COĞRAFYADA MEKÂN: SOYUTLAMA, AĞLAR VE ELEŞTİREL KOZMOPOLİTANİZM

Doç. Dr. Münür BİLGİLİ [1]

Coğrafyanın var olma amacı olan mekân, tarih boyunca hem coğrafya içinde hem de diğer disiplinlerde yaygın bir şekilde ele alınmış ve alınmaktadır. Bu yaygın ve farklı kullanımı nedeniyle mekân, Stephan Günzel tarafından gezen kavram (travelling concept) olarak adlandırılmaktadır. Gezen kavramlar, bilim içinde farklı disiplinlerde kendilerine yer bulmaktadırlar; ancak diğer disiplinlere seyahat eden bu kavramlar ilgili disiplinlerde bambaşka anlamlar kazanabilmekte veya var olan anlamlarını yitirebilmektedirler. Mekânı; fiziksel, kültürel, ekonomik, metafiziksel, geometrik ve matematiksel gibi farklı açılardan düşündüğümüzde kavramın “gezmediği” bir disiplin bulmak çok daha zor olacaktır.

Çalışma boyunca coğrafyadaki mekânsal düşünceler ile bu düşüncelere getirilen eleştiriler üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken özellikle diğer sosyal bilimlerden mekânsal düşünceye katkı sağlayan kavram ve teorisyenlerden yararlanma yoluna gidilmiştir. Günümüz sosyal bilimlerinin interdisipliner hatta postdisipliner özelliği dikkate alındığında neden farklı disiplinlerden yoğun bir şekilde yararlanıldığı daha iyi anlaşılacaktır. Çalışmada mekân ve mekânsal soyutlamanın nasıl yapıldığı; ağ olarak mekânlar; eleştirel kozmopolitanizm ve mekân gibi konular üzerine odaklanılacaktır. Mekânın, çok farklı anlamlar içeren bir kavram olması ve yer darlığı nedeniyle çalışmada zorunlu olarak sadece belirli kavram ve yaklaşımlara yer verilmiştir. Bunu yaparken Türkçe mekân literatüründe daha az görünür olan konu ve yaklaşımlara yoğunlaşmaya çalıştım. 

Soyutlama ve Mekân

Bilindiği gibi bilimin en önemli özelliklerinden biri genellemelere ulaşmaktır. İster doğa bilimleri olsun ister sosyal bilimler olsun genellemeye ulaşma isteği her ikisi için de geçerlidir. Her ne kadar sosyal bilimlerdeki genellemeler insan merkezli olması nedeniyle daha zor ve bazı durumlarda gereksiz görülse de; bu durum bilimde genellemelere ulaşma arzusunu ortadan kaldırmıyor. Peki, bilim için genelleme yapabilmek neden bu derece önemlidir? Bu sorunun en kestirme cevabı anlamak ve açıklamak olabilir. Zira dünya üzerinde sayısız derecede olgu var ve bu olgular çok farklı olaylarla/eylemlerle görünür hale gelmektedir. Her olay ve eylemi teker teker açıklamak mümkün olmadığı için genelleme yolları aranmaktadır. Böylece her olay ve eylemselliği belli kategori ve olgular içinde sınıflandırarak daha anlaşılır bir sonuca ulaşmaktadır. Örneğin, herhangi bir yerde deprem olduğunda bunun neden olduğunu pek sorgulamayız. Zira ilgili yerin belirli kırık hattı üzerinde olduğunu ve geçmişten günümüze irili ufaklı binlerce depremin hâlihazırda yaşanmış olduğu bilinmektedir. Böylece belirli bölgede yer alan depremlerin bir fay üzerinde yer aldığını bildiğimiz için kolayca gruplayıp daha kolay anlayabilmekteyiz. Ampirisizm temelli bu genellemeler bilimin en önemli özelliği olmasının yanı sıra gündelik yaşamımızı kolaylaştıran çok önemli bir faktördür. Eğer bu tür bilimsel genellemeler olmasaydı gündelik yaşamımızı sürdürmemiz oldukça zor olurdu. Bir an için bilinçli bir şekilde hiçbir genelleme kullanmadan yaşamımızı sürdürmeye çalışırsak bunun ne denli güç bir durum olduğunu kolaylıkla tecrübe edebiliriz.

Yukarıdaki paragrafta belirtilen genelleme yapmak doğal olarak coğrafyada mekânı anlamak ve açıklamak için kullandığımız en önemli özelliklerden biridir. Coğrafyacı Andrew Sayer’in dediği gibi mekânı açıklamak için soyutlama (abstraction) yoluyla belirli genellemelere ulaşmak mümkündür. Yaşanan dünyada bir arada olmayan ve tamamen birbirinden bağımsız görülen mekânları belirli özellikleri benzediği için bu özelliklerinden yola çıkarak gerçek bağlamından soyutluyoruz. Soyutladıktan sonra ise ilgili mekânları belirli isim veya kategoriler altında toplayarak daha genel bir çerçeveye ulaşıyoruz. Örneğin, şehirsel mekânlar, kırsal mekânlar, liminal mekânlar, kamusal mekânlar, tüketim mekânları, üretim mekânları ve daha birçoğunu sayabiliriz. Kamusal mekân dediğimizde içine binlerce farklı yer girmektedir; ancak yapılan soyutlama ve sonucunda ulaşılan genelleme bize anlaşılabilir ve geniş bir çerçeve vermektedir. Zira çok farklı ölçek ve yerde binlerce kamusal mekân vardır. Bu mekânların çoğunun birbiriyle doğrudan bağlantısı yoktur. Buna karşın bizi ilgilendiren en önemli özellik olan kamusal mekân sonucuna varmış oluyoruz. Bu aşamadan sonra araştırmacılar kamusal mekânların özelliklerini, üzerindeki güç ilişkileri, mücadeleleri, çekişmeleri ve dönüşümleri daha rahat bir şekilde inceleyebilmektedirler. Kuşkusuz araştırmacılar mevcut mekânsal sınıflandırmaları kullanabilecekleri gibi kendileri de bizzat soyutlamalar yoluyla yeni mekânsal kategorilere ulaşabilmektedirler. Gerçekte olmayan ve zihnimizde yaptığımız bu soyutlamalar yoluyla genellemelere ulaşmış oluyoruz. Genelleme ise kuşkusuz çok daha geniş bir perspektif sunmaktadır. Zira genellemeyle belirli bir bağlamın dışına çıkmış ve daha geniş bir bakış açısına ulaşmış olmaktayız. Tabii ki her araştırmacı böyle mekânsal genellemelere ulaşmak zorunda değildir. Spesifik bir mekân ve özelliklerini ele alarak da farklı bir perspektifle mekânı okuyup anlamlandırabiliriz. Bir diğer nokta ise Sayer’in de belirttiği gibi soyutlamalar yoluyla kategoriler ve genellemelere ulaşırken çok önemli bir özelliği gözden kaçırmamalıyız. Bu özellik soyutlama yaptığımız mekânlar mutlaka belirli özellikleri bakımından benzer olmaları gerekir. Aksi takdirde yaptığımız soyutlama ve genellemeler yanlış olduğu gibi çok yanlış bir mekânsal bakış açısının yerleşmesine de neden olabilir.

Mekân üzerinde soyutlamalar yaparken dikkat etmemiz gereken özelliklerden birisi mekânın olumsal (contingent) özelliğidir. Felsefi bir kavram olan olumsallık mekânın en önemli özelliklerinden biridir. Olumsallık, belirli şartlar bir araya geldiğinde beklenen sonucun ortaya çıkması olarak adlandırılır; ancak beklenen sonucun ortaya çıkması neden-sonuç ilişkisinde olduğu gibi katı ve kesin değildir. Zira neden-sonuç ilişkisinde neden ortaya çıktığında sonuç mutlak ve değişmezdir. Olumsallıkta ise böyle bir durum söz konusu değildir. Süreç açık uçludur. Sonuç, nedenden yola çıkarak kesin bir şekilde tahmin edilemez. Mevcut şartlardan belirli sonuçları bekleyebiliriz; ancak ilgili sonuçlar farklı müdahil/araya giren faktörler (intervening factors) nedeniyle ortaya çıkamayabilir. Olumsallık, olasılık ve şans faktörünün ilerisinde; ancak nedenselliğin ise gerisinde bir noktada yer alır. Ölçeğin bir ucunun olasılık diğer ucunun ise nedensellik olduğunu düşünürsek; olumsallık bu ikisi arasında olan bir yerdedir. Olumsallığın ölçekteki yerini müdahil olan/olabilecek çeşitli faktörler etkileyecektir. Sosyal dünyada bu tür müdahil faktörler her zaman mümkündür ve beklenen sonucun ortaya çıkmasına engel olabilir. Örneğin, Starbucks kahve zinciri Japonya, Güney Kore, Türkiye, Kanada, İngiltere ve Malezya’da çok başarılı olmasına karşın İtalya, Portekiz, Sırbistan ve Finlandiya gibi ülkelerde aynı başarıyı yakalayamamıştır. Zira başarısız olduğu ülkelerde kapitalizme bakış, yerel legal yapılar, damak zevki, yerel kahve kültürünün daha baskın olması, küreselleşme karşıtlığı, çevre duyarlılığı ve daha birçok müdahil faktör fazlaca etkili olduğu için aynı başarı doğal olarak ortaya çıkmamıştır. Olumsallık ayrıca katı bir şekilde düşünülmemelidir. Zira değişen zaman, mekân ve bağlama göre yepyeni olumsallıklar ve müdahil faktörler ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda elbette mekânsal dönüşüm de farklı bir seyir izleyecektir. Olumsallık, sadece mekân ve coğrafyanın değil insanın merkezde olduğu bütün sosyal bilim dallarının en önemli özelliklerinden birini oluşturmaktadır.

Ağ (Network) ve Mekân

Modern mekânsal anlayışta, mekânın canlı, dönüşen ve aktif olduğu üzerinde bir uzlaşı bulunmaktadır. Coğrafyada çevresel determinizm, bölgesel coğrafya ve nicel devrim paradigmalarının yaşandığı dönemlerde mekân sadece bir sonuç olarak görülüyordu. Mekân üzerinde çok farklı faaliyet ve eylemsellik içermekteydi. Bu faaliyetlerde mekânın aktif bir rolü yoktu ya da görünmüyordu. Mekân, bu aktivitelerin sonucunda şekillenmiş olan bir sonuçtan ibaretti. Henri Lefebvre, David Harvey, Tim Cresswell, Doreen Massey, Neil Smith ve Richard Peet ve daha birçok teorisyen için bu durum oldukça eksiktir. Her türlü faaliyet sonucunda şekillenen bir sonuç olarak mekân, mekânın sadece bir özelliğini oluşturmaktadır. Harvey’e göre mekân özellikle kapitalist işleyiş içinde bizzat etken ve aktif bileşenlerden biridir. Herhangi bir mekâna yatırım yapılmadan önce fiziki ve beşeri birçok özelliği bakımından dikkate alınmaktadır. Bu durumda mekân sadece sonuç değil aynı zamanda tüm faaliyetler için aktif bir bileşen olarak fonksiyonu vardır. Tüm faaliyetlerin hayata geçirilmesinde mekânın ayrıca araç olarak bir rolü bulunmaktadır. Böylece mekân; Coe, Kelly ve Yeung’un da belirttiği gibi olgu ve eylemlerin analizinde dikkate alınan bir bileşen, bir araç ve aynı zamanda bir sonuçtur. Örneğin, herhangi bir yere yatırım yapılacağı zaman ilgili mekândaki her türlü kaynak doğal ya da insan kaynakları, ulaşım, etkileşim ve legal yapı dikkate alınır. Daha sonra bu faaliyetler ilgili mekân aracılığı ile hayata geçilir. Hayata geçirildikten sonra faaliyetin türü, bağlamı ve boyutuna göre az veya çok değişmiş, farklılaşmış, dönüşmüş ve yeniden üretilmiş bir mekân ortaya çıkar. Mekân, bu nedenlerle bahsedilen paradigmalarda ele alındığı gibi verili, sabit ve sonuçtan ibaret değildir.

Günümüz mekân yaklaşımında dominant olan ilişkisel mekân (relational space) yaklaşımıdır. İlişkisel mekân anlayışı en yaygın şekilde ünlü sosyolog Manuel Castells’in eserlerinde görülmektedir. Castells, mekânı daha çok ağ (network) olarak görmektedir. Ona göre, kapitalizm ve küreselleşme ile birlikte son yıllarda mekânın network özelliği daha görünür hale gelmiştir. Böylece ilişkiler içine gömülü olan mekân ağlar aracılığı ile ortaya çıkmakta ve dönüştürülmektedir. Castells ayrıca bu süreçte insanların anlam yüklediği ve daha yakın çevresiyle ilişkilendirdiği yer (place) kavramının giderek önemini yitirdiğini ve yerlerin mekâna dönüştürüldüğünü belirtmektedir. John Agnew’a göre yer, mekân içine asimile edilmektedir. Bir anlamda mekân yeri kapsamaktadır; ancak bu anlam daha çok mekânın geometrik şekilde ele alındığında belirgindir. Çünkü geometrik mekân anlayışında enlem, boylam gibi mekânsal veriler ortaya konur. Fenomenolojik anlamda “yer” daha farklıdır. Burada mekânın uzantı olmaktan ziyade farklı özellikleriyle ilgili “yer”in diğer yerlerden ayrılması söz konusudur. Örneğin, İstanbul büyük mekânsal parçalar arasında bir geçiş noktasıdır ve farklı yerleri birbirine bağlayan kesişim noktası olarak adlandırdığımızda bu daha çok geometrik bir mekânsal algıdır. Diğer yandan, eğer İstanbul diğer yerlerden oldukça farklı kültürel, ekonomik, sosyolojik doku oluşturduğu ve ayrıldığı düşünülüyorsa bu “fenomenolojik yer” olarak adlandırılmaktadır. Böylece İstanbul birinci yaklaşımda daha çok mekân (geometrik) olarak ele alınırken ikinci yaklaşımda yer (fenomenolojik) şekilde ele alınmıştır. Aynı şekilde Anthony Giddens’a göre günümüzde sosyal ilişkiler yerel bağlamdan koparılmakta (disembedding) giderek daha küresel zaman-mekân çerçevesinde işlerlik kazanmaktadır. Diğer bir deyişle insanların gündelik yaşamlarında derin bağlar kurduğu yer/yerler; kapitalizm, küreselleşme, neoliberal politikalar ve bilişim teknolojileri ile daha az anlam yüklediğimiz; sınırları hayli geçirgen, kaygan ve belirsiz olan mekân/mekânlara dönüşmektedir.

Castells ve diğer teorisyenlerin mekânla ilgili olarak geliştirdikleri network yaklaşımı yaygın bir şekilde benimsenmesine karşın, bu yaklaşıma bazı eleştiriler de getirilmiştir. Network olarak mekânlar ister istemez sanki mekânların eşit veya birbirine yakın bir şekilde bağlandığını ve her mekânın kaynaklara eşit bir şekilde ulaşıldığı algısına yol açmaktadır. Ayrıca mekânlar arasında herhangi bir engel bulunmadığı duygusu da ağlarla birlikte gelmektedir. Gerçekte böyle bir durum söz konusu değildir. Ulus devletler ve bazı makro bölgeler ekonomik gelişmişlik düzeyleri, siyasi rejimleri, insan kaynakları ve daha birçok özelliklerine göre ağlara farklı derecede katılabilmektedirler. Bir yanda Sahra altı ve Güney Asya ülkeleri diğer yanda Batı Avrupa ve ABD-Kanada eksenini düşündüğümüzde mekânsal ağların ne derece orantısız olduğu daha açık bir şekilde görülmektedir. Bu nedenlerle günümüzde her türlü ağlarla mekânların birbirine bağlamlandığı bir gerçektir; ancak bu gerçeklik mekâna, zamana ve bağlamına göre büyük zıtlıklar içerir. Bu zıtlıklardan yola çıkarak kesintisiz ağ şeklinde bir mekân anlayışı ve soyutlama yapma olanağı imkânsız görünmektedir.

Eleştirel Kozmopolitanizm ve Mekân

Gündelik yaşamda kullanılan kozmopolit veya kozmopolitan sıfatları daha çok farklılıklar içeren durumlar için kullanılır. Yani kozmopolit olan bir şey mutlaka farklı unsurları bünyesine bulundurmalıdır. Coğrafya literatüründe de sıklıkla kozmopolit/kozmopolitan yerler ve mekânlar, kozmopolit kimlikler ve kozmopolitan kültürler terimleriyle karşılaşmaktayız. Gündelik yaşamda kullanılan kozmopolitan özellik ile Kwame Appiah, Gerard Delanty ve Ulrich Beck gibi sosyal teorisyenlerin kullandıkları kozmopolitanizm oldukça farklıdır. Sanayileşme, küreselleşme, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte insan toplulukları arasındaki etkileşim tarihte hiç olmadığı kadar yoğun yaşanmaya başlanmıştır. Gerçek ve sanal mekânlarda bireyler kolaylıkla birbirleriyle etkileşimde bulunabilmektedir. Bu nedenle günümüzde yeni bir sosyal gerçeklikle karşı karşıya bulunmaktayız. Soğuk Savaş döneminin kavramları ve anlayışları günümüz sosyal gerçeklikleri ile uyuşmamaktadır. Eğer eski kavramlar ile yeni sosyal gerçekliği açıklamaya çalışırsak Ulrich Beck’in deyişiyle zombi kategoriler kullanmış oluruz. Beck, günümüz sosyal bilimlerinde geçerliliğini önemli oranda yitiren ve halen kullanılan kavramları zombi kategoriler olarak adlandırmaktadır. Yani yaşayan ölü olan bu kavramlarla değişen anlam dünyamızı açıklamak mümkün değildir.

Çok kültürlülük, küreselleşme ve network gibi kavramlar dünyadaki yeni gerçeklikleri tanımlamak için sıklıkla kullanılmaktadır. Buna karşın Appiah, Delanty ve Beck mevcut durumu daha iyi tanımlamak için kozmopolitanizm kavramını ve bu kavramdan türetilen kozmopolitan sıfatını önermektedirler. Delanty tarafından ayrıntılanan kozmopolitan yaklaşım diğer teorisyenlere göre önemli oranda farklılaştırılmıştır. Bu çalışmada da Delanty’nin yaklaşımını benimsediğimiz için onun yaklaşımını daha geniş bir şekilde açmaya çalışacağız.

Gerard Delanty, kozmopolitan teorisini eleştirel kozmopolitanizm olarak adlandırmakta; onu eleştirel sosyal teori olarak görülmesini önermektedir Ona göre, kozmopolitanizm birincil olarak, farklı modernite algılarının etkileşimi ile ortaya çıkabilmektedir ve açıklık içermektedir. Açıklık, dünyayı, toplumları, bireyleri ve kendini anlamaya açık olmayı içerir. İkincil olarak, kozmopolitan kimlikler her zaman ulus-ötesi (transnational) veya ulus-sonrası (postnational) olmak zorunda değildir. Kozmopolitanizm sadece ulus ötesi kimlikler olarak tanımlanmamalıdır. Daha çok yeni kimlikleri anlamaya açık olmak ve bu kimlikler eşliğinde kendi konumunu/duruşunu sorgulayan bir düşünceye açık olmak anlamına gelmektedir. Kozmopolitanizm, yerel kimliklerin ya da aidiyetlerin sona ermesi anlamına gelmemektedir. Yerel olanın küresel olanla etkileşimleriyle yeni vatandaşlık gerçekliği ortaya çıkmıştır. Bu tür vatandaşlığı Delanty kozmopolitan vatandaşlık olarak adlandırmaktadır. Üçüncül olarak, kozmopolitanizm, küreselleşmeden etkilenmiştir; ancak küreselleşmeye indirgenemez. Kozmopolitan anlayışta bir yerde doğmakla edilen hakların yanı sıra o yerde doğmamış ancak yaşayan insanların hakları da olmalıdır. Haklar sadece ulus-kimlik bağlarıyla eşlenmemelidir. Dördüncü olarak, kozmopolitanizm bir kültürün diğer kültürle karşılaştığında sadece diğer kültüre saygılı olması anlamına gelmez. Aynı zamanda diğer kültürün gözüyle kendi kültürünü de gözden geçirir ve değişimlere yol açar. Kozmopolitanizm, evrenselcilik (universalism) ile eşdeğer olarak görülmemelidir. Örneğin, Delanty’e göre medenileşme (civilization) projesi de bir diğer evrenselcilik anlayışındaydı ve kozmopolitanizme karşı duruyordu. Zira Batı merkezli medenileşmeyi merkeze alıyordu ve bu anlayışın evrensel olmasına çalışıyordu. Kozmopolitanizm, sadece çok kültürlülük demek değildir. Daha çok bireyin yeni sosyal ve kültürel anlayışlar karşısında kendi durumunu da gözden geçirmesini içermektedir.

Eleştirel kozmopolitanizm kısaca küreselleşme, modernleşme, evrenselleşme ve çok kültürlülük demek değildir. Bu kavramlarla ilişkilidir ancak daha fazlasını içerir. Eleştirel kozmopolitanizm birey ve toplumların farklı kimlik, kültür ve mekânlarla etkileşim sonucunda onlarda pozitif yönde bir değişme beklemektedir. Bireylerden kendi konum, kimlik ve statülerini terk etmesini istemez. Buna karşın bu etkileşimlerde hem kendisini hem de diğerlerinin durumunu sorgulamasını, anlamaya çalışmasını ve en azından belirli ortak noktalara ulaşılmasını içerir. Bu yaklaşımla bireyler ve toplumlar arasında çatışmaların biteceği şeklinde bir beklenti yoktur; ancak kozmopolitan etkileşimin olumlu yönde katkı sağlayacağı da açıktır. 

Küreselleşme ile birlikte coğrafi disiplin içinde liminal mekânlar ve kimlikler kavramı yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bilgili’ye göre liminal mekânlar, “normal” sosyal düzenin görülemediği; üzerine tam olarak kimlik verilememiş; kategorileştirmeye direniş gösteren; belirsiz ve muğlak olan mekânlardır. Liminal mekân yaklaşımı ile Delanty’in kozmopolitan mekân anlayışının kaynaştırılması coğrafyada mevcut mekân anlayışını daha da zenginleştirecektir. Zira daha önce belirttiğimiz gibi küreselleşme az ya da çok dünyanın her yerine sızmıştır. İnsanlar hiç olmadığı kadar birbirleriyle etkileşim halindedir. İnternet her geçen gün ulaşılamayan mekânlara ulaşmakta ve bireyleri farklı bakış açılarına ve anlam dünyalarına bağlamaktadır. Bu nedenlerle günümüz mekânları önemli oranda liminal bir özellik göstermektedir. Kozmopolit anlayışta ise farklı olanı anlamak, kendi konumunu sorgulamak ve ortak noktaları bulmaya çalışmayı içermektedir. Liminal mekânların kozmopolit bir anlayışla desteklenmesi yeni mekânsal gerçeklikleri de ortaya çıkaracaktır. Hem bireyler hem toplumlar hem de mekânlar kozmopolit olabilir. Örneğin, ünlü futbolcu Mesut Özil bir röportajında Almanlar için yeterince Alman; Türkler içinse yeterince Türk görülmediğinden yakınmaktadır. Eleştirel kozmopolitan anlayıştan yola çıkarak bu durumun en ufak bir sorun teşkil etmediğini söyleyebiliriz. Mesut Özil kendini tanımladığı sürece her Alman kadar Alman her Türk kadar Türk kimliğine sahiptir. Ne daha az Alman ne daha az Türk’tür. Nitekim  “iki kalbim var. Biri Alman, diğeri Türk” diyerek kozmopolitan kimlik ve mekân anlayışının bir örneğini teşkil etmektedir. Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta kimsenin kimliğini sorgulamak değil; aksine kozmopolitan bakış açısından bireylerin aynı anda farklı etnik, kültürel ve mekânsal kimliklere diğerleri kadar sahip olabileceğini belirtmektir. Benzer şekilde göçmenler de aynı anda kendi ülkeleri ve çalışmakta olan ülkelere bağlılık besleyebilirler. Kimlikler tek mekânla eşlenmek zorunda değildir. Aynı anda iki ya da daha fazla mekâna bağlılık hissedebiliriz. Bu durum bireyleri ilgili mekânın “daha eksik” ya da “daha fazla” üyesi yapmaz. Sonuç olarak, coğrafyada eleştirel kozmopolitan mekân anlayışının benimsenmesiyle değişen mekânsal gerçekliklerin daha doğru bir şekilde aktarılacağını ve bu yaklaşımın mekânsal örüntülerin ortaya çıkarılmasına katkı sağlayacak önemli teorik bir çerçeve olarak görmekteyiz.

KAYNAKLAR

Agnew, J. (2011). Space and place. In J.A. Agnew & D. Livingstone (Eds.), Sage Handbook of geographical knowledge. London: SAGE.

Appiah, K.A. (2006). Cosmopolitanism: Ethics in a world of strangers. New York: Norton.

Beck, U. (2006). The Cosmopolitan Vision. Cambridge: Polity

Bilgili, M. (2020). Coğrafyada Mekân Felsefesi Üzerine Yaklaşımlar. International Journal of Geography and Geography Education , (41) , 88-102.

Castells, M. (2015). Networks of Outrage and Hope. Wiley.

Castells, M. (1996;2010). The Rise of the Network Society (1996; 2010, 2nd edn. Blackwell, Oxford.

Coe N. M., Kelly, P. F. & Yeung, H. (2019). Economic Geography. 5th Edition.Wiley Blackwell.

Cresswell, T. (2012). Geographic Thought: A Critical Introduction. Hoboken: Wiley.

Delanty, G. (2006). The Cosmopolitan Imagination: Critical Cosmopolitanism and Social Theory, The British Journal of Sociology 57(1).

Giddens, A. (2012). The Consequences of Modernity . Wiley.

Günzel, S. (2012). “Space and Cultural Geography.” Travelling Concepts for the Study of Culture. Eds. Barbara Neumann and Ansgar Nünning. New York – Berlin: De Gruyter.

Harvey, D. (1996). Justice, Nature and the Geography of Difference, Blackwell, Oxford.
Massey, D. (2005). For Space. London: Sage.

Peet R. (1998). Modern Geographical Thought (Blackwell, Oxford).

Sayer, A. (1992). Method in Social Science. London: Routledge.

Sayer, A. (2000). Realism and Social Science. London: Sage.

Smith, N. (1991). Uneven Development: Nature, Capital, and the Production of Space, Blackwell, Oxford.

https://www.bbc.com/turkce/spor-44919940

[1] Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi

     Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi