CED 2020 İlkbahar Faaliyet Raporu

 

CED 2020 İLKBAHAR FAALİYET BÜLTENİ

 

A. MEB ÖĞRETMEN YETİŞTİRME ve GELİŞTİRME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (ÖYGM) ‘’COĞRAFYA EĞİTİMİ’’ KİTABI

MEB ÖYGM bünyesinde Coğrafya Eğitimi Derneği (CED), Türk Coğrafya Kurumu Derneği (TCK) ve Jeomorfoloji Derneği (JD) işbirliğinde hazırlanan “Coğrafya Eğitimi – Coğrafya Öğretmenleri Mesleki Gelişim Eğitimi (Temel Düzey)” kitabına katkı sağlamamıza imkan tanıyan bakanlığımıza teşekkürlerimizi sunarız. Kitabın yazar grubunda yer alan derneğimiz üyeleri Çağdaş Yüksel, Uğur Elmacı, Engin Kahyaoğlu, Şenol Erten, Işın Erdoğan, Hatice Özgün, Uğur Türe, Adnan Kocabuğa, Murat Çokseyrek ve Berivan Aslan meslektaşlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Coğrafya camiamıza hayırlı olması dileklerimizle.

Kitaba ulaşmak için tıklayınız.

B. CED ÇEVRİMİÇİ SEMİNER GÜNLERİ (13 Nisan – 05 Haziran 2020)

Coğrafya Eğitimi Derneği Çevrimiçi Seminer Günlerini COVID-19 salgını nedeniyle evden çıkamadığımız bu dönemde gerçekleştirerek, meslektaşlarımızın bu süreci daha verimli geçirebilmeleri için katkı sağlamaya çalıştık. Seminer günleri kapsamında gerçekleştirilen 21 sunuma http://tceder.org/ced-egitim-materyalleri/ internet sayfamızdan ulaşılabilmektedir.

 

C. CED SOSYAL MEDYA SÖYLEŞİLERİ

        1. CED INSTAGRAM SÖYLEŞİLERİ (08 – 16 Haziran 2020)

Herkes İçin Coğrafya anlayışı ile oluşturmaya gayret ettiğimiz söyleşilerimizde coğrafya bilimi ve eğitimi, eğitim, ekoloji, doğa, doğa eğitimi, gezi, edebiyat vb. konularda geniş bir yelpaze oluşturmayı amaçlayarak Instagram söyleşilerini gerçekleştirdik. Söyleşileri CED Instagram hesabı üzerinden ve CED Youtube Kanalından izlenebilmektedir. 

 

          2. CED YOUTUBE SEMİNERİ (18 Haziran 2020)

Coğrafya Eğitimi Derneği ve Koç Okulu iş birliğiyle 18 Haziran 2020/Perşembe günü saat 20.00’de İTÜ AYBE öğretim üyeleri Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Cengiz Yıldırım, Doç. Dr. Tolga Görüm ile Çağdaş Yüksel ve Engin Kahyaoğlu’nun katılımıyla Youtube kanalı canlı yayınında “Coğrafya ve Coğrafya Eğitimi” başlıklı söyleşi gerçekleştirildi. Söyleşi CED Youtube Kanalından izlenebilmektedir. 

 

 

Popüler Bilimin Önemi ve Yeni Koronavirüs Salgını (COVID-19)

 

POPÜLER BİLİMİN ÖNEMİ VE ‘’YENİ KORONAVİRÜS SALGINI (COVID-19)’’

Sinan KÜTÜK[1]

Türkiye ve Dünya’nın gündemi yaklaşık olarak 4-5 aydır Yeni Koronavirüs Pandemisi olmuştur ve bir süre daha bu durum gündem olmaya devam edecek gibi gözükmektedir. Bu duruma neden olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan kentinde ortaya çıkan ve çok kısa sürede tüm dünyaya yayılan koronavirüsü salgınıdır. Bugün itibariyle (18.05.2020) tüm dünya için onaylanmış vaka sayısı 4.710.614 kişi, ölüm sayısı 315.023 ve iyileşen kişi sayısı ise 1.732.344’tür(web_1). Bu çalışmanın amacı ‘’Yeni Koronavirüs Salgınının’’ aslında o kadarda yeni olmadığını, yakın zamanda da bu virüs ailesinin dünyayı salgın açısından tehdit etmiş olduğunu göstermektir. Aynı zamanda koronavirüsünün tüm dünyaya bu denli yayılmasının nedenlerinden birinin popüler bilimin yaygın olmaması ve bilimsel çalışmaların yeteri kadar halka ulaşmaması olduğunu düşünmekteyim. Bu çalışmada bu iki durumun arasındaki ilişki ortaya koyulmuştur. Bu çalışma için yalnızca konuyla ilgili akademik makaleler, T.C. Sağlık Bakanlığı’nın resmi web sitesindeki veri ve açıklamalar ve de bilimsel açıdan güçlü olan web sitelerindeki açıklamalar taranarak metin oluşturulmuştur. Koronavirüsü hakkında bilgiler vermeden önce popüler bilim, diğer bir ifadeyle akademik çevrelerce üretilen bilimsel bilginin halk dilinde sunulmasına dikkat çekmek istiyorum. Böylece popüler bilimin ne denli önemli olduğu ortaya çıkacaktır.

Popüler Bilim Nedir?

Popüler bilim, toplumun her kesiminin anlayacağı bir dille ve biçimle yapılan bilimdir. Popüler bilim ürünleri genellikle çok geniş alanda, çok çeşitli bilim dallarıyla ilgilenir. Üretenler ve ortaya koyanlar; bilim insanları da olabileceği gibi genelde bilime yakın, konusunda bilgili kişilerdir. Popüler bilim birçok biçimde halka sunulabilmektedir. Kitap, dergi, belgesel ve gazete bunların başlıcalarıdır. Popüler bilim, bilim insanlarının bilimle uğraşmayan ya da uğraşmak isteyen halkın anlayamayacağı dünyalarını halkın anlayabileceği ve yararlanabileceği bir duruma getirip halka sunar. Bilimdeki ağır ve karmaşık dil, halkın diline yakın bir duruma indirgenir. Böylece bilimle uğraşmayan ama bilimin ürettiği teknik bilgiyi ve teknolojiyi kullanan halk ile bilim dünyasının arasındaki  iletişim köprüsü kurulmuş olur. Bilimi anlamanın temel sebeplerini Yıldırım’dan(1991) aktaran Özsevgeç(2017;620) şöyle ifade etmektedir; “1- Bilimin uygulama sonuçları yaşamımızı giderek artan ölçülerde her cephesinde etkilemektedir ve 2- Bilimsel düşünceyi tanımak çağımız aydını için entelektüel bir zorunluluktur’’.

Bir alanda uzmanlaşmış bir bilim insanı, başka bir alandaki gelişmeleri izlemekte zorlanmaktadır. Günümüz insanların bilgi edinme imkanlarıyla, bilgi dallarındaki uzmanlaşmanın çeşitlenmesi ve derinleşmesi olgusu arasında büyük bir açıklık oluşmuştur. Bu açıklığın giderilmesi, günümüzün en önemli sosyal problemlerinden birisidir.

Örneğin, Aristoteles (M.Ö.384-322), neredeyse tüm bilim dallarında uzmandı. Çünkü yaşadığı dönemdeki birikmiş bilimsel bilgi ve deneyim miktarı, bir kişinin yaşam süresi içerisinde edinebileceği bir düzeydeydi. 18. yüzyıla gelindiğinde bile bu durumun neredeyse yine aynı olduğunu söyleyebiliriz. Mesela Fransız bilim insanı Buffon (1707-1788), birbirinden farklı fakat birbiriyle ilişkili bilim dallarına hakimdi. Buffon, çok iyi derecede doğa bilimci, kozmolog ve matematikçiydi(web_4). Fransız bilimci ve aynı zamanda elektrodinamiğin kurucusu olan Ampere (1775-1836), 19. yüzyılın başlarında matematik, kimya ve fizikte iyi bir uzmandı. Günümüz dünyasının bilimsel bilgi birikimi içerisinde bu durumun artık imkansız olduğu çok açıktır. Örneğin, bugün fizikte yeni bilgiler üretebilmek için bile yine fiziğin belli kollarında uzmanlaşmak gerekmektedir(web_3). Günümüzün bilim insanları birçok şeyden biraz biraz anlayan değil, tek bir şeyden çok fazla anlayan insanlar konumuna geçmiştir. Böylesi bir ortamda halk, doğru kararlar verebilmek, bilimsel şüpheyi sürdürebilmek ve yanılgılardan kaçınmak için gerekli olan bilgilere ve bilince ulaşma konusunda sıkıntılar yaşamaktadır. Bu sıkıntıları aşmanın ise iki temel yolu bulunmaktadır(web_3).

Birincisi; alanında uzman bilim insanlarının yapmış oldukları çalışmaların sonuçlarını, halkın anlayabileceği biçimde ve dilde açıklamak ya da yayınlamak.

İkincisi; bilim gazetecileri, bilim muhabirleri veya bilim popülerleştiricisi olarak tanımlayabileceğimiz kişiler, bilimsel konuları akademik çerçeveden popüler çerçeveye doğru ve anlaşılır şekilde aktaracaklardır.

Ancak bu sayede halk, bilimsel anlamda aydınlanma yaşayarak dünyayı takip edebilme fırsatı yakalar. Aksi takdirde bilim insanlarının yapmış oldukları çalışmalar sadece kendi aralarındaki bir uğraş olarak kalır.

Peki buraya kadar açıklanan şeylerin günümüz koronavirüs pandemisiyle ne ilgisi vardır?

Cevap: Çok ama çok ilgisi vardır. Hatta koronavirüsünün pandemi yaratmasının temel sebeplerinden birisi de üretilen bilimsel bilginin halka yeteri kadar ulaşmamasıdır diyebiliriz.

Koronavirüslerin İnsan Hayatındaki Kısa Yolculuğu

2019 yılının sonlarında Çin’de ortaya çıkan ve bugün COVİD-19 olarak tanımladığımız ve milyonlarca insanı hasta, binlerce insanı ise öldüren bu hastalığın çok kısa süre öncesine kadar çok benzerlerinin yaşandığı bilinmektedir. Yani ‘’yeni koronavirüs salgını’’ aslında o kadar da yeni değildir. İnsanlarımız çoğu ise koronavirüsü kavramının 2019 yılının sonlarında ortaya çıktığını düşünmüştür. Bu kesinlikle büyük bir yanılgıdır.

Şekil 1. Yeni Koronavirüsü SARS-COV 2 (COVID-19) (Görsel: Til, 2020;54)

Koronavirüsler (CoV) zarflı, tek zincirli pozitif RNA virüsleri olup, oldukça geniş bir aile oluş­tururlar. İn­sanlarda enfeksiyona sebep olan iki türü 229E ve OC43 1960’lı yıllarda keşfedilmiştir(Nemli,2016;78). Bu koronavirüslerden birisi 2003 yılında pandemi oluşturmuştur. 2003 yılında SARS-COV adlı bir virüs SARS (İng. Severe Acute Respiratory Syndrome – Tr: Şiddetli Akut Solunum Sendromu) hastalığına neden olmuştur. SARS-COV adlı koronavirüsü Çin’in Guandong eyaletinde ortaya çıkmış ve tüm dünyayı tehdit eder hale gelmiştir. Bir yıl içerisinde dünya çapında 30 ülkeye yayılarak,  aralarında sağlık çalışanlarının da bulunduğu 8373 kişiyi enfekte etmiş 774 kişinin ölümüne neden olmuştur. Neyse ki korkutucu senaryolar meydana gelmemiş ve alınan önlemler sayesinde SARS hastalığı 2003 yazında ortadan kaybolmuştur(İnal, 2016;38).

Koronavirüslerin macerası bu kadarla kalmayıp 9 yıl sonra yani 2012 yılında Suudi Arabistan’da yeniden ortaya çıkmıştır.  Kısa sürede Arap Yarımadası’nda ortaya çıkan bu gizemli ve ölümcül salgından sorumlu olan ‘’Yeni Koronavirüse’’ MERS-COV (Middle East Respiratory Syndrome – Ortadoğu Solunum Sendromu) adı verilmiştir. MERS-COV’un dünyaya duyurulduğu 20 Eylül 2012 tarihinden 23 Haziran 2016 tarihine kadar dünya çapında 26 ülkeden olgu ihbarı alınmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün belirtilen tarih aralığında MERS-COV enfeksiyonu kanıtlanmış hasta sayısının 1791, ölüm sayısının ise 640 olduğu belirtilmiştir. Olgu sayılarının bildirilenden daha fazla olduğu düşünülmektedir. Ülkemizde de tespit edilen tek vaka, Suudi Arabistan’da, Cidde’de seyahatte iken, 25 Eylül 2014’te hastalığa yakalanan ve Hatay’a nakledildikten sonra 11 Ekim 2014’te yaşamını kaybeden 42 yaşındaki erkek bir hastadır.

MERS-COV’un ana konağı yine yarasalardır. Ancak yarasalar ile insanların Arap Yarımdası’nda doğrudan teması çok nadirdir. Virüsün insanlara ara konak pozisyonunda bulunan tek hörgüçlü develerden geçtiği belirlenmiştir. MERS-COV enfeksiyonları ortaya çıktığından beri yılın her döneminde vakalar bildirilmekle birlikte, mevsimsel patern gösterdiğine dair bulgular vardır. İlk vakalar 2012 yılı Nisan – Haziran ayları arasında ortaya çıkmıştır. 2013 ve 2014 yıllarında da Nisan – Mayıs ayları arasında vaka sayısında artış görülmüştür(İnal, 2016;39). Bunun nedeninin, bahar aylarında develerin yavrulaması olduğu düşünülmektedir(Akbaba vd, 2014;221)

Olguların büyük bölümünün hastalığa yakalandığı ve tanı aldığı ülke Suudi Arabistan Krallığı’dır. Bunun dışındaki olguların büyük çoğunluğu, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Ürdün, Umman, Lübnan, Yemen, İran ve Kuveyt’te tespit edilmiştir. Arap Yarımadası’na seyahat ettikten sonra MERS-COV enfeksiyonu saptanan olguların bildirildiği diğer ülkeler Mısır, Tunus, Cezayir, Almanya, İtalya, Fransa, Birleşik Krallık, Yunanistan, Malezya, Filipinler, ABD, Hollanda, Avusturya, Türkiye, Tayland, Çin ve Güney Kore’dir(Şekil2). 2015 yılının Haziran ayından itibaren, Arap Yarımadası dışındaki en büyük MERS-COV salgını Güney Kore’de ortaya çıkmıştır. Bu salgında bir yıl içinde, 182 olgunun tanısı kesinleşmiş, 33 hasta kaybedilmiştir. Güney Kore Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü iş birliğiyle, 13.500 temaslı bireyin takip dönemini tamamladığı, 2.400 temaslı kişinin takip altında tutulduğu bildirilmiştir(İnal, 2016;39).

Şekil 2. Mart 2012-5 Kasım 2014 arasında kesinleşmiş MERS-COV vakalarının bildirilen ülkeye göre dağılımı ve olası enfeksiyon kaynakları(Akbaba vd, 2014;219).

MERS hastalığının etkin bir tedavisi bulunmamaktadır. Tedaviler deney aşamasında olmakla birlikte semptomatik destek temeldir. Aşısı henüz yoktur(Akbaba, vd. 2014;220 ve İnal, 2016;37). Yani hastalığın ortaya çıktığı 2012 yılından 2016 yılına kadar henüz etkin bir tedavisi bulunamamıştır.

MERS-COV salgınından 8 yıl sonra yani 2020 yılında yine bir koronavirüsü tüm dünyayı tehdidi altına almıştır. ‘’Yeni Koronavirüs Hastalığı’’ (COVID-19), ilk olarak Çin’in Hubei Eyaletinin Wuhan Şehri’nde aralık ayının sonlarında solunum yolu belirtileri (ateş, öksürük, nefes darlığı) gelişen bir grup hastada yapılan araştırmalar sonucunda 13 Ocak 2020’de tanımlanan bir virüstür(web_5). Salgının başlangıcı bu bölgedeki deniz ürünleri ve hayvan pazarını işaret etmektedir(Til, 2020;54). Daha sonra insandan insana bulaşarak Wuhan başta olmak üzere Hubei eyaletindeki diğer şehirlere ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin diğer eyaletlerine ve diğer dünya ülkelerine yayılmıştır. Yeni Koronavirüs Hastalığına (COVID-19),  SAR-COV-2 virüsü neden olmaktadır(web_5). Virüs, SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome – Şiddetli Akut Solunum Sendromu) isimli hastalığa neden olan SARS-CoV isimli virüsün yakın bir kuzenidir (web_6).

Şu ana kadar yapılan çalışmalar, SARS-COV 2’nin insan hücresine bağlandığı reseptörün SARS virüsüyle aynı olduğunu göstermiştir. Ayrıca, şimdiye kadar genetik verisi elde edilmiş olan SARS-COV 2 virüslerinin birbirleriyle %99’dan fazla benzerlik gösterdiği ve virüsün yarasa kaynaklı olduğu anlaşılmıştır(Koronavirüs Raporu,2020;2). Dünya Sağlık Örgütü, 11 Mart 2020’de salgını bir “pandemi” olarak ilan etmiştir. Pandemi dünyada birden fazla kıtada ve çok sayıda ülkede etkisini gösteren salgın hastalıklar için kullanılan bir terimdir(Til, 2020;54).

SARS-COV, MERS-COV ve SARS-COV 2 (COVID-19) virüslerinin her biri bir koronavirüstür ve bu 3 virüs de Çin kaynaklıdır. Koronavirüsler (Coronaviridae ailesi), Hayvanlar Alemi’nde yaygın olarak görülen bir virüs grubudur. COVİID-19 isimlendirmesi, 2019 yılında yayılmaya başlayan, “yeni” (İng: “novel”, Lat. “novo“) bir koronavirüs (CoV) olduğunu belirtmek için kullanılmıştır. Burada belki de insanların kafasını karıştıran ismindeki ‘’yeni’’ ifadesidir. Bu yeni ifadesi yüzünden insanlar, koronavirüsün ilk kez ortaya çıktını düşünmüşlerdir. Halbuki koronavirüslerin 1960’lı yıllardan beridir bilindiği yukarıda bahsedilmiştir(web_6). Yeni koronavirüsün henüz etkin bir tedavisi bulunmamaktadır(Buruk vd.2020;3)

COVID-19 salgınına neden olan SARS-CoV-2 virüsünün temel bulaşıcılık katsayısının 1.4-2.5 arasında olduğu düşünülmektedir; yani virüsün bulaştığı her bir kişi, kendisinden başka ortalamada 1.4 ile 2.5 kişiye (ya da kabaca 1-3 kişiye) bulaştırabilmektedir. Bu sayı, MERS salgınında görülen 0.7 civarındaki temel üreme sayısından epey büyüktür. SARS için bu değer 2-5 arasında olmuş ve bu salgın sırasında 8373 insan hastalanmış ve en az 774 ölüm meydana gelmiştir(web_6). MERS salgını diğerlerine göre daha düşük bulaşıcılık oranına fakat aynı zamanda yüksek öldürücülük oranına sahiptir. Yani bulaştığı birçok insanı daha fazla bulaşmasına izin vermeden öldürüyordu. Yüksek ihtimalle bu yüzden pandemi değil epidemi olarak ilan edildi. Görüldüğü gibi SARS ve COVİD-19’un öldürücülüğü düşük fakat bulaşıcılığı yüksektir. Ancak burada öldürücülüğü düşük demek az kişinin ölmesine neden olmuştur demek değildir. Bu oran enfekte ettiği vaka sayısının oranına göre düşük çıkmaktadır. Halbuki SARS ve COVID-19’un toplam ölüm oranlarına bakıldığında aralarındaki farkın uçurum olduğu görülmektedir. 2003 yılında SARS yüzünden 774 ölüm meydana gelmişken bugün itibariyle (18.05.2020) Covid-19 yüzünden 315.023 kişi hayatını kaybetmiştir (Tablo2).

Kıyas olması bakımından, 2003 yılında salgına dönüşen SARS, bulaştığı her 10 kişiden 1’ini öldürmüştür; yani SARS-CoV’un öldürücülük oranı %10’du. MERS salgını sırasında her 10 kişiden 4’ü ölmüştür; yani MERS-COV’un öldürücülük oranı %40 idi(web_6). 24 Şubat 2020 tarihli verilere göre(web_7) SARS-COV-2’nin (Covid-19) öldürücülük oranı %3 civarındadır(Tablo 1).

 

 

SARS-COV

 

 

MERS

 

SARS-COV 2

(Covid-19)

 

Bulaşıcılık Oranı

 

2-5

 

0.7

 

1.4 – 2.5

 

Öldürücülük Oranı

 

%10

 

%40

 

%3

Tablo 1. Koronavirüslerin bulaşıcılık ve öldürücülük oranları.

 

 

SARS-COV

 

 

MERS

 

SARS-COV 2

(Covid-19)

 

Ölen Kişi Sayısı

 

774

 

640

 

315.023

 

Enfekte Olan Kişi Sayısı

 

8373

 

1791

 

4.710.614

 

Tablo 2. Koronavirüslerden dolayı enfekte olan ve ölen kişilerin sayıları (Covid-19 için bu rakam artmaktadır) (Son erişim: 18.05.2020)

Bilimin Halka Ulaşmasının Önemi

Bu zamana kadar yapılan açıklama ve araştırmalar göstermiştir ki; koronavirüsler, aslında zaman zaman hayatımıza dahil olmuş, yüzlerce hatta binlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Hatta bunu çok yakın zaman dilimi içerisinde yani 2003, 2012 ve 2020 yıllarında yapmıştır. Ama nedense Covid-19 hastalığı ortaya çıktığında başta Türkiye olmak üzere dünyanın diğer ülkelerindeki insanlar böyle bir virüsle ya da salgınla ilk kez karşılaşmışçasına tepki vermiştir. Bugün, COVID-19 için T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından bize önerilen sosyal mesafe, sosyal izolasyon, kişisel hijyen ve maske kullanımı gibi durumların %100’ü, 2012’de Ortadoğu’da başlayıp yine neredeyse tüm dünyaya dağılan MERS salgını için söylenmiştir. Bugün, ülkemizde COVID-19 için oluşturulan bilim kurulu, 2012 MERS salgını içinde oluşturulmuştur. Hatta 2012 MERS salgını için oluşturulan bilim kurulu, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak kararlar alıp yürürlüğe koymuştur. Bunun nedeni ise MERS salgınının başlangıç döneminin yine Umre dönemine denk gelmesi ve Umre’ye giden ve dönen insanlar için uyarıcı ve bilgilendirici nitelikte kararlar alınması olmuştur. 2012 MERS salgınından sonra Umre’den dönen hacılar için T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı 14 gün evlerinize ziyaretçi kabul etmeyin ve sizlerde kimseyi ziyarette bulunmayın diye uyarmıştır(Akbaba, 2014;221). Bugün, COVID-19 için uygulanan uçaklarda ve diğer toplu taşıma araçlarındaki oturma planları 2012 MERS salgını için oluşturulan oturma planları ile %100 aynıdır. Bugün, olası COVID-19 vakalarının takip algoritması için uygulanan prosedürler nasılsa 2012 MERS salgını için uygulanan vaka takip süreci de %100 aynıdır. Tüm bu aynılara ve %100’lere ve hatta çok yakın bir zamanda bu salgını geçirmiş olmamıza rağmen acaba neden insanlarımız bu durumu ilk kez yaşıyormuş gibi bir tepki vermiştir? Aynı şekilde acaba neden toplumda bilgi kirliliği ve karmaşası yaşanmıştır? Bunun şüphesiz en temel nedeni 2003 SARS ve 2012 MERS salgınının günümüzdeki COVID-19 kadar insana ulaşmamış olması ve hatta 2012 MERS salgınında Türkiye’den yalnızca bir kişinin ölmesinden dolayı gündem yaratmamış olmasıdır. Buna ilaveten diğer bir önemli neden ise bu süreci tıp çevresi dışından konuşan ve aktaran kişi veya kurumların olmaması ya da çok az olmasıdır. İşte asıl üzerinde durulması gereken konu tam olarak da budur. Yukarıda bahsedilen popüler bilim ve önemi adlı kısım işte bu yüzden açıklanmıştır. Bugün COVID-19’un etki alanının büyük olmasından ötürü bir dizi popüler bilim yayınları yapan internet siteleri başta olmak üzere medyada da hemen her gün haberi yapılmıştır. İnternet ve sosyal medyanın gücünün de etkisiyle konuyla ilgili paylaşımların ardı arkası kesilmemiştir. Hemen her gün ülkelerin en yetkili kişilerinden yapılan açıklamalar durumun ciddiyetini göz önüne sermektedir. Yani bir salgın sadece tıp çevresi arasında konuşulmamış ya da sadece tıp dergilerinde hekimler tarafından okunmakla kalmamış, doğrudan halka anlayabileceği düzeyde bilgiler aktarılmıştır. Aslında tam olarak popüler bilim yapılmıştır. Bunu yapmalarının nedeni halkın bu konudaki bilgi düzeyini arttırmak ve olası durumlara karşı önlem almalarını sağlamaktır. Başta Türkiye olmak üzere COVID-19 hastalığı bulaşmış hemen her ülke bu durumu başarmıştır. Gerek sıkı önlemler alarak, gerek sosyal medyadan ya da ana akım haber kanallarından yapılan açıklamalar yoluyla COVID-19 hastalığına, bulaş yoluna ve önlemlerine karşı halkı belli bir bilinç düzeyine çıkarmıştır. Ancak ne yazık ki bu bilinç milyonlarca insanın hasta olmasından ve binlerce insanın ölmesinden sonra oluşmuştur. Bu yazının burada vurgulamak istediği asıl meselesi şudur. Mademki biz 2012 gibi çok yakın bir zamanda dünyayı tehdit eden bir salgın geçirdik. Mademki bugün yaşanan süreçle 2012 salgınında yaşanan süreç aynı neden bu kadar insan hastalandı ve öldü? Hastalık kısmen farklı olsa da bulaş yolu tamamen aynıydı. Bu sorunun cevaplarından birisi popüler bilim ya da bilimi popülerleştirip halka aktaran insanların sayısının az olması ve bu konuda yeterince teşvik sağlanmamış olmasıdır. Eğer ki COVID-19 için oluşturulmaya çalışılan bilinç 2012 MERS salgını için oluşturulsaydı, 2020 yılına gelindiğinde insanlar ne yapması veya ne yapmaması gerektiğini daha fazla bileceklerdi. Ancak ne yazık ki zamanında bu konuya yeteri kadar önem verilmediği için bugün binlerce insan hastalıktan dolayı değil, bilgisizlikten dolayı hayatını kaybetmiştir. Aslında bugünü öngören ve hatta olası bir salgın meydana gelirse, geçmişe dayanarak ne kadar da savunmasız kalacağımızı söyleyen insanlar da vardı. Bu insanlardan birisi gayet etki derecesi yüksek olan Bill Gates idi. Bill Gates 2015 yılında halka açık yayınlanan bir TEDX konuşmasında gelecek salgın için hazır değiliz diye insanların aklına bu fikri yerleştirmişti. Peki bu söylemini neye dayandırıyordu? Elbette geçmiş dönemlerde yaşadığımız salgınlara dayandırarak söylüyordu. Geçmişte yaşanılan salgının kısa sürede tüm dünyaya yayılmasının temel sebeplerinden birisi şüphesiz gelişen ulaşım sistemlerindeki teknolojimizdi. Bir virüs saatler içerisinde kıtalararası yolculuk yapar hale gelmişti. Bu durumun ne kadar kolay olduğunu ve bizim bu konuda ne kadar savunmasız kaldığımızı Bill Gates ve eminim birçok insan görmüş ve anlamıştı. Bill Gates 2015 yılında TEDX konuşmasına hazırlanırken muhtemelen şöyle düşündü. 2012 yılında 3. Dünya ülkelerinden birinde meydana gelen bir salgın, saatler içerisinden dünya üzerinde çok uzak noktalara gidebiliyordu. Öyleyse ileride daha da fazla gelişecek teknolojimiz sayesinde yeni bir salgın neden yayılmasın?(konuşmanın tamamı için: web_8).

Sonuç

Bu çalışmada zaman zaman tüm dünyayı tehdit etmiş olan koronavirüs ailesinden, bunların oluşturduğu salgınlardan bahsedilmiştir. Buna ek olarak popüler bilimin ne olduğu ve tüm toplumlar için aslında ne denli hayati öneme sahip olduğu da belirtilmiştir. Geçmişte de koronavirüsünden kaynaklı salgınlar meydana da gelse de halk tarafından günümüzdeki kadar bilinmediği, farkında olunmadığı görülmektedir. Bunun temel sebebi SARS ve MERS hastalığının etkisinin COVID-19 kadar olmamasıdır. Buna ilaveten internet teknolojisinin ve internete ya da bilgiye erişimin günümüz kadar fırsat vermeyiş olmasıdır. Eğer ki 2003 SARS ve 2012 MERS salgını meydana geldiğinde, televizyon ve internet ortamında günümüzdeki kadar paylaşım ve bilgilendirme yapılsaydı 2019 yılının sonlarında Çin’de başlayıp tüm dünyaya yayılan SASR-COV 2 virüsüne karşı insanlar daha bilinçli ve bilgili olabilirdi. Böylece COVID-19 hastalığının bu denli etkisini yaşamıyor olabilirdik. Eğer ki önümüzdeki ilk 10 yıl içerisinde yeni ve farklı bir salgın meydana gelirse insanların artık konuya yaklaşımında çok daha fazla tedbirler yer alacaktır.

Öneriler

Bu gezegende yaşayan herkesin gerek salgınlar için, gerekse doğal afetler için yapılan bilimsel çalışmaları anlayıp halka aktarabilen insanlara ihtiyacı vardır. Buna popüler bilim deniyor. Böylece hem insanların bilgi ve farkındalık düzeyi yükseliyor hem de olası felaketlerden dolayı hayatı tehlikeye girmiyor ya da daha az tehlikeye giriyor. Şüphesiz bu duruma en uygun alanlardan birisi coğrafya bilimidir. Yapılan coğrafya çalışmalarından anlayan insanların çeşitli platformlarda halka, dünyada ne olup bittiğini anlatması gerekmektedir. Bu sayede hem hayat kurtarılırken hem de coğrafyanın bu gezegen için ne kadar önemli bir bilim olduğunu göstermiş oluruz.

 

KAYNAKLAR

  • Akbaba, M., Kurt, B. ve Nazlıcan, E., ‘’Yeni Coronavirus Salgını’’, Türk Halk Sağlığı Dergisi, Cilt 12, Sayı 3, s. 217 – 227, 2014.
  • Buruk, K. ve Ozlu, T., ‘’New Coronavirus: SARS-CoV-2’’, Mucosa Medical Journal, Cilt 3, Sayı 1. s.1-4, Mart 2020.
  • İnal, S., ‘’Middle East Respiratory Syndrome-Coronavirus (MERS-CoV) Enfeksiyonu: Ortadoğu Solunum Yetmezliği Sendromu-Koronavirüs Enfeksiyonu’’, Okmeydanı Tıp Dergisi, Sayı 32(Ek Sayı), s.37-45, 2016.
  • Nemli, S.A. ve Demirdal T., ‘’ Ortadoğu Solunum Yetmezliği Sendromu Koronavirüsü Middle East Respiratory Syndrome-Coronavirus (MERS-CoV)’’, Kocatepe Tıp Dergisi, Sayı 17, s.77-83, Nisan 2016.
  • Özsevgeç, T., Eroğlu, B. ve Köroğlu, Y., ’’ Popüler Bilim Dergilerinin Değerlendirilmesi: Bilim ve Teknik ve National Geographic Örneklemi’’ Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 30, s 619-630, 2017.
  • Til, A., ‘’Yeni Koronavirüs Hastalığı (Covıd-19) Hakkında Bilinmesi Gerekenler’’, Göller Bölgesi Aylık Ekonomi ve Kültür Dergisi, Cilt 8, Sayı 85, s. 53-57, Nisan 2020.
  • Toplum Sağlığını Geliştirme ve Koruma Bilim Alanı, ‘’Yeni Koranavirüs (2019 nCoV) Salgınında Günce Durum’’ Bilimsel Rapor, Şubat 2020. 

Web Kaynakları

 

[1] Saint Petersburg State University, Instute Of Earth Sciences, Master Student

Bir Coğrafyacının Perspektifinden Fas Gezi Notları

 

BİR COĞRAFYACININ PERSPEKTİFİNDEN FAS GEZİ NOTLARI

Müjdat AYDIN[1]

 

2019 Haziran ayında gerçekleştirdiğim 6 günlük Fas seyahatim boyunca edindiğim deneyimlerimi ve biriktirdiğim anılarımı sizinle paylaşmak için bu gezi notlarını yazdım. Öncelikle Fas’ı tanımanız amacıyla size Fas hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.

Başkenti Rabat olan Fas, Afrika Kıtası’nın kuzeybatı ucunda yer alır. Ülke, hem Atlas Okyanusu’na hem Akdeniz’e hem de Sahra Çölü’ne komşudur. Ülkenin kuzeyinde İspanya, doğusunda Cezayir, güneyinde ise Moritanya ülkeleri bulunur (Harita 1).

Harita 1: Fas’ın Dünya Haritası’ndaki Konumu

Berberice’de ‘El-Magrib’ olarak anılan Fas, ‘batıdaki yer’ anlamına gelmektedir. Resmi dili Arapça olan Fas’ta, uzun yıllar Fransız sömürgesinde kalmasından dolayı yaygın olarak Fransızca da konuşulmaktadır. Eğitim öğretimden geçmiş hemen hemen tüm Faslılarla Fransızca konuşarak anlaşabilirsiniz. Yeterli seviyede ingilizceniz varsa ülkede muhattap olacağınız kişilerle (esnaf, taksici, otel görevlileri vs.) çat pat konuşabilirsiniz. Güncel nüfus miktarı yaklaşık 36,6 milyon olan Fas’ta resmi din İslam ve nüfusun % 99’u Müslümandır. Ülke, Fransızlardan bağımsızlığını 1956 yılında kazanmıştır.

Yıllık ortalama sıcaklığın ve kuraklığın yüksek olduğu Fas’ta Kasım ve Mart ayları gezi için en uygun tarihlerdir. Seyahatimi gerçekleştirdiğim Haziran ayında sıcaklık 30-35°C arasında değişiyordu.

Fas, ülkemiz vatandaşlarından vize istemiyor. Ülkeye girebilmeniz için geçerli bir pasaportunuzun olması yeterli. Ülkeye girerken ve çıkarken küçük bir form doldurup ondan sonra pasaport kontrolünden geçiyorsunuz.

Türkiye’den Fas’a direk ve aktarmalı uçuşlar var. Uçak yolcuğu aktarmasız uçuşlarda İstanbul’dan yaklaşık 5 saat sürmektedir. Fas ulusal saati Türkiye’den 2 saat geridir. Yolculuk yaparken bu hususa dikkat ediniz.

MARAKEŞ – FES – RABAT – KASABLANKA

Fas’a Türkiye üzerinden değil Yunanistan’ın Atina şehrinden yaklaşık 4 saatlik uçak yolculuğu ile gittim. Öncesinde Selanik ve Atina’da 3 günlük Yunanistan seyahati yapmıştım.  (Atina – Marakeş Uçak Bileti = 25 €.)

 Harita 2: Fas Seyahatimin Rotası

Fas seyahatim boyunca ülkenin en önemli 4 şehrini gezdim. Gezdiğim şehirler sırasıyla Marakeş, Fes(Fez), Rabat (Başkent) ve Kasablanka oldu (Harita 2). Fas seyahatimi 6 günle sınırlandırmamdan dolayı ancak bu 4 şehri gezebildim.  Eğer Fas’ta daha uzun bir zaman geçirecekseniz bu şehirler dışında Rabat ve Fes arasında yer alan Meknes şehrini; ülkenin kuzey ucunda, Cebeli Tarık Boğazı’nın kıyısında bulunan liman şehri Tanca’yı ve güneyde Atlas Okyanusu kıyısında bulunan Agadir’i de gezebilirsiniz. Bu şehirler dışında ev ve dükkânların masmavi renge boyandığı, ‘mavi şehir’ olarak anılan Şafşavan şehri de görülmeye değer. Daha farklı bir deneyim yaşamak isterseniz 2 gece 3 gün süren Sahra Çölü Safarisi’ne katılıp çölde deve sırtında yolculuk yapabilir, çöl kumları üzerinde kamp kurarak geceleyin yıldızları tüm çıplaklığıyla görme imkânı bulabilirsiniz. 2 gece 3 günlük çöl safarisi fiyatı 70-80 dolardan başlıyor. 20 dolardan başlayan günübirlik çöl turlarına da katılabilirsiniz. Sahra Çölü, ülkenin doğu ucunda yer aldığı için ulaşım uzun saatler sürüyor. Bu yüzden günübirlik turlar çok yorucu olabilir. Sahra Çölü turu dışında ülkenin kuzeyinde 2400 km. boyunca uzanan ve birçok doğa güzelliğine ev sahipliği yapan Atlas Dağları turlarına da katılabilirsiniz. İnternetten Sahra Çölü Turları ve Atlas Dağları Turları hakkında bilgi bulabilirsiniz. Türkiye ile kıyasladığımız da daha güneyde bir Afrika ülkesi olmasından dolayı çok sıcak olacağını düşünebilirsiniz. Ama haziran ayı olmasına rağmen kavurucu sıcaklıklar yoktu. İlk gün uçaktan indikten sonra bir sıcaklık dalgası yüzüme vurdu ve eyvah dedim ama ertesi gün hava biraz serinledi. Ülkede, hava gündüzleri çok sıcakken güneş battıktan sonra biraz serinliyor. Bu yüzden akşamları dışarıda gezinirken yanınızda uzun kollu bir kıyafet bulundurmanızda yarar var.

Fas her ne kadar az gelişmiş bir ülke olarak görünse de her şeyi ucuza alabileceğiniz bir ülke değil. Türk lirasının burada da bir değeri yok. Hayat pahalılığı ülkemizden çok daha yüksektir. Dışarıda yemek yerken veya alışveriş yaparken sanki bir Avrupa ülkesinde geziyormuşçasına pahalılık hissine kapılabilirsiniz.

Fas’ta şehirlerarası yolculuklarımı otobüsle yaptım. Şehir içinde ise hemen hemen bütün ulaşım ağlarını kullandım. (Otobüs, dolmuş, taksi, tren, tramvay vs.) Özellikle taksi ile yolculuk yapacaksanız taksimetre açtırmakta ısrarlı olun. Genelde turistlere taksimetre açmıyorlar ve kafalarına göre yüksek bir fiyat söylüyorlar. Eğer taksici taksimetre açmıyorsa gideceğiniz yerin uzaklığına Google Harita’dan bakın ve ona göre taksiciyle bir pazarlık yapın. Taksiye binerken veya çarşıda bir şey alırken pazarlık yapmaktan çekinmeyin.

MARAKEŞ

Ülkede gezdiğim ilk şehir, Berberi dilinde “Tanrının Ülkesi” anlamına gelen Marakeş oldu. Havalimanı (Aereoporto Menara), şehir merkezine çok yakın. Taksi veya otobüs ile şehir merkezine kısa sürede gidebilirsiniz. Havalimanından şehrin merkezine (Jemaa el Fna Meydanı’na) 11 ve 12 numaralı otobüsler gidiyor. (Ülkede şehir içi otobüs bilet fiyatları 4 dirhem = 2,5 TL)

Foto 1: Jemaa el Fna Meydanı – Marakeş

Foto 2:  Jemaa el Fna Meydanı ve Koutoubia Camii (12. yy.) – Marakeş

Şehrin en önemli noktası ‘Sonsuzluk Meydanı’ anlamına gelen Jemaa el Fna Meydanı’dır (Foto 1). Meydan, şehrin kalbi konumundadır. Hemen hemen tüm turistlerin gezip günün büyük kısmını geçirdiği; ortasında ve etrafında her türlü şeyi bulabildiği bir meydandır. Meydan, gündüzleri sakinken akşama doğru şenlik alanına dönüşüyor.  Fas’ın geleneksel yanını ve abartılı şeyler görmek isterseniz bu meydanı gezebilirsiniz. Meydanın ortasında kobra yılanı oynatanından maymun oynatanına kadar birçok sıra dışı şeyler görebilir. Şehirde görülmesi gereken diğer önemli yer ve yapı 12. yüzyılda yapılmış olan Koutoubia Camii’dir. Koutoubia Camii, Jemaa el Fna Meydanı ile aynı yerde; 2-3 dakikalık yürüme mesafesindedir. 77 metre yüksekliğinde bir minareye sahip olan bu tarihi cami meydandan kolaylıkla görebilir. Cami, sadece namaz vakitlerinde açılıyor (Foto 2).

300’den fazla bitki türünün bulunduğu Majorelle Bahçesi şehrin gezilebilecek diğer bir noktasıdır. Bu botanik bahçesi içinde birbirinden güzel rengârenk ve egzotik bitkiler var. Bahçe içinde ayrıca iki müze bulunuyor. Biri Berberi Müzesi diğeri de Yves Saint Laurent Müzesi’dir. Majorelle Bahçesi’ne giriş ücretlidir. Giriş ücreti biraz yüksek. (Müzeler hariç, 70 dirhem = 43 TL)

Yemek için Jemaa el Fna Meydanı’nın ortasına kurulmuş olan çok sayıdaki çadır restoranlarından birini tercih edebilirsiniz. Geleneksel olarak tasarlanmış bu çadır restoranlarda Fas’ın geleneksel yemeklerini yiyebilirsiniz. (Tajin, Kuskus, Harira Çorbası vs.)

Daha lüks bir yer arayışına girerseniz meydanın etrafı boyunca sıralanmış olan ve genellikle Fransızca isimli büyük cafe ve restoranları tercih edebilirsiniz. (Zeitoun Cafe, Cafe Kif Kif, Cafe Restaurant Argana, Barometre Marrakech gibi.)

 Foto 3: Jemaa el Fna Meydanı ve Çarşı – Marakeş

Marakeş’in eski kenti Medina’nın çarşıları turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerdendir. Bu çarşılarda arayacağınız her türlü şeyi bulabilirsiniz. (kıyafet, dekoratif eşyalar, hediyelik eşyalar, takı, baharat vs.) Çarşıdan bir şeyler alırken fiyatlar size yüksek gelecektir ama iyi bir pazarlık yaparsanız alacağınız ürünü yarı fiyatına alabilirsiniz (Foto 3).

Marakeş’te motosiklet kullanımı çok yaygın. Çarşıda araçların girmesinin yasak olduğu, kalabalığın bile zor ilerlediği dar sokaklarda hiçbir kural dinlemeden binlerce insanı yara yara geçen motosikletliler tehlike oluşturuyor. Bu şehirde gezerken eğer bir motosiklet size çarpmamışsa çok şanslısınızdır.

Marakeş, farklı şeyler görmek isteyenler için ideal bir şehirken; hijyen, keşmekeş, aşırı turist konularında bir başkasında hayal kırıklığı da yaratabilir. Bu şehre 2 gün ayırmanız yeterli.

Jemaa el Fna Meydanı’nındaki faytonlara binerek şehirde tur atabilirsiniz.

Marakeş’te Gezilebilecek Diğer Yerler

Medersa Ben Youssef,  Menara Bahçesi,  Bab Agnaou, Saadian Tombs (70 Fas dirhemi),

Palais el Badii, Palais de la Bahia (70 Fas dirhemi), Tabakhane / Marrakech Tanneries

 
FES (FEZ)

Marakeş’ten sonraki durağım yaklaşık 5 saatlik otobüs yolculuğundan sonra Fas’ın yine geleneksel bir şehri olan Fes şehri oldu. Fes, Fas’ın önemli bir tarih ve kültür şehridir. Ülkenin eski tarihi başkentidir. Fes şehri, sahip olduğu eşsiz tarihi dokusuyla turistleri kendisine çekmektedir.

Fes ve Marakeş’te insanların giyim ve yaşam tarzı çoğunlukla geleneksel ve İslami’dir. Osmanlı Devleti’nde erkeklerin şapka olarak kafalarına taktıkları “fes”in ilk olarak geldiği ve ismini aldığı yer Fes şehridir. Fes (şapka), II. Mahmut tarafından asker ve memur kesiminin giymesi için 19. yüzyılda Anadolu coğrafyasına getirilmiştir. Bu şehirde ve diğer şehirlerde fes takan hiç kimseye rastlamadım. 

Fes’te gezilecek yerler eski şehir merkezi olan Fes el-Bali bölgesinde bulunur. Fes el-Bali bölgesi, dar sokakları ve tabakhaneleri ile meşhurdur. Araçların geçemediği binlerce dar sokak bulunur. Bu dar sokaklarda gezerken kaybolmanız işten bile değil. Ben de çoğu kez yolumu şaşırdım.

Foto 4: Blue Gate (Bab Bou Jeloud) – Fes

Foto 5: Chouara Tabakhanesi – Fes

Bu tarihi bölgenin simgesi Blue Gate (Bab Bou Jeloud / Mavi Kapı)’dir (Foto 4). Blue Gate’nin çevresi şehrinin en turistik en canlı yeridir. Fes’in en büyük ve en meşhur tabakhanesi Chouara Tabakhanesi’dir. Etrafı işyerleri ve evlerle kapalı olan bu tabakhaneyi görmek için deri malzemeleri satan dükkânlardan birinin sahiplerine bir miktar para vermeniz gerekiyor (Foto 5). (Bilgi: Tabakhane, hayvan derilerin işlenip boyandığı yerlerdir.)

Jnan Sbil Bahçesi (Jnan Sbil Jardin), şehirde dinlenmek ve zaman geçirmek için güzel bir park. Fas sıcağından kaçmak için ideal bir yer. Parkta gövdesi 2 metreyi bulunan çok sayıda farklı türde ağaç var. Genelde palmiye ve bambu ağaçları bulunuyor. Parkta çok sayıda farklı türde kaktüs ve çiçek de bulunuyor. Parkın arka kısmında bir gölet var. Parkta otururken duyduğunuz kuş sesleri insana huzur veriyor.

Fes’te Gezilebilecek Diğer Yerler

Ebu İnaniye Medresesi (Medersa Bou Inania), Kairaouine Camii, Zaouia Moulay Idriss II, Mellah, The Royal Palace, Merenid Tombs, Qarawiyyin Cami ve Üniversitesi

 

RABAT

Marakeş ve Fes ‘ten sonra gezdiğim üçüncü şehir başkent Rabat oldu. Bu şehir ülkede gezdiğim ilk iki şehre oranla daha modern bir şehirdi. Şehrin modern bir yapıya sahip olmasında ülkenin başkenti olmasının ve kraliyet sarayının bu şehirde bulunmasının etkisi var. Atlas Okyanusu’nun kıyısında önemli tarihi ve kültürel özelliklere sahip; temiz, düzenli ve güzel bir şehir. Eğer Fas planı yapılacaksa bu şehir de plana dâhil edilmeli.

V. Muhammed Mozolesi ve Hassan Kulesi, şehirde gezilebilecek en önemli yapılardır. V. Muhammed Mozolesi, bir kabristandır. Burada, Fas’a bağımsızlığını kazandıran ve 1957’den öldüğü yıla kadar ülkeyi kral unvanı ile yöneten V. Muhammed’in mezarı bulunuyor (Foto 6).

 Foto 6: V. Muhammed Mozolesi – Rabat

Foto 7: Yarım Kalan Tarihi Cami ve Hassan Kulesi – Rabat


Hasan Kulesi,  V. Muhammed Mozolesi ile aynı yerdedir. Hasan Kulesi, 12. yüzyılda yapılması planlanan ve yarım kalan dünyanın en büyük cami projesinin bir parçasıdır. Kulenin etrafında 200’e yakın kolon bulunuyor (Foto 7).

Kasbah of the Udayas (Kasbah des Oudaias), Atlas Okyanusu kıyısında, 12. yüzyıldan kalmış tarihi surlarla çevrili bir kasabadır. Kale içerisinde mavi beyaz evler, hediyelik eşyalar satılan dükkânlar bulunur. Dinlenmek, bir şeyler yemek veya içmek için burada zaman geçirebilirsiniz. Kalenin altında yer alan plajda yüzerek okyanusta yüzme deneyimi yaşayabilir veya Atlas Okyanusunun o eşsiz manzarasını seyredebilirsiniz (Foto 8).

Foto 8: Kasbah of the Udayas ve Atlas Okyanusu – Rabat

Rabat’ta gezilebilecek yerlerden biride şehir merkezinin az dışında bulunan ve araçla 10 dk. uzaklıkta bulunan bulan Chellah’dır. Chellah, Roma ve Fenikeliler döneminden kalmış tarihi bir nekropol alanıdır. Bu nekropol alanı, 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir. Giriş ücretlidir. (Yetişkin – 70 Fas dirhemi / 43 TL) Rabat’a 2 gün ayırmanız yeterli. 1 gün şehrin görülmesi gereken yerlerini gezersiniz diğer gün de şehrin tadını çıkarırsınız.

Rabat’ta Gezilebilecek Diğer Yerler

Salé, Kraliyet Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Andalusian Bahçeleri, Ulusal Mücevher Müzesi, Rabat Hayvanat Bahçesi, Salé Büyük Camii

  

KASABLANKA

Kasablanka, Atlas Okyanusu kıyısı boyunca uzanan modern bir şehirdir. Yaklaşık 3,7 milyon nüfusu ile Fas’ın en kalabalık şehri ve cazibe merkezidir. Şehir, Fas’ın iş ve ekonomi başkenti olarak biliniyor.

Atlas Okyanusu’na sıfır konumdaki kafe ve restoranlar son derece canlıdır. Bu kafe ve restoranlarda Atlas Okyanusu manzarası eşliğinde yemek yiyebilir ve kahve içebilirsiniz. Şehirde akşamleyin sahil boyunca yürüyüş yapmanızı öneririm.

Foto 9: II. Hasan Camii ve Atlas Okyanusu Kıyısı – Kasablanka

Kazablanka’da Atlas Okyanusu kıyısında bulunan II. Hasan Camii, Mescid-i Haram ( Kabe ) ve – Mescid-i Nebevi’den sonra en büyük üçüncü camidir. Cami, 25.000 kişilik kapasiteye ve 210 metrelik minaresiyle dünyanın en yüksek minaresine sahiptir (Foto 9).

Rabat ve Kasablanka ülkenin uzun yıllar Fransız sömürgesi etkisinde kalmasından dolayı Fransız etkisi dillerinden giyim ve yaşam tarzlarına kadar işlemiş. Bu iki şehirde seküler yaşam tarzı ağırlıkta ve İstanbul’un sıradan bir semtinden çok da bir fark göremedim. Hatta Türkiye’de birçok şehrimize nazaran daha Avrupai diyebilirim. (Rabat ve Kasablanka için geçerli.) Şehirde birçok noktada bulunan plajlarda yüzebilirsiniz.

Kazablanka’da Gezilebilecek Diğer Yerler

Eski Medina Bölgesi, Kazablanka Katedrali, Kraliyet Sarayı, 5. Muhammed Meydanı

Görsel 1: Casablanca Film Afişi 


Casablanka” isimli bir Hollywood filmi vardır (Görsel 1). 1942 yapımı bu film adını Fas’ın en büyük şehri olan Casablanka’dan alır. Kasablanka, hem unutulmaz bir aşk filmi klasiği olarak hem de Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın unutulmaz oyunculukları ile kült olmuş bir yapımdır. 2. Dünya Savaşı sırasında Fas’ın Kazablanka kenti, Hitler’den kaçan Avrupa’lılarla rengarenk, çeşitli bir görünüm kazanmıştır. Rick Blaine karakteri, şehrin en popüler barını işletmektedir. Bir gün eski aşkı Ilsa, direniş lideri kocası Victor Laszlo ile birlikte gelir. Rick, Ilsa ve Victor’un şehirden kaçmalarını sağlayabilecek tek kişidir. 

Fas’ta ne yenir, ne içilir? 

Taj’in (Tajine) adı verilen kilden yapılmış güvece benzeyen kapaklı taslarda pişirilen etli ve sebzeli yemekler (Foto 10) Fas’ın en popüler yemekleridir. Özellikle Marakeş ve Fes’te hemen hemen her mekânda karşınıza çıkacağı için yememe şansınız çok az.

Foto 10: Tajin İçinde Pişirilmiş Etli sebzeli Yemek

Kaldığım otellerde kahvaltıda kruvasan, omlet, reçel, nane çayı, kahve, portakal suyu önüme en sık koyulan yiyecek ve içeceklerdi. Türkiye’de siyah çay nasıl sabah akşam çok yaygın olarak içiliyorsa Fas’ta da Nane Çayı gün içinde çok yaygın olarak içilir. Fas deyince akıllara gelen kültürel simgelerden biri de bol şekerli olarak ikram edilen Fas Nane Çayı’dır. Nane çayı diğer Arap ülkelerinde de görülebilir.

Fas’ın bir diğer meşhur yemeği Kuskus’dur. Kuskus diğer Kuzey Afrika ülkelerinde de(Cezayir, Tunus gibi.)  yaygın olarak yenir. Harira Çorbası (Moroccon Soup), nohutlu, mercimekli ve erişteli ve bol baharatlı bir çorba. Marakeş ve Fes’te hemen hemen tüm restoranlarda bulabilirsiniz.

Kazan içinde kaynatılarak pişirilip satılan salyangoz çorbası çarşıda, pazarda sıklıkla karşınıza çıkacaktır.

 

Fas güvenli midir?

Fas tehlikeli bir ülke değil. Marakeş ve Fes’te merkezde gezerken bazen yönümü şaşırdığım dar ara sokakları insanı içten içe biraz tedirgin etse de bu konuda en ufak tehlikeli bir durum yaşamadım ve şahit de olmadım. Rabat ve Kasablanka ise zaten daha modern ve güvenli şehirler. Kendi açımdan ülkede geçirdiğim 6 gün boyunca otobüs, taksi, dolmuş ve trenle sürekli seyahat ettim ve yüzlerce km yol kat ettim; çarşı, pazar her yerde gezdim her hangi bir riskli durumla karşılaşmadım. Ama yine de hırsızlık olma ihtimaline karşılık tedbirli davranmakta yarar var. Özellikle Marakeş’teki Jemaa el Fna Meydanı’nda ve çarşıda gezinirken dikkat etmek gerekir.

Fas İle İlgili Diğer Notlar:

  • Fas’ın para birimi Fas dirhemi (MAD)’dir. İster uçaktan indikten sonra havalimanında, isterseniz gideceğiniz şehir merkezlerinde kolaylıkla euro veya dolarınızı bozdurup Fas dirhemi alabilirsiniz. (Şubat 2020 kuru itibariyle 1 TL=1.6 Fas dirhemi’ne karşılık geliyor.)
  • Fas’ı, işte Afrika’da fakir ve ucuz bir ülkedir diye düşünmeyin. Ülkemize nazaran ekonomik açıdan daha fakir olsa da her şey bizden pahalı. Türk lirası, Fas dirhemi(MAD) karşısında bile değersiz. Zengin gelişmiş bir ülke değil ama İstanbul şartları ile kıyaslayacak olursam en az 2 katı pahalı bir ülke. Ülkede süpermarketle karşılaşma şansınız çok düşük. Hep mini marketler var. Türkiye’de market veya büfeden bir şeye ne kadar para veriyorsanız burada 2-3 katını veriyorsunuz. Örneğin; gezerken sıcaklıktan ve harcadığım enerjiden dolayı defalarca kez su aldım. 0.5 litrelik suya 2,5-3 TL; 1.5 litrelik suya da 4-6 TL verdim.Sıradan bir mekânda yiyeceğiniz sıradan bir yemek için minimum 30-40 TL arası ücret ödersiniz. Belki çok pahalı değil ama önünüze koydukları yemeğe göre çok.
  • Ülkede her bütçeye uygun konaklama olanağı var. Konaklama için şehrin tam merkezinde Booking puanı yüksek “Dar” yani “Ev” olarak telaffuz edilen bir nevi pansiyonlarda ve  otantik döşenmiş Fas’a özgü “Riad” denilen butik otellerde kişi başı 80 TL den başlayan fiyatlarla kalabilirsiniz. 200 TL’ye kadar çok seçeneğiniz var. Daha lüks yerlerde de kalabilirsiniz. Benim için konumu, puanı ve fiyatı önemliydi. Konaklama için çok para harcamamaya çalıştım.
  • Gezdiğim bu 4 şehir için ortak olarak şunu söyleyebilirim: Yeşile bizden daha fazla önem veriyorlar. Şehir merkezlerinde insanların dinlenip zaman geçirmeleri için çok fazla park bulunuyor ve bu parklar sahip olduğu palmiye, bambu, kaktüs, çeşitli ağaç ve çiçeklerle botanik bahçesi gibi göz alıcı.
  • Burada insanlar 2 dili anadili gibi konuşuyor.(Arapça ve Fransızca) Muhatap olacağınız kişilerle de temel İngilizce seviyesiyle anlaşabilirsiniz. İngilizce seviyeleri Türk milletinden daha iyidir.
  • Kredi kartınızı veya hesap kartınızı pos cihazlarının olduğu her yerde kullanabilirsiniz. Yalnız önceden online veya bankadan yurtdışı işlemlere açtırmanız lazım. Yurtdışında kartla herhangi bir işlem yaptıktan sonra banka sonra çeviri yaparken çok az bir farkla ödediniz tutarı kredi kartı ekstrenize TL olarak çeviriyor. Zaten döviz bürolarında da çeviri yaparken o farkı veriyorsunuz.
  • Fas’ta şehirlerarası yolculuk için ülkenin CTM isimli otobüs firmasını kullanabilirsiniz. CTM, ülkenin en yaygın otobüs firmasıdır. Fas’taki tüm şehirlerarası otobüs yolculuğumu bu firma ile yaptım. Otobüs bileti ücretleri Türkiye’den bir tık daha pahalı. İnternet sitesinden online bilet alımı olmasa da gideceğiniz yerleri yazıp yolculuk süresini ve ücretini önceden görebilirsiniz. CTM’nin otobüsleri temiz ve güvenli. Sefere yarım saat kalsa bile gardan rahatlıkla bilet bulabilirsiniz. Tren yolculuğu için de ONCF isimli internet sitesinden fiyatları ve yolculuk mesafelerini öğrenebilirsiniz. Otobüste olduğu gibi tren biletlerini de online alamıyorsunuz.
  • Fas uçak biletimi Atina-Marakeş olarak Ryanair’den 25 Euro’ya aldım. Tabi Atina‘dan gitmek için Schengen Vizesi’ne sahip olmak gerekir. Türkiye’den Fas’a direk uçuşlarda bilet fiyatları çok yüksek. İstanbul’a dönüşü, Fas’tan sonra uğradığım komşu ülkesi olan Tunus’tan yaptım. Yani seyahatimin genel rotası Yunanistan-Fas-Tunus şeklindeydi.

 

KAYNAKLAR

 

[1] Coğrafya Öğretmeni

     Coğrafya Eğitimi Derneği Üyesi

Mersin’de Limon Üretimi ve İklim Değişiminden Etkilenebilirliği

 

MERSİN’DE LİMON ÜRETİMİ VE İKLİM DEĞİŞİMİNDEN ETKİLENEBİLİRLİĞİ

Dr. Gülten İÇEL[1]

 

Limon son yıllarda üretimi hızla artan, tarım ürünlerinde meyveler grubunda yer alan turunçgillere ait bir türdür. 1961 yılında 70 bin ton olan limon üretimimiz, günümüze kadar on beş kata yakın artış göstererek 2018 yılı itibariyle 1 milyon tonu geçmiştir (http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32342&tipi=17&sube=0 ).

Limonun da içinde yer aldığı Turunçgillerin anavatanı Güneydoğu Asya olmakla birlikte günümüzde subtropik iklime sahip ülkelerin hemen hemen hepsinde yetiştiriciliği yapılmaktadır. Ülkemiz Dünya limon üretimi ve ihracatında önemli bir yere sahiptir. 2017 verilerine göre Dünya limon üretiminde Türkiye altıncı, ihracatta ise üçüncü sırada yer almaktadır (Tablo 1 ve Tablo 2).

Tablo 1: Dünya limon üretimi (ton)
(http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32342&tipi=17&sube=0 ).

Tablo 2: Dünya limon ihracatı (ton)
(http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32342&tipi=17&sube=0 ).

Limonu diğer turunçgillerden ayıran en büyük özellik, diğer gıdalarla birlikte tüketilebilmesi ve bütün yıl boyunca aranan ve tüketilen bir turunçgil türü olmasıdır. Bu nedenle yılın her ayında pazara limon arzı söz konudur.

Limon ve diğer turunçgil türleri için ülkemiz güney kıyıları başta olmak üzere uygun ekolojik koşullara sahiptir. İnsan beslenmesinde ve ihracatımızdaki yeri,  değişik kullanım olanakları ile önemli bir alt sektör olan turunçgil üretiminde en büyük risk üretimin iklim koşullarına bağlı olmasıdır (Rad ve Polatöz, 2006). . Limon sıcak iklim isteyen, -8 veya -9°C lere düşen sıcaklıkta donan ve ölen bir bitkidir. Limon bitkisinin gelişmeye başlayabilmesi için ihtiyaç duyduğu sıcaklık 12 °C’dir. En hızlı büyüme gösterdiği bilinen sıcaklık ise ortalama olarak 23 °C seviyeleridir. Sıcaklığın 37°C ve 39°C seviyelerinin üzerine çıkmasıyla  bitkide büyüme devam etmez (http://www.gencziraat.com/Bahce-Bitkileri/Turuncgil-Yetistiriciligi-6.html ).

Bu bağlamda araştırmamızda TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre Türkiye limon üretiminde Mersin’in yeri, Mersin’de limon üretiminin yıllara göre durumu ele alındıktan sonra  Mersin meteoroloji istasyonuna ait 1980-2018 yılları arasındaki sıcaklık verileri Basit Doğrusal Regresyon (Linear Trend Modeli) ile incelenmiştir.

Basit Doğrusal Regresyon (Linear Trend Modeli): Basit Doğrusal regresyon tekniği, bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişkinin fonksiyonunu ve yönünü belirleyen bir tekniktir (Tekin, 2009). Verilerin normal dağıldığını varsayan parametrik bir testtir. X ve Y değişkenleri arasındaki ilişkiyi ve doğrusal bir trendin var olup olmadığını test eder.

Limon, ülkemizde en fazla Akdeniz kıyılarında Mersin’de üretilmektedir. Türkiye limon üretiminin %63’ünü sağlayan Mersin’i ikinci sırada Adana, üçüncü sırada Muğla ve dördüncü sırada Antalya izlemektedir (Grafik 1).

Grafik 1. Türkiye limon üretimi.  Kaynak: www.tuik.gov.tr  (Ekim/2019)

Mersin limon üretiminde son 14 yılda dalgalanmalar görülmekle birlikte 2015’ten sonra üretimde sürekli bir artış olmuştur (Grafik 2). 2018 yılında üretim 656 bin tonu geçmiştir. Limon, iç pazarlarda tüketildiği gibi Rusya başta olmak üzere yurt dışına da ihraç edilmektedir.

Grafik 2: Mersin limon Üretimi.   Kaynak: www.tuik.gov.tr (Ekim/2019)

Mersin’de limon üretilen alanlar bir dönem azalma gösterse de günümüzde 180 bin dekarı geçmiş durumdadır (Grafik 3).

Grafik 3.Mersin limon üretimi yapılan alan. Kaynak: www.tuik.gov.tr (Ekim/2019)

Dünya limon üretiminde ülkemizin altıncı sırada yer almasında en büyük pay Mersin’e aittir. Dolayısıyla limon Mersin için;

*bir marka değerdir

*önemli bir geçim kaynağıdır.

*önemli bir ihraç ürünüdür.

Cumhuriyetle birlikte üretimi ülkemizde artmış olan turunçgiller ve günümüzde turunçgil üretimimizin %20-25’ini oluşturan limon için iklim çok önemlidir. Sıcaklığın -8°C olmasıyla donan, 37°C ile 39°C sıcaklıkların üzerinde büyümeyi durduran limon, ortalama 23°C sıcaklıklarda en hızlı büyüme göstermektedir.

Günümüzün en önemli konularından biri küresel sıcaklıkların artması, nem-yağış denge ve düzenlerinin değişmesi ve rüzgarlarda görülen değişikliklerdir. Türkiye, iklim değişikliği açısından kırılganlığı yüksek bir bölgede yer almaktadır. Türkiye’deki sıcaklık ve yağış değişimleri ile ilgili yapılmış birçok çalışma bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Demir vd. 2007; İçel, 2009; Gönençgil, İçel 2011; Şen,2013; Türkeş 2001; Türkeş, 2003; Türkeş, Türkeş vd., 2007; …. vb. Çok az bir kısmını belirttiğimiz bu çalışmaların çoğunda da Mersin’in içinde yer aldığı Akdeniz Bölgesi’nde sıcaklıklarda artış, yağışlarda ise azalma eğilimleri olduğu tespit edilmiştir.

Mersin meteoroloji istasyonuna ait 1980-2018 yılları arasındaki 39 yıllık dönemde güneşlenme süresi, ortalama maksimum sıcaklık ve ortalama minimum sıcaklıklarda artış eğilimleri vardır. Bu limon üretimi için olumsuz bir durum değilmiş gibi görünmektedir. Ancak yüksek minimum sıcaklık (gece ve kış sıcaklıkları) isteyen limon, çok yüksek maksimum sıcaklıklarda zarar görecektir. Özellikle uzun, güneşlenme süresi fazla ve maksimum sıcaklığın 37 ile 39°C leri geçtiği yaz günlerinde limon zarar görecektir (Grafik 4 ve Grafik 5).

   Grafik 4: Mersin maksimum sıcaklıklarda değişim (1980-2018)

Grafik 5:  Mersin minimum sıcaklıklarda değişim (1980-2018)

Öndeş’in yaptığı çalışmada Mersin’de tüm aylarda ortalama minimum sıcaklıkların yıllar içerisinde önemli derecede arttığı ortaya çıkmıştır. Öndeş çalışmasında aylık minimum ortalama sıcaklıkların Ocak, Şubat, Kasım aylarında önemli, diğer aylarda ise çok önemli artışa sahip olduğunu belirtmiştir ( https://www.mgm.gov.tr/FILES/genel/makale/akdenizminimum.pdf ).

Güneşlenme süresi artan Mersin’de, havanın tamamen kapalı olduğu (8 okta) günler sayısı ise azalma göstermektedir. Bu durum daha sıcak, daha az yağışlı bir Mersin demektir (Grafik 6 ve Grafik 7). Burada en dikkat edilmesi gereken nokta yağışın oluştuğu kapalı günlerdeki azalmalar ile maksimum ve minimum sıcaklıklardaki artış olmalıdır. Zira gece sıcaklıkları, kış sıcaklıkları ile günlük en yüksek sıcaklık dediğimiz maksimum sıcaklıklardaki artış buharlaşmayı arttıracaktır.

Mersin denize kıyısı olması bakımından şanslıdır. Bu anlamda havadaki nemin fazla azalması beklenmese de topraktaki buharlaşma, bitkilerden meydana gelecek terleme ve bitkilerin su isteği artacaktır.

      Grafik 6: Mersin yıllık ortalama güneşlenme süresinde değişim (1980-2018)

Grafik 7: Mersin kapalı günler sayısında değişim (1980-2018)

Ayrıca İklim değişikliği ve süreçleri sonucunda gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan meteorolojik ve hidrolojik  ekstrem olay ve doğal afetlerin görülme sıklığı da artmıştır.  IPCC 5. Değerlendirme Raporu’na göre de küresel iklimdeki ısınma kesindir ve 1950’li yıllardan beri iklimde gözlenen değişikliklerin çoğu on yıllardan bin yıllık bir zaman dönemine kadar daha önce hiç görülmemiş düzeydedir. Birçok ekstrem (aşırı) hava ve iklim olaylarında 1950’den beri değişiklikler olduğu gözlenmiştir ( IPCC, 2013)

1970’den 2012 yılına kadar Türkiye’nin de içinde değerlendirildiği Avrupa’da başta seller (% 38) ve fırtınalar (% 30) olmak üzere kuraklık, aşırı sıcaklıklar ve orman yangınları gibi doğrudan meteorolojik ve hidrolojik koşullara bağlı 1352 afet gerçekleşmiştir. Meteorolojik/klimatik kökenli afetlerin oluşturduğu ekonomik kayıplarda seller ve fırtınalar ilk sıraya yerleşirken, can kayıplarının % 94’ü ekstrem sıcaklıklara bağlı olarak gerçekleşmiştir  (Erlat, Güler, 2018).

  1. yüzyılın ortalarından bu yana sıcak dönem süresinin (sıcak dalga veya sıcaklık ekstremlerinin süresi) yaklaşık 8 gün uzadığı ve bu artışın büyük bir çoğunluğunun 1980’li yıllardan itibaren gerçekleştiği görülür. Aynı dönemde soğuk dönem süresi ise yaklaşık 4 gün kısalmıştır. Sıcak dönem süresindeki artış eğilimi Doğu Akdeniz, Güneydoğu Anadolu’nun batısı, Doğu Karadeniz, Trakya ve Ege bölgesinin güneyindeki istasyonlarda çok belirgindir (Erlat, Güler, 2018). 

Şekil 1. Türkiye’de yıllık sıcak dönem sürelerinin 1950-2017 dönemine ait trendleri (gün/on yıl).
Haritada yukarı yöndeki üçgenler artma, aşağı yöndeki üçgenler azalma eğilimini temsil etmektedir. İçi dolu üçgenler ise %5 düzeyinde anlamlı artma/azalma eğilimlerini göstermektedir ( Erlat, Güler, 2018’den).

Görülüyor ki ülkemiz Dünya limon üretimi ve ihracatında üst sıralarda yer almaktadır. Bu özelliği kazanmasında Mersin önemli bir yere sahiptir. Limon üretimi için iklim, iklim denince de sıcaklık ve nem koşulları en önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2018 yılı itibariyle Türkiye limon üretiminin %63’ünü sağlayan Mersin’de yıllık ortalama maksimum sıcaklıklarda ve yıllık ortalama minimum sıcaklıklarda artış eğilimi çok yüksektir. Aynı zamanda yıllık ortalama güneşlenme süresinde artış eğilimi, yıllık kapalı günler sayısında azalma eğilimi yüksektir.

Erlat ve Güler’in (2018) çalışmasına göre 1950-2017 arasındaki dönemde Mersin’de sıcak dalga süresi (sıcaklık ekstremlerinin süresi) her on yıl için 1,7 gün uzamıştır. Erlat ve Güler’in belirttiğine göre sıcak dönem süresindeki değişmeler, insanlarda ölüm oranları, kuraklık ve zararlılara bağlı tarımsal ürün kayıpları, soğutma için gerekli enerji tüketimi ve orman yangını riski gibi birçok çevresel koşul üzerinde belirleyicidir.

Bu sonuçlara göre Mersin, yaz mevsiminde daha sıcak ve kurak, sıcak dalga sürelerinin daha uzun olduğu; kış mevsiminde de yine daha sıcak bir ilimiz haline gelmiştir. Bu durum önümüzdeki yıllarda da devam edecek gibi durmaktadır. Cebeci vd.’nin (2019) yaptığı ve Mersin’in içinde bulunduğu Doğu Akdeniz’i çok kurak alanlar içerisinde gösterdiği çalışma bu görüşümüzü desteklemektedir.  Maksimum sıcakların 37°C yi geçtiği günlerde zarar görmeye başlayan limon gelecek yıllarda Mersin’de aynı verimlilikte üretilemeyebilecektir. Bu nedenle iklim elemanlarında görülen değişimlerin limon üretimi ve limonun kalitesi üzerinde etkilerinin neler olacağı üzerine ilgili kurumlarca yapılacak detay çalışmalara ihtiyaç vardır. Zira mutfaklarımızın vazgeçilmezleri arasında olan limon, Dünya pazarının   ¼’üne sahip olmamızla yüzümüzü ekşitmediği gibi güldürmektedir.

KAYNAKÇA

Cebeci, İ., Demirkıran, O., Doğan,O., Sezer, K. K., Öztürk, Ö., Elbaşı, F.  “Türkiye’nin İller Bazında Kuraklık Değerlendirmesi.” Toprak Su Dergisi. Özel Sayı (169-176). 2019

Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M. “Türkiye Ve Bölgesi İçin PRECİS Bölgesel İklim Modeli Çalışmaları”. I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi Bildiriler Kitabı,  (s: 252-261), TİKDEK 2007, İstanbul, 2007.

Erlat. E., Güler, H. “Türkiye’de Sıcaklık Ekstremlerinin Sürelerinde Gözlenen Değişim Ve Eğilimler (1950-2017)” Ege Coğrafya Dergisi 27 (2), (135-148), İzmir, 2018.

Gönençgil, B.,  İçel, G. ”Türkiye’nin Doğu Akdeniz Kıyılarında Yıllık Toplam Yağışlarda  Görülen Değişimler (1975-2006)”  Türk Coğrafya Dergisi, Sayı 55: 1-12, İstanbul, 2011.  http :/www.tcd.org.tr

İçel, G. Türkiye’nin Doğu Akdeniz Kıyılarında Sıcaklık ve Trend Analizleri VeIPCC 2013 Raporu

Ekstrem Hadiseler. İstanbul Üniversitesi Sos. Bil. Enst. Doktora Tezi, 2009. (Basılmamış).

Öndeş, A. D. “Akdeniz Bölgesi Adana, Antalya, Mersin Ve Isparta İstasyonları Minimum Sıcaklık Eğilimleri”  24.05.2020 tarihinde

https://www.mgm.gov.tr/FILES/genel/makale/akdenizminimum.pdf  adresinden ulaşılmıştır.

Rad, S., Polatöz, S. “Türkiye’de Turunçgil Üretimi ve Geleceği.” Türkiye VII. Tarım Ekonomisi Kongresi. Antalya,2006.

Şen, Ö. L. “Türkiye’de İklim Değişikliğinin Bütünsel Resmi.”  III. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi TİKDEK 2013, (s:3-5), İstanbul,2013.

Tekin,V. N. SPSS Uygulamalı İstatistik Teknikleri. Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2009.

Türkeş, M. “Hava, İklim, Şiddetli Hava Olayları ve Küresel Isınma”. Devlet Meteoroloji İşleri Genel  Müdürlüğü 2000 Yılı Seminerleri, Teknik Sunumlar, Seminerler Dizisi 1, (s : 187-205),  Ankara,2001

Türkeş, M. “Küresel İklim Değişikliği ve Gelecekteki İklimimiz”. DMİ 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü Kutlaması Gelecekteki İklimimiz Paneli, Bildiriler Kitabı, ( s: 12-37), Ankara,2003.

Türkeş, M., Koç, T., Sarış, F. “Türkiye’nin Yağış Toplamı ve Yoğunluğu Dizilerindeki Değişikliklerin Ve Eğilimlerin Zamansal Ve Alansal  Çözümlemesi”. Ankara Üniversitesi Coğrafi Bilimler Dergisi,   Sayı: 5,    (s: 57-73),   Ankara,2007.

Url 1: www.tuik.gov.tr  ( Erişim tarihi: 15.Ekim.2019)

Url 2: http://www.gencziraat.com/Bahce-Bitkileri/Turuncgil-Yetistiriciligi-6.html

           (Erişim tarihi: 24.05.2020)

Url 3: http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32342&tipi=17&sube=0

          (Erişim tarihi: 24.05.2020)

[1] Nurettin Topçu Anadolu Lisesi (Mersin) Coğrafya Öğretmeni

      MERKADER (Mersin’in Marka Değerlerini Tanıtma Derneği) Kurucu Üyesi

Permakültür ve Ekolojik Yaşam Üzerine: Oya AKMAN

 

PERMAKÜLTÜR VE EKOLOJİK YAŞAM ÜZERİNE: OYA AYMAN

Engin KAHYAOĞLU[1]

Permakültür’ün sözlük tanımı “doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken sistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanması” olarak geçer. Bunu biraz daha açmak gerekirse; permakültürde, bizim basitçe “bahçe ” olarak adlandırdığımız yapının içerisindeki elemanların birbiriyle nasıl etkileşim içinde olduğu ve bu elemanları insan etkisiyle, sadece ekin kazancı amacıyla değil, birbirine bağlı ve daha verimli bir şekilde nasıl işleyebileceğimizi inceliyoruz. “Ekin yetiştirmek ” terimi permakültürde, normal tarımda olduğu gibi bir tarla boyunca ekin ekmek demek değildir. Bitkinin büyümesi için hangi besin kaynaklarına ve ne kadar suya ihtiyacı olduğu gibi sorulara efektif cevaplar arayarak; bunlar için kompostla verimli toprak ya da sulama  istemleri geliştirmek gibi sürdürülebilirliği esas alan çözüm üretme süreçleri permakültür’ün özünü oluşturur. Yani Permakültür’de amaç, sadece doğanın insana ürün sağlaması değil, insanın doğanın sistemine ayak uydurarak ve sunduklarını en iyi şekilde değerlendirerek bundan yararlanmasıdır.

Bu kısa tanımlamanın ardından sizleri Türkiye’de ekolojik okuryazarlık, sürdürülebilir insan yerleşkeleri tasarımı, doğa dinamiklerine dair farkındalık ve “Permakültür” alanlarında kafa açıcılık sağlayacağını düşündüğüm; gazeteci, yazar, editör, aktivist, belgeselci ve Buğday Derneği’nin kurucu üyelerinden Oya Ayman ile yaptığım röportaj ile başbaşa bırakıyorum.

* Oya Ayman kimdir? Kendinizden bahseder misiniz?

İstanbul’da doğdum ve 48 yaşıma kadar İstanbul’da yaşadım. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okurken, 19 yaşımda medyada çalışmaya başladım. 30 yıl boyunca çeşitli gazete, dergi ve TV kanallarında; muhabirlik, editörlük, haber ve belgesel programı yapımcısı, yönetmeni, muhabiri olarak çalıştım. Hâlen Atlas Dergisi ile bazı internet gazetelerine yazılar yazıyorum. 22 yıldır, Türkiye’nin ekolojik yaşam hareketinde öncü hareketlerden biri olan Buğday Hareketinde yer alıyorum. Kurucuları arasında yer aldığım Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin Koordinasyon Kurulundayım, aynı zamanda iletişim ve yayınlar süpervizörü olarak gönüllü çalışıyorum. Altı yıl önce doğduğum şehir olan İstanbul’dan ayrılarak İzmir’in bir dağ köyü Marmariç’e yerleştim ve altı yıldır burada tıbbi aromatik bitkiler ile yaz sebzeleri yetiştiriciliği yapıyorum.

Fotoğraf: Oya AYMAN

* Latin Amerika’ya yolculuğunuz ve daha sonra Buğday Derneği’nin kuruculuğuna giden Türkiye’deki ekolojik örgütlenme ve yayın süreciniz şu anda Marmariç’teki yaşam biçiminizi nasıl şekillendirdi?

Yaşadığımız her deneyim bizi bir sonraki seçimlere ve deneyimlere hazırlıyor. Güney Amerika seyahati banakeşif ve sınırlarımın ne kadar geniş ve esnek olabileceğini gösterdi. Yaşamda sonsuz alternatif olduğunu, seçimlerimizin yaşamı şekillendirdiğini… Döndüğümde, artık “haber merkezinde sürekli zamanla yarışarak ama hayatı kaçırarak çalışmayı bırakmaya” karar vermiştim. Bu seçim bana, dünyayı dolaşarak belgeseller yapma fırsatını elde ettiğim “Haberci” adlı haber-belgesel programında çalışmamı sağlayan kapıyı açtı. O belgeselleri yaparken ait olma ve gezip gördüğüm yeryüzü için bir fark yaratma, fayda sağlama duygusuyla doldum. Bu duygu, Bodrum Buğday Restoran’da Buğday hareketinin kurucusu Victor Ananias ile tanışmamı sağladı. Bu tanışma bana ”Gezegenin hayrına ne yapabilirim?” sorusunun yanıtını bulmama vesile oldu ve 22 yıldır Buğday Dergisi ve Derneğinde gönüllü olarak ekolojik yaşamın yaygınlaşması için çalışıyorum. Kendi yaşamımda bir yandan ayak izimi küçültüp sadeleşmeye çalışırken diğer yandan da deneyimlerimi mümkün olduğunca çok insanla paylaşmaya çabalıyorum. En önemlisi de bu seçimleri yapabilecek gücü bulabildiğim için şükrediyorum.

* Permakültür nedir sorusuyla çok karşılaştığınızı tahmin ediyorum. Ana akımda popülerlik kazanan ‘kentten kaçış’ retoriğine karşı, “permakültür ne değildir?” diye sorsak?

Permakültür bir tarım yöntemi değildir. Permakültür sadece kırsalda uygulanan bir tasarım yöntemi değildir; kentte, kasabada nerede olursanız olsun permakültürü bir tasarımı felsefesi olarak hayatınıza geçirebilirsiniz.

* Bu yerleşkede belki de permakültür fikri öncesinde birbirini hiç tanımayan insanlarla bir arada yaşıyorsunuz. Herhangi bir planlama ya da iş yürütme sürecinde topluluğunuzda fikir ayrılıklarına düştüğünüz oluyor mu? Eğer oluyorsa bunu nasıl çözüme kavuşturuyorsunuz?

Birbirini tanıyan insanlar, iyi bir arkadaş grubu tarafından kurulmuş bir yerleşkede yaşıyorum. Yani permakültürü benimsemeden önce henüz İstanbul’dayken de hepimiz birbirimizi tanıyorduk. Permakültür fikrinin benimsenmesi, bu arkadaş grubunun sade bir yaşam için buraya yerleşmelerinden sonra oluyor. Yaşam ve insanlar gibi Marmariç de yıllar içinde değişti ve dönüştü. Yeni gelenler, ayrılanlar, evlenenler, boşananlar, çocukları olanlar, çocukları büyüyenler… Yerleşme kararının verilmesinden 16 yıl sonra bugün Marmariç’te 3 hanede yaşayan, 6 kişiyiz. Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü’nün merkezi ise Urla’ya taşındı. Ağırlıklı olarak ekonomik nedenlerle ortak üretim ve ortak mülkiyet geçmişte kaldı. Şimdi hepimiz kendi işimizde, gücümüzde, iyi komşular olarak hayata devam ediyoruz. Ancak bazı alışkanlıklarımız sürüyor; zaman zaman birlikte sofraya oturuyor, köye gelen ortak arkadaşlarımızı ortak alanda birlikte ağırlıyoruz. Odun kullanımı, hayvanların bakımı, alet-edevat gibi gibi paylaşımlar devam ediyor. Son olarak Covid-19 ile birlikte herkes eve kapanınca gıda üretiminde Marmariç’ten ben ve iki arkadaşım ile yakındaki Çınardibi Köyü’nden iki arkadaşımızla birlikte gıda toplulukları için, Topluluk Destekli ortak üretime başladık. Bu yıl yaz sebzelerini de ortak üretiyoruz. Elbette fikir ayrılıklarımız oluyor. Ama kimse kimsenin işine müdahale etmeyip, özel alanına ve yaptığı işe saygı gösterince hır gür çıkmıyor.

Önemli olan herkesin bir diğerinin nereye kadar esneyip, sınırlarını ne şekilde çizdiğine vakıf olması ve buna anlayış göstermesi… Sanırım birbirimizi artık iyi tanıyoruz. Anlaştığımız konularda ortak oluyor, anlaşamadığımız konularda da ortaklık kurmuyoruz.

* 2016’da Permakültür Tasarım Eğitimi’ni almak için bir grup arkadaşımla Marmariç’e geldiğimizde aynı zamanda arazide çalışarak yardım edecek ve günlük işleri üstlenecek gönüllüleri misafir ediyordunuz. Gönüllülükle başlayan iletişiminizin kopmadığı ve daha sonra kendi ekolojik çiftlik arazilerinde uygulamalara başlayan ya da başka bir topluluğun üyesi olmuş kişiler oldu mu?

Marmariç’e gönüllü olarak gelen 6 aydan-6 yıla kadar sürelerde burada kalıp farklı bir yaşam biçimini deneyimleyen çok sayıda insan oldu. Hatta gönüllü olarak çalışan Danimarkalı arkadaşlarımızdan biri, burada yaşayan bir arkadaşımızla evlendi. Şimdi Ankara’da yaşıyorlar. Gönüllü olarak gelenlerden bazıları ile hala yazışıyor, görüşüyoruz. Bazıları kırsalda kendi üretim sistemini kurdu, bazıları bir köy ya da kasabada sakin bir yaşamı tercih etti, bazıları da kente dönüp hayata kaldıkları yerden devam ettiler.

* Bize TaTuTa’dan biraz bahsedebilir misiniz?

TaTuTa Ekolojik Çiftliklerde Gönüllü Çalışma, Tecrübe ve Bilgi Takası sistemi, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından 2003 yılından beri yürütülüyor. Hâlen Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki 100 kadar ekolojik çiftlik, gönüllü kabul ediyor. TaTuTa sistemi sayesinde pek çok kentli toprakla, gıda üretimi ve yaban hayatıyla etkileşiyor ve pek çok üretici de gönüllü çalışma desteğinin yanında sosyal anlamda da destek alıyor.

TaTuTa aynı zamanda bütün dünyada ekolojik çiftliklerde gönüllü çalışma programı ağı olan WWOOF’un da Türkiye ayağı. Yani Türkiye’deki çiftlikler WWOOF kanalıyla hem Türkiye’den hem de yurt dışından gönüllü kabul ediyor. www.tatuta.org

* Arazinizin kullanımında deneysellik ne gibi bir önem taşıyor? Marmariç’in doğası gereği deneme yanılma yoluyla ilerlediğiniz projeleriniz oldu mu?

İnsan çiftçi bir aileden gelmiyorsa kırsalda toprakla ilgili yaptığı her üretim bir şekilde deneysel olmak zorunda. Kitaplarda yazılanlar ya da başkalarının deneyimlerinden öğrendikleriniz bir yere kadar işe yarıyor. Ancak sizin bulunduğunuz coğrafyadan verdiğiniz emeğe, kullandığınız tohumdan karar alma ve uygulama biçiminize göre her şey bir değişken ve bu da deneme alanlarınızı çoğaltıyor. Marmariç suyu az olan, kış ve yaz rüzgârları sert esen, toprağı çok da zengin olmayan bir coğrafya örneği, bu nedenle toprağı zenginleştirmek, su tutma kapasitesini artırmak, hem ev yaşamınızda hem de bahçede su kullanımı konusunda tasarruflu seçimler yapmak gibi pek çok değişkenle ilgili deneyim kazanmak yıllar alıyor. Mesela; ilk yerleşildiğinde 200’e yakın bodur elma fidanı dikilmiş ama büyük olasılıkla buranın yerel türü olmadığından ağaçlar kurtlanmıştı ve ne yaptıysak kurttan kurtaramadık. Sirke gibi katma değer ürünler yaparak değerlendirmeye çalıştık ama ürün giderek azaldı ve elma ağaçları kurumaya başladı. En sonunda ağaçlardan vazgeçtik ve o alanı yaz sebzesi yetiştirmeye başladık.

* Şu anda Marmariç’in geleceğine dair ön gördüğünüz değişimler var mı?

Bunu bilmek çok zor. Hele Covid-19’un herkesi belirsizliğe mahkum ettiği bugünlerde… Ancak şunu söyleyebilirim; pek çok insan Covid-19 ile birlikte gıdasını yetiştirmeye ya da yetiştirenle ortak olmaya, mümkün olduğunca kendine yeterli yaşamlar kurma fikrine eskisinden çok daha yakın.

* Bildiğimiz gibi toplumdaki çevreye, ekosistemlere ve bir arada yaşama kültürüne yönelik değer yargıları, çocuk yaşlarda okullarda verilmeye başlanıyor. Sizce bu değer yargıları başka nasıl ve nerelerde edindirilebilir?

Önce yetiştiğiniz ev ve ailem dediğiniz insanlardan edinilebilir. Çünkü eğitimde en önemli şey örnek olmak ve örnek almaktır. Kendi oğlumda da bunu gördüm. Yaptıklarım her zaman söylediklerimden daha etkili oldu. Arkadaş çevresi, yaptığınız bir spor ya da sanat varsa, o alandaki eğitmeniniz, koçunuz, oradaki arkadaş çevreniz de çok etkili oluyor. Mesela benim hayatımın en önemli kilometre taşlarından biridir; izcilik yıllarım ve o yıllarda yaptığımız kamplarda kurduğum dostluklar…

* 2015’te Cumhuriyet gazetesinde yazdığınız bir yazıda Kaz Dağları Buluşmasından bahsediyor, insanları doğanın tahribine karşı bölgeye sahip çıkmaya yönlendiriyorsunuz. Yakın geçmişte Kaz Dağları’nın ekonomik çıkarlar doğrultusunda talanının ivme kazanması basının ve geniş bir kitlenin ilgisini topladı ve bu sürece karşı duran bir irade ortaya çıktı. Bu ilginin sürdürülebilirliği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de doğal varlık tahribatı çok ciddi boyutlarda. Yasalar ve yönetmeliklerde ”kamu yararı” kavramı ekonomik kalkınmadan bağımsız bir şekilde, ekolojik sürdürülebilirlik bağlamında ele alınmalı. Aynı zamanda sürdürülebilirlik kavramı, ”su hakkı, toprak hakkı, yaban hayatı hakkı, insan hakkı” kavramlarıyla örtüşmedikçe çözüme de yaklaşmamız zorlaşıyor.

* Türkçeye çevrilmiş ya da yabancı dilde, genç okuyuculara ve başlangıç seviyesindeki permakültürcülere önerebileceğiniz basılı kaynaklar neler?

Yabancı dildekilere çok hakim değilim ama Bill Mollison’ın “Permakültüre Giriş” kitabı Türkçeye çevrildi. Aynı zamanda Yeni İnsan Yayınları ve Sinek Sekiz Yayınları’nın ekolojik serilerindeki kitapları takip etmelerini öneririm. Ayrıca Victor Ananias’ın “Yaşam Dönüşümdür” kitabı ile tüketimlerimizi azaltma konusunda kendimizi denemeye yönelik “Ekolojik Dönüşüm Rehberi” kitapları da ilginizi çekecektir.

[1] Koç Okulu Coğrafya Bölüm Başkanı

  Coğrafya Eğitimi Derneği Üyesi

Doğal Mirasımız: Tuz Gölü

 

DOĞAL MİRASIMIZ: TUZ GÖLÜ

Ahmet AYDOĞMUŞ[1]

İç Anadolu kapalı havzasında yer alan göl, kapladığı alan bakımından Türkiye’nin ikinci büyük gölüdür. Ekosistem bütünlüğüne sahip Tuz Gölü’nde 85 kuş türü, 4’ü endemik 129 böcek türü, 15 memeli türü ve 38 endemik bitki türü bulunmaktadır. 7414 km²’lik havza 2013 yılında “Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Alanı” olarak belirlenmiştir. UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde de “doğal miras” olarak kaydedilmiştir. 1. Derece Doğal Sit ve A Sınıfı Sulak Alan özelliklerine de sahiptir (1). Doğal mirasımızı daha yakından tanıyalım.

   Yeri ve Konumu

Ankara, Aksaray ve Konya illeri arasında yer alan dünyanın en tuzlu ikinci gölünün doğusundan E90 numaralı karayolu geçer. 1642 km² alanı ile Van Gölü’nden sonra ikinci büyük gölümüzdür. Tektonik çanakta yer alan göl 16.000km² beslenme havzasına sahiptir.

Ankara-Aksaray kara yolundan geçen yolcular Şereflikoçhisar yakınında göle girerek göl üzerinde yürüyebilir, fotoğraf çekebilir ve Tuz Müzesi’ni ziyaret edebilirler. Bu ilginç bir deneyim olur.

İç Anadolu bölgesinin ortasındaki gölümüz dışarı akışı olmayan kapalı havzada yer alır. Göl düzeyi 905 metre yüksekliktedir. Kış ve ilkbaharda 60-80 cm. yüksekliğe ulaşan göl suyu yaz mevsiminde büyük ölçüde kurumaktadır (2). Gölün en derin yeri Şehitler Hanı olarak ifade edilen doğu kesimde 1.5-2 metreyi bulur. Bu kesimde tuz yoğunluğu en düşük değerdedir (3).

     Resim 1. Tuz Gölü’nün Yeri ve Konumu (Google Earth’den)

Avrupa’nın en büyük tuzlu gölüdür. Etrafında sulak alanlar ile güney ve batısında tuzcul bozkırlar yer alır (4). Doğusunda Kızılırmak Platosu, güneyinde Obruk Platosu, batısında Cihanbeyli platosu ve kuzeyinde Haymana Platosu arasında bulunur (5). Resim 1’de göl ve çevresinin fiziki özellikleri görülmektedir.

   Hidrografik Özellikleri

Beslenme havzası geniştir. Fakat az yağış alan havzasından yeterince beslenemez. Ayrıca göle yönelen akarsuların suyu barajlarda tutulma, tarımsal amaçlı kullanım ve buharlaşma nedenleriyle azalır veya tamamen kurur. Yeterli beslenme olanağına sahip olmayan gölün kapladığı alan da yıl içinde değişkenlik göstermektedir. Tuz Gölü kapalı havzasının yıllık ortalama yağış miktarı 400mm’den azdır (6).

Tuz Gölü Havzası Pleistosen’de Konya Havzası ile bağlantılıydı. Holosen’den itibaren bu bağlantı kopmuştur (7). Konya Havzasında yer almış olan ve geniş alan kaplayan Eski Konya Gölü ortadan kalkarken geride bıraktığı Hotamış Gölü, Akgöl, Süleymanhacı Gölü de yok olmuş veya yok olma yolundadır.

Tuz Gölü de değişen iklim koşulları nedeniyle küçülürken etrafında uydu göller bırakmıştır. Tuz Gölü’nü çevreleyen göller Tersakan Gölü, Düden Gölü, Bolluk Gölü, Eşmekaya Gölü, Köpek Gölü ve Akgöl’dür (1).

Tuz Gölü Havza’sına yönelmiş akarsular Şereflikoçhisar’dan gelen Peçenek Çayı, Aksaray’dan gelen Melendiz Çayı-Uluırmak, batıdan gelen İnsuyu, güney yönlü Karasu ve Kırkdelik Çayları’dır. (8).

Tuz Gölü çanağı Konya Havzasından 100 metre kadar daha alçakta yer almaktadır. Bu düzey farkı nedeniyle yer altı suyu akışı Konya Havzasından Tuz Gölü çanağına yönelir. Karapınar çevresi volkanik arazisinden sızan karbondioksit gazı etkisiyle bu akış Karapınar çevresinde obrukların oluşmasında etkili olmuştur (9).

Yüzeysel akışla Konya’nın sularını Tuz Gölü’ne taşıyan ana tahliye kanalı kirlilik getirmekteydi. 2009 Yılında arıtma tesisi kurulup arıtılan su tarımsal sulamada kullanıldığı için Tuz Gölü’ne Konya yönünden yüzeysel akış kesilmiştir (7). Tuz Gölü çevresindeki akarsulardan Melendiz Çayı üzerinde Mamasın  Barajı, Eşmekaya’da  Eşmekaya Bendi, İnsuyu üzerinde Cihanbeyli Göleti ve Şereflikoçhisar’da Peçenek Barajları inşa edilmiştir (6). Barajların varlığı da göle su girişini sınırlamıştır. Göle ulaşamayan küçük dereler İnsuyu, Değirmenözü, Pazarönü, Hamamboğazı ve Eşmekaya’dır. Göle dökülen önemli akarsular da Aksaray’dan gelen Melendiz Suyu- Uluırmak ile Şereflikoçhisar’dan gelen Peçenek Suyu’dur (10).

   Tuz Gölü Çevresinin Jeolojik Özellikleri

Tuz Gölü havzasında tortulanma Üst Kretase’den Oligosen sonuna kadar devam etmiş, havzanın graben şekli Üst Orta Eosen-Oligosen’de ortaya çıkmıştır. Tuz Gölü grabeni kuzeybatı—güneydoğu yönlü fay ile sınırlanmıştır. Sismik araştırmalar Tuz Gölü havzasının ortasında derin bir çukurun varlığını ortaya koymuştur. Bu derin çukur, faylar ve tuz domları ile hafif kıvrımlanmıştır. Tanımlanması zor ise de bu kesimde hidrokarbon kapanları bulunabilir. Havzanın batı kesimindeki sismik hatlarda diyapir yapılar gözlenmiştir. Bu yapılar kuzeybatı-güneydoğu yönlüdür. Diyapir malzemesinin tuz olduğu düşünülmektedir. Sismik hatlar üzerinde yüzeyin tuzlu gölleri (Akgöl, Bezirci Gölü) bulunmaktadır. Tuzluluğa, kırıklar boyunca yükselen tuzlu suların neden olduğu kanaatine varılmıştır. Batıdaki diyapir hattı üzerinde tuzlu su kaynakları da mevcuttur. Tuzun yaşı kesin olarak bilinmemekle birlikte Orta Eosen-Üst Kretase  evaporitleriyle ilişkilendirilebilir (11).

Grek dilinde delen anlamındaki diyapir yapılar, yerçekimi etkisi veya tektonik hareket sonucu oluşur. Yerçekimi etkisi ile yoğunluğu yüksek olan malzeme aşağı, yoğunluğu hafif olan malzeme yukarı hareket etme eğilimindedir. Yoğunluğu yerkabuğu malzemesinden daha düşük olan tuz, yerkabuğu içinde yükselerek kubbe, dalga, mantar, damla, baca gibi şekiller oluşturur. Böylece tuzdan oluşmuş kubbe yapılar, antiklinaller ortaya çıkar (12). Kesintili olarak büyüyen tuz diyapirlerinin yükselim hızı 0.1mm.-1.0mm/yıl gibi çok düşük değerdedir. Milyonlarca yıl süresinde yer kabuğunu delerek yüzeye çıkabilirler (13).

Bu diyapirik yapılar kuzeybatı-güneydoğu yönlüdür. Tuz Gölü’nde varlığı bilinen doğu ve batıdaki iki tuz duvarından batıdakinin daha yaşlı olduğu düşünülüyor. Tuz Gölü havzası çok ilgi çekici ve araştırılması gereken bir saha olma özelliğini korumaktadır (14).

Tuzdan oluşmuş yapıların bir kısmı mantar şekilli bir kısmı da tuz duvar şeklindedir. Tuz yapılarının olgunlaşmasıyla yükselimleri besleyen bacalar incelip koparak, ayrılmış diyapirler de oluşabilir. Tuz Gölü havzasında yapılan araştırmalarda havzanın güneybatısı boyunca 100 km. uzunluktu tuz duvarının varlığı belirlenmiştir. Bu havzada yapılan sondajlarda diyapirik tuz yapıları içinde 1300 metre derinliği kadar inilmiştir (14).

  Tuz Gölü Fayı ve Depremselliği

Tuz Gölü fay zonu yaklaşık 200 kilometre uzunlukta, 2 ile 25 kilometre genişliktedir. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu bu fay, Tuz Gölü kuzeyinden başlayıp güneyde  Kemerhisar’a (Niğde)  kadar uzanır.  Bu fayın segmentleri Yusufkuyusu, Acıkuyu, Akboğaz, Şereflikoçhisar, İnceburun, Tuz Gölü, Acıpınar, Aksaray, Akhisar-Kılıç, Altunhisar ve Bor olmak üzere 11 tanedir(16).

   Resim 2. Tuz Gölü Fayı (MTA Türkiye Diri Fay Haritası, 1999’dan)

Tuz Gölü fayı üzerinde gerçekleşen 205 depremin büyüklükleri M=1.3’den, M=5.2’ye kadar değişiklik göstermiştir (16).  Resim 2’de Tuz Gölü çevresinin fay hatları görülmektedir.

   Tuz Gölü’nde Doğal Gaz Deposu

Tuz, yerçekimi etkisindeyken çok düşük oranda koyu sıvı özelliği gösterir, kırılmaksızın fiziki şeklini değiştirebilir. Bu olay “sünerek akma” olarak ifade ediliyor. Sondajla yeraltından çıkarılan ham petrol ve doğal gaz tuz mağaralarına pompalanarak depo edilebilir. Radyoaktif atıkların depolanmasında da tuz yataklarının önerilme nedeni bu yatakların geçirgenliğinin az olması ve çatlakların tuz akışı ile kapanması olayıdır (13).

2011 Yılında Aksaray’ın Sultanhanı ilçesinde başlatılan tuz tabakaları içinde doğal gaz depolama projesinde 5.4 milyar³ depolama hacmi ve 80 milyon³ günlük geri alım hedeflenmiştir (17).   Tuz katmanlarının depolama amaçlı kullanılabileceği bilinmektedir. Yer yüzeyinden 600-700 metre aşağıda bulunan ortalama 1500 metre kalınlığındaki tuz tabakası içinde kuyular açılmaktadır.  Bu kuyulara tatlı su pompalanarak tuzun çözünmesi sağlanmaktadır. Derinliği 1100- 1500 metre arasında değişen tuz katmanı içerisinde hacimleri yaklaşık 630.000m³-750.000 m³ arasında değişen 12 yapay mağara oluşturulmak hedeflenmiştir (18).

Bu tür depolamalarda amaç, doğal gaz akışında olabilecek kesintiler ve sorunlarda kullanılabilir yedek depo oluşturmaktır.

   Uydu Kalibrasyon Alanı

Dünyanın çevresinde birçok ulusa ait pek çok yer gözlem uydusu dolaşmaktadır. Bunlardan tarımsal araştırmalar, rekolte tespiti, ormanların korunması, afet yönetimi, kent planlama, yol yapımı için güzergah belirleme gibi amaçlarla yararlanılmaktadır.

Bu işlemlerin sağlıklı olabilmesi için uyduların renk ayarlarının yapılması gerekmektedir. Renk ayarlamaları için yeryüzünün bazı özellikleri karşılayan alanları seçilir. Yüksek yansıtma özelliği taşıması, deniz düzeyinden yüksekte olması, geniş alan kaplaması, homojen yapıda ve zaman içinde bu özelliklerinin değişmez olması, kent yerleşimlerinden ve sanayi bölgelerinden uzakta olması gibi özellikler istenmektedir. 2009 Yılında Tübitak Uzay tarafından Tuz Gölü’nde yapılan araştırmalarda bu ölçütlerin karşılandığı belirlenmiştir. Tuz Gölü, Dünya Yer Gözlem Uyduları Komitesi tarafından dünya üzerindeki sekiz uydu kalibrasyon alanından biri olarak onaylanır (19).

Tuz Gölü’ndeki ilk kalibrasyon çalışması birçok ülkeden gelmiş olan araştırmacıların katılımıyla yapıldıktan sonra bu tür çalışmalar birkaç kez tekrarlanmıştır (19).

 

   Tuz ve Üretimi

Besin maddesi olan tuz aynı zamanda birçok sanayi kolunda kullanılan hammaddedir. Bileşimi  % 40 sodyum ve % 60 klordan oluşmuştur. Yüksek basınç altında esnek-plastik özellik gösterir. Özgül ağırlığı 21.1 – 2.55 gr/cm³’dür. 800°C’da erir, 1412°C’da kaynar. İçeriğinde yer alan minerallere göre beyaz, sarı, gri, kırmızı, yeşil olabiliyor. Katı tuz, kaya tuzu yataklarından madencilik yöntemiyle üretilir. Tuz içeren sulu ortamlardan göl, deniz ve tuzlu kaynaklar da tuz üretiminde kullanılır (20). Tuz Gölü suyunun tuzluluk değeri mevsimsel ve alansal olarak değişken olmakla birlikte %32.4 olarak kabul edilmektedir(1).

Tuz Gölü’nde göl suyunun güneş altında buharlaşmasıyla kristalleşen tuz tortuları oluşur. Buharlaştırma havuzlarına alınan göl suyu kolay, ucuz ve enerji gerektirmeden doğal olarak buharlaşır. Kış aylarında yükselen göl su düzeyi, sıcaklığın yükseldiği yaz aylarında buharlaşarak geriye 5-30 cm. kalınlıkta tuz tabakası bırakır. Ağustos ayında başlayan tuz üretimi Aralık ayına kadar devam eder(10).

Göl kıyısında tuzla adı verilen üretim tesisleri kuruludur. Bunlardan Cihanbeyli’de Yavşan tuzlası,  Şereflikoçhisar’da Kayacık ve Kaldırım tuzlalarından tuz üretilmektedirler. Tuz Gölü, Türkiye tuz ihtiyacının büyük bir kısmını karşılamaktadır.

   Tuz Gölü Faunasından Bir Kesit

Tuzlu su ortamlarının farklı özelliklerinden biri alg patlaması olayıdır. Bu olay sonucu göl suyunun rengi pembe ve kırmızıya dönüşür.

Dunaliella Salina, tuzcul bir alg türü. Güneş’in morötesi ışınları etkisiyle beta karoten üreterek suyun pembe ve kırmızı renk almasına neden olur. Dunaliella’nın ürettiği beta karoten özel havuzlarda ticari olarak da elde edilir. Alg patlaması olarak ifade edilen yoğun alg artışı sonucu üretilen beta karoten gıda boyası, besin desteği, antioksidan, bağışıklık güçlendirici, A vitamini kaynağı olarak tüketilir. Danaliella aynı zamanda tuz karidesi Artemia salina’nın besinini oluşturur (21 ve 22).

Artemia Salina, eklem bacaklı tuz karidesi. Kırmızı rengini besin olarak tükettiği Dunaliella’dan alır. Artemia kültür balıkçılığında canlı yem olarak tüketilir. Artemia’nın üremesinde tuzluluk ve sıcaklık koşulları etkilidir. Bu nedenle Tuz Gölü’nün her yerinde görülmez (23). Artemia, tuzluluğun çok yüksek olduğu alanlara uyum sağlayamamaktadır.  Artemia Salina da flamingoların besinini oluşturur.

Flamingo, tuzlu su karidesi Artemia ile beslenir. Yumurtadan çıkan flamingo yavruları gri renklidir.  Tükettikleri besin  Artemia’nın rengini oluşturan beta karoten flamingoların pembemsi rengine neden olur (24). Havuç da rengini beta karotenden alır.

   Sonuç olarak, çok farklı özelliklere sahip bu göl gelecek nesillerin bize emaneti olarak görülmeli, bozulmadan korunmalı ve yaşatılmalıdır.

Kaynaklar:

  1. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü,Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi.
  2. Uygun, Ali ve Şen,Ersin.,Tuz Gölü Havzası ve Doğal Kaynakları,Tuz Gölü Suyunun Jeokimyası,MTA ANKARA.
  3. Tüysüzoğlu,Banu Binbaşaran., Tuz Gölü, Bilim ve Teknik Dergisi Haziran 2004, sayı 439.
  4. Başak,Esra ve Eryılmaz,Çağrı Deniz.,ORT 024-Tuz Gölü-Önemli Doğa Alanları Kitabı.
  5. Tuz Gölü,Özel Çevre Koruma Alanı, kulturvarliklari.gov.tr.
  6. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı 2014-2018.
  7. Gürbüz,Alper ve Kazancı,Nizamettin., Tuz Gölü Havzasının Kuvaterner Tortularının Fasiyes Özellikleri ve Denetim Mekanizmaları, MTA Dergi 2014-149
  8. com./tuz-golu-aksaray-konya-ankara/
  9. Karadoğan,Sabri.,Karapınar Çevresindeki Farklı Jeomorfolojik Şekiller,Özellikleri ve Turizm Potansiyelleri, Karapınar Sempozyumu 2001, Tebliğler Kitabı.
  10. Koday,Saliha.,Tuz Gölü Tuzlaları,Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi,Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi.
  11. Arıkan,Yener.,Tuz Gölü Havzasının Jeolojisi ve Petrol İmkanları, MTA Dergi 1975-85,Turkse Shell,Ankara.
  12. com/science/diapir.
  13. . C.J.Talbot ve M.P.A. Jackson, Tuz Tektoniği, Bilim ve Teknik Dergisi 241 ,Aralık1987,Scientific American’dan çeviren Hikmet Karatosun.
  14. Uğurtaş,Gökhan.,Tuz Gölü Havzasının Bir Bölümünün Jeofizik Yorumu, MTA Dergi 1975-85.
  15. Ocakoğlu Faruk,Evaporitlerden Kaynaklanan Sünümlü Deformasyona İlişkin Bazı Veriler(Zara,Sivas Doğusu) MTA Dergi 1999-121.
  16. Kürçer,Akın ve Gökten,Yaşar Ergun.,Tuz Gölü Fay Zonunun Neotektonik Özellikleri,Depremselliği ve Segment Yapısı, MTA Dergi 2014-149.
  17. Tuz Gölü Doğal Gaz Yer altı Depolama Projesi Devam Ediyor, botas.gov.tr.
  18. Tuz Gölü Doğal Gaz Yer altı Depolama Projesi, tuzgoluebt.botas.gov.tr.
  19. Akoğlu,Alp., Uydular için kalibrasyon sahası, Tuz Gölü,26.10.2018,bilimgenc.tubitak.gov.tr.
  20. Kılıç, A.M ve Uyanık E.,Tuz Gölü’nde Oluşan Kirlenmenin Göl Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması
  21. com.tr/gundem/tuz-golundeki-kirmiziligin-nedeni-su-yosunu, Doç.Dr.Murat Kaya haberi.
  22. . https://microbewiki.kenyon.edu/index.php/Dunaliella_salina
  23. Başbuğ, Yasemin.,Tuz Gölünde Yaşayan Artemia SalinanınÜreme Özellikleri, Hacettepe Üniversitesi,Fen Fakültesi,Biyoloji Bölümü,Beytepe-Ankara.
  24. tubitak.gov.tr, Flamingoların Rengi.

[1] Emekli Öğretmen

CED 2019 Kış Faaliyet Raporu

 

CED 2019 KIŞ FAALİYET RAPORU

 

A. COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ ÇALIŞTAYLARI

İSTANBUL COĞRAFYA ÖĞRETMENLERİ ÇALIŞTAYI (28 Aralık 2019)

Koç Okulu ve Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) iş birliğiyle 28 Aralık 2019/Cumartesi günü “İstanbul Coğrafya Öğretmenleri Çalıştayı” gerçekleştirilmiştir.

 
B. ULUSLARARASI YER BİLİMLERİ OLİMPİYATI (IESO) TÜRKİYE ULUSAL TAKIM SEÇMELERİ (15 ŞUBAT 2020)

16 – 26 Ağustos  2020 tarih aralığında Tyumen – RUSYA‘da gerçekleştirilecek 14. Uluslararası Yer Bilimleri Olimpiyatı’nda Türkiye’yi temsil edecek ulusal takım seçmeleri Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) tarafından altı farklı şehirde eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Sınava ev sahipliği yapan tüm eğitim kurumlarına şükranlarımızı sunarız. Sürece katılan bütün öğrencilere ilgilerinden dolayı teşekkür eder; dereceye girerek olimpiyata katılmaya hak kazanan öğrencileri tebrik ederiz.

C. MEB ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE GELİŞTİRME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ İŞBİRLİĞİNDEKİ ÇALIŞMALAR 
  1. 07 OCAK 2020 TARİHLİ TOPLANTI

MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Adnan BOYACI başkanlığında; Mesleki Gelişimi İzleme ve Destekleme Başkanı Sayın Sibel AKBIYIK, Coğrafya Eğitimi Derneği (CED) başkanı Çağdaş YÜKSEL, Türk Coğrafya Kurumu Derneği (TCK) başkanı Doç. Dr. Topçu Ahmet ERTEK ve Jeomorfoloji Derneği (JD) başkanı Prof. Dr. Hüseyin TUROĞLU’nun katılımları ile gerçekleştirilen Ankara’daki toplantıda coğrafya biliminin ve eğitiminin günümüzdeki sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri üzerine paylaşımlarda bulunulmuş ve camiamız adına umut vadeden planlamaların altına imza atılmıştır.

İlk etapta MEB&TÜBA işbirliğinde yürütülmekte olan ve 7.si Mersin’de 27-31 Ocak 2020 tarihlerinde gerçekleştirilen  “Uygulamalı Bilim Eğitimi Kursu” programına Coğrafya branşının da dahil  edilmesi için adımlar atılmış ve aynı gün içerisinde beklenen haber resmi yazıyla duyurulmuştur. 

Buna ek olarak Coğrafya Öğretmenleri Meslekî Gelişim Programı (MGP) hazırlanması ve belirlenecek içeriğe ilişkin bir kitap yazılmasıyla birlikte eğitici eğitimlerinin gerçekleştirilmesi karara bağlanmıştır.

 
2. 17 OCAK 2020 TARİHLİ TOPLANTI

Bir önceki toplantıda alınan karar doğrultusunda 5 coğrafya akademisyeni ve 5 coğrafya öğretmeninden oluşan toplam 10 kişilik ekip liderlerinin yer aldığı  Ankara’daki bu toplantıda Meslekî Gelişim Programı içeriğinin hazırlık çalışmalarına başlanmış ve bu içeriğe bağlı kalınarak yazılacak temel seviye kitabı yazarlarının isimleri belirlenmiştir. 

 

3. 24 OCAK 2020 TARİHLİ ÇALIŞTAY

Bir önceki toplantıda isimleri belirlenerek davet edilen kitap yazarları ile bir araya gelinmiş; Coğrafya Öğretmenleri için Meslekî Gelişim Programı ve ilgili kitabın detayları üzerine Ankara’da tüm gün süren bir  çalıştay gerçekleştirilmiştir.

 

4.  24-28 ŞUBAT 2020 HAFTASI COĞRAFYA MGP KİTABI YAZARLAR KAMPI

Geride bırakılan bir aylık periyotta dijital platformlar üzerinden iletişimde ve paylaşımda bulunan yazar ekibi, kitap içeriğinin son halini birlikte verebilmek  adına 24-28 Şubat 2020 tarihleri arasında Ankara’da bir araya gelmiştir. 

 

Deprem Okuryazarlığı

 

DEPREM OKURYAZARLIĞI

Dr. Ufuk SÖZCÜ [1]

Oluşum nedenlerine göre depremlerin tektonik, volkanik ve çöküntü depremler olarak üç türü bulunmaktadır. Bunlar arasında en fazla etki alanına sahip olanı tektonik depremler olduğu için bu yazıda tektonik depremlere odaklanılmıştır. Depremler insanları ve yaşam alanlarını olumsuz yönde etkileyen doğal olaylardır. Bu haliyle doğal tehlike olarak nitelendirilebilen depremler bir insan yerleşmesi üzerinde meydana gelerek can ve mal kayıplarına neden olursa afet haline dönüşebilmektedir. Açıkçası depremin afet haline dönüşmesinde olayın kendisinden ziyade aniden ortaya çıkardığı sonuç etkili olmaktadır.

Depremler mantodaki konveksiyonel akımların etkisiyle litosferde bulunan plakaların hareketleri sonucu oluşan enerji boşalımı şeklinde tanımlanabilir. Depremler litosferin zayıf noktalarında, levha sınırlarında ve doğal olarak fay hatlarında yaygın olarak gerçekleşir. Türkiye jeolojik yaşı ve oluşum koşulları gereği depremlerin sıkça yaşandığı bir arazi üzerinde yer almaktadır.  Şekil 1 Türkiye’deki diri fay hatlarının dağılışını göstermektedir.

Şekil 1. Türkiye Diri Fay Haritası (5)

Şekil 1’deki haritada görüldüğü gibi Türkiye arazisinin çok büyük bir kısmı deprem riski altında bulunmaktadır. Türkiye’de üç ana fay hattı (DAF, KAF, BAF) ve bağlantılı fay hatları bulunmaktadır. Türkiye’de 1960-2014 periyodunda meydana gelen doğal afetlerin % 15.4’ünü depremler oluşturmaktadır (1). Eski dünya karalarının ortasında yer alan Akdeniz deprem kuşağında yer alan Türkiye arazisi yakın jeolojik geçmişte kırıklarla parçalanmış olup yerkabuğunun yapısal özelliklerine bağlı olarak farklı şiddet ve sıklıkta depremlere maruz kalmaktadır (2). AFAD verilerine göre Türkiye doğal afetler bakımından dünyada riskli ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’de 1900-2017 yılları arasında 210 deprem (6.0 ve daha büyük) yaşanmıştır. Buna göre, en etkin deprem kuşaklarından birisi olan Akdeniz-Alp-Himalaya kuşağında bulunan Türkiye’de ortalama her 5 yılda bir geniş çapta can ve mal kaybına neden olan büyük deprem meydana gelmektedir. Bu depremlerde 86 bin 802 kişi hayatını kaybetti, 597 bin 865 konut ağır hasar görmüştür (3). En fazla can kaybına neden olan bazı depremler Tablo 1’de gösterilmektedir.

Deprem Yeri

Tarihi

Büyüklük

Ölü Sayısı

Hakkâri

1930

7.2

2514

Erzincan

1939

7.9

32962

Niksar-Erbaa

1942

7.0

3000

Hendek

1943

6.6

336

Tosya-Lâdik

1943

7.2

2824

Bolu- Gerede

1944

7.2

3959

Varto

1966

6.9

2394

Gediz

1970

7.2

1086

Bingöl

1971

6.7

878

Lice

1975

6.9

2385

Çaldıran

1976

7.2

3840

Erzurum

1983

6.8

1155

Erzincan

1992

6.8

653

Kocaeli

1999

7.4

17479

Düzce

1999

7.2

760

Erciş

2011

7.2

600

Tablo 1. Türkiye’de En Fazla Can Kaybına Neden Olan Depremler

 

Tablo 1 incelendiğinde Türkiye’de yılı ve yeri farklı olmak kaydıyla önemli sayıda can kaybı doğuran depremlerin yaşandığı görülmektedir. Depremin şiddeti üzerinde arazinin jeolojik yapısı, binaların direnç durumu, ülkelerin gelişmişlik düzeyi, bireylerin deprem bilinci gibi hem doğal hem de beşeri faktörler etkili olmaktadır (4).

Ortaya çıkan veriler neticesinde depremlerin can kaybının yanında ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sorunlar doğurduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Cumhuriyet tarihi boyunca 1930’dan bugüne binlerce insan depremler sonucu hayatını kaybederken, binalar, sanayi tesisleri köprü ve tüneller gibi pek çok alt ve üst yapı unsurları da zarar görmüştür. Şu anki teknoloji ile depremleri önceden tahmin etmek imkânsız görünmektedir. Ancak depremlerin zararlarını önleme, depreme hazırlık, müdahale ve iyileştirme çalışmaları yapılabilir (4). Bunun gerçekleşebilmesi de genç neslin eğitilmesi gerekmektedir. Deprem okuryazarı bireylerin yetiştirilmesi bu noktada önem arz etmektedir. Okuryazarlıkla ilgili geçmişten günümüze farklı tanımlamalar yapılmıştır. Farklı tanımlamaların yanı sıra okuryazarlık hakkındaki bakış açısında da önemli değişimler yaşanmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde okuması yazması olan, öğrenim görmüş kimse olarak tanımlanan okuryazarlık terimi günümüzde boyut ve kapsam değiştirmiş şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Deprem okuryazarlığı bireyin depremin önlenmesi, depreme hazırlık ve müdahale ile deprem sonrası iyileştirme faaliyetleri bağlamında doğru kararlar vermesini ve kurallara uymasını sağlayacak bilgi, tutum ve davranışlara sahip olmasıdır. Deprem okuryazarlığı, deprem uzmanı olmaktan ziyade depreme ait temel bilgi, tutum ve davranışlara sahip olma anlamına gelmektedir. Üç boyutu olan deprem okuryazarlığının ilk boyutunu depremlere yönelik bilgi oluşturmaktadır. Bilgi boyutuna sahip olmak deprem okuryazarlığının temelini oluşturmakla birlikte bu bilginin ikinci boyut olan tutum boyutuna geçmesi önemlidir.

Bir konuya karşı istekli, arzulu olma anlamına gelen ve değişmesi zor olan tutumlar, deprem okuryazarlığının ikinci boyutunu oluşturmaktadır. Son ve en önemli boyut da davranış boyutudur. Birey sahip olduğu deprem bilgisini ve geliştirdiği tutumu davranışa dönüştürmesi gerekmektedir.

Modern afet yönetimi sistemi afet öncesi, sırası ve sonrasında doğru kararlar vererek süreci sağlıklı bir şekilde yürütmeyi içermektedir. Şekil 2’de modern afet yönetimi gösterilmektedir.

Şekil 2. Modern afet yönetimi (6)

Modern afet yönetimi risk ve kriz yönetimi olmak üzere iki ana aşamadan oluşmaktadır. Risk yönetimi zarar azaltma, önleme ile hazırlık; kriz yönetimi müdahale ve iyileştirme basamaklarından ibarettir. Modern afet yönetimi ile deprem okuryazarlığı arasında bağlantı kurarak aşağıdaki bir örnek verilebilir.

Deprem bilgisi:

Depreme ait bilgi (Depremin nasıl meydana geldiğini bilir. Örnek: Fay hatlarının geçtiği yerlerde riski fazladır.)

Önleme faaliyetlerine ait bilgi (Deprem meydana gelmeden önce alınması gereken tedbirleri bilir. Örnek: Tehlike avının nasıl yapılacağını bilir.)

Hazırlık faaliyetlerine ait bilgi (Deprem riskine karşı yapılması gerekenleri bilir. Örnek:  Deprem öncesinde evinde yapılması gerekenler konusunda bilgi sahibidir.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine ait bilgi (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri bilir. Örnek: Deprem sonrası hasarlı binalara girilmeyeceğini bilir.)

Depreme yönelik tutumu:

Önleme faaliyetlerine karşı tutum (Depremi önlemek için yapılması gerekenlerin farkındadır. Örnek: Dolgu arazilerde yapılan evleri satın almaya istekli olmaz.)

Hazırlık faaliyetlerine karşı tutum (Deprem riskine karşı yapılması gerekenleri önemser. Örnek:  Evini depreme karşı sigortalatmayı kendine iş edinir.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine karşı tutum (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri benimser. Örnek: Yetkililerin uyarılarını benimser.)

Depreme yönelik davranış:

Önleme faaliyetlerine karşı (Deprem riski için yapılması gerekenleri uygular. Örnek: Dolgu arazilerde yapılan evlerden satın almaz.)

Hazırlık faaliyetlerine karşı (Depreme hazır olmasını sağlayacak davranışlarda bulunur. Örnek:  Evinde devrilme riski olan eşyaları sabitler.)

Müdahale-katılım faaliyetlerine karşı (Deprem sonrasında yapılması gerekenleri uygular. Örnek: Deprem sonrası hasarlı binalara girmez.)

Deprem okuryazarlığı bireylerin bulundukları eğitim seviyesinden ya da sahip oldukları mesleklerden bağımsız olarak her bireyin sahip olması gereken bir okuryazarlıktır. Deprem okuryazarı bir müteahhit kadar deprem okuryazarı bir öğretmen veya üst düzey yöneticilerin bulunması çok önemlidir. Bu nedenle ‘Deprem ülkesi’ şeklinde nitelendirilen ülkemizde deprem okuryazarlığı konusunun gündemde tutulmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.

YARARLANILAN ve ÖNERİLEN KAYNAKLAR 

  1. Koç, G. ve Thieken, A. H., ‘Societal and economic impacts of flood hazards in Turkey–An Overview’. In E3S Web of Conferences (Vol. 7, p. 05012). EDP Sciences, 2016.
  2. Erinç, S. ‘Jeomorfoloji I ‘ (Güncelleştirenler: Ertek, A. ve Güneysu, C.) Güncelleştirilmiş 5. Basım. İstanbul: Der Yayınları, 2000.
  3. AFAD. ‘Türkiye’de afet yönetimi ve doğa kaynaklı afet istatistikleri. 17.08.2019 tarihinde https://www.afad.gov.tr adresinden erişilmiştir.
  4. Sözcü, U. Doğal afetler ve doğal afet okuryazarlığı. Pegem Akademi: Ankara, 2019.MTA. Türkiye diri fay haritası. 10.05.2018 tarihinde https://www.jmo.org.tr/resimler/ ekler/aac58e46db1fcb2_ek.jpg adresinden erişilmiştir, 2012.
  1. Davidson, J. ve M. C. Wong., Guidelines on integrating severe weather warnings into disaster risk management, 29.07.2017 tarihinde, http://www.wmo.ch/pages/prog/amp/pwsp/pdf/TD-1292.pdf adresinden ulaşılmıştır, 2005.
  2. İzbırak, R. Coğrafya terimleri sözlüğü. Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 1992.
  3. İzbırak, R. Sistematik jeomorfoloji, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları. Ankara: Erol Ofset ve Matbaacılık, 1977.
  4. Kadıoğlu, M. Afet zararlarını azaltmanın temel ilkeleri. M. Kadıoğlu ve E. Özdamar (Ed.) içinde, Modern, Bütünleşik Afet Yönetimin Temel İlkeleri (s. 1-34), JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2, Ankara, 2008.
  5. Özey, R. Afetler coğrafyası, İkinci Baskı, İstanbul: Aktif yayınevi, 2011.
  6. Şahin, C. ve Sipahioğlu, Ş. Doğal afetler ve Türkiye, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, 2003.
  7. Güneş, F. Okur-yazarlık kavramı ve düzeyleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi27(2), 499-507, 1994.

 

[1] Kastamonu Fen Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Uzun Yaşayanların Coğrafyası

 

UZUN YAŞAYANLARIN COĞRAFYASI

Sinan KÜTÜK [1]

Asırlık İnsanların Dünya Üzerindeki Yaşadıkları Yerler:
Beş Mavi Kuşak Bölgesi

Ekonomik refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde ortalama ömür 80 yaşın üzerine çıkmaktadır. Fakat dünya üzerinde öyle yerler bulunmaktadır ki burada yaşayan insanlar kendi ülkesinin ortalama ömründen daha da uzun yaşamaktadır. Bu yazıya dahil olan kısım ise ortalama ömrün uzun olduğu hatta 100 yaşını aşan çok fazla bireyin bulunduğu özel yerlerdir. Gerçekten de özel midir? Bu durumun elbette temel nedeni genetik koşullardır. Genetik koşulların yanı sıra bu insanların bulunduğu coğrafi konum buna katkı da bulunabilir. Örneğin dünyanın en uzun yaşayan insanlarının bulunduğu yerler genelde ada yerleşimleridir. Aynı şekilde ilerleyen yaşlarına rağmen bu insanların hayatlarını aktif bir şekilde sürdürebilmektedir. Mavi Bölgeler tabiri, ilk defa Dan Buettner’ın insanların ortalamadan çok daha uzun yaşadığını iddia ettiği yerleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bu terim ilk kez National Geographic dergisinin Kasım 2005 sayısında “Uzun Yaşamın Sırları” başlığı altında yayınlanmıştır. Buettner, dünya üzerinde 5 bölge belirler ve buraları “Mavi Kuşak Bölgeleri” diye adlandırır (Görsel 1)

Görsel 1. Dan Buettner tarafından 2005 yılında ortaya  konulan Mavi Kuşak Bölgeleri.

Bunlar; Okinawa (Japonya),  Sardinya (İtalya), Nicoya (Kosta Rika), Icaria (Yunanistan) ve Loma Linda (Kaliforniya,ABD)’dır.

Görsel 2. Ortalama ömrün çok uzun olduğu ve Dan Buettner tarafından Mavi Kuşak Bölgesi diye adlandırılan yerlerin dünya üzerindeki coğrafi konumları.

Özellikle Okinawa, Sardunya ve Loma Linda Mavi Bölgelerindeki insanların çok benzer yaşam koşulları olduğu bilinmektedir. Bu benzerlikleri; daha az kaygı ve stres, daha az sigara, yarı vejetaryanlık, düşük yoğunlukta fakat düzenli fiziksel aktivite, beslenme diyetlerinin büyük oranda bakliyatlardan oluşu ve son olarak her yaştan insanın dahil olduğu güçlü sosyal ilişkiler oluşturmaktadır (Şekil 1)

Şekil 1. Sardunya, Loma Linda ve Okinawa yerleşimlerinin önemli ortak özellikleri.

Tüm bunlara ek olarak dünyanın en uzun yaşayan insanların farklı gen, iklim ve yükseltilerde bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Mavi Bölge insanlarının yaşadıkları yerlerin coğrafi açıdan benzerlik ve farklılıklarını anlamak bu çalışmanın temasını oluşturmaktadır.

Mavi Bölge İnsanlarının Coğrafi Konumları ve  Sosyo-Ekonomik Özellikleri

Okinawa, Japonya (özellikle adanın kuzey kısmı). Namı diğer mutlu ölümsüzler. Okinawa Adası, Japonya Devleti’ne bağlı ve ana ada yerleşimlerinin güneyinde bulunan bir ada yerleşimidir.

Görsel 3. Okinawa Adasının dünya üzerindeki konumu (Google Earth)

Ok ile gösterilen Okinawa adası tüm büyük yerleşim merkezlerinden oldukça uzaktadır. Harita 2’de de görüldüğü gibi adanın kuzeyinde Japonya, güneyinde Filipinler, batısında Çin ve güneybatısında ise Tayvan bulunmaktadır. Kuş uçuşu mesafeyle yaklaşık olarak Japonya’ya 542 km, Çin’e ise 778 km uzaklıkta bulunan bu küçük ada yerleşimi oldukça izole bir yaşam sürdürmektedir. Okinawa adası kuş uçuşu mesafeyle kuzeydoğu güneybatı doğrultuda yaklaşık olarak 113 kilometrelik mesafeye sahiptir (Görsel 3)

Görsel 4. Okinawa Adası Google Earth Pro Görünümü.

Adada 2014 yılı nüfus verilerine göre 1.301.462 kişi yaşmaktadır. Yüzölçümü 1.207 km2 olan adanın en yüksek noktası 503 metre yüksekliğe sahip Yonaha Dağı’dır. Adanın kuzeydoğu kesimleri topografik açıdan oldukça oldukça engebelidir. Engebelilik, yerleşim birimlerinin de çoğaldığı güneybatı kesimlerine doğru azalmaktadır (Görsel 4).

Görsel 5. Okinawa Adasının kuzeydoğu güneybatı yönlü yükseklik profili

Japonya coğrafî yapısı bakımından 6.852 adadan oluşan bir takımadadır. Bu adaların en büyükleri ve aynı zamanda ana adalar HonshuHokkaidoKyushu ve Shikoku adalarıdır ve ülkenin %97’sini oluşturur.  Okinawa adasına en yakın yerleşim birimlerinden olan Kagoshima ilinin meteoroloji istasyon verilene göre Okinawa Adası Köppen-Geiger iklim sınıflandırmasına göre Cfa (Nemli Subtropikal İklim) olarak adlandırılabilir. Diğer bir deyişle her mevsimi yağışlı ve mevsimler arasında önemli bir yağış farkının olmadığı sıcak ve ılıman bir iklime sahiptir. Yıllık ortalama sıcaklık değerleri 17,9°’dir. En kurak aylarda bile ortalama yağışın fazla olduğu bu bölgede yıllık ortalama yağış miktarı ise 2300 mm civarındadır.

Japonya, Asya Kıtası’ndan ayrı bir ada ülkesidir ve uzun yıllar ana karadan izole bir yaşam sürdürmüştür. Bu durumun özellikle Japonların zekalarını, becerilerini yani kısıtlı imkanlarını iyi kullanabilmeyi geliştirdiği düşünülmektedir. Okinawalıların beslenme diyetinde çok sayıda sebzenin olduğu bilinir ve bu besinler küçük tabaklar halinde servis edilir. Aynı zamanda Japonya, dünya üzerinde bulunduğu coğrafi konum itibariyle tektonik, volkanik ve atmosferik tehlikelere oldukça fazla maruz kalmaktadır. Sözgelimi, Ocak 1995 Kobe Depremi, Ekim 2004 Niigata-Chuetsu Depremi ve 11 Mart 2011 Tohoku Depremi gibi felaketler çok fazla can kaybına yol açmıştır. Buna karşılık, Japonya afet zararlarının en aza indirilmesi için yıllardır yoğun bir çaba sarf etmektedir. Ülkede depreme dayanıklı yapılar tasarlamak ve fırtınaları büyük hassasiyetle izleyebilmek için en yeni teknolojileri kullanılmaktadır. Afetlerin sık görüldüğü bu zorlu coğrafyada insanlar aynı zamanda uzun ömürlü olabilmektedir. Japonya’da beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık 84 yıldır. Bu süreyle Japonya, ortalama beklenen yaşam süresinin en yüksek olduğu ülkelerden birisidir. Ülkede 100 yaşını görmüş çok sayıda insan yaşamaktadır. Asırlık da denilen bu insanların en meşhur olduğu yerde Okinawa Adasıdır.

Fotoğraf 1. İlerleyen yaşına rağmen dinamik kalabilmiş bir Okinawa’lı (Buettner, 2005).

Fotoğraf 2a ve 2b. Okinawa Adası’nda insanlar ilerleyen yaşlarına rağmen tarım ve üretimden vazgeçmemektedir (Buettner, 2005).

Sardinya, İtalya (özellikle Nuoro ve Ogliastra taşraları). Burada yaşlılık kavramı çok daha görecelidir. Buettner, adayı ziyaret ettiğinde 75 yaşındaki adalı bir erkeğin henüz yeni kesilmiş bir boğayı evinin arka bahçesinde enerjik bir şekilde pişirdiğini görmüştür. 1880 ve 1900 yılları arasında doğan 47 erkeğin 100. yaş gününün kutlandığını tespit edilmiştir. Peki ama ada sakinlerini bu kadar uzun ömürlü yapan nedir? Sarssari Üniversitesi’nden fiziksel antropolog Dr. Paolo Francalacci ve ekibi bu sorunun cevabının genlerde olduğunu düşünmektedir. Sardinyalıların genetik köklerinin izlerini İber Yarımadasına kadar sürdüler. 11.000 yıl önce genetik bir mutasyon geçirdiklerini saptadılar. Yıllar boyunca kendi aralarında evlenip çocuk dünyaya getirdikçe bu geni çoğaltmış oldular. Sardinya Adası, Akdeniz’de İtalya Devleti’ne bağlı Sicilya’dan sonra en büyük ikinci adadır. Adanın bu kısmında yaşayan insanlar hala aktif olarak tarım ve hayvancılık faaliyetlerini yapabilmektedirler. Yani sadece uzun ömre sahip değiller aynı zamanda dinamik bir hayatları vardır. Beslenme diyetlerine gelince tükettikleri meyve ve sebzelerin mevsimsel olarak tüketilmesine dikkat ettiklerini söylüyorlar. Bakla tüketimini önemsediklerini ve et tüketiminde ise aşırıya kaçmadıklarını belirtirler. Aynı şekilde aşırı olmadığı takdirde kırmızı şarap içtikleri bilinir.

Fotoğraf 3. Şarap içen bir Sardinyalı (Buettner, 2005).

Adanın Yüzölçümü 24.090 km² olup, ada nüfusu 1.656.960 kişidir. Kuzey ve doğusunda İtalya,  güneyinde Tunus ve Cezayir, batısında ise İspanya yer alır (Görsel 6).

Görsel 6. Sardinya Adası’nın dünya üzerindeki coğrafi konumu ve çevresi.

Adanın doğusunda bulunan İtalya anakarası ile kuş uçuşu uzaklığı 295 km, güneyinde bulunan Tunus ile uzaklığı 184 km, kuzeyinde bulunan Korsika Adası ile uzaklığı 12 km’dir. Adanın kendisinin kuzey güney uzaklığı ise 263 km’dir (Görsel 7).

Görsel 7. Sardinya Adası’nın kuzey-güney yönlü kuş uçuşu uzaklığı.

Oldukça engebeli ve parçalı bir topografyaya sahip olan bu adanın büyük yerleşim birimleri engebesi az olan orta güney ve kuzey batı kısımlarıdır (Görsel 8).

Görsel 8. Sardinya Adası’ının kuzey-güney yönlü yükseklik profili.

Adanın kuzey kesimlerinin yükseklik ve engebelilik oranı fazla iken güneye doğru bu oran azalmaktadır.

Sardinya Adasının meteorolojik koşullarını temsilen aynı coğrafi enlemde bulunan ve adasının doğusunda yer alan Roma İlinin meteorolojik göstergeleri kullanılmıştır. Bu verilere göre adada sıcak ve ılıman bir iklim görülmekte, yağışların büyük bir bölümü kış aylarında düşmektedir. Yıllık ortalama 15,7 °C’ye sahip olan ada yıllık ortalama 798 mm yağış alır. Köppen-Geiger iklim sınıflamasına göre adanın iklimi Csa’dır (Akdeniz İklimi).

Ortalama yaşam süresinin en yüksek olduğu kıta olan Avrupa’da, İtalya’nın ortalama yaşam süresi kıtanın temsili gibidir. Burada beklenen yaşam süresi 2018 Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yaklaşık 83 yıldır. Ülkenin yaşam süresinin oldukça yüksek olmasının yanı sıra Sardinya Adası’nda 100 yaşın üzerinde olan sayısı da oldukça fazla olabilmektedir. Ada’da 1996’ dan 2016 yılları arasında en az 100 yaşında 20 insanın aynı anda yaşadığı biliniyor.

Ikaria, Yunanistan. Türkiye’nin Aydın ilinin batısında bulunan Dilek Yarımadasından yaklaşık 60 km daha batıda yer alan Ikaria adasında her üç kişiden biri 90 yaşın üzerindedir ve bu yüzden ‘’Uzun Yaşam Adası’’ diye anılır. Bölge sakinlerinin uzun yaşam sırrının M.Ö. 500 yılına kadar dayandığı söylenir. Ayrıca bu ada yerleşimdeki insanların kansere yakalanma riskinde %20, kardiyovasküler rahatsızlık riskinin ise %50 daha düşük olduğu ve buna ek olarak neredeyse hiçbirinde demans (kısaca bellek vb. zihinsel yeteneklerin bozulması) görülmemektedir.

Görsel 9. Ikaria Adası’nın dünya üzerindeki konumu.

Ikaria’nın dünya üzerindeki konumuna baktığımızda yaklaşık olarak 60 km doğusunda Aydın ilinin Söke ilçesi yer almaktadır. Batısında ise yaklaşık olarak 170 km mesafesinde bulunan Yunanistan anakarası bulunmaktadır. Aynı zamanda çevresinde irili ufaklı birçok ada bulunmaktadır.

Görsel 10. Ikaria Adası’nın yükseklik profili.

Ortalama yükseltisi görece fazla olmayan ve parçalı araziye sahip olan Ikaria Adası’nın kuzeydoğu güneybatı uzunluğu ise yaklaşık olarak 41 km’dir. Adanın meteorolojik koşullarını temsilen Türkiye’nin batısında bulunan ve adaya yakın konumda olan Aydın ilinin meteorolojik koşulları aktarılmıştır. Buna göre Ikaria Adası’nda sıcak ve ılıman iklim görülmektedir. Kış aylarında yaz aylarından çok daha fazla yağış düşmektedir. Köppen-Geiger’e göre iklim Csa’dır (Akdeniz İklimi). Yıllık ortalama sıcaklık 17,2 °C ve yıllık ortalama yağış miktarı 705 mm’dir.

Ada sakinlerinin sosyal yaşantısına bakıldığında stresten uzak kaldıklarını, günlük hayatta aceleci davranmadıklarını ve mümkün olduğu kadar günlerin akışının güneşin doğuşuna ve batışına göre uyarladıkları bilinmektedir. Beslenme diyetlerinde ise mevsimsel olarak tüketilen gıdaların ağırlıkta olduğunu ve bunu yanı sıra et ve tavuk gibi yüksek kalorili yiyecekleri daha az tükettikleri biliniyor. Ada halkı ilerleyen yaşına rağmen gidecekleri yerlere sıklıkla yürüyerek gitmeyi tercih etmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018 verilerine göre Yunanistan’da beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık 82 yıldır. Yunanistan’a bağlı Ikaria Adası sakinlerinin ise ortalama yaşam süresi ülke ortalamasının üzerindedir.

Nikoya Yarımadası, Kosta Rika. Bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’da yerliler 90 yaşından sonra bile oldukça aktif bir yaşam sürdürebilirler. Bölgenin sakinleri ilerleyen yaşlarına rağmen tarlalarında çalışmakta ve sabahın beşinde zorlanmadan güne başlayabilmektedirler.

Görsel 11. Kosta Rika’nın dünya üzerindeki konumu (https://tr.wikipedia.org/wiki/Kosta_Rika)

Görsel 12a/12b/12c. Kosta Rika’nın uydu görüntüleri.

Bir Orta Amerika ülkesi olan Kosta Rika’nın kuzey güney uzunluğu yaklaşık 490 km’dir. Kuzeyinde Nikaragua, güneydoğusunda Panama, batısında Büyük Okyanus, doğusunda ise Karayip Denizi bulunmaktadır.

Kosta Rika’da etkin olan iklim Ekvatoral İklim’dir. Burada, yağış yıl boyunca sürekli olarak olmakta yıllık ortalama yağış miktarı ise 3100 ile 6350 mm arasında değişmektedir. Yıl boyunca yağış alan Kosta Rika Köppen-Geiger iklim sınıflandırmasına göre Af (Tropikal Yağmur Ormanı İklimi) olarak adlandırılabilir. Sıcaklık koşulları ülkenin değişik konumlarına göre değişmekle birlikte yıllık ortalama sıcaklığı 20°C ve 25°C arasındadır. Kosta Rika’nın 2018 verilerine göre beklenen ortalama yaşam süresi 80 yıldır.

Kosta Rika hakkında verilen tüm bu bilgilere bakıldığında tropik bir iklimde bulunan, yıllık geliri 12.000 dolar civarında olan ve uzun yıllar İspanya sömürgesinde olmuş bir ülke görülmektedir. Burayı, bu çalışma için özel yapan ise ülkenin güneybatısında bulunan ve ülkenin en büyük yarımadası konumunda olan Nikoya Yarımadası’ndaki insanların ülke ortalamasından çok daha uzun yaşamasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi dünya üzerindeki en uzun ömürlü insanların yaşadığı 5 mavi kuşak bölgesine burasıda dahildir.

Görsel 13. Nikoya Yarımadası’nın uydu görüntüsü. Kuzey güney uzunluğu yaklaşık 121 km’dir (https://earthexplorer.usgs.gov/).

Loma Linda, Kaliforniya. Amerika Birleşik Devletleri’nin en batısında yer alan bu yerleşme ülkenin en uzun ömürlü insanların yaşadığı yerdir. Bilindiği üzere ABD şehirleşme oranının ve ortalama insan ömrünün yüksek olduğu yerlerden biridir. Ancak ülkenin batısında bulunan Kaliforniya eyaletinde ülkenin ortalamasından daha da fazla uzun yaşayan insanların bulunduğu bir yer vardır. Bu yer 5 mavi kuşak içerisinde bulunan Loma Linda şehridir.

Görsel 14. Loma Linda Şehri’nin konumu (https://en.wikipedia.org/wiki/United_States)

2017 nüfus sayımına göre 24.196 kişinin yaşadığı bu şehirde aslında bir akarsu vadisi arasına kurulmuştur ve çevresi çok yüksek olmayana yamaçlarla kaplıdır. Kuzey yamaçların yükseltisi 1500 metreleri aşarken güney yamaçlar ise 700 metrelere kadar inmektedir.

Görsel 15. Loma Linda şehrinin kuzey güney yönlü yükseklik profili.

ABD’in genel durumu gibi Kaliforniya Eyaleti ve Loma Linda’da büyük oranda şehirsel yerleşmeler mevcuttur. Loma Linda şehrine yakın konumda olan Los Angeles şehrinin meteorolojik verilerine göre şehirde sıcak ve ılıman bir iklim görülmektedir. Şehre kış aylarında yaz aylarından çok daha fazla yağış düşmektedir. Köppen-Geiger’e göre iklim Csa’dir (Akdeniz İklimi). Yıllık ortalama sıcaklığı 18,2 °C,  yıllık ortalama yağış miktarı ise 396 mm’dir. 23,6 °C sıcaklıkla Ağustos ayı yılın en sıcak ayıdır. Ocak ayında ortalama sıcaklık 13,9 °C olup yılın en düşük ortalamasıdır. 0 mm yağışla Temmuz ayı yılın en kurak ayıdır. Ortalama 91 mm yağış miktarıyla en fazla yağış Şubat ayında görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin ya da bölgelerin gelişmiş sağlık sistemlerine paralel olarak ortalama insan ömrünün uzun olması beklenen bir durumdur. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (2018) ABD’de beklenen ortalama yaşam süresi yaklaşık olarak 79 yıldır. Loma Linda gibi küçük bir şehri diğer Amerikan şehirlerinden farklı kılan bazı özellikler vardır. Edinilen yazılı kaynaklara göre bu şehide alkol ve sigara kullanımı sok sıkı bir denetim altındadır.. Bunların yanı sıra burada yaşayan insanlar beslenme koşullarına fazlasıyla dikkat etmektedir.

Fotoğraf 4. Aktif bir yaşantı süren bir Loma Lindalı kadın (Buettner, 2005).

Yukarıda bahsi geçen coğrafi yerleşmelerden ilk 3 tanesinin ada yerleşmesi olduğunun üzerinde dikkatlice durulmalıdır. Ada yerleşmelerinde kaynakların kısıtlı olması, toplumsal ilişkilerin kuvvetli olması yönünde bir itici güç oluşturmaktadır. Anakaradan izole bir yaşam ada sakinlerinin yaşam bağlarını kuvvetlendirebilir. Özellikle kaynak eksikliği yaşayan yerleşmeler ve burada yaşayan insanlar için var olan kaynaklar, en verimli bir şekilde kullanılma zorunluluğu doğurur.

Genel olarak diyebiliriz ki belirlenmiş olan Beş Mavi Kuşak Bölgesi’ndeki insanlar uzun yaşamlarını kendilerince bazı şeylere borçludur. Burada yaşayan insanlar zamanlarını iyi yönetebilme becerisine sahiptirler. Böylece gereksiz kaygılardan uzak ve stressiz bir yaşam biçimine sahipler. Tabiri caizse Mavi Kuşak Bölgelerinde biyolojik saate uygun bir yaşantıları vardır. Daha az et ve işlenmiş gıda tüketiyor ve aşırıya kaçmadan içki içiyorlar. Basit tarla ve zanaat işleriyle uğraşıyorlar ve işlerine yürüyerek gidiyorlar. Böylece her daim aktif bir yaşam sürebiliyorlar. Yorucu egzersizler yapmayıp günlük yürüyüşlerini ihmal etmiyorlar. Belki de uzun ve stressiz yaşamalarındaki en önemli etkenlerden birisi olarak toplum içinde güçlü ilişkilerinin var oluşu yatmaktadır. Gerek aile bağları gerekse yakından uzağa olan komşuluk ilişkileri, birbirlerinin yükünün hafiflemesine ve ortaklaşa daha az kaygıyla daha fazla şey yapmasına neden oluyor. 

KAYNAKLAR

  • Akpolat, T., ‘’Blue Zones’’, Taş Devri ve Tansiyon, 2008 (tekinakpolat.com sayfasından alınmıştır).
  • Buettner, D., ‘’The Secret of Living Longer’’ National Geographic Magazine, November 2005.
  • Garcia, H., ve Miralles, F., ‘’IKIGAI  – Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı’’, 2017.
  • Japonya Dışişleri Bakanlığı, ‘’Japonya’yı Tanıyalım’’ Güzeliş Matbaacılık, 2009.

 

Web Kaynakları

 

Uydu Görüntüleri Kaynakları

[1] Saint Petersburg University, Instute Of Earth Scieces M.Sc, Saint Petersburg/Russia

İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi

 

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SU KAYNAKLARINA ETKİSİ

Onurhan ŞEREMET [1]

Dünya’ya yaşamı bahşetmiş olan su, günümüzde iklim değişikliği ile tehdit altındadır. Gelecekte içme ve kullanma suyu başta olmak üzere, suya bağlı tüm sektörlerde zorluklar yaşanacağı tahmin ediliyor. Ayrıca sel ve taşkın gibi su kaynaklarından doğacak afetlerin kimi bölgelerde artacağı yönünde bildirimler yapılıyor. Bazı bölgeler ise kuraklıkla mücadele etmek durumunda kalınacağı ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceği ifade ediliyor. İklim değişikliğinin öngördüğü yağış rejimlerindeki düzensizlik durumunun, su miktarı ve akış hızını azaltacağı projeksiyonlarla ortaya konuluyor. Bu yavaşlık akarsulardaki kirleticileri arttırarak, su kalitesinin bozulmasına sebep olacaktır. Ayrıca su kaynaklarında değişecek olan oksijen, tuz ve pH değeri gibi kriterler, su ve suya bağlı ekosistemleri tehdit ediyor.

Günümüzde Gözlenen İklim Değişikliği ve Geleceğe Dair Öngörüleri

Son 150 yılda, Küresel ortalama sıcaklık 0,8°C artmıştır. Bu artış Avrupa’da yaklaşık 1°C’dir. IPCC 2100’e kadar küresel sıcaklıkların 1,8°C ila 4,0°C daha artabileceğini öngörüyor (Avrupa Çevre Ajansı, 2016). Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından RCP4.5 [2] senaryosuna göre yapılan çalışmanın sonucuna göre, Türkiye’nin yıllık ortalama sıcaklıklarının 2016-2099 dönemleri arasında 1,5 – 2,6°C aralığında artacağı bekleniyor. Deniz seviyesi yükselmeleri de küresel olarak beklenen en önemli etkiler arasında ifade edilebilir. . Bu yükselişte denizlerdeki ısınmaya bağlı genleşmenin %35-55 arasında rol oynayacağı, buzul erimelerinin ise %15-35 arasında etki edeceği öngörülüyor.  IPCC 2013 raporunda 4 farklı senaryonun ortalamasına göre [3] 2046-2065 yılları aralığında küresel ortalama deniz seviyesi 0.26m yükselecektir. 2081-2100 yılları arasında aynı senaryoların ortalamasına göre ise yükseliş 0,49m’dir. Yağış projeksiyonları ise 21. Yüzyıl boyunca yağış rejiminin ısınmaya tepkisinin düzenli olmadığını gösteriyor. İstisnalar olmakla beraber nemli alanlar ile kurak alanlar, nemli mevsimler ile kurak mevsimler arasındaki farkların artması beklenmektedir. RCP8.5 senaryosuna göre yüksek enlemler ve ekvatoral Pasifik Okyanusu yıllık yağışlarında bu yüzyıl sonuna kadar bir artış görülecektir. Orta enlemdeki alanlarda ve yarı tropikal kurak alanlarda yıllık ortalama yağışlar muhtemelen azalırken, birçok orta enlemdeki yağışlı alanlarda yıllık ortalama yağış muhtemel olarak artacaktır (MGM, 2015). Türkiye’yi bekleyen süreç, ve bu süreç boyunca yaşanacakları tahmin edebilmek için MGM tarafından RCP4.5 senaryosu, Türkiye’ye uyarlanmıştır. Sonuçları ise 2016-2046 periyodunda Türkiye ortalamasında sıcaklığın 2°C artacağı, Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerinde bu artışın 3°C’ye varabileceği, Doğu Anadolu’nun doğusu haricinde Türkiye yağışlarının %20 azalacağı öngörülmektedir. 2041-2070 periyodunda İlkbahar ve Sonbaharda ısınmanın 2-3°C ortalamalarındayken yaz aylarında 4°C kadar artacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Orta ve Doğu Akdeniz bölgelerinde kış yağışlarında %20 civarında bir azalma olacağı tahmin ediliyor. 2071-2099 periyodunda Kıyı Ege ve Güney Doğu Anadolu’da 4°C’yi aşan sıcaklık artışlarının olacağı tahmin ediliyor. Sonbahar yağışlarında tüm yurtta azalmalar yaşanacağı, Kış aylarında ise kıyı şeridinde %10 civarında artış yaşanacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin havzaları özelinde yapılan sıcaklık ve yağış senaryolarında ise, Türkiye’nin tüm havzalarının 2099 yılına kadar 2,5-3,5°C ısınacağı tahmin ediliyor. Fırat-Dicle ve Van Gölü havzasında ise sıcaklığın 4°C’lere kadar artacağı öngörülüyor. Yağışlarda genel olarak bir azalma eğilimi var ve bu eğilimin 2041-2070 yılları arasında en yüksek seviyede olması bekleniyor (MGM, 2015).

İklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkisi hem denizler ve okyanuslar hem de karasal sular üzerinden değerlendirilecektir. Sırasıyla, küresel deniz seviyesi yükselmesi, okyanus ve nehirlerde termal rejim değişikleri, su kalitesinin bozulması başlıkları altında su kaynakları üzerindeki baskılar değerlendirilecek, daha sonra Türkiye’de su kaynaklarını bekleyen tehlikeler üzerinde durulacaktır.

 

Küresel deniz seviyesi yükselmesi

Yüzyıldan bu yana gerçekleşen deniz seviyesi yükselme oranı son 2000 yıldan fazladır. 1901-2010 arası küresel deniz seviyesi 0.19m artmıştır. 2100 yılına kadar 0.49m daha artacağı tahmin ediliyor. Bu artışın sebepleri sıcaklığı yükselen deniz suyunun genleşmesi ve buz erimeleridir. Su seviyesindeki artış kıyı kentleri tehdit ediyor. Dünya nüfusunun yarısı denize 60 km yakınlıkta yaşıyor. Bu insanların göç etmesi gerekebilir. Sel ve taşkın gibi afet durumları da temiz su kaynaklarının kirlenmesine neden olabilir (WHO, 2018). Hem kirlenen hem sıcaklığı artan su kaynakları hastalanmalara neden olabilir. Deniz seviyesinde görülecek olan yükselme; deltaları, delta su setlerini ve kıyı akiferlerini etkileyecektir (Çapar, 2019).

 

Okyanus ve akarsularda termal rejim değişikleri

Küresel ortalama sıcaklıklardaki artış kutuplardaki buz tabakasını eriterek, okyanusa karışan tatlı su miktarının artmasına, okyanuslardaki tatlı su miktarındaki artış ise akıntıların değişmesine sebep olur. Su sıcaklıklarındaki artışlar, deniz canlılarının dağılışında farklılıklar ve büyük değişimlere neden olabilmektedir. Okyanus ve denizlerdeki sıcaklık artışı soğuk sular da yaşayan somon gibi balıkları strese sokacaktır. Kuzey Denizi’nde uskumru ve ringa balık türleri gibi bazı türler besin kaynaklarına ulaşabilmek için kuzeye, daha serin sulara doğru göçüyorlar. Deniz canlıları arasında görülen bu göçlerin balıkçılığa dayanan sektörleri olumsuz yönde etkileyebileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Yükselen su sıcaklıklarının su kaynaklı hastalıkların riskini de arttırabileceği düşünülüyor (Avrupa Çevre Ajansı, 2018).

Küresel sıcaklık artışının, karalar üzerindeki buz örtülerinin daha hızlı erimesine, mevsimlik kar örtüsünün yerde kalış süresinin kısalmasına, ani yüksek akımlara; buna karşın yıl genelinde düşük akımlara neden olabileceği tahmin edilmektedir.

Kar yağışının azalması ve mevcut karın daha erken erimesi, akarsulardaki termal rejimi değiştirecek ve su kalitesinde bozulma ortaya çıkabilecektir. Azalan yağmurlar da hesaba katılınca su kirliliklerinin baş göstermesi kaçınılmazdır (Avrupa Çevre Ajansı, 2018). Su sıcaklıkları yükseldikçe su kalitesinde bir azalma olacağı (Şen, 2005) ve sucul ve suya bağlı ekosistemlerin kırılgan ekosistemler haline geleceği açıktır. Ayrıca, kuraklık sorunu yaşayan alanlarda su kirliliği kuraklığın sosyo-ekonomik sonuçlarını ve şiddetinin artıracaktır.

 

Su kalitesinin bozulması

Okyanusların daha fazla karbondioksit absorbe ediyor oluşu, asitleşiyor olmasında önemli bir etkendir. Karbondioksit seviyeleri endüstri öncesi döneme göre %40 arttı. Okyanuslar insan kaynaklı salınan CO2’nin %30’unu absorbe ediyor (MGM, 2015). Dünya genelinde pH değerinde düşüşler gözlenmektedir. Bu durum özellikle Avrupa kuzeyinde ki Norveç ve Grönland denizlerinde önemli sorunlar yaratacaktır. Azalan pH değeri su bitkilerinin fotosentezini etkiler. Bunun yanında kalsiyum karbonattan kabuk üreten midye, mercan ve istridye gibi canlıların kabuk üretme süreçlerini zorlaştırır (Avrupa Çevre Ajansı, 2018).

Tuzluluk, oksijen ve sıcaklık gibi kriterlerin sulardaki canlılığı kontrol ettiği bilinmektedir. Bu kriterlerden birisindeki farklılık, ekosistemler üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir. Kimi su kaynaklarında buharlaşmaya bağlı olarak artan tuzluluk olumsuz etki yaratırken, kimi kaynaklarda yağış sebebiyle tuzluluk oranında bir azalma ve ekosistemler üzerinde yine bir olumsuz etki görebiliriz. Ayrıca bu kriterlerin oranlarının değişiyor olması deniz canlıları için bir göç nedeni sayılabilir. Akdeniz’de yüksek buharlaşma ve düşük yağış sebebiyle sıcaklığın ve tuzluluğun artacağı tahmin ediliyor.

 

Türkiye Su Kaynaklarında Yaşanabilecek Sorunlar

İklim değişikliği kurak ve yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkeleri kuraklıkla tehdit ediyor. Ülkemizi bekleyen en büyük problemin bu olacağı tahmin ediliyor. Senaryoların gösterdiği yağışlarda azalma ve rejimlerin düzensizliği de bu tahmini destekliyor. Türkiye genelinde yağış miktarlarında bir azalma henüz gözlemlenmemiştir (Çapar, 2019), ancak bölgesel olarak batı ve güney bölgelerde yağışlar azalmaktadır. Bunun yanında, yağış rejimlerinde önemli farklılıklar görülmektedir. Yağış rejimlerinde görülen bu düzensizlik, kısa süreli, ani sağanak yağışlar ve ardından uzun kurak dönemler şeklinde ifade edilebilir. Aşırı yağışlı dönemler toprak verimliliği olumsuz etkilemektedir. Toprak kaybına ve tuzlanmaya neden olmaktadır. Yağışın az olduğu dönemde ise kuraklık ve sulama için yeterli su bulamama gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

Değişen yağış rejimleri, Türkiye bitki dağılışını değiştirebilir, kuraklık, taşkın ve ekstrem hava olaylarının sıklıklarını arttırabilir (Çapar, 2019).

Kuraklık sebebiyle beslenemeyen göllerimizde su seviyesinde bir azalma ve azalan suya bağlı olarak kirleticilerin konsantresinde bir artış görülecektir. Sığlaşan sularımız da kirlilikte baş gösterecek. Senaryolara göre Türkiye havzalarında yaşanacak kuraklığın en yoğun olduğu dönem 2041-2070 periyodu olacak. Bu periyotlar arasında; Asi, Doğu Akdeniz, Konya Kapalı Havzası, Yeşilırmak, Van Gölü ve Ceyhan havzalarımız belirgin bir yağış azlığı ile karşılaşacak. Marmara, Aras, Batı Karadeniz ve Meriç-Ergene havzalarımız 2099’a kadar yağışlar konusunda nispeten daha az sorun yaşayacak.

Su kıtlığı ve stresi ülke genelinde artacak. Deniz seviyesinin yükselmesi nehir deltalarındaki kıyı şehirlerin düşük kotlu alanlarını etkileyecek. Kurak ve nemli alanlar arasındaki yağış farkları git-gide artacak. Kurak bölgeler daha çok kururken, yağışlı bölgelerimizde yağışlar şiddetlenecek ve taşkın, heyelan gibi afetlerimizin görülme sıklıklarını arttırabilecek.

Önlemek Mümkün Olabilir

Türkiye’nin iklim değişikliği sebebiyle yaşayacağı sıkıntıları alınacak tedbir ve önlemler ile azaltabilmek mümkün olabilir.

  • Tarımda sulama için damla sulama gibi verimli tekniklerin kullanımın yaygınlaştırılması
  • Kuraklığa karşı direnç oluşturabilmek için mahsullerin çeşitlendirilip, ağaçlandırma yapılması
  • Kaçak ve kayıp su miktarının azaltılması.
  • Su kaynakların kirlenmesinden oluşabilecek hastalıklara karşı tedbirler alınması.
  • Endüstri içerisinde kullanacak suların çeşitli filtrelerden geçirip tekrar kullanılması
  • Betonlaşmanın yüksek olduğu şehirlerde artacak ağaçlandırma, taşkın ve sel gibi afetlerin zararlarını azaltmaya yardımcı olabilir.
  • Zaten tehlike altında olan ve korunması gereken tatlı su kaynaklarımıza zarar verebilecek her türlü projeden vazgeçilmesi.
  •  
Kaynakça:

Avrupa Çevre Ajansı. (2016, Haziran 3). İklim değişikliği hakkında . Avrupa Çevre Ajansı: https://www.eea.europa.eu/tr/themes/climate/about-climate-change adresinden alındı

Avrupa Çevre Ajansı. (2018, Kasım 20). İklim değişikliği ve su — Daha sıcak okyanuslar, seller ve kuraklıklar. Avrupa Çevre Ajansı: https://www.eea.europa.eu/tr/isaretler/aca-isaretler-2018/makaleler/iklim-degisikligi-ve-su-2014 adresinden alındı

Çapar, G. (2019). Su Kaynakları Yönetimi Ve İklim Değişikliği . Ankara: iklimİN.

MGM. (2015). Yeni Senaryolar İle Türkiye İklim Projeksiyonları Ve İklim Değişikliği. Ankara: Meteoroloji Genel Müdürlüğü .

Şen, Z. (2005). İklim Değişikliği Ve Su Kaynaklarına Etkisi. 22 Mart Dünya Su Günü,”İklim Değişikliğinin Su Ve Enerji Kaynaklarımıza Etkisi”Paneli . DSI.

Türkeş, M. (2008). Küresel iklim değişikliği nedir? Temel kavramlar, nedenleri, gözlenen ve öngörülen değişiklikler. İklim Değişikliği ve Çevre, 26-37.

WHO. (2018, Şubat 1). Climate change and health. World Health Organization: https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/climate-change-and-health adresinden alındı

 

[1] Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Lisans Öğrencisi

[2] Temsili Konsantrasyon Rotası (Representative Concentration Pathway) Emisyon senaryo seti.

[3] RCP2.6, RCP4.5,RCP6.0, RCP8.5 Senaryoları