Öğretmenliği Sen Seç

ÖĞRETMENLİĞİ SEÇ SEN! TATİLİ BOL MESLEKTİR

 

Özlem GÜLERSOY[1]

Ali Ekber GÜLERSOY[2]

 

Biz eğitimciler irşattan irfana yol açmaktan ziyade, harften irfana[3] pencere açabilenlerdeniz. Yani bireyin kendi dünyasından (içsel dünyasından, birincil doğasından) çevresindeki dünyaya (ikincil doğaya ki, yapay ve doğal doğa diye ayırmak mümkündür) yol almasında kılavuz olabilecek bir meslek perspektifine sahibiz. Ana rahminde eşey hücrelerin (gametlerin) birleşmesi sonucu oluşan zigottan (döllenmiş yumurtadan) 38 haftalık devri âlem ile zahiri doğum sonrası aldığı ilk nefesle (cennetten yani ana rahminden kovulduğunda) bebeğe dönüşen insan aslında öğrenmeye başlamıştır. Aslında bu öğrenme süreci ana rahminde başlamıştır ki, bilimsel çalışmalar bunu doğrulamaktadır. Genotipin (anne ve babadan çocuğa kalıtım yolu ile geçen yapı) fenotipi (genetik yapının dışardan gözlenebilen şekli) belirlediği veya şekillendirdiği bilinse de kalıtım; gelişime ilişkin sınırları belirlerken, çevresel şartlar bu sınırlar içinde nerede durulacağını belirlemektedir. Bebeklik döneminde (0-2 yaş) kendi varlığının ve bilincinin farkına varan insan, Piaget’nin deyimiyle “doğadan ayrışmıştır” artık. Yukarıda değindiğimiz gibi, bu durum, insan neslinin birinci doğadan (doğal dünya) ayrışarak ikinci doğayı yaratmasının habercisidir.

Öz olarak insanın şekillenmesinde doğum öncesi faktörler kadar, doğum sırasındaki ve doğum sonrasındaki faktörler de etkilidir. Bu meyanda özellikle 0-5 yaş arasında hatta sonrasında ana-baba tutumları (demokratik, otoriter, aşırı hoşgörülü, aşırı serbest vb.), ilk-ortanca-en küçük veya tek çocuk olma durumu vb. kişiliğimizin oluşumunda oldukça etkilidir.

Biz eğitimciler ilk iki nedene hatta üçüncüsüne müdahil olamayacağımız için okul öncesi (3-6 yaş) dönemden sonrasıyla mükellefiz. Okul dönemi (6-12 yaş, son çocukluk), ergenlik dönemi (12-18 yaş) ve lisans, lisansüstü dönemi de işin içine katarsak bu ıskala 30’lu yaşlara tırmanabilmektedir. Nitekim normal bir süreçte 21 yaşında lisans eğitimini tamamlayan bir birey 2 yıl yüksek lisans ve kabaca 4 hatta 6 yılda doktorasını tamamlayabilmektedir.

Başlığı unuttunuz, nereden nereye geldiniz” dediğinizi duyar gibiyiz. Merak etmeyin, yazımızın şirazesi şaşmış gibi görünse de sizi istasyona sağ salim ulaştırmaya niyetliyiz. Esas olarak insanın fiziksel, duyuşsal ve psiko-motor gelişimi, eğitim ve öğretime içkindir. Bu içkinlik çerçevesinde eğitmen-öğretmen hayati bir önem arz etmektedir.

Gelelim asıl meselemize, biz, 27 yıllık meslek hayatında ilkokul, ortaokul, lise, lisans ve lisansüstü seviyelerinde öğretmenlik-eğitmenlik yapmaya çalışan iki birey olarak dertliyiz. Derdimiz bulunduğumuz zamanla yani konjonktürel görünse de, aslında ezelden ebededir. Yani geçmiş-günümüz-gelecek bizim zihin ve gönül dünyamızda ehemmiyetlidir. O halde yaklaşık 50 yıllık iki ömrün (ki bu toplamda 100 yıl eder), insan-mekân hafızasında ana-baba yani okul öncesi, ilk-ortaokul ve lise dönemindeki meşhur ifadesiyle velilerin pişmiş aşa soğuk su kattığına çoğu kez şahit olmuşuzdur. Hatta üşenmeyip, çocuklardan ziyade ana-babalarını eğitmeye çalıştığımız zamanları gülümseyerek anımsarız ki, bu halen de devam etmektedir. Şimdi muhalif kanadımızdaki değerli canlar; “Yahu hocalar, bu sistem meselesidir. Sistem değişmedikçe bu problemler olacaktır. Sistem hepimizin katilidir” diyecektir ki, bu tespitin gerçeklik payı bulunsa da “tenkit hastalığı”, “çözüm dispanseri”nden ayrı düşünülemez. Yani tenkit eden çözümünü de ifade etmelidir.

İnsanın üç beyni olduğunu söyleyenler vardır ki, eski beyin içgüdüsel, orta beyin duygusal ve yeni beyin rasyoneldir. Haydi, bakalım bir de üç beyin çıktı! Ne yapalım bilim bir süreç ve bilim insanları sürekli araştırıyor, çalışıyor ve bizler de onların imbiklerinden süzüleni sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz. Sizin anlayacağınız bu üç beyin aslında Freud’un topografik yaklaşımına göre id (temel biyolojik dürtüler), ego (6-8. aylarda id’den evrimleşerek gelişir ve id’in amaçlarına ulaşmasına yardımcı olur) ve süperego (5 veya 6 yaşında gelişmeye başlayan vicdan yanımız) tasnifine de uygun görünüyor. Aslında haz ve elem arasında gidip gelen hayatımızı kontrol eden güçler onlar ki, hayatta kalmak ve haz almak için tüketiriz (fizyolojik ihtiyaçlar), acıdan kaçarız, kaçamazsak mücadele ederiz, mücadele edemezsek birçok şeye sabrederiz yani baskılarız. Bu durum Henri Laborit’in fikirlerinden esinlenerek çekilen “Amerikalı Amcam (Mon Oncle d’Amerique, 1980)” filminde oldukça etkili bir şekilde işlenmiştir, izlemeniz tavsiyemizdir.

Sözün özü bilinçaltımızın gerçek patronu eski (ilkel) beyin gibi görünse de, biz insanlar (Homo sapiens sapiens) eski sürüngen (ilkel) beynimizi orta (duygusal) ve yeni (mantıklı) beynimizle dengeleyebiliyoruz. Başka bir deyişle idimizi, egomuzla ve özellikle süperegomuzla (vicdanımızla) hizaya çekebiliyoruz.

Apansız, Ataol Behramoğlu’nun “bebeklerin ulusu yok” şiirine atfen “çocukların ulusu yok” demek geldi içimizden. Bu sözler, bebeklik ve çocukluk dönemlerinin evrenselliğini dile getirmektedir. Nitekim dil gelişimi açısından bütün bebekler babıldama (cıvıldama) evresinde (2-5 ay) benzer sesler çıkarırlar. Bu noktada bütün insanların sözü edilen evrede kalması hayali bir niyet oluverdi zihnimizde.

İşte burada devreye biz eğitmenler-öğretmenler girmektedir. Bilişsel (bilmek, bağlantılar kurmak, hayal etmek), duyuşsal ve psiko-motor boyutlarıyla holistik (bütüncül) olarak eğitimine katkı vermeye çalıştığımız insan, öğrendikleriyle eyleme yani harekete geçebilmelidir. Başka bir deyişle bedensel ve ruhsal çabamız yani praksisimiz ete kemiğe bürünmelidir.

Bazı Tavsiyeler: Öncelikle öğrencilerin sizlere güven duyması esastır. Zira kendisini güvende hissetmeyen hiçbir insan hatta canlı öğrenemez, sözlü ve sözsüz iletişime kapalıdır. Nitekim Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güvenlik ihtiyacı, fizyolojik ihtiyaçlarla birlikte önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu kapsamda insanın kendini gerçekleştirmesi sürecinde biz eğitimcilerin yol göstericiliği, kolaylaştırıcılığı elzemdir.

Diğer mesele ise öğrencileri anlamanızdır. Bu meyanda bizim düsturumuz Baruch Spinoza’nın (1632-1677) dediği gibi ‘Gülme, ağlama, lanetleme. Sadece anla’ perspektifi olmalıdır. Meseleyi biraz daha ete kemiğe büründürür isek öğrencilerin davranışlarının arkasındaki asıl nedeni sorgulamamız gereklidir. Dilimizde pelesenk olan insana, yaşama ve doğaya bütüncül bakmak burada da devreye girmektedir. Örneğin otorite boşluğu yaşanan bir aileden gelen bir öğrenci ile aşırı kontrolcü bir aileden gelen bir öğrencinin davranışları şüphesiz farklı olacaktır. Söz konusu durumu gözlemleyip meseleyi ailesiyle veya öğrenciyle ilgilenen kişilerle ayrıntılı konuşmamız bir anlamda aileyi de eğitmemiz zaruridir. Elbette bunlar idealize edilendir ama “olması gereken” bizim vazgeçilmez, tavizsiz düsturumuz olmalıdır.

Küçük Buda (Little Buddha, 1993) filminde, Buda (Siddhartha Gautama) kendi halinde dünya nimetlerinden el etek çekmiş bir halde münzevi bir yaşam sürerken nehirden kayıkla geçen bir yaşlı müzisyenin öğrencisine söylediği şu sözleri işitir: “Teli çok gerersen kopar ve teli çok gevşek bırakırsan iyi ses çıkmaz”. Bu sözlerin ardından Buda: “Öğrenmek değişmektir. Aydınlanma orta yoldur. O, bütün zıt uçların arasında bulunan çizgidir” anlayışını geliştirmiştir. Evet, canlar, sihirli kelimeler “orta yol”dur. Bunun bir örneğini de tabiattan vermek mümkündür. Balçık[4] bilindiği gibi genel olarak verimli toprak olarak bilinir. Yani kum, kil ve mil (toz) oranı % 33’tür (Toplam % 100). Her biri dengeli unsurlardan oluşan topraktır balçık topraklar, tıpkı yaşam gibi. Tıpkı insan ilişkileri ve öğretmenlik, eğitmenlik gibi.

Nitekim iyi bir öğretmen klasik mantıkla değil, bulanık mantıkla düşünmeli ve düşündürtmelidir. Bulanık mantık, bireyin herhangi bir olaya siyah veya beyaz olarak bakmaktansa gri renkleri görmesidir. Yani alacağı kararlarda, birden fazla durumu değerlendirip belirli bir çerçevede kararları icra etmesidir veya değişen koşullar çerçevesinde aldığı karardan vazgeçip yeni kararlar almasıdır[5].

Sınıfta marjinal bir durumla karşılaştığımızda zihnimizin aynasını gönülle (sirayeti duygulardır) parlatmak, gönlün manivelasını akılla tutmak elzemdir. Çünkü et, kemik ve kan yığını olarak karşımızda duran öğrenciler, bunun ötesinde bir nevi yürütücü kontrol veya yürütücü işlemcinin[6] kontrolünde hareket etmektedir. Bu yürütücü kontrol veya işlemci, yazının üst bölümünde ifade edildiği gibi genotipten, çevresel şartlar (doğum öncesinde, doğum sırasında ve doğum sonrasında) ve doğrudan veya gizil olarak öğrenme süreçleri vb. gibi bir dizi şartların perspektifinde şekillenmiştir.

Özcesi öğrencileri önemsemek, ilgi göstermek ve mümkün mertebe bireysel iletişim kurmak zor olmasa gerektir. Özgüven meselesi ise başlı başına bir kitap konusu! Yani öğrencilerinizin kendine güveni. Bunun için önce sizin öğretmen olarak kendinize güven ve saygı duymanız gerekli.

Bir diğer husus ise insan beyninin parçaları ve bütünü aynı anda algıladığı gerçeğidir. Sağlıklı bir insanda matematik, müzik veya sanat öğretiminde beynin her iki yarı küresi etkileşim halindedir. Bir konunun öğretilmesinde konunun bütünü ve parçaları karşılıklı etkileşimde bulunacak şekilde aynı anda verilmelidir.

Okul-aile işbirliği meselesi ise su götürmez bir gerçekliktir. Okulun maddi-manevi bileşenlerinin (öğretmen, öğrenci, bina içindeki eşyalar, bahçedeki bitkiler, hayvanlar vb.) tümüyle algılanması ve yaşamın bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Bu meyanda öğrencilerin ebeveynleriyle veya onlarla ilgilenen kişilerle yakın ilişki de bulunmak elzemdir. Yakın derken, “ilgili ama mesafeli bir yakınlık”tır sözünü ettiğimiz.

Olmazsa olmaz dediğiniz bir husus var mı?” derseniz, size yanıtımız ‘sebat’ olacaktır. Bir nevi kararlılık. Elbette kör kütük bir kararlılık değil bu. Bilerek, hissederek hatta acı çekeceğinizi bilseniz de yolunuza, inandığınız değerlere (elbette günümüz şartlarına uyarlayarak) bağlı kalarak, bir nevi kendinize, değerlerinize temenna eyleyerek ömür seyahatine devam etmektir, sebat.

Bir öğretmen suskun olmalı mı?” sorusuna yanıtımız “yerine ve zamanına göre susmalıdır ve konuşmalıdır” şeklindedir. Yani kelimeleri seçerek konuşmalıyız.

Değinilmesi gereken bir diğer husus, öncelikle öğretmenler arasında, sonrasında öğrencilerle birlikte işbirliğinin ön plana çıkması gerektiği gerçeğidir. Öğretmenleri başa almamızın gerekçesi öğrencilere ve gizil olarak velilere rol model olmalarıdır. Bu bir nevi velinin eğitimidir. Sözü edilen işbirliği id, ego, süperego dengesini gözetmeli, bireyin bilişsel (akıl), duyuşsal (kalp, gönül) ve psikomotor gelişimini bütünleyen bir prozodiye sahip olmalıdır.

İşte böyle canlar, öğretmenlik zor zanaat! Elbette sözünü ettiğimiz hakiki öğretmenlik. Yani herkesin söylediği gibi yalnızca sahneye (okula, sınıfa) bakarak veya eve gelen öğrencinin söyledikleri vb. tek başına öğretmenliği ifade etmekten uzaktır. Bu işin sahne arkasına bakmak icap eder. Başka bir deyişle öğretmenliğin bir de derin yanı vardır. İçsel zekâsı güçlü olmalıdır öğretmenin, gözleri keskin ve gören olmalıdır. Kulakları açık, vücudu bütün öğrencilerini saracak şekilde hafif öne doğru eğilmeli, dokunmasa da zihni ve gönlüyle öğrencilerini sarmalıdır öğretmen. Zihni yorulur öğretmenin, evinde çocuğuyla iletişim kuramayan ebeveynin bazen takdir ettiği ama çoğunca tenkit ettiği kurumsal bir kimliktir. Sahnenin arkasına bakalım canlar. Tatili bol mesleği icra edenler! neler yapıyor, neler yapmalı? Buna kafa yormalı. Politika ve siyasetten ayrı değildir öğretmenlik, zira her gelen öğretmeni, öğretmenliği parlatır, nutuklar atar! Lakin mesele küldür, yani bütüncül bakmayı gerektirir. Sistemin bütünüyle ele alınmasıdır öğretmenlik. Özcesi gündelik siyaset ve parlak hamaset ile bir yere varılamayacağı aşikârdır. Biz, yani “güzel ve yalnız ülke[7]”nin çocukları, iyi öğretmen yetiştirmeliyiz, iyi öğretmen olmalıyız. Nitekim biz bu yazıda meseleye doğaçlama bakarak “öğretmenliği seç sen! tatili bol meslektir” demekten ziyade, “öğretmen ol ve manada, maddede adil insan yetiştir” demenin altını çizmeye çalıştık. Yazımız akademik bir çerçeve çizmeyebilir ancak tecrübelerimizin ve gönlümüzün beyanıdır. Ezcümle akıl, vicdan ve umutla kalınız…

 

YARARLANILAN ve ÖNERİLEN KAYNAKLAR

Akboy, R. (2005). Eğitim Psikolojisi ve Çoklu Zekâ. İzmir: Dinozor Kitabevi.

Gönensin, K.S. (1992). Peyzaj mimarları için bazı toprak özelliklerinin arazide belirlenmesi ve değerlendirilmesinin pratik esasları, 42(1-2), 139-154.

https://www.muhendisbeyinler.net/bulanik-mantik-nedir/, Erişim Tarihi: 05.09.2022

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/yalniz-ve-guzel-ulkeme-9022249, Erişim Tarihi: 05.09.2022


[1] Sınıf Öğretmeni, Necip Fazıl Kısakürek İlkokulu, Buca / İzmir.

[2] Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı, Buca / İzmir.

[3]Siz muallime hanımlar ve muallim beyler, sizler de irfan ordusunun zabitan ve kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kütahya Sultanisi’nde Yaptığı Konuşma, 24 Mart 1923).

[4] Balçık topraklar, orta derecede kil miktarına sahip topraklardır. Tüm fiziksel ve kimyasal özellikleri bitki gelişimi için elverişlidir. Besin ve hava ekonomileri iyi olup, yüksek bir yararlanılabilir su tutma kapasitesine sahiptirler. Kumlu balçık ile balçıklı kil arasındaki balçık türündeki topraklar fiziksel ve kimyasal özellikler bakımından ideal topraklardır. Bu topraklar bitkilere optimum bir gelişim sağlarlar (Gönensin, 1992).

[5] https://www.muhendisbeyinler.net/bulanik-mantik-nedir/

[6] Yürütücü kontrol veya yürütücü işlemci (üst biliş=meta biliş), bireyin motivasyonu yani beklentileri amaçları ve gerek içsel gerekse çevre koşullarına kendi öğrenmesine hizmet edecek şekillerde kontrol altına alma yetilerini ifade eder.

[7] Nuri Bilge Ceylan’ın 61. Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen (Üç Maymun) ödülünü alırken yaptığı Türkiye (Ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum) tanımlaması (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/yalniz-ve-guzel-ulkeme-9022249).

Ekoköyler

Ekoköyler ve Sürdürülebilirlik

Prof.Dr. Sultan Baysan[1]

Giriş

Bu makalede küresel ekoköyler ağından bahsedilmektedir: Dünya 2000 Milenyum Kalkınma Hedefleri’nden sonra 2015 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (undp.org) veya 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı gibi çeşitli oturumlarla küresel sorunlara çıkış ararken, daha sürdürülebilir bir dünya için bu adımların daha öncesinde “tohumlar” atılmıştı. Bu tohumlardan birisi de sürdürülebilir topluluklar için nukleus/çekirdek/nüve görevi gören başlayan Litfin’in (2014) deyimiyle ekoköylerdir.

1995’ten itibaren Küresel Ekoköyler Ağı’nın (Global Ecovillage Network, GEN) kurulmasıyla bu köyler sürdürülebilir yaşam uygulamaları konusunda dünyaya iyi örnekler sunmaktadır (URL 1). 1987’de bir vakıf olan Gaia Trust’ün kurulmasıyla başladığı belirtilen ve 1991’de bir konferansla devam eden süreç adımlarını D. Ross ve Hildur Jackson ile ABD’li Robert ve Diana Gilman isimli iki çifte borçludur (Litfin, 2014). 1991 konferansında Gilman çifti tarafından ekoköyün tanımı yapılmıştır. Buna göre ekoköyler “insan ölçekli, insan faaliyetlerinin sağlıklı insan gelişimini destekleyen bir yolla doğal dünyayla zararsız bir şekilde bütünleştiği ve sonsuz geleceğe kadar başarıyla devam edebilen çok özellikli yerleşimlerdir”. Konu ile ilgili daha fazla bilgi için Ekoköy Mücadelesi (Eco-village Challenge) isimli inisiyatife bakılabilir (URL 2).

            İsrail’deki kibbutz ve moshavlara benzetilen bu ekoköyler (sürdürülebilir olmaya çalışan) toplulukların küreselleşmesini temsil etmektedir (Oved, 2012). Şekil 1’de İsrail’in tarımdaki başarısının da paydaşlarından biri olan ortak mülkiyete dayalı, çalışanlarının ihtiyaçlarının çiftlik idaresince karşılandığı yerleşimler kibbutz (örnekleri arasında ilk kurulan Degania ile Merom Golan ve Lotan ile);  yine İsrail’de ailelerin eşit büyüklükte toprağının olduğu planlı kooperatif yerleşmesi olan moshav örnekleri görülmektedir (moshav örneği olarak Nahalal verilebilir) (Tümertekin ve Özgüç, 2011, URL 3, 4 ve 5).

Şekil 1. Ekoköylere benzetilen kibbutz ve moshav tipi tarım ağırlıklı yerleşmeler ve yerleşim planı örnekleri (URL 3, URL 4 ve URL 5)

Ekoköylerin Dağılışı

Küresel Ekoköyler Ağı’nda (GEN) yaklaşık 400 köy bulunmaktadır. Bu ekoköylerde yaşayan topluluklardaki bireyler de geleceğin daha sürdürülebilir olması için birer “tohum insan” kabul edilebilir (Şekil 2). Bu köylerde yaşamayıp da gerek üçüncü dünyadaki kırsal birçok yerleşimde ya da şehirlerde olabildiğince sürdürülebilir bir yaşam sürmeye çalışan pek çok insan olsa da özellikle gelişmiş dünyanın kaynak kullanımı bakımından israfı hep tartışılmaktadır.

Şekil 2, küresel ekoköylerin amaçlarını ve Ağ’ın (GEN) dünyadaki bölgelerini göstermektedir. Küresel ekoköylerle geniş anlamda ekovatandaşlar, ekoprojeler, ekookullar, ekotopluluklar, ekokomşuluklar, ekoköyler, ekoşehirler, ekobölgeler ortaya çıkması beklenmektedir. Ekoköyler kırsal ya da kentsel olsun yerel, katılımcı süreçlerce yönetilen prensiplere sahiptir. Bu köyler 20 ile birkaç bine kadar giden nüfusa sahiptir. Küresel ekoköyler ağına girebilmek için en az iki yıldır sosyo-kültürel, ekolojik ve ekonomik açılardan Ağ’ın belirttiği Yenilenme Alanları’ndan  (Regeneration Areas) en az birinde çözümlerinin olması beklenmektedir.

Şekil 2. Küresel ekoköylerin amaçları (ekovatandaşlar, ekoprojeler, ekookullar, ekotopluluklar, ekokomşuluklar, ekoköyler, ekoşehirler, ekobölgeler) ve Küresel Ekoköyler Ağı (GEN) bölgeleri (URL 6)

Ekoköyler ekonomik, sosyal ve çevresel yönden nasıl sürdürülebilir olunabileceğine dair sorgulamayı içinde barındırmakta ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini desteklemektedir. Şekil 3’te, GEN’in “dünyada görmek istediğin değişikliği ol. Kaliteli, (fakat) düşük etkili yaşam biçimini bul” sloganı ile BM sürdürülebilir kalkınma hedeflerine verdiği desteği ifade edilmektedir. Burada BM sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden 11 sürdürülebilir şehir ve topluluklar, 12 sorumlu üretim ve tüketim ile 13 iklim eylemi hakkında hedeflere özellikle vurgu yapılmaktadır.

Şekil 3. Küresel Ekoköyler Ağı’nın (GEN) Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri bağlantısı (URL 7)

 Aslında küresel ekoköyler fikri; hayatı hızla, randevular ve sıkışık ajandalara uymaya çalışarak yaşamak mı? yoksa hayatı yavaş şehirlerin (cittaslow) deneyimlemeye çalıştığı gibi anlamlandırmaya çalışmak mı? gibi ikilemlerde karar vermeyi, seçimleri kolaylaştıracak bir düşünce sistemini oluşturmaya mı yardım etmektedir? İnsan doğal ortamın bir parçası olarak onunla eşgüdümlü/simbiyotik bir ilişki içerisinde olmalıdır. Çünkü yenilenmeyen birçok kaynak, kirlenen birçok doğal unsur vardır. Hâlbuki Gaia fikri bize doğal ortamda “kendi yerimizi” bulmayı önerir (daha fazla bilgi için URL 8). Hep tekrar edildiği üzere tek bir dünya var (Şekil 4).

Şekil 4. GAIA, yaşanılası tek dünya fikrini temsilen üretilen görsellere bir örnek (URL9)

          Ekoköyler gerçekte üzerinde yaşanılır tek gezegen fikri üzerine doğmuştur. Bu ekoköylerde yaşam Litfin’in (2014) kelimeleriyle “birbirine bağlılık”, “somutlaşmış vizyon” ile “mutluluk ve tatmin” üzerine kuruludur. Birbirlerine bağlılıkta aidiyet, güven, dürüstlük ve karşılıklılık duygusunun hissedilmesi; somutlaşmış vizyonda paylaşılan bir amacın varlığı; mutluluk ve tatminde ise üyelerinin orada yaşamaktan keyif alması ve sorun çözümünde dahi tatmin duygusunu hissetmesi kastedilmektedir (Litfin, 2014: 31).

Dünyadaki GEN’e bağlı ekoköylerin dağılımı Şekil 5’te görülmektedir. Haritaya göre ekoköyler bazı yerlerde daha seyrek olmakla birlikte tüm kıtalarda yayılış göstermektedir.

Şekil 5. Dünyadaki ekoköylerin dağılımı (URL 10)

Avrupa’daki GEN’e bağlı ekoköylerin dağılımı ise Şekil 6’da verilmiştir. Avrupa’nın bir çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de ekoköyler yeralmaktadır.  Ankara ve Sakarya’daki ekoköy örnekleri de GEN’e bağlıdır. Bunlar Ankara’da Güneşköy ve Sakarya’da (Earth Ekovilllge olarak) Yeryüzü Ekoköyü’dür.

Şekil 6. Avrupa ekoköyler haritası (URL 11).

Ekoköylerin Ortak Özellikleri

Ekoköyler permakültür ekolojik anlayışına göre şekil alır. Bu yaklaşım doğanın tasarım ilkelerini baz alan anlayıştır (permakültür uygulamaları için bkz. URL 12). Ekoköylerin uygulamaları arasında sıkıştırılmış topraktan/kerpiç yapılar, yağmur suyu hasadı yapabilmek için toksik olmayan çatı inşası, bitki bazlı kanalizasyon arıtma, yenilenebilir enerji çözümleri (örneğin, güneş panelleri, ya da mikrohidro enerji bir başka deyişle derelere konulan türbinler), kaynak tüketimi ve atık üretimini azaltma amaçlı pasif güneş enerjisi tasarımı gibi uygulamalar revaçtadır. Bu köylerde ana fikir kendi kendine yetebilir olmaktır. Yine yağmur suyunun akıp gitmesini önleyen geçirgen kaldırımlar, organik binalar, meyve-sebze bahçeciliği, sosyal adalet savunuculuğu, sorumlu inşaat, enerji, su, taşıma çözümleri, işbirlikçi tüketim, permakültür uygulamaları, yaban hayatını koruma bu uygulamalara diğer örnekler olarak verilebilir. Ekoköylerde organik binalar tasarlanması idealdir (Litfin, 2014) (Doğal, organik binalar hakkında bkz. URL 13). Çünkü çimento ile binalar çirkin ve rahatsızdır, bu binalar kışın soğuk yazın sıcak tutarlar. Üstelik gömülü enerjileri yüksektir. Çimento atmosfere havacılıktaki kadar çok karbondioksit vererek sera gazı salınımının dünyada en büyük kaynağıdır (Litfin, 2014: 70).

Konjenerasyon yani aynı anda ısı (Stirling cihazları ile) ve elektrik üretimi, su tasarrufu (gri su kullanımı), kurakçıl bitkiler ekimi giderek yayılmaktadır. Gıdada ise organik ve yerel gıda, gıda pazarları, kompozit kutuları, kompostlaştırma, arıcılık, GDO’suz gıda yaygın uygulamalardır.

Ekoköyler davranış ve sistemsel olarak su tüketimi meselesine farklı bakabiliyorlar. Buralarda:

  • atık sular filtrelenir,
  • yağmur suyu hasat edilir,
  • daha az su kullanılır.

Ekoköylerin üç tipi bulunmaktadır.  Bunlar kentsel, geleneksel ve “niyete” dayalı ekoköylerdir. Şekil 6’da GEN’e bağlı ekoköy tiplerinin gösterildiği görseller yer almaktadır. Kentsel ekoköylere Kaliforniya’da Los Angeles Ekoköy’ü, geleneksel olana Senegal’den Dakar, Mbackombel Guédé Chantier ve “niyete” dayalı köylere ise İskoçya’da Findhorn söylenebilir.

Şekil 7. Ekoköy tipleri (kentsel, geleneksel ve niyete dayalı ekoköyler) (URL 14).

Şekil 8 ise dünyadan ekoköylere birkaç örnek daha sunmaktadır. Birinci görsel Almanya’da Sieben Linden’den saman balya yapı uzmanlığını,  ikinci görsel Polonya’da Bhrugu Aranya’da doğal, organik bir yapıyı, üçüncü görsel ise İsrail’de Kibbutz Lotan’da sürdürülebilir çöl yaşamını sergilemektedir.

Şekil 8. Ekoköy örnekleri (URL 15)

Bilindiği tartışıldığı üzere ekonomi ve ekolojinin ögeleri toplumun ihtiyaçları ile bilinçli bir şekilde dengelendiğinde sürdürülebilirlikten bahsedilmeye başlanır. Şekil 9, ekonomi, toplum, ekoloji işbirliğinde sürdürülebilirlik idealini göstermektedir.

Şekil 9. Ekonomi, toplum, ekoloji işbirliğinde sürdürülebilirlik (resimler için URL 16, 17, 18, 19)

Sonuç

Ekoköyler, insan kaynaklı sorunların kısa yoldan en etkili çözümleri olmayabilir. Ancak bunların birer sürdürülebilir tohum olarak iyi örnekler oluşturmaları değerlidir. Hepimizin ekoköylerde oturması mümkün değildir belki; ama herkesin sürdürülebilirliği sağlamak adına evlerinde, işyerlerinde sürdürülebilir bir yaşam için yapacağı çok şey vardır. Çünkü Muir’in ifadesinde olduğu gibi “her şey diğer her şeye bağlıdır”.

Kaynakça

Litfin, Karen T. (2014). Eko Köyler: Sürdürülebilir Bir Toplum için Dersler. İstanbul: Alfa.

Oved, Yaacov (2012). Globalization of Communes, 1950-2010. New Brunswick; NJ: Transaction Publishers.

Tümertekin, Erol ve Özgüç, Nazmiye (2011). Beşeri Coğrafya: İnsan, Kültür, Mekân. İstanbul: Çantay Kitabevi.

URL1 : https://ecovillage.org/about/about-gen/

URL2: www.context.org/iclib/ic29/gilman1.

URL3: https://www.touristisrael.com/what-is-a-kibbutz/6053/.

URL4: https://medium.com/@mustafaylmaz_92272/%C3%A7%C3%B6l%C3%BC-ye%C5%9Ferten-%C3%BClke-i%CC%87srail-75e5f03bd565.

URL5: https://www.researchgate.net/publication/280771327_Past_Forward_Planning_in_the_Light_of_Historical_Knowledge/figures?lo=1.

URL6: https://ecovillage.org/our-annual-report-2020-is-here/.

URL7: https://ecovillage.org/about/vision-mission-goals/.

URL8: https://www.sciencedirect.com/topics/earth-and-planetary-sciences/gaia-hypothesis ve http://gaiaeducation.org.

URL9: https://gaiamandala.net/.

URL10: https://ecovillage.org/projects/map/.

URL11: https://gen-europe.org/ecovillages/european-ecovillages/.

URL12: http://permacultureprinciples.com.

URL13: www.naturalbuildingschool.com.

URL14: https://ecovillage.org/projects/what-is-an-ecovillage/

URL15: https://gen-europe.org/ecovillages/european-ecovillages/

URL16: https://www.turklib.org/ekolojinin-tarihcesi-ve-onemi/.

URL17. https://www.ekoloji.com/ekoloji/ekoloji-terimleri/.

URL18: https://www.dunya.com/finans/haberler/gune-baslarken-ekonomi-ve-piyasalarin-gundemi-2-aralik-2021-haberi-641543.

URL19: https://www.bilgikilavuzu.com/toplumsal-temelde-egitimin-onemi-nedir/.

[1] Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Coğrafya Eğitim Derneği Üyesi

Bildiğimiz Su

BİLDİĞİMİZ SU

Ahmet AYDOĞMUŞ[1]

     Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliğinin (IUPAC) adlandırmasıyla  dihidrojen monoksit olarak ifade edilen su,  canlılar için havadan sonra en önemli maddedir, besin üretiminde gereken maddelerin başında yer alır.  Avcı ve toplayıcı yaşam tarzından yerleşik hayata geçen insan toprak ve suya bağımlı hale gelmiştir. Tarımsal üretim için iklim ve toprak koşulları yanında suyun  varlığı ilk uygarlıkların ortaya çıkmasının ön koşulu olmuştur. Orta kuşak karalarından Fırat ve Dicle kıyıları, Nil Vadisi, İndüs ve Ganj Vadileri, Anadolu Yarımadası, Akdeniz çevresi, Çin’de Sarı Irmak ve Gök Irmak boyları Eski Dünyada uygarlığın akarsulara bağımlı olarak geliştiği merkezler olmuştur.

   Suyun Hikâyesi

   Kütlesi dikkate alındığında evrende en çok bulunan hidrojen ile üçüncü çok bulunan element oksijenden oluşmuştur (1). Uzayda ve gök cisimlerinde de suyun var olduğu bilinmektedir. Gök bilimcilere göre, Orion Bulutsu’sunda bir günde oluşan su miktarı dünya okyanuslarını dolduracak hacimdedir (2).  Eylül 1996’da Polar uydusu tarafından alınan bir görüntüde kozmik kartopu olarak ifade edilen kuyruklu yıldız, Atlas Okyanusu ve Batı Avrupa’nın 8.000-24.000 kilometre yukarısında buharlaşır (3).  NASA tarafından izlenen 1 kilometre çaplı Linear kuyruklu yıldızının taşıdığı su edilen 3.6 milyon ton olarak ifade edilmiştir.  Dünya suyunun kökeni hakkında kesin bilgi yoksa da kirli kartopu olarak ifade edilen kuyruklu yıldızların katkısını ileri süren bilim insanları bulunmaktadır. Suyun kökeniyle ilgili bir başka görüş, zamanla soğuyan dünyada oluştuğu şeklinde ifade edilmektedir (3).

   Hidrojen ve oksijenden atomlarından oluşan su, elektrolizle elementlerine ayrılırsa da laboratuvar koşullarında su üretmek olanaklı görülmemektedir. Doğal olarak petrol, doğal gaz, biyokütle  gibi hidrokarbonların oksitlenmesi-yanmasında ısıyla birlikt su da oluşmaktadır. Yanmayla oluşan suyun taşıt egzozlarından ve doğal gaz bacalarından buhar olarak atıldığını görülür. Yer kabuğu plakalarının dalma-batma alanlarında mantoya dalan okyanus plakaları beraberindeki suyu manto katmanına taşır, volkanik etkinliklerde çıkan gaz maddelerin bir kısmı su buharından oluşmaktadır (4). Su yanıcı madde hidrojen ve yakıcı madde oksijenden oluşmuş ise de enerji kaynağı da değildir. Çünkü yanma tepkimesi sonucu oluşmuş bileşiktir. Bu nedenle tekrar yakılamaz.

   Görsel 1. Metan gazının yanmasıyla oluşan su

  İki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşan su molekülleri katı, sıvı ve gaz halde bulunabilir.  Özel koşullarda suyun üç hali aynı anda görülebilir. Üçlü nokta olarak adlandırılan bu durum 0,01°C sıcaklık ve 0,00603 atmosfer basıncında gözlenebilir (5).

Görsel 2. Buz, su ve su buharının molekül yapıları

    Sıcaklık etkisiyle maddenin hacim ve yoğunluğu değişir. Bu bakımdan su farklı özellik gösterir. +4 °C sıcaklıkta yoğunluğu en yüksek değerde olan suyun sıcaklığı artarken ve azalırken yoğunluğu da azalır. +4 °C’da 1gram/cm³ olan su yoğunluğu buz kütlesinde 0,919 gram/cm³’dür. Bu nedenle yoğunluk farkı nedeniyle buz kütlesi su içinde yüzer haldedir. Yüzeyden donan su kütlesi altında sıvı olarak kalmaya devam eden su canlılarının yaşamasına olanak sağlar. Soğuk suda sıcak suya göre daha çok oksijen bulunur.

   Suyun ısı kapasitesi yüksektir. Bir kilogram suyu belirli bir sıcaklık değerine ulaştırmak için gereken enerji, bir kilogram metali aynı sıcaklık değerine ulaştırmak için gereken enerjinin onlarca katıdır.  Canlıların bünyesindeki su vücut sıcaklığında büyük değişimleri engellemektedir. Deniz suyu sıcaklıkları  eksi 1-2 derece santigrad ile +35 °C aralığında geçekleşirken karalarda eksi 70°C ile +58°C aralığında gerçekleşir. Su moleküllerinin birbirini çekmesiyle oluşan yüzey gerilimi küçük su böceklerinin suya batmadan su üzerinde yürüyebilmesini sağlar. Suyun donma sıcaklığı 0°C ve kaynama sıcaklığı 100°C olarak bilinse de basınç koşullarına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Yüksek dağlarda daha düşük sıcaklık değerinde kaynama noktasına ulaşırken, derin maden ocaklarında daha yüksek sıcaklıklarda kaynar. Mpemba etkisi olarak ifade edilen başka bir özellik de sıcak su soğuk suya göre daha hızlı donmaktadır (10).  Su molekülünü oluşturan bir oksijen atomuna bağlı iki hidrojen atomu arasındaki 104,5°’lik açı, donma sırasında altıgen şekilli buz kristallerini oluşturmak üzere artarak 108°’ye ulaşır (5).  Kar kristalinin altı köşeli olmasının nedeni hidrojen atomları arasındaki açı değişimidir.

   Yeryüzünü şekillendiren en etkili dış kuvvet su olmaktadır. Suyun basınç koşulları değiştirilerek su jeti ve su matkabı ile metal, ahşap ve taş kesilebilmekte ve delinebilmektedir.

   Su Döngüsü

   Dünyanın suyu milyarlarca yıldır atmosferde, yeryüzünde ve yer altında varlığını sürdürmektedir. Bir zamanlar soyları tükenmiş dinozorların, mamutların içtiği suyun döngü ile günümüze kadar ulaştığını söyleyebiliriz. Yeryüzünden buharlaşmayla, bitkilerden terlemeyle atmosfere geçen su buharı hava akımlarıyla taşınarak uygun koşullarda yağış olarak denizlere ve karalara döner. Buharlaşma miktarında sıcaklık değeri, su yüzeyinin genişliği ve havanın nem açığı etkilidir. Atmosfere geçen suyun % 90’ı buharlaşma %10’u da bitkilerden terleme yoluyla olmaktadır,  yapılan tahminlere göre dünyadaki suyun yaklaşık yüzbinde biri  atmosferde bulunur (6).  Bitkilerin kökleriyle topraktan almış oldukları su iletim borularıyla onlarca metre yükselerek yapraklara ulaşarak terleme ile atmosfere geçer. Bitki örtüsünün yoğun olduğu yerlerde hava nemli ve serindir, bu durum yağışın verimli gerçekleşmesine neden olur. Ormanlar yağışı çeker sözü bu durumun ifadesidir.

  Görsel 3. Su döngüsü

    Su buharı atmosferde eşit dağılmamıştır. Tamamına yakını alt katman troposferde yer alır. Deniz kıyılarında ve ekvatoral bölgede daha yüksek oranda olan su buharı, kara içlerine, yüksek kesimlere ve kutuplara gidildikçe azalmaktadır. Su molekülleri arasındaki hidrojen bağının koparak sıvı suyun gaz haline geçmesi ısı alarak gerçekleşir, Atmosferde var olan su buharı, güneşten gelen enerjinin bir kısmını soğurarak dünyanın aşırı ısınmasını engeller. Denizel etki olarak ifade ettiğimiz bu koşul güneş etkisi ortadan kalktığında tuttuğu ısı enerjisini ortama aktararak aşırı soğumayı önler. Kuru hava ve su buharı taşıyan nemli hava farklı yoğunluktadır. 1 m³ kuru hava 1007gram ağırlıktayken 1m³ nemli hava yaklaşık 627 gram ağırlıktadır. Bu nedenle bulutlar atmosfer içerisinde yüzer konumda olup hava akımlarıyla taşınarak kara ve denizlerin yağış almasına neden olur (6). Yoğuşma sonucu sıvı ve katı olarak yeryüzüne düşen su yağış olarak adlandırılır. Çiy, kırağı ve kırç da yağış olarak düşünülebilir  (7).

  Yağışla yeryüzüne düşen suyun bir kısmı buharlaşarak atmosfere geri döner, bir kısmı akarak deniz ve göllere ulaşırken bir kısmı da yer altına sızar. Yer altına sızan su yer katmanlarında süzülerek temizlenir, kirlilikten arınır, kaynaklardan yeryüzüne çıkar.

   Atmosferdeki su buharının yoğuşması ısı vererek gerçekleşir. Gözle görülmeyen su buharı yoğuşma sonucu görülür hale gelir gökyüzünde bulutları, yeryüzünde sisleri oluşturur.  Yoğuşma sonucunda sıvılaşmış olan su zerrecikleri sıcaklık eksi derecelere düştüğünde donar. Dikey hava hareketinin olmadığı bazı bulutlarda  -5°C, hatta daha düşük sıcaklıklarda bile sıvı su bulunabilir (7). 

   Yağış, yapay olarak da gerçekleştirilebilir. Uygun bulutlara yerden roketlerle  ve bulut içerisinden uçaklarla bazı kimyasal maddeler serpilererk soğutma ve yoğuşma çekirdekleri oluşturulur. 1990 yılında İstanbul’da,  daha sonra Ankara ve İzmir’de  denenmiştir (8). İstenilen zamanda ve miktarda yağış sağlamak mümkün olmayabiliyor. Bu nedenle yaygın bir yöntem olamamıştır.

    Suyun kısıtlı olduğu yerlerde atmosfer buharından su elde etmek için düzenekler geliştirilmiştir. Günlük 1-20 litre arası su sağlayan ev tipi su jeneratörleri yanında on bin litreye kadar üretim yapan düzenekler de kurulabilmektedir (9).

   Suyla İlgili Terimler

   Meteorik su, hidrolojik döngüye katılan atmosfer kökenli sudur, vadoz su olarak da adlandırılır. Juvenil su, yerkabuğunun derinlerinde oluşmuş su. Bir zamanlar döngüye katılmış olabilirler. Magmatik sular juvenil suya örnek verilebilir. Fosil su, eski sular olup yaşları kuvaterner dönemine kadar uzanır. Sahra Çölünün yeraltı suları gibi (11).    Metabolik su, canlı organizmaların yağ, protein ve karbonhidrat tüketmesi sonucunda oluşan su. Yanma tepkimesi suyu, hidrokarbonların yanması ile oluşan su. Rejenere Sular (Connate Fluids), metamorfizma olayına bağlı olarak meydana gelen sulardır. Bunlar metamorfizmaya uğrayan tortul kayaçların gözeneklerinin çok azalması (%1’e kadar) sonucu terk edilen sularla yine metamorfizmasında sulu silikat minerallerinin kuru silikat minerallerine dönüşmeleriyle bünyelerinden terkedilen sulara karşılık gelir (12).

   Su ve Sağlık

   İçinde faydalı mineraller bulunsa da besin maddesi değildir. Besinlerin vücuda alınmasını,   vücutta besin ve oksijen taşınmasını sağlar. Organizmada oluşan zararlı maddeler de su ile uzaklaştırılır. Vücudun su oranı çocukluktan yaşlılığa gidildikçe azalır. Alınan besinler ve solunumla alınan oksijen dokularda enerji üretirken günlük bir bardak kadar metabolik su oluşur. Su alımı içmekle,  yediğimiz besinler yoluyla ve bünyede oluşan metabolik su ile gerçekleşir. Alınan suyun fazlası idrar, dışkı, terleme ve nefes yoluyla atılır. Vücudumuzda bulunan su, aşırı ısınma ve aşırı soğumayı önleyerek vücut sıcaklığın belli değerler arasında kalmasını sağlar (13).

   Vücutta 1 gram yağ yakıldığında 1,07 gram, 1 gram karbonhidrat  yakıldığında 0.60 gram ve 1 gram protein yakıldığında 0,41 gram metabolik su üretilir. Vücuttaki su oranı azalırsa yorgunluk, dikkat eksikliği, kabızlık, idrar yolları enfeksiyonu ve böbrek sorunları yaşanabilir. Aşırı miktarda su alındığında kandaki tuz düzeyi azalır, ciddi sağlık sorunlarına neden olur, bu durum su zehirlenmesi olarak ifade edilir (13). Çöl yaşamına uyum sağlamış deve, hörgücündeki yağdan bir miktar su elde ederken anatomik olarak da su azlığına uyum sağlamıştır.

   Kirli dolduğu düşünülen sular kaynatma, klorlama, ozonlama, ultraviyole ışınlama gibi işlemlerle dezenfekte edilir. Uzay istasyonlarında uzun süre kalan astronotlar atık sıvılarını geri dönüşümle kullanmaya devam ederler. Evsel atıklardan tuvaletlerden atılan karasu hariç, mutfak ve banyoların gri suları arıtmayla bahçe sulama gibi işlerde tekrar kullanılmaktadır.

   Sular arsenik, kurşun, parazit, bakteri, virüs gibi doğal kirleticiler dışında insan yapımı gübre, ilaç, hormon, parfüm, ziraat ilaçları, böcek öldürücüler, boyalar, piller etkisiyle de kirlenmektedir. Kirlenen suları arıtmak ve tuzlu deniz suyundan tatlı su elde etmek enerjiye ve maddi kaynaklara gereksinim duymaktadır.

   Su ve Tarım

   Canlılar için yaşamsal önemi olan su, bitkisel ve hayvansal gıda maddesi üretmek için de gereklidir. İlk uygarlıklar suya bağımlı olarak ortaya çıktı. Su kaynaklarının yetersiz olduğu alanlarda uzaktan su getirmek için kanallar açılmış, getirilen suyu biriktirmek için de barajlar yapılmıştır. Dünyanın bilinen en eski su kanalını Urartu Kralı inşa ettirmiştir. 2800 yıllık Şamran Menua Kanalı ile 51 kilometre uzaktan başkent Tuşba’ya (Van) su getirilir (14). Hititler zamanında Anadolu’nun ilk sulama barajı da Alacahöyük’te inşa edilir (15).

   Uygarlıkların gelişmesiyle sulama sistemleri gelişti ve yaygınlaştı. Suyun yeterli olmadığı kurak ve yarı bölgelerde buharlaşmayla su kaybını önlemek için foggara, kanat gibi yeraltı su taşıma sistemleri yapılmıştır. Türkiye akarsuları üzerinde de farklı amaçlarla barajlar inşa edilmiştir. Türkiye suyunun %77’si tarımda, % 23’ü’i sanayide ve evlerde içme-kullanma suyu olarak tüketilmektedir. Tarımsal sulamada %70 ile en büyük pay, su kaybının en çok olduğu salma sulamadadır. % 17 yağmurlama, %13’ü de damla sulamayla yapılmaktadır (16).

   1 kilogram gıda üretimi için gereken su miktarı da dikkat çekicidir. 1 kilogram üretim için kullanılan su miktarı, buğdayda 1300 litre, pirinçde 3400 litre,  patatesde 900 litre, domatesde 180 litre, peynirde 5000 litre, sığır etinde 15.500 litre,  koyun etinde 6100 litre, keçi etinde 4000 litre, tavuk etinde 3900 litredir (17). Çıkardıkları metan gazı nedeniyle küresel iklim değişikliği konusunda adı geçen geviş getiren büyük baş hayvanlar, et üretiminde çok su gereksinimleri ile de dikkat çekmektedir.

   Türkiye’nin Suyu

   Su varlığına göre ülkeler sınıflandırıldığında; yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1.000 m³’ten az olan ülkeler su fakiri,  2.000 m³’den az olan ülkeler su azlığı, 8.000 – 10.000 m³’ten fazla olan ülkeler ise su zengini olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de toplam kullanılabilir su miktarı 112 milyar m³’tür. Ülkemizde kişi başına düşen yıllık  kullanılabilir tatlı su miktarı dikkate alındığında, su zengini bir ülke olmadığımız anlaşılmaktadır (18).

   1970-2021yılları arasında en fazla ortalama nisbi nem yılı 1991’de  % 66,7 olmuştur. 1970-2021 yılları arasında en az ortalama nisbi nem yılı 2013’de %59,6 ve 1970-2021yılları arasında Türkiye’nin ortalama nisbi nem oranı % 63,6 olmuştur (19). Türkiye’de kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1.652 m³, 2009 yılında 1.544 m³, 2020 yılında ise 1.346 m³ olmuştur (20). Kişi başına düşen yıllık su miktarı nüfus artışıyla ters orantılıdır. Artan nüfusla birlikte  kişi başına tüketilen su miktarı azalmaya devam edecektir. Sulu tarımın yaygınlaşması ve salma suyla yapılan tarım  yeraltı suyu düzeyi derinlere inmektedir . Özellikle az yağış alan Konya çevresi ile Trakya’nın iç kesiminde sorunlar yaşanmaktadır. Sulama sistemlerinin israfı önleyici şekilde düzenlenmesi yanında çok su isteyen şeker pancarı, mısır gibi ürünlerle az suyla yetişebilen arpa, buğday gibi ürünler arasında denge sağlanması gerekmektedir.

      Su ve Uluslararası İlişkiler

   Mezopotamya’da Umma ve Lagaş kent devletleri, günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce su kanallarının denetimi konusunda ciddi sorun yaşarlar. Bu olay su savaşlarının bilinen ilk örneğidir. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü  sınır aşan suların havzasında yaşamaktadır.  Orta Asya, Güneydoğu Asya, Güneybatı Asya, Afrika’nın kuzey ve güneyindeki ülkelerde su konulu gerilimler ve çatışmalar yaşanıyor. Mezopotamya’da Umma ve Lagaş kentleri 4500 yıl önce su kanallarının denetimiyle ilgili sorun  su konusunda ilk savaş olarak tarihe geçer. Yaşam ve üretim için gerekli olan su zaman zaman askeri ve politik amaçlı da kullanılmıştır(21)

   ABD Los Angeles’li çiftçiler tarımsal suyun kente yönlendirilmesi için yapılan kanalları sabote ederler. Hindistan ve Pakistan, İndüs nehri suyunun paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklarını 1960 yılında Dünya Bankası öncülüğünde çözerler. Nil nehri suyunun  Mısır ve Sudan arasında yarattığı sorun 1969’da çözülür. Ortadoğu ülkelerinden İsrail, Ürdün ve Suriye Ürdün ve Yarmuk nehirleri sularından yararlanma konusunda anlaşamazlar. İsrail, zengin su kaynaklarına sahip Suriye’ye ait Golan tepelerini işgal eder. 1990 yılında sorunlarının çözümü için gösteri yapan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Vesselton kasabası halkını cezalandırmak amacıyla kasabanın suyunu keser. Körfez savaşında ABD, Irak’a giden Fırat suyunun kesilmesi konusunu Türkiye’ye teklif ederse de bu istek yerine getirilmez. 1991’de Hindistan Karnataka ile Tamil Nadu eyaletleri arasında su konulu savaşta 50 kişi ölür. 1999’da  NATO Sırbistan’ı barışa zorlamak için başkent Belgrad’ın su sistemlerine zarar verir (21).

   Haziran 2020’de Etiyopya’nın Rönesans barajında su tutulması üzerine Mısır, Birleşmiş Milletler’den arabulucu olmasını ister. Nisan 2021’de Kırgızistan, Tacikistan arasındaki çıkan su savaşında 13 kişi ölür ve 134 kişi yaralanır (22).

   Uluslararası nitelikte bir proje 2015 yılında hayata  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne su temini için hayata geçirilir. Anamur Dragon çayı üzerinde Alaköprü barajı inşa edilir. Barajdan alınan su deniz kıyısına taşınarak  160 santimetre çaplı plastik borularla  deniz içinden taşınarak  Girne Geçitköy barajında depolanır. Kıbrıs adasında içme ve sulama suyu olarak kullanılmaktadır.

   Sonuç olarak yaşamın temeli olan su doğal  bir kaynaktır ve ticari üründür. Enerji üretiminde, tarım ve sanayi sektörlerinde, su ürünleri üretmede, spor ve tatil amaçlı da yararlanılan suyun paylaşımında geçmişten günümüze aileler, köy ve kasabalar hatta ülkeler arasında çatışmalar yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir.

          Kaynaklar

  1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Hidrojen
  2. Akoğlu, Alp., Bilim ve Teknik dergisi, sayı 456, Kasım 2005 eki Su, Başka Dünyalar ve Su.
  3. Tozar, Zeynep., Bilim ve Teknik dergisi, sayı 456, Kasım 2005 eki Su, Nereden Geldi Bu Kadar Su?
  4. Ocak, E.Mahir., Bilim ve Teknik dergisi, sayı 558, Mayıs 2014, Mantoda Okyanuslar Dolusu Su Var.
  5. Candaş, Deniz ve Akbaba Gülgün., Bilim ve Teknik dergisi, 456 eki Su, Su Hakkında.
  6. Özer, Zuhal., Bilim ve Teknik dergisi, 456 eki Su, Atmosferdeki Su.
  7. Erol, Oğuz., Genel Klimatoloji, Çantay Kitabevi 2004, sayfa 215 ve 241.
  8. https://mgm.gov.tr/FILES/genel/sss/suniyagis/yapayyagis.pdf
  9. https://www.epa.gov/water-research/atmospheric-water-generation-research
  10. Ünalan, Zeynep., Bilim ve Teknik dergisi, Ocak 2011, sayı 518, sayfa 24,Suyun Gariplikleri.
  11. https://jeogenc.net/yer-alti-sularin-siniflandirilmasi.html
  12. https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/ders/hidrografya/2/index.html
  13. Coşkun, Meltem Yenal., Bilim ve Teknik dergisi, 456 eki Su, Su ve Sağlığımız.
  14. https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/93850/mod_resource/content/1/09_URARTU.pdf
  15. https://sutema.org/ Anadolu’nun ilk barajı, Hitit’lerden
  16. https://sutema.org/tarimda-kullanilan-su, https://sutema.org/suyun-sektorlere-gore-kullanim-oranlari
  17. https://www.vatekcevre.com/blog/bir-urunun-uretimi-asamasinda-ne-kadar-su-kullaniliyor-biliyor-muyuz
  18. https://webdosya.csb.gov.tr/db/bolu/icerikler/su-20180222083149.pdf
  19. https://www.mgm.gov.tr/FILES/resmi-istatistikler/parametreAnalizi/2021-ortalama-nem.pdf
  20. https://www.dsi.gov.tr/Sayfa/Detay/754
  21. Bilim ve Teknik dergisi, Nisan 2001, Sayı 401, sayfa 34, Suyun Yol Açtığı Sorunlar, Ahu Yiğit.
  22. https://supolitikalaridernegi.org/2021/04/30/kirgiz-tacik-sinirinda-su-savasi-en-az-13-olu-var/
  23. https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/soru-cevap-su-yanabilir-mi#:~

[1] Emekli Coğrafya Öğretmeni

2022 Yaz Faaliyet Raporu

ULUSLARARASI PROJE

CED olarak paydaşı olduğumuz, Avrupa Birliği finansörlüğündeki “Kırsal Turizm için Dayanıklı Genç Girişimciler” başlıklı Erasmus+ KA220 projesinin başlangıç toplantısı 20-21 Temmuz 2022 tarihinde Eskişehir Teknik Üniversitesi’nde yapıldı.

ULUSLARARASI KONGRE

4. Afet ve Dirençlilik Kongresi Eskişehir Teknik Üniversitesi ve AFAD iş birliğinde CED ve diğer paydaşları ile birlikte 19-21 Ekim 2022 tarihlerinde Eskişehir’de düzenlenecektir.

Anlamlı Öğrenme Temelinde Etkili Ders Planları Tasarım İlkeleri: Coğrafya Öğretiminden Örnekler

Anlamlı Öğrenme Temelinde Etkili Ders Planları Tasarım İlkeleri: Coğrafya Eğitiminden Örnekler.

Engin KAHYAOĞLU[1]

İnsani Gelişim Endeksi’ni oluşturan veriler arasındaki “Eğitim Endeksi” değerlerine göre “Çok yüksek Gelişmişlik” seviyesinde yer alan ülkelerin eğitim sistemleri incelendiğinde elde edilen başarının altında her zaman öğretmenlerin olduğu söylenebilir. Bu ülkelerde yapılan çeşitli araştırmaları içeren makaleler incelendiğinde, öğretmenler de öğrenci başarısında en önemli unsur olarak kendilerini görmektedirler. Uyguladığı eğitim modeli nedeniyle hemen her yıl PISA’da en üst sıralarda yer alan Finlandiya, bu başarısına ulaşmadan önce yaptığı eğitim reformlarıyla öğretmen eğitiminde köklü değişimler yapmış, öncelikle öğretim planlama becerileri üst düzeyde olan öğretmenler yetiştirmeyi amaçlayan bir yapıya girmiştir.

Finlandiya salt öğretmen yatırımlarıyla da kalmamış, eğitim sisteminde öğrencilerine sorumluluk, özgüven duygusu veren ve neredeyse tamamen uygulamaya dayalı eğitim sisteminin tüm ülkede uygulanmasını başarmıştır.

Finlandiya’nın uluslararası eğitim değerlendirme programı olan PISA’da hep ilk sıralarda yer alması eğitim konusunda ülkeyi odak noktası haline getirmektedir. (Saçu, 2016).

Geliştirdiği özgün öğretim metoduyla Finlandiya, öğrencilerde tamamen anlamlı öğrenmeyi hedefleyen bir ders kurgusu oluşturmayı hedeflemekte ve bu modelini de sürekli geliştirmeye çalışmaktadır. Finlandiya’da bir öğrenci herhangi bir dersten zorluk yaşıyorsa ilk akla gelen soru öğrencide ya da öğretmende ne sorun olduğu değil, öğretim planında ne sorun olduğudur.

Anlamlı öğrenmenin gerçekleşmesini hedefleyen bu öğretim sisteminin temelinde de ders planlarının yatmakta olduğunu söyleyebiliriz. Anlamlı öğrenme; öğrencilerin edinmeleri gereken bir bilgi ya da beceriyi kendi kişisel deneyimlerinden geçirerek, kendi özün bilgi sistemleri içerisinde ve kendi kodlama yöntemleriyle zihinlerine yerleştirmelerini içermektedir. Bu metodolojide öğrenmeyi doğrudan etkileyen şey öğrencinin sahip olduğu bilgi birikimidir. Bu bilgi birikiminin önceden tespit edilmesi, öğretmen tarafından dikkate alınarak öğrenim sürecinin buna uygun planlanması esastır. Anlamlı öğrenme bu yönüyle kapsayıcılığa da sahiptir.

Öğrenme, bir yorumlama sürecidir. Her öğrenci bir öğretmen gibi bilgiyi farklı kaynaklardan alır ve anlamak için yeniden inşa eder. (Roth, 1994)

Anlamlı öğrenme temelinde ders planlarını oluştururken 3 ana başlık ön plana çıkmaktadır. Bunlar;

-Sorgulama

-Dahil olma

-Problem Çözme

Herhangi bir ders materyali ya da öğrenim süreci tasarlanırken kullanılacak materyal ya da içeriğin bu 3 başlıktan birine değiyor olması o materyal ya da içeriğin anlamlı öğrenmenin gerçekleşmesinde katkı sağlayacağı söylenebilir.

Öğrenme dış dünyayla bağlantılı bilgileri yeniden analiz etme, yeniden yorumlama ve etkileşim sürecidir. (Mims, 2003)

Anlamı öğrenme temelinde oluşturulması hedeflenen bir ders planının aşağıdaki sorulara cevap veren aşamalarda hazırlanması öğretmen için yol gösterici olabilir.

1- Neleri öğrenecekler, neleri anlayacaklar?

2- Nasıl öğrenecekler?

3- Öğrendiklerini nasıl anlayacağız?

1- Neleri öğrenecekler, neleri anlayacaklar?

Hazırlanacak ders planındaki ilk aşama olan öğrencilerin neleri öğrenecekleri ve neleri anlayacaklarının belirlenmesi aşaması planın tamamını etkilemesi ve tüm sürecin sınırlarını belirlemesi açısından oldukça önemlidir.

Bu sayede yapılan ders planının omurgasında öğrencilerinden o dersten çıktıktan sonra neyi anlamış olacakları, o dersin büyük fikrinin ne olduğu ve derste hangi sorgulama cümlelerini kullanabilecekleri önceden belirlenmiş olur. Öğrencinin 10 yıl sonra o dersten aklında ne kalacağının önceden belirlenmesi ders planı oluşturulurken öğretmenin rehberi olacaktır. Bu planlamada transfer edilecek bilgi sonucunda ulaşılacak hayat bilgisi de belirlenmelidir. Nelerin öğretileceği ve anlatılacağının çerçevesi bulgu ve becerilere yönelik değil ilke ve sürece yönelik olmalıdır. Bu noktada her ders planı için bir büyük fikir belirlenmesi yararlı olacaktır.

Büyük fikir, pek çok karmaşık süreç ve noktaların birleştirilmesiyle oluşan bir resim gibidir. Büyük fikir cümlesi tarafsız, doğru, değişmez olmak zorunda değildir. Büyük fikir cümlesinin bir olgu,olay, süreç yahut deneyime dair toparlayıcı ve alt anlamlar barındıran, üzerinde kafa yormayı gerektiren, tematik, sınır çizen ve öğrencilerin aklında uzun yıllar sonra dahi kalıcı olabilecek nitelikte olması tercih edilir. Öğrencilerin bu büyük fikirle ne anlamaları istendiği, neyi bilip o bilgiyle neyi yapabileceklerinin de önceden belirlenmesi etkili bir ders planında yer almalıdır.

Aşağıda coğrafya derslerinde kullanılabilecek bir ders planında öğrencilerin “Neleri öğrenecekleri, neleri anlayacakları” aşamasına ait yapılan planlamaya yer verilmiştir.

Görsel-1

2- Nasıl öğrenecekler?

Anlamı öğrenme temelinde oluşturulması hedeflenen bir ders planının bu aşaması, önceden belirlenen öğrenilecek bilgi, beceri ve davranışların hangi öğretim yöntemleriyle verilmesine yöneliktir. Bu aşama da önceden planlanmalı ve her adımında öğrencilerde problem çözme, dahil olma ve eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesine hizmet edecek biçimde tasarlanmalıdır.

Anlamı öğrenme temelinde etkili bir ders planının sınıf içerisinde işleyiş biçimini “Giriş”, “Akış” ve “Sonlandırma” olarak ayırmak mümkündür.

  • Derse Giriş:

Anlamı öğrenme temelinde etkili bir ders planının derse giriş çalışması, öğrenenlerin farklı gereksinimlerine ihtiyaç verebilmesi yönüyle de kapsayıcı eğitim yaklaşımının bir gereği olarak değerlendirilebilir. Bir ders planının en başında yer alan giriş çalışmalarında öğrencilerin o derse dair meraklarını uyandırabilecek, onları derse, öğrenme ortamında, öğretmene yani o anda bulundukları mekana çekebilecek nitelikte olması amaçlanır.

Bir giriş çalışması basit bir çizim, bir müzik parçası, fotoğraf, tahtaya yazılmış basit bir soru ile öğrenciler için anlam ifade eden kısa, öz ve çarpıcı özellikte olursa amacına hizmet eder. Giriş çalışması öğrencilerin hazır bulunuşluk durumlarına ya da sadece hatırlamaya yönelik olabilir.

Aşağıdaki coğrafya derslerinde kullanılabilecek bazı giriş çalışması örneklerine yer verilmiştir.

Örnek-1:

Görsel-2

Öğrencilere basılı olarak dağıtılarak bireysel yanıtlamaları istenen bu çalışmada öğrencilere Anadolu’da farklı iklimsel bölgelere ait illerde yer alan en bilinen türkülerde geçen jeolojik, topografik, klimatik, hidrografik, bitki örtüsü, hayvanlar, doğal afetler ve astronomik sözlerin sayıları ve türkülerdeki tekrar sayıları tablo halinde verilmiştir. Öğrencilere soru olarak hangi ilin hangi sırada yer aldığını bulmaları istenmiştir. Bu çalışmayla türkü sözleri ve coğrafi koşullar arasındaki ilişkinin kurulması amaçlanmıştır. İlişkilendirilebilecek kazanımlar:

Bir bölgedeki baskın ekonomik faaliyet türünü sosyal ve kültürel hayata etkileri açısından analiz eder. Doğa ve insan etkileşimini örneklerle açıklar.

Coğrafyanın konularını ve bölümleri açıklar.

Örnek-2:

Görsel-3

Sınıfta ekrana yansıtılarak kullanılan bu çalışmada bu görselin ne olabileceği sorularak merak uyandırılmaya çalışılmış ardından görselin İzlandalılar tarafından tasarlanan Vegvisir yani Viking Pusulası, Vikinglerin kötü hava şartlarında (özellikle fırtına) yönlerini bulmalarını kolaylaştırmak amacıyla kullanıldığı ve bu sayede Vikinglerin deniz yolculukları boyunca pusulaları sayesinde birbirlerinden destek alarak fethedecekleri yerlerde toplandıkları bilgisi verilmiştir. Bu sayede eski çağlardan beri insanların ulaşım sistemlerinin gelişiminde çeşitli coğrafi koşulların etkili olduğunun altı çizilmiştir.

İlişkilendirilebilecek kazanım: Ulaşım sistemlerinin gelişiminde etkili olan faktörleri açıklar.

Örnek-3:

Görsel-4

Sınıfta ekrana yansıtılarak kullanılan bu fotoğraftaki havaalanının hangi ülkede yer alabileceği sorusu yöneltilmiştir. Öğrencilerin fotoğrafta yer alan şehir tabelalarının yönleri ve yanlarındaki sürelere bakarak havaalanın nerede olabileceğini tahmin etmeleri amaçlanmıştır.

İlişkilendirilebilecek kazanım:

Koordinat sistemini kullanarak zaman ve yere ait özellikler hakkında çıkarımlarda bulunur.

  • Akış:

Anlamı öğrenme temelinde etkili bir ders planının akış kısmı tamamen öğretmenin yöneticilik rolünü yerine getirdiği aşamasıdır. Tüm öğrenme stratejilerinin yürütücüsüdür. Bu stratejiler; öğretmen odaklı, öğretmen rehberli, bireysel öğrenme ve grup çalışması yoluyla öğrenme olarak sıralanabilir. Öğretmen, tüm bu stratejilerde öğrenmenin gerçekleşmesi noktasında rehber rolündedir.

Anlamı öğrenme temelinde etkili bir ders planında bu stratejilere mümkün olduğunca eşit oranlarda yer verilmelidir. Tek başına öğretmen anlatımından ibaret yahut salt grup çalışmasıyla işlenen bir ders, konu ya da ünite anlamlı öğrenme temelli etkili ders planı hedeflerine ulaşılmasında uygun olmaz.

Öğretmen odaklı öğrenme stratejisi, eğitim ve öğretim süreçlerinin en sık kullanılan ve görece önceden planlama ihtiyacına en az zaman harcanabilecek strateji olarak söylenebilir. Öğretmenin doğrudan bilgi aktarıcı olduğu ve öğrencilerin tam olarak edilgen durumda kaldığı bu stratejinin kullanılması planlanırken öğrenilmesi hedeflenen kazanım ya da becerilere yönelik kelime, kavram, tanım, ayrıntı, ilke ve kurallar verilebilir. Tüm bu verilenler sonrasında kullanılacak diğer öğrenme stratejileri için kaynak niteliğinde olacağından anlamlı öğrenme temelindeki etkili bir ders planı kurgusunda bu yöntem genelde ilk sıralarda kullanılır.

Öğretmen rehberli öğrenme stratejisinde öğretmen sınıf içerisinde öğrencilere merak uyandıran, tek ve kısa cevabı olmayan, açık uçlu ve temel fikir, büyük düşünceyle ilişkili yönlendirici sorular sorar. Soruların “ne”, “nerede”, “kim” yerine “nasıl” ve “neden” biçiminde kurgulanması öğrencilerin düşünme becerilerini olumlu etkileyecektir. Bu yöntemle öğrencilerin analitik düşünme becerilerini öğretmenin yardımıyla geliştirmesi hedeflenir. Öğretmen doğru soruları sorarak öğrencilerde düşünme pratiği kazandırmaya çalışır. Bu strateji öğretmen odaklı öğrenme stratejisinden sonra uygulanır ve o stratejiyle ilişkilendirilirse öğrencilerin sorulara yanıt verme oranları artabilir.

Bireysel öğrenme stratejisi, öğrencilerde kendi kendine öğrenmenin amaçlandığı bir öğretim yöntemidir. Önceden hazırlanmış, yapılandırılmış, yönergeleri oluşturulmuş yani öğrencinin kendi başına ne yapacağına dair yol haritasına ulaşabileceği materyaller kullanılabilir. Metinler, açıklamalı metinler, kavram haritalı açıklamalı metinler, görsel malzemeler, kısa video/ses içerikleri vb. Malzemeler derse gelmeden öğrenci sayısı kadar çoğaltılarak dersin bu aşamasına gelindiğinde öğrencilere dağıtılabileceği gibi doğrudan tahtaya yansıtılacak bir materyale dair önceden oluşturulmuş soru/yönergeler öğrencilerle paylaşılabilir. Bu stratejide öğrencilerin öğrenmede üst bilişsel alanda yer alan analiz etme, değerlendirme ve yaratma basamaklarının geliştirilmesine yönelik içeriklerin hazırlanması anlamlı öğrenme temelli etkili ders planı hedeflerine ulaşmada uygun olacaktır.

Grup çalışması yoluyla öğrenme stratejisi, sınıf içerisinde uygulaması en keyifli ve doğru yapılandırıldığı takdirde öğrenmenin üst düzeyde gerçekleşebileceği bir yöntemdir. Grup çalışmalarında akran öğrenmesi doğrudan hedefte olmalıdır. Akran öğrenmesinde öğrencilerin birbirlerine yardım etmesi, bilgi ve tecrübelerini birbirlerine aktarması söz konusu olduğu için öğretmen mutlaka amaç ve sürece destek olacak materyalleri önceden hazırlamalıdır. Stratejiye uygun bir konu, olabildiğince açık ve kısa yönergelerle öğrencilere dağıtılabilir yahut tahtaya yazılabilir. Grup çalışmalarının kapsayıcı eğitimdeki rolü çok büyüktür. Öğrenenler farklı öğrenme süreçlerini grup içerisinde ancak adaletli görev dağılımları yapıldığında ortaya çıkarabilecekleri fırsatları bulabilirler. Bu nedenle her grup çalışmasında grup üyelerinin görevleri öğretmen tarafından dağıtılmalı ve görev tanımları net biçimde öğrencilerle paylaşılmalıdır. Öğrenciler arasında iletişimin alabildiğine fazla olacağı bu işbirlikçi öğrenme stratejisinde bilişsel basamağın en üst düzeyindeki fiillerin geliştirilmesi hedeflenir.

  • Sonlandırma çalışmaları:

Anlamı öğrenme temelinde etkili bir ders planında Sonlandırma çalışmaları planın sağlamasının yapılabileceği fırsatlar sunması bakımından yol gösterici/geliştirici niteliktedir.

Dersin, konunun, ünitenin kısaca bir ders planının en sonunda yer alabileceği gibi öğretmen her dersin sonunda da bir sonlandırma çalışması kurgulayabilir. Öğrencilerden çok kısa sürede bireysel geri bildirim alabileceği kısa cevaplı sorularla öğretmen öğrencileri değil ders planını değerlendiriyor olmalıdır. Sorulacak kısa bir soruya ufak bir kağıt parçasına yazacakları bir cevabın ders sonunda toplanması gibi hızlı bir uygulama sonrası öğretmenin yapacağı inceleme, ders planının amaçlanan hedeflere ulaşmasındaki yeterliliğinin ölçülmesinde oldukça etkilidir. Öğrencilerin objektif yanıtlar verebilmesi için sonlandırma çalışmalarını öğrencilerin anonim olarak yapmaları istenebilir.

Aşağıdaki coğrafya derslerinde kullanılabilecek bir giriş çalışması örneği yer verilmiştir.

Görsel-5

3- Öğrendiklerini nasıl anlayacağız?

Sürecin son aşaması olan öğrenme kanıtları anlamı öğrenme temelinde tasarlanan etkili bir ders planının süreç ve sonuç değerlendirme aşamalarının tasarlanmasına dair belirli ilkeleri kapsamaktadır. Öğrenmenin gerçekleşmesine dair somut kanıtlar, her öğretim planı tasarımcısının araması, bakması gereken bir veri içeriğini oluşturmaktadır.

Öğrenme kanıtları; yazılı sınavlar, performans ödevleri, projeler, sözlü, yazılı, görsel sunumlar gibi sonuç değerlendirmeye yönelik olabileceği gibi ön değerlendirme çalışmaları, öz değerlendirme formları, çıkış kağıtları gibi süreç değerlendirmeye yönelik de olabilir. Tüm bu çeşitlilik içerisinde öğrencilerde öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğinin ölçülmesi ölçme aracında kapsam geçerliliğinin tam sağlanmasıyla anlamlı olur. Öğrencilerde aktif katılım, eleştirel düşünme ve problem çözme becerilerinin geliştirilmesi hedeflenen bir ders kurgusunda salt hatırlama düzeyinin ölçüldüğü bir ölçme-değerlendirme aracı hem hazırlanan ders planının yetkinliğinin ölçülmesinde hem de öğrencilerde öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğinin anlaşılmasında güvenilir bir yöntem olamaz.

Öğrencilerde öğrenmenin gerçekleşmesinin ölçülmesinde en sık kullanılan araçlardan olan Performans çalışmalarının tasarlanmasında belirli başlıklara dikkat edilmesi yararlı olacaktır. Bu başlıkları kısaca özetlemek gerekirse;

Amaç, her ölçme aracı veya ders materyalinde olduğu gibi öğrencilere verilmesi planlanan bir performans çalışmasında mutlaka belirlenmelidir. Bu çalışmayla öğrenci hangi somut hedefe ulaşacak, hangi sorunsalı vurgulayacak kısaca verilen bu çalışmanın tam olarak derdinin ne olduğu önceden belirlenmelidir. Bu sayede ödevin/çalışmanın kapsamının da sınırları çizilmiş olur. Örneğin; bu ödev sadece bir tekrar çalışması mı olacaktır yoksa öğrencilerde yeni bir bilginin keşfedilmesi için merak uyandıran bir hazırlık çalışması mı?

Rolleri belirlemek, planlanan bir performans çalışmasındaki öğrencinin yapıp edeceklerinin önceden tespit edilmesini kolaylaştırır. Öğrencinin yapacağı bir performans çalışmasındaki görevinin tam olarak ne olduğunun belirlenmesi, öğrencilerde geliştirilmesi hedeflenen aktif katılım, eleştirel düşünme ve problem çözme becerilerine de hizmet edecektir. Örneğin; öğrenciler bu çalışmada sadece internetten bilgi tarayıcısı rolünde mi olacaklar yoksa kendi deneyimlerini dahil ettikleri aktif bir öğrenme sürecini mi yürütecekler?

Seyircilerin tahmin edilmesi verilmesi planlanan bir performans çalışmasının öğrencilerin günlük hayatındaki yerini belirginleştirilmesini kolaylaştırır. Performans çalışmasının diğer paydaşlarının belirlenmesi ödevin gerçek yaşam deneyimini de içermesi açısından önemlidir. Örneğin; performans çalışması sadece duvarlarda sergilenen posterlerden mi ibaret olacak yoksa öğrencilerin posterlerini okul toplumuyla paylaştıkları bir şenlik gününe mi dönüşecek?

Ürünün belirlenmesi yani performans çalışmasının somut çıktısının ne olacağının önceden tespit edilmesi ortaya çıkacak işin kapsamının belirlenmesi ve değerlendirmesinin sağlıklı biçimde yapılabilmesini kolaylaştıracaktır.

Standartların oluşturulması ödevin kapsam ve uygunluk geçerliliklerinin belirlenmesi için gerekli bir adımdır. Öğrencilerde gerek sonuç gerekse de süreç değerlendirmesinde kullanılacak standartların derecelendirilmiş bir puan cetveli (rubrik) ile önceden belirlenmesi anlamı öğrenme temelinde tasarlanan etkili bir ders planında öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine dair sağlıklı değerlendirmenin yapılması için bir gerekliliktir.

Aşağıda coğrafya derslerinde kullanılabilecek turizm fuarı oluşturulmasına yönelik poster, el broşürü ve tanıtım masası hazırlanması gereken bir performans çalışmasına dair rubrik örneğine yer verilmiştir.

Görsel-6

Görsel-7

SONUÇ

Anlamlı öğrenme temelinde etkili ders planları tasarımlarının yapılmasında ülkemizde aşağıdaki zorlukların bulunduğu söylenebilir:

  • Okulların/dersliklerin fiziki koşullarının neden olduğu dezavantajlar.
  • MEB müfredatı yoğunluğu, ders saatleri yetersizliği ve günlük zaman çizelgesi sıkışıklığı.
  • MEB kazanımlarının çok geniş ya da çok dar kapsamlı oluşu.
  • Ders öncesi planlama, hazırlık ve notlandırma süreçlerinin getirdiği iş yükü.

Bu tür bir öğretim planı tasarımı mutlaka haftalık ders saati yani iş yükü ve öğrenci sayısı makul düzeyde olan öğretmenlerle sağlıklı ve tam verimli yürütülebilir. Ülkemizin bu yazıda örneği verilen bu tür ders planlarıyla öğretim süreçlerini tasarlayan ülkelerle temel farkı buradan ileri gelmektedir. Bu nedenle ders planlarının tasarlayıcısı ve yürütücüsü öğretmenlerin maddi ve manevi refahları  sağlanarak profesyonel alanlarına yani öğretim ve eğitim sürecindeki rehber ve yönetici görevlerine gereken ilgi ve merakı ayırabilmeleri sağlanmalıdır.

Kaynakça

Bütün Öğrencilerin Okulu Finlandiya Okulları, İnformal Ortamlarda  Araştırmalar Dergisi (İAD), Ayşenur ÖZDEMİR, 2017, cilt 2, Sayfa:59-91

Farklı Yaklaşımlar – Ortak Çıkarımlar: Paradigmalar Ve İntegral Model Işığında Beyin Temelli Ve Oluşturmacı Öğrenme, A. Kahveci, S. Ay, Türk Fen Eğitimi Dergisi, 2008 .

Eleştirel Düşünme ve Öğretimi, S. Seferoğlu, C.Akbıyık, Hacettepe Üniversitesi Eğt. Fak. Yayınları, 2006.

Kuramdan Uygulamaya Yapılandırmacı Öğrenme Yaklaşımı, E. Karadağ, Kök Yayıncılık.

Understanding By Design, G. Wiggins, J. McTighe, ASCD Publications.

The Understanding by Design Guide to Creating High-Quality Units, G. Wiggins, J. McTighe, ASCD Publications.

[1] Koç Okulu Coğrafya Bölüm Başkanı, Coğrafya Eğitimi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Faaliyet Raporu 2022 Haziran

ULUSLARARASI GENÇ SOSYAL BİLİMCİLER KONFERANSI (ICYSS)

CED koordinatörlüğünde gerçekleştirilen 19- 23 Mayıs 2022 yılında gerçekleştirilen 5. Uluslararası Genç Sosyal Bilimciler Konferansı (ICYSS 2022) sonucunda Türkiye’den yarışmaya katılan öğrencilerimiz, başarılarını madalyalar ile taçlandırarak ülkemizi en iyi şekilde temsil etmişlerdir. Öğrencilerimizi ve danışmanlarımızı tebrik ederiz.

ÇEVRİMİÇİ SÖYLEŞİLER

13 Haziran 2022 tarihinde Dr. Hakan ÇALIŞKAN’ın moderatörlüğünde Türkiye Biyologlar Derneği’nin yaptığı ‘’Neden Akuaponik Tarım’’ adlı söyleşide Derneğimiz YK başkanı Prof. Dr. Semra Günay AKTAŞ konuk olarak katıldı.

PANEL

Anadolu Üniversitesinin 03 Haziran 2022 tarihinde düzenlediği ‘’NEDEN UKRAYNA? Coğrafi Bir Bakış’’ adlı panele, panelist olarak Derneğimiz YK başkanı Prof. Dr. Semra Günay AKTAŞ ile derneğimiz üyeleri Prof. Dr. Erdoğan KAYA ve Prof. Dr. Nazlı GÖKÇE katılmıştır.

KARİYER FUARI

21-22 Mart tarihlerinde Ege Üniversitesi’nin düzenlediği Ege Kariyer fuarında Coğrafya Eğitimi Derneği’ni temsilen gençCED ekibinden üyelerimiz bulunmuştur. Bulunan genç meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.

İklim Krizi ve Etkileri

İklim Krizi ve Etkileri
bildiğimiz, bilmediğimiz ve bilmek istemediklerimiz.

Yağmur FİLİZ
Özel Bornova Uğur Anadolu Lisesi Öğrencisi

İklim Değişikliği Değil İklim “Krizi”

Daha önceleri iklim değişikliği olarak adlandırılan küresel ısıtma kaynaklı doğal felaketler ve iklim değişiklikleri, durumun vehameti ve aciliyetini vurgulamak amacıyla iklim krizi olarak adlandırılıyor. İklim değişikliği olarak nitelendirildiğinde, fonetik anlamda tedbir almayı gerektiren bir durum yokmuş gibi göründüğünden, iklim krizi terimini kullanmak, yaklaşan tehlikenin farkındalığını artırmayı hedefliyor.

Nedir Bu İklim Krizi?

İklim krizinin temel nedeni hepimizin çokça duyduğu küresel ısıtma ve etkileri. Küresel ısıtma, atmosferdeki sera etkisi yaratan gazların, yer kabuğu ve denizlerin ortalama sıcaklıklarında artışa neden olması olayına verilen addır. Küresel ısıtmanın nedenleri çok yönlü olmakla birlikte kısaca; fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan karbondioksit ve diğer sera gazı salımları, ormanların yok edilmesi ve diğer insan eylemlerinin yarattığı sonuçlardır.

Yapılan incelemeler, dünya sıcaklık ortalamalarının bugüne kadar geri dönülemez bir şekilde 1ºC arttığını gösteriyor. Yalnızca 1 derecelik artış bile kasırgalar, orman yangınları, aşırı yağışlar ve beraberinde sel felaketleri, sıcak hava dalgaları gibi doğal felaketlerin etkilerini yaşamamıza sebep olurken gerekli önlemler alınmadığı ve karbon salımları azaltılmadığı hatta durdurulmadığı takdirde gezegen çok kısa bir süre içerisinde canlıların yaşamı için uygun olmayacak hale gelecek.

Bireysel Olarak Neler Yapabiliriz?

  • Daha kolay ve temiz seyahat etmek için toplu taşıma araçlarını kullanabilir, bisiklet sürebilir ya da yürüyebiliriz. Böylece sera gazı emisyonunun azalmasını sağlayabiliriz.
  • Geri dönüşüm yapmaya özen gösterebilir hatta “Sıfır Atık” ilkelerini uygulamaya çalışabiliriz.
  • Temizlik, hijyen ve kişisel bakım ürünlerini evde kendimiz hazırlayabiliriz.
  • Bir şey alırken birden fazla kez düşünebilir hatta mümkünse hiç almayabiliriz. Almamız gerekiyorsa da ikinci el ürün ya da sürdürülebilir modayı uygulayan markalardan alışveriş yapmaya çalışabiliriz.
  • Plastik kullanımını azaltıp plastik yerine bambu diş fırçası kullanabilir, pet şişe yerine kendi şişelerimizi ya da cam şişe tercih edebilir, paketli ürün mümkün olduğunca almayabilir, yanımızda kendi torbalarımızı taşıyabiliriz.
  • Mümkün olduğunca doğal ve organik ürünler tercih edebiliriz.

Yapılabilecekler saymakla bitmez tabii ki ancak günlük hayatımızda yapacağımız küçük değişimlerle gezegenimizi kurtarmaya katkıda bulunabiliriz. Tüm bunlara ek olarak iklim krizi için bir madde daha var ki en büyük farkı bu şekilde yaratmak mümkün: Vegan olmak.

Veganlık ve İklim Krizi Aralarında nasıl bir ilişki olabilir?

“Sera gazı salımının azaltılması için et tüketimi de azaltılmalı”

IPCC ( Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporuna göre, insanlar dünyadaki kara parçasının yüzde 72’sini beslenmek, giyinmek ve artan nüfusu desteklemek için kullanıyor.

Aynı zamanda tarım, ormancılık ve diğer toprak kullanımı da sera gazı salımının dörtte birini üretiyor. Buna bağlı olarak uzmanlar toprağın daha sürdürülebilir şekilde kullanılması ve metan gazı üretimini düşürmek için et tüketiminin de azaltılması çağrısında bulunuyor.

Vegan bir yaşamı benimsemenin küresel ısıtmayla mücadeleye katkıda bulunacağı belirtilen raporda kompozit veya iki taneli tahıl, baklagiller ve sebze gibi sağlıklı ve sürdürülebilir gıdaların tüketiminin sera gazı salımını düşürmede etkili olduğu vurgulanıyor.

  • Karbondioksit salınımı elektrikli araba kullanımına kıyasla vegan beslenmeyle 1,5 kat daha az
  • Amerika’daki herkesin haftada bir porsiyon daha az tavuk tüketmesiyle trafikten 500.000 arabanın azalmasına eşdeğer seviyede karbondioksit salınımı düşer.
  • Et, süt ve yumurta endüstrileri en büyük metan ve azot oksit kaynaklarıdır. (Isıyı atmosferde tutmada metan, karbondioksitten 20 kat; azot oksit ise karbondioksitten 300 kat daha güçlüdür.)
  • 450 gr et yemeyerek tasarruf edilecek su miktarı, 6 ay duş yapmamaya eşittir.

Araştırmalar veganizmin tek çare olduğunu söylüyor.

Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre et ve süt ürünlerini tüketmemek bireysel karbon ayak izini yüzde 73 düşürüyor.

Araştırmacılardan Joseph Poore, iklim krizi ile gezegenimize verdiğimiz zararı azaltmak için en etkili yolun vegan beslenmek olduğunu belirtiyor. Hatta vegan beslenmenin, uçak tercih etmemekten ya da elektrikli araba kullanmaktan daha etkili olduğunu da ekliyor.

Science’ta yayımlanan, beslenme ve iklim krizi arasındaki bağı anlatan en kapsamlı çalışmalardan biri olan 1 Haziran 2018 tarihli rapora göre günlük kalorimizin %18’ini oluşturan proteinin %37’sini almak için:

  • Toprakların %83’ünü kullanıyoruz.
  • Sera gazı salımının %58’ini,
  • Su kirliliğinin %57’sini,
  • Hava kirliliğinin %56’sını,
  • Temiz su kıtlığının %33’ünü oluşturuyoruz.

İnsan Kaynaklı Su Tüketimi

Kaynakça

Açık Radyo. “İklim Krizi ve Veganlık.” Son Güncelleme 07 Şubat 2018,

 https://acikradyo.com.tr/vegan-saglik/iklim-krizi-ve-vegan-beslenme

Amerika’nın Sesi. “İklim Kriziyle Mücadelede Vejetaryen ve Vegan Beslenme.” Son Güncelleme 08 Ağustos 2019,

 https://www.amerikaninsesi.com/a/iklim-kriziyle-mucadelede-vejeteryan-ve-

 vegan-beslenme/5034727.html

Yeşilist. “İklim Krizi ve Beslenme.” Son Güncelleme 06 Ağustos 2018,

 https://www.yesilist.com/iklim-krizi-ve-beslenme/

Live To Bloom. “İklim Krizi ile Mücadelede Neler Yapmalıyız?” Son Güncelleme 2019,

 https://livetobloom.com/iklim-krizi-ile-mucadele-icin-neler-yapmaliyiz/

Farklı Açılardan Kentleşme Olgusunun İncelenmesi

Farklı Açılardan Kentleşme Olgusunun İncelenmesi

Efe KİTAPÇI
Hisar Okulları 10. Sınıf Öğrencisi

Giriş

Kentler, ilk oluşumundan bugüne geçirdiği tarihsel sürece paralel olarak birtakım fiziksel, kültürel hatta ekonomik yapılanmalara ihtiyaç duymaktadırlar. Kentlerin zamanla eskimiş, ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmesi sebebiyle özellikle Sanayi Devrimi sonrasında kentsel dönüşüm kavramı daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Nüfus artışı ile belli noktalarda yoğunlaşan insan toplumlarının gelişip, farklılaşması, çeşitlenmesi, sanat ve eğitimle değişmesi, kimlik, kavram ve kurallarının oluşumu kenti tanımlar. Kent, bu davranışları kentliye ve çevresine sunan yaşam alanıdır. Toplumların kültürel, siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamlarında, ilişki biçim ve türlerinde köklü değişimler yaratır. Bu özellikleriyle kentleşme, gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesidir.

Görsel 1. Guangzhou, Çin ( http://www.wikiwand.com/id/Urbanisasi )

Kentleşme Nedir ?

Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın “avcılık ve çobanlık” evresinden “yerleşik hayata” geçiş dönemine kadar uzanmaktadır. Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye bağlı olarak,kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütlenme,işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişiklerle yol açan bir nüfus birikim sürecidir.

Kentleşme, her çağda ve uygarlık içinde söz konusu olmuştur. Öyle ki, tarih boyunca her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri olduğunu görebiliyoruz. Bu bağlamda da kentlerin ortaya çıkışı uygarlıkların doğuşu ile özdeşleşmektedir. Nitekim uygarlık, organize edilmiş bir toplumsal yaşam olarak tanımlandığında, bu yaşam biçimini yoğun olarak kentlerde görmek olasıdır.

Kentleşme, kentsel yaşam biçimlerinin gelişimi olarak tarif edilmektedir. Başka bir deyişle, dar bir alana yerleşen büyük nüfus birikimi, yeni fiziksel ve sosyal oluşum, karmaşık ilişkiler ağı, iş dallarının farklılaşması ve kendine özgü bir kültürel sistemin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Kentleşme, kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim sürecini oluşturur ve sosyal, kültürel, ekonomik özellikleri ile ele alınır. Kentlileşme sosyal bakımdan, kente özgü tavır ve davranış biçimlerinin benimsenmesi ile gerçekleşirken kırsal alanlarda yaşayanlar daha farklı ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam biçimine sahiptir. Kentsel yaşam biçimleri ikiye ayrılır: Fiziksel kentleşme, işlevsel kentleşme. Fiziksel kentleşme; şehirlerin büyümesiyle ilgilidir. İşlevsel kentleşme; insanların değişen davranışlarını kapsar Kentleşme olgusu nüfusun yer değiştirmesinin ötesinde ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal büyük çaplı dönüşümleri de gerektirir.

Kentleşmenin Tarihi 

Kentlerin dünyadaki oluşumu ve gelişimi çok eskilere dayanmaktadır. Bu nedenden dolayı yeryüzünde ilk yerleşimler ve buna bağlı kent oluşumları Akdeniz Havzası ve daha güneydeki stepler ve çöller kuşağında ortaya çıkmıştır. Bu alanlar insanların yaşamaları ve ziraat yapmalarına daha uygundu. Tarım için geniş arazilerin varlığı nedeniyle insanlar bu devrede daha dağınık ve seyrek yerleşimleri tercih etmişlerdir. Zaman içerisinde bu durumu değiştiren birtakım önemli gelişmeler meydana gelmiştir. İklimin kuraklaşması ve buzulların çekilmeye başlaması ile Büyük Sahra, Arabistan çölleri, Orta Asya başta olmak üzere kurak bölgelerde iklim daha da kurak bir hâl aldı. Bu durum, dağınık ve seyrek yaşayan insanları su kaynaklarına yakın vadi tabanlarında toplanmaya zorlamıştır. Böylece ilk defa nüfus topluluklarının da bir arada kolektif bir organizasyon içerisine girmesini sağlamıştır. Bu kolektif organizasyonun sonucunda zamanla işbölümü gelişmiş, tarımsal faaliyetler artmış,siyasi, idari, askeri yapılanma oluşmaya başlamıştır. Bu organizasyonların etkisiyle tarihsel süreçte ilk büyük medeniyetler oluşmuş ve ilk kentler boy göstermeye başlamışlardır (GÖNEY, 1977, s. 16-17).

Buradan hareketle ilk kentlerin oluşumu da insanların coğrafi olarak yaşamaya daha elverişli bulduğu üç odak üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu mekânsal odaklar Mezopotamya, Nil Vadisi ve İndus nehrinin meydana getirdiği ovalardır.

Kentleşmenin Nedenleri

Kentlerde yaşanan gelişmeler kırsal alanların cazibesini yitirmesine sebep olmaktadır. Durum böyle olunca kırsal alanlardan kentlere doğru göçler yaşanmaktadır. Bu göçün nedenlerinin temelinde kentin sunduğu fırsatlar yatmaktadır. Bu fırsatlar; daha iyi bir iş bulabilme, daha iyi bir eğitim alabilme ve beraberinde daha iyi yaşam standartlarına sahip olmaktır. Tabi kırsal alanlara karşı kentler bu fırsatları sunarken, kırsal alanlarda yaşamın getirmiş olduğu bazı yaşamsal sorunlardan da bahsetmek mümkün olabilecektir.

 Kentleşme nedenlerine baktığımızda;

  • Ekonomik nedenler,
  • Teknolojik nedenler,
  • Siyasal nedenler,
  • Sosyo-psikolojik nedenler olarak sınıflandırabiliriz

Kentleşme Türleri

Farklı kentleşme türleri arasında belirli değişiklikler vardır.

  • Fiziksel Kentleşme: Mimari ve mekansal- alansal kentsel yayılma ve genişlemeyi ifade eder.
  • Fonksiyonel – İşlevsel Kentleşme: Şehir ve Kırsal alanın birbirinin içine geçmesini, birbirinin devamını gibi görünmesini ifade eder.Bununla birlikte şehrin üretimi artmış yeni iletişim bilgi ağları gelişmiştir.
  • Sosyal Kentleşme: Kent halkının değer yargıları ve yönergelerinin kırsalda da benimsenmesi ve aynı zamanda tüketim alışkanlarının da kırsalda yaşayan insanlar üzerinde genel olarak yer bulmasını ifade eder.
  • Demografik Kentleşme: Bir alanda şehirde ya da ülkede yaşayan nüfusun artmakta olan oranı buna işaret eder. Kentleşme oranı demografik duruma ve sürece göre değerlendirilir. Kentlerde herşey resmi açıdan o ülkenin kendi yasal düzenine göre yönlendirilir.

Kentleşmenin Etkileri

Ekonomiye yön verenlerin işgücünü karşılama isteği doğrultusunda hızlı kentleşmeye planlar yapılmadan izin vermeleri kentlerde onarılması güç yaralara sebebiyet verebilmektedir.

Çevresel Bozulmalar ve Afetler: Kentleşmeyle beraber doğal çevreye insan müdahalesi artmaya başlar. Kentte yaşayan insanların çöplerinin muhafazası dolayısıyla çevre kirlenmektedir. Ayrıca ihtiyaç fazlası konut üretme eğilimi nedeniyle, yeşil alanlar, orman alanları, su havzaları ve kentlerin diğer yaşam kaynakları kontrolsüzce yapılaşmaya açılmaktadır. Kentlerdeki ısınma ve trafik kaynaklı hava kirliliği de iklim değişikliğine yol açmaktadır.Yoğun yapılaşma baskıları, toprağı aşırı ve hatalı kullanımı, yasalara uymama ve rant hırsı, afet risklerini artırmaktadır.

Trafik yoğunluğu: Kentte yaşayan insan sayısının artmasından kaynaklı kent içi ulaşım sürelerinde artış görülmektedir. Artan araç sayısına cevap veremeyen yollara yenileri eklenerek bu yoğunluk azaltılmaya çalışılmaktadır.

Çarpık yapılaşma ve altyapı sorunları: En sık görülen hızlı kentleşme sorunlarından biri de çarpık kentleşmedir. Ayrıca artan nüfus ve konutlaşmayla birlikte altyapı yetersizliği de ortaya çıkmaktadır.

Kentleşmenin etkilerini maddeler halinde sayacak olursak;

  • Aşırı nüfus ve yapı yoğunluğu,
  • Tarihi dokuda bozulma,
  • Mekânsal farklılaşma/ayrışma,
  • Ekonomik sorunlar: yoksulluk, yoksunluk,
  • Temel hizmetlere erişim sorunu,
  • Kimlik sorunu kentleşmenin etkileri arasında yer almaktadır.

Türkiye’de Kentleşme Politikası

Geleneksel Osmanlı sisteminde, Tanzimat dönemine kadar kentsel hizmetler, kadılar,mimar ağaları, vakıflar ve esnaf kuruluşları gibi değişik kurumlar tarafından yürütülmekteydi. Hizmetleri tek elden yürütmeye yönelik kurumsal bir yaklaşım bulunmuyordu. Bu nedenle merkeziyetçi bir yapıdan söz etmek mümkün değildi. Kentlerin imar edilmesi, gerek İmparatorluğun geç döneminde, gerekse de erken Cumhuriyet döneminde modernleşmenin bir gereği olarak görülmüş ve bu konuda geniş kapsamlı düzenlemelere gidilmiştir.

Türkiye’de kentleşme hareketlerinin tarihi incelenirken Batılı ülkelerdeki kentleşme hareketlerinden birtakım farklılıklar olduğunu belirtmek gerekmektedir.Türkiye’de kentleşme, iki farklı şekilde tanımlanmaktadır. Bunlardan birincisi kentleşmeyi, nüfusun belli bir yoğunluk ve büyüklüğün üstündeki yerlerde toplanması olarak ele alan tanımdır.

Kentleşme ile ilgili olarak yapılan ikinci tanım ise kentleşmenin kent kültürüne ait değerlerin, davranışların ve tutumların benimsenmesi şeklinde olanıdır (TEKELİ,2011, s. 27).

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan Cumhuriyetle beraber kentleşmede, dönemlere bağlı olarak birtakım değişmeler görülmektedir. Genel olarak1927- 1950 arasında kentleşme hareketleri Türkiye’de çok yavaş cereyan etmiştir (AVCI S. , 1993, s. 252). Bu durum kentleşme hareketlerine bağlı olarak kentlerde ortaya çıkabilecek sorunların bu zaman aralığında pek görülmemesine sebep olmuştur. Bu dönemi genel olarak devletin kentsel alanı çeşitli planlarla kontrol altında tuttuğu bir dönem olarak adlandırabiliriz. Fakat özellikle 1950’lerden itibaren geçim tipi tarımın yerini modern tarıma bırakması ve tarımda işgücü fazlalığının oluşması (KURTULUŞ, 2005, s. 84) sonucunda kentsel alanlarda yığılmalar meydana gelmiştir. Böylece gelen bu nüfus kentsel alanda birtakım sorunlara sebep olmuş sosyal, kültürel birtakım farklılıkların doğmasını beraberinde getirmiştir.

Kentsel Dönüşüm Uygulama Örneği – FİKİRTEPE

Kelime anlamı olarak Türkçede birçok karşılığı barındıran kentsel dönüşüm kavramı, birçok değişik anlamı içinde barındırmaktadır. Dönüşüm sözcüğünün sözlük anlamı, olduğundan başka bir biçime girme, başka bir biçim alma olarak tanımlanmaktadır.     Kentsel dönüşümün sözlük anlamı ise “Kentin imar plânlarına uymayan, ruhsatsız binaların yıkılıp, planlara uygun olarak toplu yerleşim alanlarının oluşturulması” olarak tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu). Fakat uygulanış amacı ve yönelinen stratejik amaçlara göre kentsel yenileme, yenileştirme, yeniden canlandırma, soylulaştırma, yeniden geliştirme gibi kentsel dönüşüme yakın sözcükler de literatürde çokça geçmektedir.

Fikirtepe proje alanı, kentsel mekânı kullanım açısından oldukça elverişli bir mekânsal konuma sahiptir. Son dönemde iki önemli ulaşım güzergahının çevresinde olmasının yanında metrobüs hattının da Fikirtepe proje alanın içinden geçmesi ve bir durağının olması, ayrıca Fikirtepe’nin Kartal-Kadıköy metro hattında iki istasyonunun olması projenin önemini artırmaktadır. Fikritepe, 1950 sonrası oluşan İstanbul’un ilk gecekondu alanlarındandır. Zamanla oluşturulan bu gecekondular ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiş, fiziksel olarak yıpranmıştır. Bu nedenle 2005 yılında ilk defa gündeme gelen ve 2014 yılında uygulamaya geçmiş, süreç içerisinde birçok kere yasal değişikliğe uğramış bir kentsel dönüşüm projesinin temelleri atılmıştır. Proje İstanbul’da uygulanacak diğer kentsel dönüşüm projelerine ilham olması için pilot proje olarak seçilmiştir. Bu rolü projeye medyatik bir rol de biçmiştir. Keza proje, özellikle 2010 yılından sonra yazılı ve görsel basında oldukça tartışılır hale gelmiş, birçok kere haber konusu olmuştur.

Görsel 2. Fikirtepe Yerleşkesinin mekansal konumu

Başladığı yıldan bugüne birçok tartışmalara sebebiyet veren Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi özellikle zamanlarda yarattığı dönüşümle etkisini toplumsal ve mekânsal olarak daha da arttırmıştır. Fikirtepe, Türkiye’nin 1950 sonrası oluşmuş ilk gecekondu alanlarındandır. Özellikle Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde mesire alanı olarak değerlendirilen Fikirtepe, günümüzdeki yerleşim özelliklerini kazanması 1950 sonrasında olmuş, 1971’de Fikirtepe, Devrim (Dumlupınar) ve Eğitim mahallesi olarak üçe ayrılmıştır.

2005 yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Fikirtepe, Dumlupınar, Eğitim ve Merdivenköy mahallerinin bir kısmını özel proje alanı olarak plânlamaya dahil etmesiyle Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi serüveni de başlamıştır. Proje alanına dair ilk belirlemeler, projenin toplumsal alanda birtakım huzursuzlukların doğmasına neden olduğudur. Özellikle yaklaşık olarak sekiz yıl gibi uzun bir zaman dilimi geçmesine karşılık projenin bir türlü bitirilememesi sebebiyle proje alanında yaşayanların projeye dair güvenleri oldukça azalmış, çeşitli dönemlerde tepkisel eylem ve yürüyüşlerle belirsizliklere ve sıkıntılara karşı çıkılmıştır. Çalışma sahasında projeden halkın beklenti ve düşüncelerini öğrenmek için anket ve mülakat çalışması uygulanmıştır. Bu çalışmalarda dikkat çekici sonuçlara ulaşılmıştır. Bu sonuçlardan en önemlisi proje alanında kiracı konumunda olanların projeden en olumsuz etkilenen nüfus grubu içinde bulunmasıdır.  Birçok kiracı 2014 yılı itibariyle Fikirtepe’yi terk etmiştir. Fikirtepe mevcut yıkılan sahaların da etkisiyle, evlerini boşaltan mülk sahiplerinin de bu duruma eklenmesiyle adeta hayalet kent görünümü kazanmıştır.

Projeye dair diğer bir bulgu özellikle Fikirtepe özelinde oldukça tartışılan güvenlik probleminin ortaya çıkması meselesidir. Fikirtepe sahip olduğu heterojen kimliği sebebiyle geçmişten bugüne birçok farklı kültürden insana ev sahipliği yapmıştır. Anket sonuçlarından elde edilen bulguların çarpıcı bir tarafı da Fikirtepelilerin çoğunun proje sonrası Fikirtepe’de yaşayamayacaklarını dile getirmekleridir. Bu durum, projenin kendiliğinden bir soylulaştırma dalgasına ne kadar açık bir pozisyonda durduğunun en açık örnekleri arasındadır. Bu amaçla şu an itibariyle ağırlık kazanan Fikirtepe’den başka yerlere göç dalgası çalışma kapsamında tespit edilmiştir.

Baktığımızda hem Fikirtepe hem de Türkiye’nin birçok gecekondu alanı aynı zamanda bir dönemin tanıklığını yapmaktadırlar. Kente her bir müdahalenin aynı zamanda toplumsal ilişkilere bir müdahale olduğu düşünülürse bugünkü kentsel dönüşüm çalışmalarının daha toplumsal bir duruş sergilenerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle dönüşüm projeleri sonrası ortaya çıkan mekânsal ayrışmaları önlemek ve yerinde dönüşüm çalışmalarını benimsemek gerekmektedir. Aksi taktirde mevcut mekânı sosyal, kültürel hatta iktisadi boyutlarıyla dönüştürmeyi çağrıştıran kentsel dönüşüm kavramının içi boşaltılarak, dönüşüm projeleri aracılığıyla kentte yeni yoksulluk alanlarının doğmasına sebebiyet verildiği ve verileceği çok açıktır.

Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi özelinde ortaya çıkan Fındıklı, Bulgurlu, Kayışdağı, Ünalan, Zümrütevler gibi birçok mahalle bu yeni yoksulluk alanlarına örnek olarak gösterilebilir.  Üretilen konutlar toplumdaki alt gelir nüfusuna yönelik olmalıdır. Böylece hem proje öncesi proje alanında yaşayan nüfus grupları korunurken hem de dönüşüm projelerine gerekçe olarak sunulan deprem riski söylemi daha doğru bir temele oturacaktır.

Son olarak Türkiye’de uygulanan kentsel dönüşüm çalışmalarına bütüncül bir çözüm önerisi getirmek ve uygulamak oldukça güçtür. Bu güçlüğün nedeni her coğrafi bölgenin, o bölgede yaşayan toplulukların farklı özelliklere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat toplumsal açıdan kentsel dönüşüm çalışmalarının tahribatlarını gidermek ise bu aşamada maalesef mümkün görünmemektedir. Sistem içinde aranan her çözüm, bir başka çözümlüğün kapısını açacaktır.

Bu dönüşüm projelerinin bir diğer kaybedeni ise elbette ki İstanbul kentinin kendisidir. Kentleri dönüştürürken tarihsel olanı dışlayan, kârı öne çıkaran bir anlayış benimsendiğinde İstanbul gibi tarihi siluete sahip kentler hızla bu tarihsel mirasını kaybetmekle karşı karşıya kalmaktadır. Buradaki çözüm, kentin tarihine, kültürel birikimine en önemlisi insan onuruna yakışır bir kent kurma becerisini gösterebilmektir.

Kaynakça

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/56792

http://www.tmmob.org.tr/etkinlik/tmmob-demokrasi-kurultayi-1998/kentlesme-konut-sorunu-barinma-hakki-v-e-demokrasi

https://fka.gov.tr/sharepoint/userfiles/Icerik_Dosya_Ekleri/FIRAT_AKADEMI/KENTLE%C5%9EME,%20SANAY%C4%B0LE%C5%9EME%20VE%20KALKINMA%20ETK%C4%B0LE%C5%9E%C4%B0M%C4%B0.pdf

http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/kamuy%C3%B6netimi_ue/kentpolihukuk.pdf

https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/119564/mod_resource/content/1/Kuram%207-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9Ft%C3%BCr%C3%BCld%C3%BC.pdf

https://acikbilim.yok.gov.tr/handle/20.500.12812/605437

http://dspace.yildiz.edu.tr/xmlui/handle/1/10831

İklim Değişikliğinin Evrimsel Sürece Etkisi ve Bir Cinsin Yok Oluş Hikayesi: Afrika’nın Tek Yıllık Balıkları Nothobranchiuslar

İklim Değişikliğinin Evrimsel Sürece Etkisi ve Bir Cinsin Yok Oluş Hikayesi: Afrika’nın Tek Yıllık Balıkları Nothobranchiuslar

Tolga ELDURMAZ
Hisar Okulları Coğrafya Öğretmeni
tolga.eldurmaz@hisarschool.k12.tr

 

Pek çok insan hayatının bir döneminde akvaryum hobisiyle uğraşmış ya da uğraşan insanlarla tanışmıştır. En basit şekilde şehir hayatının stresinden uzaklaşmak için dinlendirici etkisiyle evlere kurulan akvaryumlarda çeşitli ekipmanlar sayesinde oluşturulan kapalı bir ekosistem içerisinde insanların seyir zevkine göre seçtikleri balıkların yüzüşünü izlemek şeklinde tanımlansa da yeterince bilgi sahibi olunmadan kalkışılan çoğu işte olduğu gibi akvaryum hobisi de pek çok insan canlı kayıplarıyla ya da kötü kokan bir akvaryumla bu güzel hobiden soğumaktadır. Bu yazıda “doğru bir akvaryum nasıl kurulur?”, “hangi ekipmanları seçmeliyim?”, “hangi balıklar uyum içerisinde yaşar?”, “sürdürülebilir bir akvaryum için nasıl ve ne sıklıkla bakım yapmalıyım?” gibi sorulara cevap verilmese de uzun yıllardır bu hobiyle içli dışlı olan birisi olarak meraklılarına tek bir tavsiye vermek isterim: “Sakın mahallenizdeki akvaryumcuya güvenmeyin ve akvaryum ile ilgili forumlarda bolca okuma yapın”.

Peki konumuz ne? Bu yazıda benim de yıllardır beslediğim ve 11. sınıf seçmeli coğrafya dersinde biyoçeşitlilik, evrim ve adaptasyon konularını işlerken tanıttığım bir balık cinsinden ve bu canlıların evrimsel sürecindeki iklim etkisinden söz edeceğim. Nothobranchiuslar, yaygın olarak akvaryum hobisinde “killifish” adıyla bilinen Cyprinodontiformes takımının Aplocheilinae ailesine mensup bir balık cinsidir. Killifish ismi ise Doğu Afrika’ya emperyalist amaçlarla gelen sömürgeci Portekizliler tarafından “çamur balığı” anlamında konulmuş ve telaffuzu daha kolay olan bu isim taksonomideki karmaşık Latince ad yerine akvaryum hobisi içerisinde daha popüler olmuştur. Bu geniş tatlı su ailesinin küçük bir bölümünü oluşturan Nothobranchius cinsi balıklar, Doğu ve Güneydoğu Afrika’daki geçici habitatlarda yaşar. Yaşam döngüleri, çok hızlı olgunlaşma, birkaç haftadan aylara kadar kuluçka sonrası yaşam süresi ve kuru mevsimde hayatta kalmak için embriyonik diyapoz ile karakterize edilir (Terzibasi Tozzini ve Cellerino, 2020). Bu nedenle  Nothobranchius cinsine ait türler “tek yıllık killifishler” olarak anılır. Nothobranchius türü için Doğu ve Orta Afrika’da dağılmış 60’tan fazla tür (Resim 1) tanımlanmıştır (Cellerino, Valenzano ve Reichard, 2016).

Resim 1. Nothobranchius cinsi balıkların tür sınıflandırması (Dorn, Musilova, Platzer, Reichwald ve Cellerino, 2014).

Tüm Nothobranchius türleri küçük (erkekler 7 cm, dişiler 5 cm) bir tatlı su balığı türü olup erkekleri oldukça güzel ve canlı renklere sahipken dişileri soluk gri ya da bej renklerine sahiptir (Resim 2).

                                                                   

Resim 2. Nothobranchiuslarda (Nothobrancius guentheri Zanzibar) cinsiyet ayrımı

Peki Nothobranchiusları bu yazının konusu haline getiren ne? Herhangi bir tatlı su balığı için en zorlu ve dinamik ortamlardan bazılarında yaşayan Nothobranchiuslar, hayatta kalabilmek için olağanüstü adaptasyonlar geliştirmek zorunda kalmıştır (Nunziata, 2018). İşte bu hayatta kalma kabiliyetleri Nothobranchiusları özel kılan özellikleridir. Nothobranchiuslar Afrika savanasındaki mevsimsel havuzlarda yaşamak üzere evrimleşmiştir (Harita 1) ve öngörülemeyen bir çevre ile başa çıkmak için bir dizi adaptasyon sergilemektedir (Vrtílek, M., Žák, J., Pšenička, M., ve Reichard, M. 2018).

Harita 1. Nothobranchius cinsi balıkların genel dağılımı (Reichard, 2015)

Bu evrimsel süreçte en belirleyici olan doğal faktör ise lise ders kitaplarında “savan iklimi” olarak bilinen bariz kurak dönemin yaşandığı tropikal iklim koşulları belirleyici olmuştur (Harita 2). Nothobranchius’un dağılımı Doğu Afrika Rift Sistemi ile örtüşmektedir. Bu bölgenin jeolojik ve paleoiklimsel tarihi ayrıntılı olarak bilinmektedir. Özellikle Doğu Afrika’nın kuraklaşması ve otlak habitatlarının genişlemesi 8 milyon yıl önce ile başlamıştır (Dorn, Musilova, Platzer, Reichwald ve Cellerino, 2014). Bu uzun süre zarfı içerisinde Nothobranchiuslar doğal ortamda yaşanan değişimlere uyum sağlayarak günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Harita 2. Köppen İklim Sınıflandırmasına göre Afrika kıtasının makro iklim bölgeleri (Murray, Brian, Thomas, 2007)

İşte bu kurak mevsimin belirgin olduğu iklim sistemleri Nothobranchiusların yaşam döngüsü ve üreme biçimlerini derinden etkilemiştir. Nothobranchiusların büyük çoğunluğu mevsimlik yağışlarla beslenen, kurak dönemde ise büyük oranda ya da tamamen kuruyan göletlerde yaşar (Resim 3). Bu göletlerin tamamen kuruduğu dönemde balıklar ölür. Bu durum bu canlıların yaşamlarının sadece 1 yıl (kurak mevsimin uzunluğuna göre bazı türlerde daha da kısa) sürmesine neden olmuştur.

Resim 3. Nothobranchius furzeri türünün doğal yaşam alanı (Reichard ve Polačik, 2019)

Doğal ortamda kuraklık şiddeti düşük, kurak mevsimin kısa sürdüğü ya da akarsularla beslenen sulak alanlarda da balıkların 1 yılın sonunda öldükleri raporlanmıştır. Bu balıklar muhtemelen kuşlar tarafından avlanmaya, aşırı yüksek su sıcaklıklarına, sıcaklığa bağlı çözünmüş oksijen miktarındaki düşüşe, su kalitesinin düşmesine, besin kaynaklarının tükenmesine bağlı olarak ölmektedir. Esaret altında, akvaryum ortamında beslenen balıklar dahi 1 yıldan uzun çok nadir yaşamaktadır. Benim en uzun süre yaşatabildiğim Nothobrancius cinsi (Nothobranchius filammicomantis) balığım yumurtadan çıktıktan sonra 13 ay hayatta kaldı. Pek çok biyolog Nothobranchiusların doğal ortamdan yalıtılmış akvaryum gibi suni ortamlarda yüksek yaşam kalitesi sağlanmasına rağmen 1 yılın sonunda ölmesini hızlı yavru gelişiminin bir karşılığı olarak fizyolojik bozulmaya yenik düşmesine bağlamaktadır (Reichard, 2015). Gerçekten de bu kadar kısa süren bir hayata sahip oldukları için yumurtadan çıktıktan sonra inanılmaz hızlı bir gelişim gösteren Nothobranchiuslar genellikle 4 haftalıkken üreme olgunluğuna ulaşmaya başlar ve bu evreden sonra tek derdi kurak dönem başlayana kadar olabildiğince çok üremek ve fazlaca yumurta dölleyerek bir sonraki yağışlı dönem için türün soyunu devam ettirmektir. Bir akvaryum hobicisi olarak buraya parantez açmak istiyorum. Pek çok akvaryum balığı akvaryumdan kepçeyle yakalanıp poşetlenerek başka bir akvaryuma ya da hobiciye transfer edilirken ciddi bir stres yaşar. Ortalama 2 – 3 gün bu strese bağlı olarak yeni girdiği ortamda kaçma, zıplama, saklanma, renklerinin soluklaşması, hastalanma, kuyruk kısma, yem yememe gibi olumsuz durumlar yaşayarak yeni ortamına alışmaya çalışır. Bu kadar stresli bir canlının ise üremesi tabii ki beklenemez. Ancak defalarca Nothobranchiusları başka hobicilere taşırken su dolu poşet içinde dahi ürediklerini, poşetin dibinin döllenmiş yumurtalarla dolu olduğunu gördüm. Bu örnekten üremenin bu hayvanların yaşam döngüsünde ne kadar önemli olduğu görülmektedir.

Nothobranchiuslar bulundukları göletin tabanına bıraktıkları yumurtalar kurak dönemde kuru toprak içerisinde kalır. Pek çok balığın yumurtası bu gibi bir durumda yok olurken Nothobranchiusların yumurtaları içinde embriyo gelişimi sadece bu koşullar altında gerçekleşir. Örnek vermek gerekirse esaret altında akvaryumda üretilmiş bir Nothobranchius cinsi balığın yumurtası döllenmiş olsa bile gelişmeyecek ve bir süre sonra mantarlaşarak yok olacaktır. O nedenle Nothobranchius yetiştiricileri akvaryumlarının içerisine toprak dolu bir kap bırakarak balıklarının onun içerisine yumurtlamasını sağlar ve belirli aralıklarla bu kabın içindeki toprağı alarak içindeki yumurtaları kuluçkalar. Türün yaşadığı lokasyona bağlı olarak kurak mevsimin uzunluğu süresince (türe göre 4 hafta ile 36 hafta arası) devam eden kuluçkalama evresi esnasında yumurta içerisinde embriyo gelişimi tamamlanır (Resim 4).

Resim 4. Nothobranchiusların yaşam döngüsü (Naumann ve Englert,  2018).

Kuluçka süresini tamamlayan yumurtalar suya konulduktan sonra 24 saat içerisinde açılmaya başlar. Ancak kuluçka süresini tamamlamamış bir yumurta erken suya konulursa bu yumurta yine mantarların hücümuna uğrayarak ölecek ve yavru balık oluşmayacaktır. Doğal süreçlerde bu durum kurak mevsimin ardından yağan yağmurla toprağın önce yumuşaması ardından da göletin tekrar su ile dolması ile gerçekleşir. Sadece yağmur sularıyla beslenen ve herhangi bir bağlantısı olmayan, kurak dönemde tamamen kurumuş olan bu göletler tekrar oluştuktan kısa süre sonra içerisinde binlerce Nothobranchius yavrusu yüzmeye başlar. İşte bu hayat döngüsü coğrafya derslerinde bahsettiğimiz üzere iklimin evrimsel süreçler ve canlı adaptasyonu üzerindeki etkisine oldukça güzel bir örnektir. Ancak bu durum kısa sürede şekillenmiş, tesadüfi bir olay değildir. Daha önceden de bahsedildiği üzere Rift Vadisi üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular Doğu Afrika’nın bugün savan iklimi olarak andığımız iklim şartlarına geçişi yaklaşık 8 milyon yıl önce başlamıştır. Yani Nothobranchiusların bu evrimleri oldukça eskiye dayanmaktadır. Killifishler özelinde bahsedecek olursak Orta Afrika Kongo Havzası ve Batı Afrika Nijer Havzası’nda bu gibi bir iklimsel değişimin yaşanmaması nedeniyle 3 – 4 yıl (esaret altında 5 yıla kadar) yaşayabilen killifish cinsleri yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Chromaphyosemion, Aphyosemion, Funfulopanchax ve Epiplatys cinsi bu killifishlerin yumurtaları kuraklık ortamda kuluçkalama istemeden yumurtaları iki hafta içerisinde erginleşip yavru balığa dönüşebilmektedir. Doğu Afrika mevsimlik sulan alanlarının ekosistemi açısından oldukça önemli bir yer tutan Nothobranchiuslar binlerce yıldır zorlu doğa koşullarıyla bir şekilde başa çıksa da günümüzde cinslerinin devamlılığını sağlamak adına oldukça zorlandıkları büyük bir tehdit ile karşı karşıyadır: İklim değişikliği.

Günümüzde pek çok yerde olduğu gibi iklim değişikliği etkilerini Afrika’da da oldukça net bir şekilde hissettirmektedir. Hava sıcaklıklarındaki artış, yıllık yağış miktarındaki azalış, kurak dönemde yaşanan uzama gibi bölgenin iklim dinamiklerinde yaşanan değişimler, yaşamı bu kadar iklime bağımlı bir cinsin varlığını derinden etkilemektedir. İklim değişikliği hakkında oluşturulan senaryolar kapsamında Doğu Afrika’da kurak dönemin daha uzun ve daha sıcak geçeceği öngörülmektedir (Harita 3).

Harita 3. (a) Referans dönemi (1971–2000) için WATCH veri setinden hesaplanan ortalama yağışlı sezon uzunluğu (günler). Bölgesel model grubu tarafından ortalama yağışlı sezon uzunluğu (günler) için öngörülen değişiklikler: (b) 1.5, (c) 2 ve (d) 3°C küresel ısınma senaryosu için medyanın mekansal dağılımı (Weber, Haensler, Rechid, Pfeifer, Eggert ve Jacob, 2018)

Aynı senaryolar kapsamında bölgede yıllık yağış ortalamalarında da düşüş beklenmektedir (Harita 4). Bu kapsamda daha az yağış ile daha oluşan daha küçük göletler daha uzun ve sıcak süren kurak dönemde daha hızlı kurumasına neden olacaktır.

Harita 4. (a) Referans dönemi (1971–2000) için WATCH veri setinden hesaplanan yağışlı mevsimlerdeki ortalama yağış miktarı (mm/rs). Bölgesel model topluluğu tarafından yağışlı mevsimlerde tahmini ortalama yağış değişiklikleri (%): (b) 1.5, (c) 2 ve (d) 3°C küresel ısınma senaryosu için medyanın mekansal dağılımı (Weber, Haensler, Rechid, Pfeifer, Eggert ve Jacob, 2018)

Bu bağlamda ortaya bu eşsiz yaşam döngüsüne sahip tatlı su balığı cinsinin yok olma tehlikesi ile doğrudan karşı karşıya kalmaktadır. Doğal ortamındaki değişim nedeniyle bu kadar kısa sürede adapte olması bir mucize olarak görülen Nothobranchius cinslerinin ilerleyen yıllarda sadece akvaryum hobicilerinin elinde bulunan bir tür olması beklenmektedir.

Kaynakça

    Cellerino, A., Valenzano, D.R. and Reichard, M. (2016), From the bush to the bench: the annual Nothobranchius fishes as a new model system in biology. Biol Rev, 91: 511-533. https://doi.org/10.1111/brv.12183

   Dorn, A., Musilová, Z., Platzer, M., Reichwald, K. ve Cellerino, A. (2014). The strange case of East African annual fishes: aridification correlates with diversification for a savannah aquatic group?. BMC Evol Biol 14, 210. https://doi.org/10.1186/s12862-014-0210-3

   Murray, P., Brian, F., Thomas, M. (2007). Updated World Map of the Koppen-Geiger Climate Classification. Hydrology and Earth System Sciences Discussions. 4. 10.5194/hess-11-1633-2007.

   Naumann, B. ve Englert, C. (2018). Dispersion/reaggregation in early development of annual killifishes: Phylogenetic distribution and evolutionary significance of a unique feature. Developmental Biology. 442. 10.1016/j.ydbio.2018.07.015.

   Nunziata, C. (2018). Annual Killifish: A Story of Survival. Tropical Fish Hobbyist Magazine, Mayıs – Haziran Sayısı. Erişim adresi: https://www.tfhmagazine.com/articles/freshwater/annual-killifish-a-story-of-survival-full-article

   Reichard, M. (2015). The Evolutionary Ecology of African Annual Fishes. 10.1201/b19016-12.

   Reichard, M., Polačik, M. (2019) The Natural History of Model Organisms:  Nothobranchius furzeri, an ‘instant’ fish from an ephemeral habitat eLife 8:e41548 https://doi.org/10.7554/eLife.41548

   Terzibasi Tozzini, E., Cellerino, A. (2020). Nothobranchius annual killifishes. EvoDevo 11, 25. https://doi.org/10.1186/s13227-020-00170-x

   Weber, T., Haensler, A., Rechid, D., Pfeifer, S., Eggert, B., ve Jacob, D. (2018). Analyzing regional climate change in Africa in a 1.5, 2, and 3°C global warming world. Earth’s Future, 6, 643– 655. https://doi.org/10.1002/2017EF000714

   Vrtílek, M., Žák, J., Pšenička, M., ve Reichard, M. (2018). Extremely rapid maturation of a wild African annual fish, Current Biology, Volume 28, Issue 15, Pages R822-R824, ISSN 0960-9822, https://doi.org/10.1016/j.cub.2018.06.031.

 Paris İklim Anlaşması ve Coğrafya Eğitimi

PARİS İKLİM ANTLAŞMASI VE “COĞRAFYA” EĞİTİMİ

Murat ÇOKSEYREK
Çukurova Toroslar Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Coğrafya eğitimi almayan birçok kişi coğrafya dersinin ülke başkentlerini ezberlemek, dağların yüksekliğini, nehirlerin uzunluğunu bilmekten ibaret sanır…

Lise eğitiminde dersine girdiğim 9. sınıfların ilk dersi COĞRAFYA nedir? Sorusuyla başlamıştır. En yalın haliyle coğrafya dersinin doğa insan etkileşimini ele alan bir bilim dalı olduğunu belirtir, sonrasında öğrencilerin anlayabileceği örneklerle bu yalın hali açmaya çalışırım. Mahalleden birlikte oyun oynadığınız bir arkadaşınız olsun, okulda sıra arkadaşınız, belki de en iyi sırdaşınız.

Nelerden hoşlanır? Neye sevinir? Neye üzülür? Sınırları nelerdir? Ona sırrınızı verebilir misiniz? Ya kapasitesi? Örneğin ondan taşıyamayacağı bir ağırlığı yüklenmesini ister miniz? Bu soruların cevabını verebilmek için elbette ki onu çok iyi tanımanız gerekir öyle değil mi? Ona hoşlanmayacağı bir şaka yaptığınız anda yıllar süren arkadaşlığınız bir anda bitebilir.

İşte gençler; Doğa insan ilişkisi de buna benzer. Biz insanoğlu doğayı tanımadan onunla iyi bir ilişki sürdüremeyiz. Tıpkı sizin arkadaşınızı tanımadan onunla iyi bir ilişki sürdüremeyeceğiniz gibi. Peki doğayı tanımada; onun işleyişini, sınırlarını, kapasitesini nelere sevinip, nelere kızacağını( doğal afetler) bizlere öğreten yegane ders hangisi olabilir sizce; Tabi ki COĞRAFYA…

Peki bu ilişkinin sağlıklı yürümesinde kazançlı taraf kim olacaktır Elbette ki İNSAN!

  1. yüzyılda insanlık dünya dışında yaşanabilir gezegenler aramaya başladı. Hatta sanal evrenlerden sanal arsalar satılmaya başladı. Elimizde masmavi akan ırmakları, yemyeşil ormanları, sararmış bozkırları, yüce yüce dağları, engin uçsuz bucaksız ovaları duran bir dünya varken üstelik.

O halde şu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Ne doğanın kıymetini bildik ne de Onu bize anlatacak COĞRAFYA  dersinin. Oysa ki COĞRAFYA dersi bize doğa ile sürdürebilir bir ilişki kurmanın, ondan akılcı bir şekilde yararlanmanın ve onu bizden sonra ki nesillere aktarabilmenin anahtarını verir. Yani bizlere yeryüzünü hatta gökyüzünü kullanma kılavuzluğu yapar COĞRAFYA dersi.

Orta okulda Türkçe öğretmenlerimiz sık sık bizlere atasözü özdeyiş verip bunları kompozisyon kurallarına göre açıklamamızı isterlerdi. Yazılıda da en yüksek not ağırlığına bu soru sahip olurdu. Öğrencilik yıllarımda beni etkileyen özdeyiş ve atasözlerinden bir tanesi de şuydu; “Herkes kendi kapısının önünü süpürürse her taraf pırıl pırıl olur” biz bunu her ülke ve dünya olarakta değiştirirsek bu sevdiğim özdeyiş şöyle olacak; “Herkes kendi ülkesinin doğasını korursa dünya tertemiz olur” Oysa ki kural şöyle işlemekte gelişmiş kapitalist ülke kendi doğasını alabildiğince korumaya çalışırken atıklarını kimi zaman geri kalmış ülkelere satmakta, kendi ormanlarını korurken kereste ihtiyacını Amazon Yağmur Ormanlarından karşılama yoluna gitmekte, atmosfere salım yaptığı fosil yakıt atıklarını da rüzgarlar başka başka yerlere götürmekte(! ) Aklınca hani bizde derler ya “Şark Kurnazlığı” yapmakta, gelişmekte ve geri kalmış ülkeler/ülke insanları ise en temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekerken onlara doğayı korumanın, sürdürülebilir tarım hayvancılık ormancılık uygulamalarını anlatmak ve uygulatmakta daha da zor bir hale gelmekte. Oysa ki unutulan şey herkesin bildiği ama hatırlamak istemediği Dünyanın “Küresel Bir Köy” olduğu gerçeği. Bizden on binlerce kilometre ötede de olsa Amazonda kesilen bir ağacın “Kelebek Etkisi” misali tüm dünyayı etkilediği gerçeği.

Dünyanın küresel bir köy olduğunu bilen coğrafya öğretmenleri bunu öğrencilerine anlatmakta onları bir coğrafya okuryazarı olarak yetiştirmeyi amaçlamaktadırlar. Bilimsel çevreler yayınları ile doğa severler ise bu konudaki mücadeleleri ile uluslar arası örgütleri tüm dünya ülkelerini yıllardan berri ortak bir amaç doğrultusunda bazı ilkeleri benimsemeye, bunları hayata geçirmeye çalışacak protokolleri, anlaşmaları imzaya atmaya bu sözleşmelerin tarafı olmaya davet ve sevk etmektedir.

Bu anlaşmalardan birisi de bu yüzyılın sonunda küresel sıcaklık artışının 1.5 santigrat dereceyle sınırlandırılmasını hedefleyen Paris İklim Antlaşmasıdır. Antlaşma, 10 Kasım 2022 tarihiyle Türkiye’de yürürlüğe girdi. Türkiye anlaşmaya taraf olan dünyada 192. ülke oldu.

“Yasal bağlayıcılığı olan anlaşma kapsamında daha önce emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 21 artıştan azaltma taahhüdünü veren Türkiye’nin, ilk adım olarak, enerji, atık, ulaşım, binalar ve tarım sektörlerindeki emisyon azaltım hedeflerini içeren ulusal katkı beyanlarını güncelleyerek BM Sekretaryası’na sunması planlanıyor.” (Anadolu Ajansı )

Türkiye’nin antlaşmaya imza atmasından hemen sonra hayata geçirilen ilk değişikliklerden biri Çevre ve Şehircilik Bakanlığının “ Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği” Bakanlığı olarak yeniden yapılanması oldu. Bunun yanında Milli Eğitim Bakanlığı “Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersini orta okullarda 2022-2023 tarihinden itibaren seçmeli ders olarak okutulmasına karar verdi. İşin gerçeği bu ders “Çevre Eğitimi” adı altında 2005 yılından itibaren orta okullarda seçmeli ders olarak zaten vardı. Yapılan değişiklik dersin müfredat programının güncellenmesi ve isminin değiştirilmesi ve 2 kademe yerine ortaokulun 3 kademesinde de seçmeli ders olarak yer almasıydı. Elbettte ki bu gelişmeleri olumlu birer adım olarak görmek gerekir. Fakat gelişmiş ülkelerin çoğunda çevre eğitimi daha okul öncesinde verilmekte, sonraki kademelerde seçmeli ve zorunlu dersler olarak yer almakta, COĞRAFYA dersinin ağırlığı ise ülkemiz ile kıyaslandığında tüm kademelerde daha fazla ders saat sayısı ile eğitim programlarında kendine yer bulmaktadır.

EKOSFER derneğinin İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ile ilgili ders kitaplarını incelenmesinde kitap taramasından öne çıkan başlıklar şöyledir:

– Hayat bilgisi 1, 2 ve 3. Sınıf kitaplarında iklim değişikliği konusu yer almıyor.

-Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ait 5. sınıf sosyal bilgiler kitabında petrol, kömür ve doğalgazdan (fosil yakıtlar) sıkça bahsedilse de hiçbir yerde bu yakıtların iklim krizine neden olduğu yazmıyor.

– MEB’in 6. sınıf sosyal bilgiler kitabında “iklim değişikliği” kavramı iki kez, “küresel ısınma” ise dört kez kullanılmış. Küresel ısınmanın nedenleri arasında petrol, kömür ve doğalgaz sayılsa da sorunun bu kaynakların aşırı kullanımı olduğu söylenmiş. Küresel ısınma ile fosil yakıtlar arasındaki bağlantı ödev olarak öğrencilere verilmiş.

– 7. sınıf sosyal bilgiler kitabında iklim değişikliğine ayrılan bölümde sera gazları nedeniyle iklimin değiştiği belirtilmiş ancak sera gazlarının kaynağı yazılmamış. Fosil yakıt kullanımının azaltılması önlem olarak gösterilmezken, enerji verimliliği ve fidan dikimi çözüm önerilerini oluşturmuş. En masrafsız ve çabuk çözüm yönteminin ise enerji verimliliği olduğu belirtilmiş. Bu kitapta sıcaklık artışının 2 dereceyle sınırlanması gerektiği yazıyor.

– Fen bilimleri 5. sınıf kitabında iklim değişikliği ve küresel ısınma konuları yok. Petrolün toprak ve su kirliliğine yol açabileceği söyleniyor ama iklimi değiştirdiği anlatılmıyor. Aynı kitapta, “Eğer kullanılacaksa doğalgaz ya da kaliteli kömür tercih edilmelidir” şeklinde iklim krizini büyütecek bir önerme de var.

– Fen bilimleri 6. sınıf kitabında iklim değişikliği konusu işlenmiyor. Bu kitapta “Kömür, doğalgaz ve petrol gibi milyonlarca yılda oluşmuş enerji kaynaklarının 100 yıl gibi kısa sürede bu kadar azalması dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Bu yüzden bizler enerji kaynaklarını kullanırken daha dikkatli ve tasarruflu olmalıyız” deniyor. Fosil yakıtların kullanımı değil azalacak olması bir tehdit gibi anlatılmış.

– 7. sınıf fen bilimleri kitabında İklim değişikliği, küresel ısınma ve iklim krizi kavramlarına rastlanmamıştır. “Petrol ve kömür rezervlerinin giderek azalması, doğalgazın da sınırlı olması nedeniyle güneş, su ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına olan talep giderek artmaktadır” denerek, fosil yakıtların çevre sorunlarından dolayı değil azalmasından dolayı yenilenebilir enerji kaynaklarına geçildiği iddia edilmiş.

– 8. sınıf fen bilimleri kitabında iklim konusu var ancak petrol ve kömürün etkisinden bahsedilirken doğalgaza hiç değinilmemiş. “Sera gazlarının salınımı ile birlikte Dünya yüzeyindeki artan sıcaklıklar” gibi hem yazımda (doğru kelime “salım”) hem de tanımlamada (bahsedilen dünya yüzey sıcaklığındaki ortalama artış) hata yapılmış. Kitapta geçmişte kalan Kyoto Protokolü var ancak Paris Anlaşması diğerleri gibi bu kitapta da hiç geçmiyor. Kitabın 6. ünitesinde, “Türkiye, gerçekleştirdiği düzenlemelerle küresel iklim sisteminin korunmasına yönelik önlemleri almaya başlamıştır” şeklinde doğruluğu tartışmalı bir yorum yapılmış.

– 9 ve 10. sınıfa ait coğrafya kitaplarında insan kaynaklı iklim değişikliği hemen hemen hiç konu edilmiyor.

– 11 ve 12. sınıfa ait coğrafya kitapları ise iklim değişikliğini ve nedenlerini en açık şekilde yazan kitaplar. 12. sınıf coğrafya kitabında iklim değişikliği kavramı 115 kez yer alıyor ancak bu kitapta da “salınım” gibi yanlış yazımlara sıkça rastlanıyor.

https://m.bianet.org/…/254155-iklim-krizi-her-yerde-ama…

(son erişim: 05.05.2022)

Görüldüğü üzere ders kitaplarındaki bilgilerin çoğu eksik ya da yanlış verilmiş olup aynı zamanda yetersizdir. Güncel ve doğru bilgilere sadece 11 VE 12. Sınıf coğrafya ders kitaplarında yer verilmiştir. 11. Sınıfta sayısal alanı seçen bir öğrenci “İklim Krizinden” bi haber şekilde liseden mezun olmuş olacak! Sürdürülebilirlik kavramıyla tanışmadan lise/ üniversite sonrası iş hayatına atılmış olacaktır.

Biz coğrafya öğretmenleri olarak üniversite aldığımız eğitimin bir yansıması olarak gerek orta okullarda verilecek “Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersinin coğrafya eğitimi de almış Sosyal Bilgiler mezunu öğretmenler tarafından verilmesini, liselerde ise “EKOLOJİ”  “İKLİM KRİZİ”, “SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK”  gibi derslerin öncelikle müfredatlarının hazırlanması ve ders kitaplarının oluşturulması aşamalarında alanında uzman  akademisyenlerden ve coğrafya öğretmenlerinin bilgi birikiminden yararlanılması ve bu derslerin ivedilikle öğretim programlarına girmesi ve Coğrafya öğretmenleri tarafından okutulmasının yerinde bir karar olacağını düşünüyorum.