BİR TABLOYLA DÜŞÜNMEK UKRAYNA’YI

TEVFİK TAŞ
Atlas Dergisi Editörü

Kanla silmek insanların, kentlerin, yolların yüzünü. Başkası saymayı öğrendiğin halkların kanını kendi esenlik kaynağın bilmek ve bunun üzerine bir yaşam kurmak… Silahlar, araçlar geliştirmek, ordular beslemek…

Buna biz, hepimiz dünyadaki bütün emekçiler zorunlu olarak katılıyoruz; en masumumuz vergi ödeyerek katılıyor…

Savaş diyoruz sonuçlarının adına. Ortak sözcük oluyor hazinemizde. Ölümler başlayınca ağlamanın ortaklığı gibi…

Birden oluyor sanıyoruz.

Bir nedenle, bir kararla başlıyor zannediyoruz.

Öyle eğitiliyor zihnimiz.

Oysa usulca. İç içeyken başlıyor. Isındıkça, ısındıkça uyuşup suyun kaynama aşamasını hissetmeyeceğimiz bir ritimle, sessiz gürültülerle işliyor.

***

Bu işleyiş birbirine ve onları şekillendiren politik sistemlere bağlanan; birbirini yeniden üreten politik gruplar yaratıyor.

Milliyetçilik, ayrımcılık, ırkçılık, faşizm gibi.

Emek, ortaklaşa yaşamak, mazlumluk gibi kavramların taraftarları, yukarıdakiler gibi mevcut düzenin olanaklarıyla değil de bu olanaklara karşı örgütlenmeye çalıştıkları için ortak yanları da daha çok yukarıdaki benzeşenlerin saldırı zamanlarında görünür oluyor.

Bu da aslında bu dünyayı etkileyecek ortak yanlarının hak ettiği merhaleye gelmediğini düşündürüyor.

Bertolt Brecht’i izleyerek özetlersem: İyiler iyi oldukları için değil, örgütsüz ve zayıf oldukları için faşizm, ayrımcılık, cinsiyetçilik gibi insan icatlarının ortak pek çok noktasını unutup unutup yeniden öğreniyor… Çünkü, iyiler, masumlar zayıf olduğu için yenilmemiş hissetse bile her gün yeniliyor…

Faşizm, Irkçılık, ayrımcılık her şeyden önce birbirlerinden doğuyor; yaşayabildikleri topraklarda handiyse ara vermeden birbirlerini büyütüyorlar. Bir diğer benzeşenleri de doğup nüfuz edebildikleri coğrafyalarda kolayca silinmiyor olmalarıdır. Uyuyor, yokmuş gibi yapıyor- lakin neredeyse silinemiyor. Faşizmi iliklerine kadar yaşamış Avrupa’nın pek çok ülkesi günümüzde de bunu görebileceğimiz birer laboratuvar gibidir…

***

Çok insanın ve ailenin yaşamı, çok sanatçının gençliği ve eserleri faşizmin, ırkçılık ve ayrımcılığın acıyla, ölümler ve iteklemelerle doldurduğu birer Günlük gibidir.

Belarus lehçesindeki söylenişiyle Moishe Zakharovich Shagal bunlardan biridir, desem isim, erbabı olmayanlar için pek de bir şey ifade etmez.

Fakat,  Marc Chagall desem durum epeyce değişir.

En azından bir kısmımızın aklına gökyüzünde sarılıp uyuyan aşıklar, horozlara, keçilere binip kaçmayı ya da kavuşmayı hayal eden sevdalılar, düşsel çiçek öbeklerinde, yer çekimine inat edercesine göklerde, çatılarda sevişip uyuyakalmış çiftler gelebilir.

***

WAR, 1964 – 1966 – Marc Chagall

Şimdi onun başka bir tablosuna bakarak, bugünkü savaşın coğrafyasını yeniden düşünüyorum. Günümüz için savaşın handiyse basit bir tasviri duruyor karşımızda. Günümüz için basit çünkü; sinema, kitle iletişim araçları bunun katmerlisini, ayrıntılarıyla günün her anı gösteriyor…

Bir köy var arkada. Büyük mü küçük mü olduğunu yananlara bakarak söylemek zor. Yangının dilleriyle, dehşetiyle çırılçıplak bıraktığı ve yakaladığı insan mahşeri bize bakıyor. Ancak yola düşmüş olanlar, savaşlardan arta kalabilen ezeli ve ebedi kurbanlardan söz açmamıza olanak veriyor.

Yoksullar.

Sefil bir araba, sürüklenen kılıksız insancıklar. Ölülerine son bir kez bakabilmek, dokunabilmek için yolun kıyısında durakalmış olanlar… Ata benzeyen hayvanın üzerinde ağlayarak sevdiklerini arayanlar…

Chagall, 2. Dünya Savaşı’nda yakılıp yıkılan küçük yerleşimleri ya da Vitebsk’i temsil edebilecek bir yeri canlandırmış aklının derinlerinde.

***

Ressam bugün Ukrayna Rus Savaşı’nın bir parçası olan Belarus’ta, Vitebsk kenti yakınlarındaki Liozno’da, 7 Temmuz 1887’de doğdu. O zamanki Rus İmparatorluğu’na bağlı Beyaz Rusya’nın bir parçası olan Vitebsk, nüfusunun yarısı Yahudi olan küçük bir kasabaydı.

Chagall da balık ticareti yapan küçük esnaf Yahudi bir ailenin çocuğudur.

Chagall, 1906’da, bir yerel ressam olan Yehuda Pen’in yanında resme başladı. 1907’de Peterburg’a taşındı. Ne ki, Petersburg o yıllarda Yahudilerin ancak özel izinle kalabildikleri bir kenttir. Bu, bir halk için hiç de kolay değildir.

Zaten Yahudi nüfusun büyük çoğunluğu da Moskova’yı, Petersburg’u terk etmiştir. Buna rağmen Chagall 1910 yılına kadar kalabilmiş… Dahası aileyi ziyarete gidip gelişlerinde Bella’ya âşık olmuş…

1910’da hem Yahudilere fena muameleden bezdiği için hem de başka sanat çevreleriyle tanışmak umuduyla Paris’e taşındı. Ancak Paris’te çok kalamadı.  Chagall, güzel bir çocukluk geçirdiği kır-kasaba karışımı yaşamı özlemek, Fransızca bilmediği için, kapsayıcı bir çevre bulamamak gibi nedenlerle Vitebsk’e döndü.

***

Savaş tablosu, bir coğrafyayı açık seçik betimlemiyor. Ancak dünyanın bir kasabasıyla, dünyanın başına gelenleri düşündürebiliyor.

Bugün, Ukrayna ya da Belarus dünyanın küçük bir köyünden başka nedir ki?

Kompozisyon apokaliptik (kutsal kitaplardan günümüz distopya sanatına gelen son felaket) manzaralarını akla getiriyor. Karakterler, Exodus’a (Tevrat’ta ve İncil’de anılan Mısır’dan Çıkış) atıfta bulunuyor.

Sağ üstte haç ve İsa’yı çağrıştıran görünüm belki de ressamın zihin dünyasına işlemiş olanların en önemli sembolü gibi. Biraz dikkatli bakınca oradaki “şeytani” figür İsa’yı da haçı da siliyor. Ancak öte yandan hem İsa’yı hem haçı; Hristiyanlığın tarihine sine sine büyümüş ıstırabı sabitliyor.

Yahudi soykırımı dahil, faşizmin bütün cinayetleriyle bir anlamda uyum içinde yaşamış 2. Dünya Savaşı döneminin kiliselerine egemen olanın, inanmış Hristiyan kılığını da kılıkları arasına ekleyenlerin zalimliklerini yeniden düşündürüyor o kesit.

Onun hemen dibinde kurtulmuş mu; yoksa bambaşka yeni ölümlere mi gideceklerini bilemezcesine yakarır, dua eder gibi dalgalanan figürler var.

Chagall’ın tablosundaki bütün içiçelikler, kıyıcılık zamanlarında kimin, kimin kelamını ve kılıklarını kullandığını anlamanın zorluklarını döndürüyor akılda. Örneğin, Tevrat’ın ve İncil’in ortak öyküsü olan Exodus’u bir de bu kıyamet burgaçlarıyla düşünmeli desem, çok mu büyütmüş olurum?

***

Bolşeviklerin 17 Ekim Sosyalist Devrimi, Paris’te kendi yurduna dönmüş olan ressamın gençliğinin büyük dönemeci oldu. Chagall, Ekim Devrimi’nde karınca kararınca aktif rol alanlardan biridir. Sosyalizm teorisi, Chagall’ın ruhani dünyasını da ressamlık yaşamını da yakından ilgilendirmektedir. Sovyet Kültür Bakanlığı, ressama Vitebsk bölgesinden sorumluluk verdi. Chagall, Vitebsk Modern Sanatlar Müzesi ve Sanat Okulu’nu kurulmasına ön ayak odu.

Gelgelelim Moskova, Petersburg gibi büyük kentlerinde sanatını yapabilmesinin koşulları pek de açık değildir.

Ressamın Yahudi hislerinden uzaklaşmaması; tablolarında Doğu Avrupa’nın ve kendi ülkesindeki Yahudi efsanelerinin, dualarının, sevme biçimlerinin iç içe geçmesi sanat dünyasına hâkim olan bürokratların pek de hoşuna gitmiyordu anlaşılan. Onları güzel bulanlar olabilirlerdi ama Yahudiceydi işte!

Bu çok tartışılan politik olgu sosyalist devrimin teorisinde çözülmüş olsa da pratik yaşamın teoriye erişmesi, teorinin, onu kullanması gereken doğru ellere geçmesi, gündelik yaşama nüfuz etmesi daima zaman alır. Chagall’ın yaşamının bu kesiti de ayrımcılığın bürokrasi içinde içten içe işlediğini düşündürüyor.

Chagall sosyalizmin ülkesinden ayrılıp yeniden Paris’e taşındı.

***

Fakat egemenlerin krizleri durmuyordu. 2. Dünya Savaşı’nın baş aktörü Hitler faşizmi Avrupa’yı ölüme gark ediyordu. 1941’de Nazi zulmünün etki alanına giren Paris de Yahudi damgası taşıyan Chagall için yaşanamaz oldu. Tehlikeli serüvenlerden geçerek ailesiyle birlikte New York’a taşındı.

***

Belarus ve çevresi bugünkü savaşta, Rus tarafında gösteriliyor. Aslında, doğrusu Putin diktası zorunlu olarak buradaki özerklikleri tanıdığını ilan ediyor. Zira, Putin bu özerk bölgelerde sosyalizme meyletmenin yükseldiğini bile bile bu özerklikleri tanıyor; çünkü buna zorunlu. Aynı Putin, yeryüzünde “nükleer savaşı da göze aldıklarını” ilan ediyor; bunu, basit bir mahalle kavgasından söz eder gibi dillendiriyor.

Dünya ne Ukraynalı ne de Belaruslu sosyalistlerin sesini duyabiliyor.

Fakat neresinden bakarsak bakalım Chagall’ın  tablosundaki bu topraklar yeniden kıyametin tam içindedir.

Bu savaşın da ekonomik açgözlülükle, güçle, emperyalist hakimiyet ilişkileriyle bağıntısını görmemek için akıldan yaya olmak gerek… Üstelik o bölgelerde yıllardır bombalamalar patlıyor, tedhişler oluyor, “düşük yoğunluklu” denen çatışmalar aralıklarla sürüyor.

Şimdi Ukrayna’nın işgalinin değerlendirildiği çok yerde, “Ukrayna’da bir Neonazi yükselişten” söz ediliyor. 2014’te ABD destekli Renkli Devrim olayları anımsatılarak “insanları binalarda diri diri yakan ve bunun hesabını vermeyecek kadar pervasız Neonaziler var” deniyor.

Lakin, Ukrayna Cumhurbaşkanı komedyen Volodimir Oleksandroviç Zelenski, bir Yahudi….

Chagall’ın Savaş tablosunun Yahudi ve Hristiyan göndermelerini yeniden anımsarsak kimin, kimin kıyafetini giydiğini anlamak hayli zor.

Bugünün yaygın medyası kimin, kime ait sayılan hangi kılığı giydiğine ilişkin sorulara yanıt bulmamızın imkânı olmaktan çok imkansızlığı oluyor.

Toplumların büyük çoğunluğuna etki eden bu belirsizlik, rastlantısal değildir. Egemen güçlerin örgütlediği bir belirsizliktir.

Bu nedenle de öğrenci, doktor, öğretmen, işçi, balıkçı ya da ressamı, müzisyeniyle cümle sanatçısıyla silahsız halklar, bütün kültürel dokusuyla Ukrayna kentleri, limanları bombaların, füzelerin “insafına” teslim…

Çünkü barış isteyen iyi insanlar örgütsüz ve zayıf.

   ***

ABD’den Fransa’ya, İngiltere’den Kudüs’e pek çok kilisenin ve Sinagog’un mimarisinde Chagall’ın vitraylarını, eserlerini görebiliriz.

Savaş, Beyaz Çarmıh, İsa’nın ıstırapları gibi eziyeti ve zulmü gösterdiği tabloları için: “böyle bir sanatçıdan bunlar nasıl çıkmış,” sorusu sıkça duyuluyor. Zira o mavinin, pembenin, incenin ressamı olarak akıllara kazınmıştır.

Diğer dehşet çağrışımlı tablolarını ayrıca irdelemek gerekir ancak Savaş tablosu, bütün öteki özellikleriyle birlikte Chagall’ın pek çok tablosundaki bir başka olgunun da anahtarıdır:

Bu tabloyu ressam 1964-66 gibi görece de olsa barışım hâkim olduğu bir dönemde yapmış,

Bir sanatçının, barış zamanı bunları düşünmesi, renklere, ışığa büründürmesi içten içe işleyen bir yaranın, kederin varlığını söylemez mi?

Anahtar kavramını biraz daha açarsak, yolumuz, Chagall’ın o harikulade sevişmeleri, kavuşmaları, kaçışları gösteren aşk tablolarında, neredeyse “daima var” dedirten o ince hüzne varır.

O mavi, açık parıltılarda dolanan yüzlerde, kaygının somurtuşu belli belirsizdir ama hep vardır. O tablolara baktıkça ben, bu ince kederde ayrımcılığa uğramış, soykırımı görmüş bir sanatçıdaki yaraların sessizce ama durmaksızın işlemesinin büyük payı olduğunu düşünmeden edemem…

Faşizmin, ırkçılığın, milliyetçiliğin, ayrımcılığın bir ortak noktası daha var: Çıkarlarına geldiğinde karşıtlarının renklerine bürünebiliyorlar. Din alıp satan, terörü varlık güvencesi sayan biri karşınıza bazen öyle bir demokrat olarak çıkıyor ki örneğin, değme sosyalistleri utandırabiliyor. Aşağıya itildiğinde sosyalistlerin söylemiyle çıkış arayan Mussolini ülkesine on yıllarca kan kusturmayı başarabiliyor.

Chagall’ın, Savaş tablosu günümüzün görsel bombardımanı karşısında “cılız” sayılır belki, ancak zalimliğin türlü donların düşündürmek bakımından olağanüstüdür…