündeme getirmiştir. Geliştirilen yeni teknoloji ve ekipmanlar geleneksel olmayan kaynaklardan yararlanmayı da mümkün hale getirmiştir. Çevre duyarlılığı etkisiyle de yenilenebilir kaynaklara yönelme önem kazanmaya başlamıştır.  Kaya gazı, yeni teknolojilerle yeni bir kaynak ve karlılık yönünden doğal gazla rekabet edebilir duruma gelmiştir. Dünyanın enerji geleceğinde adını daha çok duyacağımız kaynak olmaya aday olarak görünmektedir.

Shale-Şeyl Kavramı

Şeyl, ekonomik ölçekte gaz bulunduran organik madde yönünden zengin kayaç. Kil ve silt gibi ince taneli minerallerin tortulanıp sertleşmesi sonucu oluşur. Çamur taşı (mudstone) olarak da adlandırılırsa da diğer çamur taşlarından ayırt edici özelliği katmanlı ve kırılgan yapıda oluşudur. Petrol ve gaz bu kayaçlar içinde bulunabilir.(1) Her şeyl katmanında petrol ve gaz bulunmayabilir. Genellikle siyah renkli şeyl içerisinde petrol ve gaz bulunma olasılığı yüksektir.(1) Bu terim İngilizcede tortul kayaç anlamında da kullanılmaktadır.(2)

Resim 1.  Farklı Renklerde Shale-Şeyl Örnekleri.

Kaya Gazı-Şeyl Gazı

Kimyasal yapısı itibariyle metan (CH4) içerikli bir gazdır. Geçirimsiz olanlardan ve gözenekli olmayanlardan üretim yapılamamaktadır.(2) Varlığı uzun zamanlardan beri bilinmesine rağmen gerekli teknoloji ve ekipmana sahip olunamadığı için üretim yapılamıyordu. Son zamanlarda geliştirilen yeni teknoloji ve uygun ekipman, üretimi mümkün kılmıştır.(2) Bu alanda kullanılan yeni teknolojiler elde edilen ürünler, geleneksel olmayan (unconventional) olarak adlandırılıyor. Kaya gazından başka metan hidrat, kaya petrolü, kömür gazı ve sıkı kum gazı da geleneksel olmayan enerji kaynaklarındandır.(3)

Kaya gazı, bitümlü şeyl adı verilen yapraksı ve organik madde yönünden zengin siyah renkli kayaçlardan üretilir. Kaya gazının bileşimi %95 metan (CH4), %2.5 etan (C2H6), %0.5 propan (C3H8), %2 de bütan (C4H10) ve diğer gaz türevlerinden oluşmuştur.(3)

Doğal gazın kayaçlar içinde hapsolmuş şeklidir. Tortul olan şeylin gözeneklerinde tutulmuş halde bulunur.(4)  Şeylin gaz içeriğinde organik madde yönünden zenginlik, katmandaki sıcaklık ve basınç koşulları ve gözenekli oluş etkilidir.(5)

Oluşumu

Kaya gazı, petrol, kömür ve doğal gaz gibi organik kökenli, hidrokarbonlardandır. Deniz ve göllerin tabanında biriken organik materyalin zamanla derine gömülmesi, sıcaklık ve basınç etkisi ile hidrokarbona dönüşmesiyle oluşur. Bu şekilde oluşan hidrokarbonlar çoğu zamanla kaynak kayadan ayrılarak yüzeye doğru atılabilir. Ancak sızdırmaz kayaç katmanıyla karşılaşınca kayacın altında birikir. Kaynak kayaçta kalan hidrokarbonlar da petrol ve doğal gazı oluşturur.(6)

Resim 2. Yerkabuğu İçerisinde Şeyl Katmanı, Wikipedia’dan.

Üretimi

Kayaç formasyonunda hapsolmuş gazı çıkarmak ileri teknoloji gerektirmektedir. Son yıllarda geliştirilen hidrolik çatlatma yöntemiyle şeyl oluşumlarını parçalamak ve sıkışmış olan gazı serbest bırakmak mümkün olmuştur. Dikey ve ardından yatay sondaj yöntemi ile tek bir kuyudan büyük gaz rezervlerine ulaşılabilmektedir.(7)

Resim 3. Kaya Gazı Üretimi, Bilim ve Teknik Dergisi, 557’den

Kaya gazı üretiminde hidrolik çatlatma, şeyl katmanına yüzeyden gönderilen yüksek basınçlı su ve bazı kimyasal maddeler karışımı ile kayaçların parçalanması ve geçirimliliğinin yapay olarak artırılması yöntemidir.(5)

Dikey sondajla yer altı su tabakasının altına inilir. Sondaj kuyusuna çelik boru yerleştirilerek etrafındaki boşluk betonla doldurularak yer altı sularıyla oluşabilecek karışım önlenir. Kaya gazı barındıran şeyl katmanına ulaşınca sondaj yatay olarak sürdürülür.  Yatay sondaj çukuruna da çelik boru yerleştirilip etrafı betonla doldurulur. Sondaj tamamlandıktan sonda delik açma mermileri ile yatay boruda delikler açılır. Şeyl katmanını parçalamak için de su ve bazı kimyasalların karışımından oluşan hidrolik çatlatma sıvısı yüksek basınçla borulara pompalanır. Çatlatma işlemi sonrasında çatlatma sıvısının bir kısmı yüzeye çıkarken bir kısmı da kayaçlarca soğurulur. Şeyl çatlaklarından ortama sızan gaz kuyu boyunca ilerler, kuyudan yeryüzüne çıkarken tutularak işlenmek üzere taşınır.(4)

Çatlatma işlemi, hidrolik çatlatma (fracking veya hydraulic fracking) olarak ifade edilmektedir. Bu işlemde suyla birlikte kum ve çatlatma sıvısı birlikte kullanılır. Kum çatlakları aşındırarak sürekli açık kalmasını sağlar. Çatlatma sıvısındaki kimyasallar da korozyon önleyici, sürtünme azaltıcı ve tortulanmayı önleyici olarak kullanılır. Çatlatma sıvısı ile yüzeye çıkan gaz ayrıştırılarak depolanır. Hidrolik çatlatma sıvısının yüzeye dönen miktarı kuyulara göre farklı olabilmektedir.(5)

Kaya gazı üretiminde çatlatma sıvısı yüksek basınç altında 15-20 kez basılır. Bir defada 18 bin m³’e kadar su kullanılabilmektedir. ABD’de kaya gazı şirketleriyle su kullanan yerel çiftçiler arasında sorunlar yaşanmakta, bazı alanlarda yer altı sularında kirlenme oluşmaktadır. Çatlatma sıvısının kimyasal içeriği jeolojik yapıya, sondaj derinliğine ve kayaç özelliğine göre farklılık göstermektedir.(9)

Yatay sondajla şeyl katmanı içinde 3 bin metreye kadar ilerlemek mümkün olmaktadır.(6) Böylece geniş alanlara yatay sondajla ulaşılmaktadır. Bir kuyunun açılması milyonlarca dolara, çatlatma maliyeti de kuyu başına 200 bin-500 bin dolara mal olmaktadır.(11)

İlk kaya gazı ABD’de 1821 yılında keşfedilmişse de ticari ölçekte üretimi için 150 yıl beklemek gerekmiştir.

Dünyada Kaya Gazı

2000’li yıllarda artan kaya gazı üretimi “kaya gazı devrimi” olarak tanımlanmıştır. Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen ülkelerin kaya gazına yönelmeleri küresel enerji politikalarında ve ticaretinde değişime neden olma potansiyeli taşımaktadır.

Kaya gazı üretiminde öncü olan ABD’nin 2000 yılındaki 9 milyar m³ üretimi, 2011 yılında 222 milyar m³ olmuştur. 2014 yılında da 230 milyar m³ üretimle en büyük paya sahip ülke konumuna yükselmiştir.(2)

Resim 4.  32 Ülkeye Ait  48 Önemli Şeyl Havzası, ARI 2011’den.

Avrupa ülkelerinde kaya gazı üretimi için uygun koşullar olmaması yanında bu alandaki yatırımlara finansal desteğin düşüklüğü, kaya gazı üretimi konusunda uzmanlaşmış sanayi kolunun bulunmayışı ve kamuoyunun konuya mesafeli yaklaşması nedenleriyle arama ve üretim geri planda kalmıştır. Kaya gazı rezervine sahip olduğu tahmin edilen Polonya’da hidrolik çatlatma yapılan kuyu sayısı sadece beş olmuştur.(2)

Avrupa ülkeleri; Ortadoğu, Orta Asya, Hazar Kıyısı ülkeleri ve Rusya’dan boru hatlarıyla gaz alabilmektedirler. Avrupa’ya ulaşan doğal gaz boru hatları etkisiyle Avrupa ülkelerinde kaya gazı arayışı şimdilik gerekli görülmemektedir.(2)

Dünyanın en büyük kaya gazı rezervi Çin’de bulunmaktadır. Çin’i ABD, Arjantin, Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Avustralya izlemektedir.(3)

ABD’nin ilk kaya gazı kuyusu 1981 yılında Texas eyaletinde açılmıştır. Bu saha, ülkenin  ikinci büyük kaya gazı sahasıdır. (3) Avrupa’da Polonya, Fransa ve İngiltere’de kaya gazı rezervlerinin varlığı bilinse de teknoloji yetersizlik ve çevre duyarlılığı bu alandaki çalışmaları kısıtlamaktadır.(1)

İlk kaya gazı üretimi ABD’de yapılmış olmasına rağmen 1981 yılının koşullarında ekonomik olmayacağı için devam edilmemiştir. Geliştirilen yeni teknolojilerle 1998 yılında yine ABD Barnett Şeylinde üretime başlanmıştır. Dünyanın 41 ülkesinde toplam 206 trilyon m³ teknik olarak üretilebilir kaya gazı rezervi tahmin edilmektedir.(5)

Doğal gaza alternatif olan kaya gazı, enerji piyasalarında “oyun değiştirici” olarak kabul edilmektedir.  Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre 2016 yılı toplam gaz üretimi yaklaşık 3.5 trilyon m³ olmuş ve bunun % 15’den fazlası kaya gazından oluşmuştur.(7)

Türkiye’de Kaya Gazı

Türkiye’nin kaya gazı varlığını belirlemek amaçlı çalışma, TPAO ile yabancı şirketler arasında yapılan protokollerle başlamıştır. Bunlar Shell, Exxon Mobile Transatlantic ve Valuera Sismik’dir. Araştırılan iki saha ise Güneydoğu Anadolu ve Trakya Havzalarıdır.

Shell şirketi, Diyarbakır Dadaş formasyonu Konacık-1 kuyusunda dikey ve yatay sondajla çatlatma yapmış, test aşamasında olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Yine aynı şirket Diyarbakır Akçay kuyusunda çalışmaktadır. Bazı yerli ve yabancı şirketler Dadaş formasyonundan aldıkları karot örneklerinde olumlu sonuçlara ulaşmışlardır.(3)

Türkiye’nin ikinci büyük kaya gazı potansiyeli Trakya Havzasındadır. Ayrıca Ankara Nallıhan, Bolu Mengen ve Konya Karapınar muhtemel kaya gazı sahaları olarak düşünülmektedir. Resmi olmayan kaynaklara göre EIA (US Energy Information Administration-ABD Enerji Bilgi Kurumu) ve ARI (Advanced Resources International Inc) tarafından hazırlanan raporlarda Türkiye’nin üretilebilir kaya gazı potansiyeli 650 milyar³ ve kaya petrolü potansiyeli de 4.6 milyar varil olarak ifade edilmektedir.(3)

EIA’ya göre Türkiye kaya gazı rezervi yıllık tüketiminin 10 katı kadardır. Güneydoğu’da Dadaş, Trakya’da Hamitabat, Sivas ve Tuz Gölü Havzaları da ümitli olunan sahalardır.(3)

Resim 5. Türkiye’nin Önemli Şeyl Sahaları, ARI 2013’ten.

Türkiye için yapılan diğer tahminlere göre de 1.8 trilyon m³’e kadar kaya gazı rezervinin olabileceği belirtilmektedir.(12) Kaya gazı formasyonlarının kalınlık ve derinlik özellikleri dikkate alındığında gaz üretebilir olduğu görülmektedir. Türkiye’nin kaya gazı üretimine geçebilmesi uzun zaman alacaktır, teknoloji transferi yanında ekipman gereksinimi de söz konusudur.

EIA’nın ARI danışmanlık şirketine yaptırdığı 41 ülkenin enerji analizinde Türkiye’nin Güneydoğu Dadaş ve Trakya Hamitabat’ta çıkarılabilir kaya gazı rezervi raporlanmıştır. Enerjide dış bağımlılık oranı %73’e kadar çıkan Türkiye için yerli ve yeni kaynaklara yönelmek gereklidir.(10) Nisan 2017 yılında belirlenen “Ulusal Enerji ve Madencilik Politikası” bunu öngörmektedir. Türkiye’nin kaya gazı araması için dikey sondaj teknolojisini kullanmakta olduğu, yatay sondaj ve çatlatma için teknoloji ve ekipmana ulaşılabilmesi gerekmektedir.(7)

Güneydoğu Anadolu Havzasında Dadaş Formasyonu kaya gazı bakımından havzanın en önemli alanıdır. Şeylin derinliği 2 bin-3 bin metre aralığında olup ortalama derinliği 2.500 metredir. Toplam brüt kalınlığı 400 metreyi bulan üç parçadan oluşuyor. Organik madde zenginliği bakımından en önemli kesim 46 metre kalınlıktaki Dadaş-1’dir. ARI’nın yaptığı değerlendirmede bu kayanın 254 milyar m³ üretilebilir ve 1.2 trilyon m³ olası rezerv içeriği hesaplanmıştır.(6)  Kaya gazı amaçlı pek çok sondaj yapılmasına rağmen üretime geçilememiştir. 2019 yılı itibariyle TPAO’nın Diyarbakır’da iki tamamlanmış ve bir de sondajı devam eden kaya gazı hedefli kuyusu bulunmaktadır.(5)

Trakya Havzasında Hamitabat kayası havzanın en olgun formasyonudur. 3.700-5.000 metre derinliktedir. Brüt kalınlığı 1.000-2500 metre kadardır. Mezardere kayasında düşük organik madde içeren düşük kaya gazı rezervi söz konusudur.(6)

ARI tarafından yapılan hesaplamalara göre Hamitabat kayasında 113 milyar m³ ve Mezardere kayasında da 57 milyar m³ üretilebilir kaya gazı varlığı belirlenmiştir.(6)

Enerji açığımız ve enerjide dışa bağımlılığımız düşünüldüğünde kaya gazı gelecek için ümit olmaktadır. 

Kaya Gazı Üretimiyle İlgili Olası Sorunlar

Çalışmalar sonucu belirlenen bir tek noktada 20-30 yatay kuyu açılabilmektedir.(12) Çatlatma sıvısıyla yerin 2 bin-5 bin metre altına 15-20 kez su basılmakta, her su basımında da 18 bin m³ kadar su kullanılmaktadır.(9)  Çevredeki tatlı su kaynaklarından sağlanan su, su kullanan diğer sektörlerle rekabet konusu olmaktadır.

Yüksek basınçlı ve kimyasal madde içeren tonlarca suyun yer altı sularına karışarak kirlilik oluşturma riski taşımaktadır. İngiltere’de kaya gazı üretimi sırasında deprem olabileceği nedeniyle kaya gazı üretimine izin verilmemektedir. Fransa, kaya gazı üretiminde yer altı sularının kirleneceği endişesi ile üretime sıcak bakmamaktadır.(5)

Bir kuyuda çatlatma yapabilmek için tonlarca özel kimyasal ve binlerce ton su gerekmektedir. Kirlenen ve sondajdan geriye dönen suyun çevreye zarar vermemesi için arıtılması veya imha edilmesi gerekmektedir.(6)

Kirlenmiş sondaj geri dönüş sıvıları daha derine açılan borularla yer altı kaya boşluklarına pompalanır. Yeraltına basılan suyun basıncı kritik bir değeri aştığında var olan faylar harekete geçerek deprem yaratabiliyor.

Kaya gazı çıkarım faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı ABD’nin bazı bölgelerinde doğal olarak açıklanamayan sarsıntılar meydana geliyor. Rocky Dağları bölgesinin doğusunda 1967-2000 yılları arasında ortalama yıllık ortalama 21 deprem kaydedilirken kaya gazı çıkarım çalışmaları başladıktan sonra 2010-2012 yılları arasında yılda ortalama 100 civarında   deprem kaydedilmiş. Bu durum yer altına pompalanan atık sularla ilişkilendiriliyor. 2008 öncesi ABD Forth Worth bölgesinde hiç deprem yaşanmamışken bu tarihten sonra 200’den fazla deprem kaydedilmiş. Yine ABD Oklahoma Eyaleti’nde deprem sayısı olağanüstü derecede artış göstermiş. Bu ani artışın petrol ve kaya gazı çıkarmak için yapılan sondajlarla ilgili olduğu düşünülüyor.(11)

Kaya gazı üretiminde karşılaşılabilecek sorunlar nedeniyle ABD’nin aksine bazı Avrupa ülkeleri kaya gazı üretimini yasaklama kararı almışlardır.(7)

Kaya gazı sondajında ve geriye dönen çatlatma sıvısında radyoaktif mineraller ve ağır metaller bulunabilmektedir. Yüzeye dönen sıvının kapalı alanlarda toplanması ve arıtılması önerilse de tamamen temizlendiği de söylenemez. Özellikle koyu renkli organik madde yönünden zengin şeyl katmanları bu türden ağır metaller içermektedir. Ayrıca yüzey suları ve yer altı suları, derin olmayan sondajlarda metanla ve çatlatma sıvısı kimyasalları ile kirlenebilmektedir(13).

On binlerce metreküp su gerektiren kaya gazı üretimi kurak olan ve tatlı suyun çok önemli olduğu alanlarda suya ulaşımda zorluk yaratmaktadır.(13).

Sonuç olarak, yeni bir enerji kaynağı olmasına rağmen küresel çapta kabul görmesinde sorunlar ve çekinceler yaşanmaktadır. Enerji gereksinimi zorladıkça var olan yeni teknolojilerle üretimin devam edebileceğini söylemek mümkündür.

Kaynakça: 

  1. Filoğlu, Emine., Kaya Gazının ( Shale Gas) Dünya’daki ve Türkiye’deki Gelişmeleri, Doğal Gaz, Eylül 2012, sayı 173.
  2. Özkara, Yücel.,Dünya’ya ve Türkiye’ye Etkileri Açısından Şeyl (Kaya) Gazı, C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Dergisi, Kalkınmada Anahtar, Verimlilik, Eylül 2016,sayı 333.
  3. Sarı, Ali., Kaya Gazı Nedir? Türkiye İçin Bir Enerji Kaynağı mıdır?, Ankara Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü.
  4. Sarıgül, Tuba., Kaya Gazı, Bilim ve Teknik Dergisi, Nisan 2014, sayı 557
  5. İnan, Mehmet Akif., Diyarbakır ve Çevresinin Kaya Gazı Potansiyeli Açısından Değerlendirilmesi, Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi No.567139, Temmuz 2019.
  6. Ahıskalı, Murat Alp., Kaya Gazı, Dünya Enerji Düzenine Etkileri ve Türkiye Potansiyeli, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2013, sayı 3.
  7. Kavaz, İsmail., What is Turkey’s Shale Gas Potential, The New, Turkey, Knowledge is Responsibility, Politics Today
  8. Ordonez, Javier Antonic Bravo., Türkiye’nin Kaya Gazı Potansiyelinin Analizi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi No:488307, Ocak 2018.
  9. Kötek, Sabiha., Müjdelenen Doğal gaz, Kaya Gazı, Enerji Günlüğü, 16 Şubat 2019,
  10. Türkiye’de Kaya Gazı, Çok Bilinmeyenli Denklem, Heinrich Böll Stiftung, Derneği Türkiye Temsilciliği, 24 Mart 2015.
  11. Ocak, E.Mahir., Yapay Depremler, Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 2016, sayı 585.
  12. Karslı, Süleyman.,Son Gelişmeler Işığında Türkiye’de Kaya Gazı, Iğdır Üniversitesi,Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 2015, sayı 5.
  13. Erik, Nazan Yalçın.,Şeyl Gazı; Jeolojik Özellikleri, Çevresel Etkileri ve Küresel Ekonomik Anlamı, Türkiye Jeoloji Bülteni, Cilt 59, Sayı 2, Nisan 2016

[1] Emekli Coğrafya Öğretmeni

Yayılma: Keşifler ve Hastalıklar


YAYILMA:
KEŞİFLER VE HASTALIKLAR

Nazan ÖZÜR [1]

Milyonlarcası kütüphanelerde saklanan belki onlardan çok daha fazlası da geçen zaman içinde kaybolmuş, çürümüş, yanmış olan metin ve çizimler, insanların tarih boyunca biriktirdiği bilgi mirasıdır. Elbette bu çabanın birçok nedeni olabilir ancak bunlar içinde insanın çevresini yani dünyasını tanıma ve anlama isteği ilk sıralardadır.  İnsanın dünyasını tanımlama isteği mağara duvarlarında, papirüslerde ve parşömenlerde açığa çıkan çizimlerle başlamıştır. Öncelikle çizerek daha sonra da yazarak tanımladığı dünya, aynı zamanda coğrafya bilgisinin oluşumunu da sağlamıştır. Zaman içinde coğrafya bilgisi dünyanın sınırlarını genişletmiş, sınırlar genişleyince de coğrafya bilgisi genişleyip şekillenmiştir. İnsanlığın dünyaya yayılması böyle başlamıştır. Kültürden kültüre aktarılan bilgiler bir araya getirilmiş, 15. yüzyıl sonlarına kadar gelen yazılı/çizili birikimlerle üç kıtadan oluşan bir bilinen dünya inşa edilmiştir (Şekil 1).

Şekil 1. 15. Yüzyılda Bilinen Dünya[2]

Önce, Portekizlilerin Batı Afrika keşifleri ve Hindistan yolunu bulmaları, 1492’de K. Kolomb’un Amerika kıtasına ulaşması ve sonrasında yaşanan gelişmeler, 1520’de F.Macellan’ın dünyanın çevresini dolaşması yayılmanın ikinci aşamasıdır. Hemen arkasından başta İngilizler olmak üzere, Fransızlar, Almanlar ve Hollandalılar denizlere açılarak dünyanın bilinmeyen yerlerini açığa çıkarma işine girişmişlerdir.  İnsanlık hazinesinin filizlenip büyüdüğü Asya, Avrupa ve Afrika karşısında, Kuzey-Güney Amerika, Okyanusya ve Avustralya keşfedilerek haritalanmıştır. Bilinen dünya, 15. yüzyıl keşiflerinden sonra eski dünya[3] geri kalanı ise yeni dünya’ olarak tanımlanmaya başlanmıştır (Şekil 2).

Şekil 2. Keşifler Sonrasında Eski ve Yeni Dünya Bir Arada [4]

Bu yeni dönemde değişen insan faaliyetlerine bağlı olarak yeni bir gelecek düşüncesi tüm doğal ve beşeri süreçleri etkilemiştir. Her şey hızla değişmiş, insanlık yolculuğunda keskin bir dönemeçten geçilmiş, bilinen dünya imgesi görünmemek üzere gözlerden kaybolmuştur. Bu olaylar insanlık tarihinde büyük değişikliklere neden olurken özellikle hiç olmadığı kadar büyük miktarda mal, eşya, bitki, hayvan ve insan hareketliliği yaşanmaya başlamıştır. Bu hareketlilik, insanlığa bir yanda para, zenginlik, konfor, gelişme, teknoloji, büyüme, bilimde devrim ve toplumsal alanlarda yenilik sunarken terazinin diğer kefesine, dünya savaşları, artan eşitsizlik, sömürgecilik ve yayılan hastalıkları yerleştirmiştir. 

İnsanlığın dünyada yayılma serüveni olumlu ve olumsuz yanlarıyla hızla devam ederken yayılmayı sağlayan en önemli faktör ulaşım sistemleri olmuştur. Ulaşım sistemlerinin gelişiminde dönüm noktası oluşturan temel konular denizyolları, demiryolları ve hava yollarının gelişim evreleridir. Elbette tarihteki birçok olay bu etkileşimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak burada sadece yayılma, hastalıklar ve ulaşım sistemlerinin gelişimi arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiştir. Özellikle keşifler sonrası dünyada gerçekleşen hızlı yayılmanın en etkili gücü ulaşım sistemleri iken hastalıklar bu yayılmada kısıtlayıcı rol üstlenmiştir.

YAYILMA

Bilinen dünyanın genişlemesinin en önemli sonuçlarından biri insanlığın dünyaya yayılmasıdır. 15. yüzyıl gelişmelerinden sonra insanlık, Afrika’dan ilk çıkıştan[5] sonraki ikinci önemli yayılma dalgasını yaşamıştır. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar eski dünyanın yalıtılmış bölgelerinden çıkarak birbirleri ile tanışma ve kaynaşma fırsatı bulmuştur. Önceden korkutucu bir engel olarak bilinen okyanuslar, kıtaları bağlayan birer yol olmuş, Fenikelilerden beri bilinen deniz yolculukları, daha büyük gemilerle, daha uzak mesafelere, daha çok çeşit ve miktarda mal taşıma amacıyla yapılmaya başlanmıştır. Deniz yolları büyük miktarda mal taşımak için karalardan daha fazla tercih edilir hale gelince, ülkeler yayılma stratejilerini açık denizlere ulaşabilmek üzerine kurmuştur. Bugün sadece deniz ulaşımı faaliyetleri bile kıtalar arası yoğun hareketin yani yayılmanın boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Denizyolları ve Yayılma

Eski dünyanın yalıtılmışlığı ilkçağlardan beri insanlığın korkulu rüyası olan salgınların önüne geçmek için bir şans olmuştur. Deniz yolculuklarının başlamasıyla daha uzak mesafelerde yaşayanlar da birbirleriyle temas kurabilmiştir. Örneğin İpek yolu Doğu ve Orta Asya sakinlerini, Asya’nın en batısına kadar kara yolu ile ulaştırmaktadır. Bu noktadan sonra Doğu Akdeniz limanları daha batıya erişmede etkili rol oynamıştır. O halde yayılmada ilk aşama, deniz yollarının kara içi ulaşım sistemlerine eklenmesiyle gerçekleşmiştir. Bu şekilde Akdeniz, uzunca bir süre eski dünyanın ulaşım sistemlerinin merkezi olmuştur. Yayılma arttıkça salgınların etki alanı genişlemiş sonuçları ağırlaşmıştır.  

Akdeniz’de binlerce yıldır yapıla geldiği üzere, Sicilya’daki Messina limanına, 1347’de on iki Ceneviz kalyonu yanaşmıştı. MÖ 3000’li yıllardan beri[6] birbiriyle karada ve denizde ticaret yapan insanlık için olağan bir gündü. Oysaki gemilerin getirdiği veba mikrobu, her türlü çabaya rağmen kısa süre içinde tüm Avrupa’ya yayılarak tarihin gördüğü en büyük salgınlardan birine neden oldu. Hastalığın ilk görüldüğü 1328 ile sonlanmaya başladığı 1352 tarihleri arasında, dünyada 50 milyon kişi öldü[7]. Ortaçağ vebası sonrasında bilinen dünya nüfusunun üçte biri ölmüş, her yer ve herkes bundan etkilenmiş, Floransa’nın da Çin’in de nüfusu yarı yarıya azalmıştır. Salgın kara ölüm olarak adlandırılmış ve bilinen dünyaya dehşet saçmıştır. Böylelikle yayılma, yalıtılmış ortamlarda yaşayan insanların daha kolay atlatabilecekleri bulaşıcı hastalıkların küresel bir sorun haline gelmesine neden olmuştur.  

Geçen zaman içinde insanlığın denizlerdeki faaliyetleri hız kazanmıştır.  Ortaçağdaki yaygın inanca göre dünyanın büyük kısmı kara ile kaplıyken geride kalan önemsiz bir kısımda sulardan oluşmaktadır. Sular, mevcut karaları çevreler şekildedir[8]. Söz konusu görüş, o zamana kadar bilinen dünyanın merkezinde konumlanmış olan Akdeniz’in daha önemli ve ön planda tutulmasını anlaşılır kılmaktadır. Ancak Portekizlilerin başlattığı ve sonradan İspanyollar ile devam eden keşifler süreci durumun hiç de düşünüldüğü gibi olmadığını kısa süre içinde göstermiştir.  

Portekizli gemici Bartelmi Diaz, 1488’de Güney Afrika’nın en güneyine Ümit burnuna ulaşmış, yeni bir deniz yolu keşfi ile Lizbon’a (Portekiz) dönmüştür. Ardından Vasco de Gama Hint yarımadası batı kıyılarındaki Kaliküt açıklarına, 20 Mayıs 1498’de barışçı amaçlarla demirlemiştir. Bu olaydan 4 yıl sonra, 1502’de ağır silahlarla donanmış bir filoyla, Doğu Afrika’dan itibaren bölgedeki Portekiz yayılması başlatılmıştır[9]. Çok geçmeden diğer Avrupa ülkeleri, Güney ve Doğu Asya’ya kolayca ulaşıp sömürgeleştirmiştir. Artık eskiden bilinen kara ve denizyolu sistemlerinin dışında, Avrupa ve Güney Asya arasında işleyen yeni bir ulaşım ağı oluşmuştur. Böylelikle kuzey ve güney yönlerinde genişleyen yeni yayılma alanı ile bilinen dünyanın sınırları değişmiştir.

Öte yandan bir başka gemi, bu kez 12 Ekim 1492’de Bahama takımadalarından biri olan Watling (San Salvador) kıyılarına yanaşmıştı. Amiral K. Kolomb, iki kaptanla birlikte seferin tutanakçısı Rodrigo de Escovedo, Segovialı Rodrigo Sanchez ve diğer adamlarının şahitliğinde adaya İspanya kralı adına el koymuştu[10].  Daha batıya doğru gelişen sınırlar bilinen dünyadan çok daha geniş bir alanı içine almıştır. Üstelik Kolomb’a göre buraları “yeryüzünün güneş altındaki başka hiçbir yerinde bulunamayacak kadar” güzeldir[11]. Dünyanın doğusu ile batısının kaynaşması eski dünya ile yeni dünyanın bütünleşerek dünyanın tümünün bilinir hale gelmesi bir iki yüzyıl içinde gerçekleşir.

Dünya sahnesinde yeni bir yayılma dönemi daha yaşanmaktadır. Bir yandan bilinen dünya genişlemiş ve artık kürenin tümü açığa çıkmıştır. Harita bir bölge için değil kürenin tüm yüzeyinin düzlem üzerine aktarılabilmesi için hazırlanmaya başlanmıştır. Bütün dünya harita sayesinde el altında ve gözler önündedir. Terra incognita[12] ortadan kalkmış, keşfedilen denizler ve topraklar düzlem üzerine işlenirken yayılma yeni bir şekil almıştır. Dünyanın her köşesinden ırkların, dillerin, dinlerin ve diğer kültürel unsurların kaynaşması birbirine üstün gelmesi, yok etmesi ya da yeniden şekillendirmesi süreci başlamıştır. Bu sadece ekonomik yapılar, siyasi güçler ve kültürler arası bir savaş değildir: İnsan topluluklarının bağışıklık sistemleri de savaşmıştır.

Avrupalılar kendi bağışık oldukları hastalıkları sömürge topraklarına taşırken, gittikleri yerlerden kaptıkları hastalıkları anavatanlarına getirmişlerdir. Afrika, doğu Amerika ve Avrupa limanları arasında köle, hammadde ve mamul maddenin yer değiştirdiği bir ticaret üçgeni kurulmuştu. Sistem durmaksızın işleyen bir çark gibi hareket ediyorken mikroplar da yer değiştirmiştir. Güney Asya ve Uzak Doğu’dan Avustralya’ya kadar uzanan ticaret ağına ait gemiler, sarıhumma ve sıtma başta olmak üzere birçok hastalığı bütün kıtalar arasında yaydılar[13]. Limandan limana taşınan hastalıkların her kıtada yarattığı etki ise farklı olmuştur.

Avrupalılar sıtmayı bildiklerinden keşifler öncesinde bir şekilde kontrol altına almışlardır. Ancak tüm teknolojik güçlerine rağmen tropiklerde, nemli vadi ve ova tabanlarında sıtma yeniden karşılarına çıkmıştı. Amerika kıtasında sıtmanın yaygınlaşması önce beyazlar, sonra da işgücü olarak kullandıkları Amerika yerlileri üzerinde etkili olmuştur. Yerlilerin miskin ve mecalsiz halleri en sonunda toplu ölümlerle sonuçlanınca pamuk, şekerkamışı gibi plantasyon alanlarında çalışacak kimse kalmamıştı[14]. Böylece kısa sürede İspanyol İmparatorluğu içine alınan Amerika topraklarında 1500 yılında 50 milyon kadar olan yerli nüfusu, 1650’de 4,5 milyona kadar düştü[15]. Ağır işlerde çalıştırılan, aşırı zorlanan Amerika yerlileri, kitleler halinde ölürken, Afrika kıtasından daha dayanıklı(!) siyahi köleler getirilmesi, bu sorunu kısa sürede ve istenilen şekilde çözmüştür. Beyazlar yani Avrupalı halklar, yeni sahiplendikleri bu kıtaya sıtmayı getirip yayanın kendileri olduğunu kabul etmemiş, bu konuda yerlileri suçlayarak onlardan uzak durmayı tercih etmişlerdi[16]. Yayılmanın kıtadaki yansımaları, sömürgeleştirdiği yerlerden farklı olmamıştır.

Avrupa Ortaçağ’da gördüğü korkulu veba rüyasının etkilerini üzerinden henüz silmiş ve özellikle de nüfus konusunda bir toparlanma dönemine girmişken, keşiflerden sonraki yüzyılda hastalıklar tekrar geri dönmüştür. 1600’lü yıllarda hastalıklar, savaş ve açlıktan daha öldürücü durumdadır. Ortaçağ’da salgın hastalıkların en kötüsü veba iken 1600’lerde çiçek, dizanteri, kısmen tifüs ve frengi salgın hastalıklar arasında başı çekmektedir[17]. Avrupa’da oluşan ekonomik iyileşme, şehirlerin sayısını ve nüfusunu artırmıştır. Şehirlere akın eden insanlar ise altyapı eksiklikleri nedeniyle sağlıksız ortamlarda yaşamak zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda 1661 ile 1686 arasındaki 25 yıl boyunca, ölümlerin yaklaşık beşte ikisine veba, tifüs, kızamık ve dizanteri gibi salgın hastalıklar neden olmuştur[18]. Buna rağmen Avrupa yayılması, yerleşmeye çalıştığı sömürgelerde hızlı şekilde devam etmiş, daha fazla insan ve mal taşımak için daha büyük gemiler inşa edilmiştir.  

Avrupalıların koloni kurmaya çalıştığı alanlarda karşılaştığı ve bağışık olmadığı hastalıklar, buralardaki yaşam şartlarının ağırlığı nedeniyle daha etkili olmuştur. Yeni yerleşilen ve tarıma açılan alanlarda beslenme ve olumsuz hijyen şartlarına alışık olmadıkları iklim eklenince mücadele zorlaşmıştır.  Avrupalılar sıtma veba ya da frengi ile uğraşırken, Afrika’nın yerlileri için tehdit çiçek hastalığı olmuştur. 1713’te Güney Afrikalı yerli San halkının yok olmasında en büyük rolü çiçek hastalığı oynamıştır. İngilizler 1788’de Sidney’e yerleştikten hemen sonra, Avustralya yerlilerini kırıp geçiren de yine bir salgın hastalıktır[19]. İspanyol Herman Cortez’in, 1521’de Aztekler’in başkentini ele geçirmesinde karşı tarafın yakalandığı çiçek hastalığı rol oynamıştır. Böylelikle kıtalar arası taşınan mikroplar aynı zamanda etkili bir silaha dönüşmüştür. Bu durum genellikle istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarmış, işçi ve köle nüfusu sırf bu toplu ölümler nedeniyle azalmıştır. Yayılma sonucu ortaya çıkan hastalıklar, aynı zamanda daha fazla yayılmayı da engellemiş ya da yavaşlatmıştır. Örneğin Avrupalıların tropik Afrika, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Yeni Gine’de iç kesimlere doğru ilerleyişlerinin önündeki tek engel hastalıklar olmuştur[20]. Bu güçlük Avrupalı sömürgecilerin Afrika kıtasının iç kesimlerine sokulmalarını, yerleşim alanları kurup sahiplenmelerini neredeyse bir yüzyıl kadar geciktirmiştir.

Hastalıkların yayılması beraberinde ilaç ve tedavi konusunda gelişmeler yaşanmasına neden olmuştur. Örneğin sıtma hastalığının çaresi Amerika yerlilerinin uyguladığı bir yöntem ile bulunmuştur. Sadece And Dağlarında bulunan kına kına ağacının kabuklarından yapılan ilaç bu hastalığa iyi gelmiştir. Sıtma bir yandan salgın halinde sömürgeci güçleri engellerken, öte yandan bütün dünyaya yönelik kârlı bir pazarın oluşmasına da yol açmıştır. Kına kına ağacı kabukları, And Dağları eteklerinden alınıp dünyaya pazarlanmaya başlanmıştır. Bölgenin sahibi olan İspanyollar, And Dağları’nın yamaçlarında doğal olarak yetişen ağacın kabuklarının toplanması ve sevkiyatı için Cizvit Papazlarını görevlendirmiştir. Peru, Bolivya ve Ekvatorda misyonerlik faaliyetleri yaptığı söylenen bu din adamlarının, Hıristiyanlık adına harcanmak üzere (!) topladığı kına kına kabuğu bir tekel ürünü olmuş, 1650 civarında Cizvit tarikatıyla özdeşleştirilip, Cizvit kabuğu olarak bilinmeye başlanmıştır[21]. Askeri gücüne güvenen Dünya devletleri bakımından sıtmanın stratejik hastalıklar arasında sayılması ve belli bir oranda ilaç bulundurulması gerekliliği düşünüldüğünde yayılma, hastalık ve ticaret ilişkisinin küresel boyuttaki önemi daha net ortaya çıkmış olur.

Avrupalılar, sömürgecilik ve yayılmadan vazgeçerek kendilerini yalıtmak yerine, onlarla mücadele edecek tıp yöntemlerini geliştirmeyi tercih etmişlerdir. Ancak bu iş kolay olmamıştır, zira bilimsel tıp 1800’den önce çok gelişmemiştir[22]. O nedenle yayılmacılar ve yerliler arasında karşılıklı hastalanma süreçleri bir süre devam etmiştir. Kıtalar arası hastalık transferi sadece insanları değil bitki ve hayvanları da etkilemiştir. Amerika’dan Avrupa’ya getirilen üzümlerle birlikte floksera[23] hastalığı Avrupa’ya yayılmış, Avrupa’nın en önemli tarımsal faaliyetlerinden biri olan bağcılık büyük zarar görmüştür. Yayılma süreci devam ederken bir süre sonra bağışıklıkların gelişmesi ve güçlü olanların ayakta kalmasıyla salgınlar etkisini kaybetmiştir. Bugün gelinen noktada deniz ve okyanuslardaki insan faaliyeti en üst düzeye ulaşmış, bütün kıtalar birbirine deniz yolları ile bağlanmıştır (Şekil 3).

Şekil 3. Dünya Deniz Taşımacılığı [24]

Demiryolları ve Yayılma

1918 yılında, İspanyol gribi diye bilinen salgın 20 milyon insanın ölümüne neden oldu. Salgının bu kadar hızlı yayılmasında rol oynayan faktör yeni ortaya çıkan bir ulaşım sistemiydi: Demiryolları. 19. yüzyılda Dünya’da yeni bir ulaşım tarzı kıta içleri ile limanları birbirine bağlamak üzere faaliyete geçmiştir. Denizlerdeki yük, hız ve uzaklık hedefleri elbette kara içleri için de geçerlidir. Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere ortaya çıkan demiryolları ağı, ilk lokomotifin 1825’te İngiltere’de faaliyete geçmesinin ardından, 1900’lü yılların başına kadar hızlı şekilde gelişmiştir. Sömürgeci güçler Afrika,  Amerika ve Asya kıtalarının iç bölgelerini kıyıdaki limanlarla bağlamak için demir ağlarla kapladılar[25]. Kara içlerinde faaliyete geçen bu ulaşım tarzı, yeni bir tür yayılmaya önayak oldu. Amerika’da 1862’de başlayan 1869’da bitirilen 3077 kilometrelik Pasifik Demiryolu Projesi ile 20 bin Çinli işçi kıtaya gelmişti[26]. Asya’da 1891’de başlanan ve büyük çabalarla 1916’da tamamlanan dünyanın en uzun demiryolu Trans Sibirya Hattı, kıtanın doğu ve batı bölgelerini birleştirmişti. Afrika’da ise ilk demiryolu hattı 1860’ta faaliyete geçmişti[27]. Kıtalar arası demiryolu hatlarının tümü bir limana bağlanacak şekilde organize edilmiştir. Böylelikle ulaşım sistemleri yeni bir şekle evirilmiştir. İşte bu gelişmelerin ardından, 1918’de İspanyol gribi gelmiştir[28]. Salgın sırasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle kıtalar arasında farklı bölgelere asker sevk edilmiştir[29]. Sevkiyatlarda demiryolları başrol oynamıştır.  İspanyol gribinin neden olduğu ölümler ve yıkım, hastalığın çok hızlı yayılmasıyla yakından ilişkilidir. Yıkıcı etkiler bırakan salgının 1919’dan sonra hızı kesilmiş ve ilerlemesi durmuştur. Dünyaya yayılma faaliyetleri hız kesmeden devam ederken, demiryolları kara içlerindeki en ücra yerlerle limanları bağlamak için durmaksızın inşa edilmektedir (Şekil 4).

Şekil 4. Dünya Demiryolları Ağı [30]

Havayolları ve Yayılma

30 Ocak 2020’de Dünya Sağlık Örgütü acil durum çağrısı yaptığında yeni bir virüs Çin’den çıkmış dünyaya yayılmaya başlamıştı bile. Virüsün etkileri ile ilgili, 14 Kasım 2020 itibariyle, toplam 46 milyon vaka ve 1,3 milyon ölüm haberi duyuruldu[31]. Bu kez salgın ilk olarak 2019 yılı aralık ayı sonlarında Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkmış, birkaç ay içinde küresel bir boyut kazanmıştı. Dünya sağlık örgütü acil durum çağrısı yaptığında ilk olarak havalimanları dış uçuşları durdurmuştu. Yayılmayı engellemenin en kestirme yolu buydu.

İnsanoğlunun dünyaya yayılmasında üçüncü nesil ulaşım sistemi hava ulaşımı olmuştur. 17 Aralık 1903’te Wright kardeşlerin gerçekleştirdiği ilk sürdürülebilir uçuşlar, 1911’de askeri keşif ve savaş uçuşlarına dönüşmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nda etkili bir silah olmuş,  sonrasında dar alanlı başlayan sivil havacılık faaliyetleri, geçen zaman içinde dünyadaki tüm ülkelere yayılmıştır. Hava ulaşımının tam anlamıyla küreselleşmesi, 1990’lı yıllardan sonraya rastlamaktadır.  Bu yıllardan sonra havayolu sisteminde, kapitalist politikaların etkisiyle şirketleşme başlamıştır. Yük ve yolcu taşımada önemli bir pazar alanı olarak sermaye çevrelerinin bu konuya ilgi göstermesi, özelleştirme ve özel girişimlerin önünü açmıştır. Böylelikle yolcu ve yük taşımacılığında hava yolu kullanılması gittikçe yaygınlaşmıştır[32]. 2000’li yıllar ile birlikte tüm dünyada etkisi hissedilen durum, insanlığın karalar ve denizlerden sonraki yeni bir tür yayılma faaliyeti olmuştur. Bu yayılma, küresel şirketlerin sermaye ilişkileri kadar, eğitim, sağlık ve turizm alanlarında kurulan toplumlar arası ilişkileri de geliştirmiştir. İnsanoğlu için dünyanın herhangi bir yerine gitmek günlük bir faaliyet haline gelmiş, yayılmanın hızı çok fazla artmıştır. İnsanlığın gün içinde yer değiştirme potansiyeli, hava yollarının da devreye girmesi ile kıtalar arası mesafelere ulaşmış, bu durum yeni salgınların boyutlarının büyümesi sonucunu getirmiştir. Hava yollarının gün geçtikçe artan yük ve yolcu sayıları bu konuda oldukça fikir vericidir (Şekil 5).

 Şekil 5. Dünya Hava Taşımacılığı [33]

Avrupa’daki ilk COVID19 vakası Fransa’da 24 Ocak 2020’de rapor edilmişti. Bu vakanın Çin’e seyahat hikâyesi vardı. Ardından Almanya’da ikinci vaka tespit edildiğinde tarihler 28 Ocak 2020 idi ve taşıyıcı Çin’e giden bir başka kişiydi[34]. Böylelikle dikkatler, Avrupa’dan Çin’e gidişin en çok kullanılan yolu olan hava yolları üzerinde toplanmıştı. Salgının seyri haftalık hatta günlük takip edilmekte gerekli tüm tedbirler Dünya Sağlık Örgütü koordinasyonu ile uygulanmaktadır. Yayılma geçen on ay boyunca tırmandı, kimi zaman yavaşladı ama sona ermedi (Şekil 6).

Şekil 6. Covid19 Vaka Sayılarının Dağılışı [35]

Bugün, binlerce yıldır süregelen yayılma çabasının aralandığı bir dönem daha yaşanmaktadır. Yeni bir salgın ile yüzleşen insanlık sokağa çıkma yasakları ve kısıtlama tedbirleri ile evlerine dönmüş, yaşam alanını mümkün olduğunca daraltmıştır. Salgın sonrası, tıpkı öteden beri olageldiği üzere,  olaylar ve ilişkiler yeniden şekillenecek, kartlar yeniden karılacak, insanın yayılma oyunu kaldığı yerden devam edecektir.

 

KAYNAKLAR

Akagündüz, Ü., “Demiryollarının Dünyadaki Gelişimi ve Bu Gelişimin Türkiye’ye İlk Yansımaları,” Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 4, Sayı 36, s. 452-472, 2016.

Boorstin, D., Keşifler ve Buluşlar, (Çev. Fatoş Dilber), İş Bankası Yayınları, 1994.

Bynum, W., History of Medicine : A Very Short Introduction, Oxford University Press, 2008.

Centers for Disaese Control and Preventation, History of 1918 Flu Pandemic, https://www.cdc.gov/flu/pandemic-resources/1918-commemoration/1918-pandemic-history.htm Page last reviewed: March 21, 2018.

Davis, J., İnsanın Hikayesi, (Çev. Barış Bıçakçı), İş Bankası Kültür Yayınları, 2004.

Diamond, J., Tüfek Mikrop ve Çelik, (23. Bas.), (Çev. Ülker İnce), Tübitak Yayınları, 2013.

Dicitionary.com, “Old World,” https://www.dictionary.com/browse/old-world Accessed 10 Nov. 2020.

En.wikipedia, Timeline of Railway History, 2020.

 https://en.wikipedia.org/wiki/Timeline_of_railway_history. 21 October 2020 at 15:58 (UTC).

European Centre for Disease Prevention and Control (ECDC), Timeline of ECDC’s Reponse to COVID-19. https://www.ecdc.europa.eu/en/covid-19/timeline-ecdc-response 2020.

Ghendon, Y., “Introduction to Pandemic Influenza Through History World Health Organization,” European Journal of Epidemiology, Volume 10, p. 451-453, 1994.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bağ Hastalık ve Zararlılarıyla Mücadele,  https://www.tarimorman.gov.tr/GKGM/Belgeler/Uretici_Bilgi_Kosesi/Dokumanlar/bag.pdf

Hobhouse, H., Değişimin Tohumları İnsanlık Tarihini Değiştiren 6 Bitki, (Çev. Gülderen Şen), Doğan Kitap, 2007.

Independent, ABD’nin kaderini değiştiren demiryolları projesi için hayatını feda eden Çinli göçmen işçiler. https://www.indyturk.com/node/61476/ya%C5%9Fam/abd%E2%80%99nin-kaderini-de%C4%9Fi%C5%9Ftiren-demiryollar%C4%B1-projesi-i%C3%A7in-hayat%C4%B1n%C4%B1-feda-eden-%C3%A7inli Adresinden 16 Nov. 2020 tarihinde erişildi.

Kolomb, K., Kristof Kolomb Seyir Defterleri, (Çev. Sait Maden), Çekirdek Yayınları, 1999.

Martin, S., Kara Ölüm, (Çev. Cumhur Atay), Kalkedon Yayınları, 2011.

McNeill, W.H., Dünya Tarihi, (14.Baskı), (Çev.Alaeddin Şenel), İmge Kitapevi, 2008.

Merriam-Webster Dictionary, “Old World,” https://www.merriam-webster.com/dictionary/Old%20World. Accessed 10 Nov. 2020.

Özür, N.K, Küreselleşme Bağlamında Dünya’da ve Türkiye’de Hava Ulaşımının Gelişimi, Coğrafi Bilimler Dergisi, Cilt 17, Sayı 5, s.25-54, 2019. doi: 10.33688/aucbd.544763

Ptolemy’s World Map, British Library Learning Time Lines: Sources from History, https://www.bl.uk/learning/timeline/item126360.html

Railisa UIC Statistic, Word Raiway Map, 2019.  https://uic-stats.uic.org/gis/

Temel, M.K., 1918 Grip Pandemisi, (Yüksek Lisans),  İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 2012.

Tren Haber, “Dünya Demiryollarının Tarihsel Gelişimi,” 2019. https://www.trenhaber.com/mevzuat/dunya-demiryollarinin-tarihsel-gelisimi-h6180.html

World Health Organisation (WHO), COVID19 Epidemiological Update, https://www.who.int/publications/m/item/weekly-epidemiological-update—27-october-2020 adresinden erişildi.

World Bank, Ship line, https://data.worldbank.org/?type=points 2019a.

World Bank, Airline, https://data.worldbank.org/?type=points,  2019b.

– – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – — – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –


[1] Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi

[2] Batlamyus Haritası. Batlamyus’un coğrafya kitabı 1407’de Latince’ye çevrilinceye kadar batı dünyası tamamen bu bilgilerden kopuktu. Kitap ve içindeki harita 14 yüzyılda tekrar gündeme gelince bilinen dünya yeniden keşfedilmişti. Şekil 1’deki harita 1482’de, kitaptaki orijinalinden üretilmiştir (Ptolemy’s World Map).

[3] Eski dünya kavramı, ilk olarak 1596 civarında kullanılmaya başlanmıştır (Merriam Webster, 2020; Dictionary.com., 2020).

[4] Harita Abraham Ortelius tarafından hazırlanmıştır. Theatrum Orbis Terrarum adıyla 1570’de  Gilles Coppens de Diest tarafından basılan ve 53 haritadan oluşan  atlastan alınmıştır. İlk modern atlas olarak bilinen atlas, Ortelius’un 1598’deki ölümüne kadar 25 baskı yapılmıştır. Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Theatrum_Orbis_Terrarum

[5] Davis, 2014, s.1

[6] Bu tarih ilk uygarlık olarak bilinen Sümer medeniyetinin kuruluşunu işaret etmektedir (McNeill, 2019, s.36; Davis, 2014, s.15).

[7] Martin, 2011, s.85.

[8] Boorstin, 1994, s.148.

[9] Diamond, 2013, s.527

[10] Kolomb, 1999, s.35.

[11] Kolomb, 1999, s. 171.

[12]Terra incognita; Bir haritacılık terimi olarak,  Latince bilinmeyen keşfedilmemiş topraklar anlamında kullanılmıştır.

[13] McNeill, 2008, s.430.

[14] Hobhouse, 2007, s.29

[15] McNeill, 2008, s.430.

[16]Hobhouse, 2007, Age. s.29.

[17] Davis, 2005, s. 197.

[18] Age. s.199.

[19] Diamond, 2013, s.85.

[20] Age. s.85

[21] “1539’da Aziz Ignacio de Loyola tarafından İspanya’da kurulan Cizvit tarikatı bir kuşak içinde o zamanki bilinen bütün dünyaya yayılmıştı. Cizvitler eğitimci propagandacı ve Avrupa’da Reform karşıtı savaşçılardı. Avrupa dışında daha sonra pek az tarikatın erişebildiği ve hiçbirinin aşamadığı bir misyonerlik standardı kurdular.. Çin’e 1570 civarında geldiler ve orada Japonya’dan daha çok kabul gördüler. Japonya 1600’den itibaren tarikata pek çok din kurbanı ve aziz kazandırdı” (Hobhouse, 2. dipnot, 2007. s.161).

[22] İtalyan yazar Giovanni Casanova, hekimlerin tedavi ettiklerinden daha fazlasını öldürdüklerini ileri sürerek bazı tedavi yöntemlerinden söz etmiştir. Örneğin, İngiltere kralı II. Charles 1685’te  hastalandığında, “…başına sıcak ütü koydular, yarım litre kan aldılar ve kafatası kemiklerinden yapılmış bir ilaç içirdiler. Kral öldü…”( Davis, 2005, s. 200). Avrupa’da modern tıp faaliyetleri 19. yüzyılda kurumsallaşmıştır (Bynum, 2008, 43; McNeill, 2008, s.431).

[23] Floksera (Viteus vitifolii) bağ kök ve yapraklarına yerleşerek kurutan bir canlıdır (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı).

[24] Harita Word Bank, 2019a’dan alınarak düzenlenmiştir.

[25] Nitekim 1850 yılında 38,600 km olan Dünya demiryollarının uzunluğu, 1860 yılında 108,000 km’ye, 1870 yılında 209,000 Km’ye, 1880 yılında 372,500 km’ye, 1890 yılında 612,200 m’ye,1905 yılında 860,000 km’ye, 1913 yılında ise 1,110.000 km’ye ulaşmıştır (Tren Haber, 2019).

[26] Independend, 2019.

[27] En.wikipedia, 2020.

[28] Akagündüz, 2016, s. 455 -456.

[29] Temel, 2012, s.44

[30] Harita, Railisa UIC Statistic (2019)’dan alınmıştır.

[31] WHO, 2020.

[32] Özür, 2019.

[33] World Bank, 2019b’den alınarak düzenlenmiştir.

[34] ECDC, 2020.

[35] Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 25 Kasım 2020 itibariyle durumu göstermektedir. Harita WHO, 2020’den alınarak düzenlenmiştir.