GELİŞEN DÜNYA’NIN DEĞİŞEN İKLİMİ
Berkay YILMAZ [1]
Küresel ısınma veya soğuma diye tabir ettiğimiz durum teknik olarak var olan gazların artışı ya da azalışına bağlı olarak sıcaklığın değişmesidir. Bu konu bakımından ortaya çıkan durum eğer küresel boyutta bir sıcaklık artışıysa bundan küresel ısınma diye bahsedebiliriz. Genel tabiriyle atmosfere salınan gazlar (sera gazları) dünyanın atmosferinde kalarak buradaki partiküller tarafından tutulur ve bu bağlamda sıcaklığın atmosferden dışarı çıkmasını engeller. Bu olayı ilk çözümleyen kişiler Joseph Fourier ve Svante Arrhenius olmuştur. Zamanla sağlanan sıcaklık burada hapsolur ve sera etkisi dediğimiz etkiyi yaratır. Dünyanın her yerinde yıllar boyunca etki eden sıcaklıkların artışına verilen isimdir. Peki… Bu neden gerçekleşiyor? Daha önceki yıllara bakıldığında dünyanın oluşumundan bu yana elde ettiğimiz verilerce gözlemlenen şey odur ki iklim değişikliği dünyanın oluşumundan günümüze kadar var olan bir süreç. Bunun geçmişteki izleri gerek ısınma yönlü olsun ki buna verebileceğimiz en güzel örnek Permiyen yok oluşu. Bu yok oluş Sibirya’da bulunan volkanların yüzbinlerce yıldır patlayıp atmosfere yaymış olduğu sera gazından dolayı denizlerdeki yaşamın %90 ını yok etmesidir. Aynı şekilde havaya salınan zehirli sülfür gazları geri kalan canlıların boğularak ölmesine sebep olmuştur… Ordovisyen yok oluşu ise Permiyen’den tam 200 milyon yıl önce oluşan bir olaydır. Bu olayda gezegendeki karbondioksit gazı miktarının çok düşmesi sonucu atmosfer hızla soğumuş ve hızlı bir şekilde buzul çağı başlamıştır. Bu buzul çağı binlerce yıl sürmüş ve kara canlılarının %85 i bu süreçte yok olmuştur. Dünyada bunun gibi birçok yok oluştan sonra en sonuncusu Kretase’de meydana geldi. Günümüzden 200 milyon yıl önce ise Trias döneminde bir göktaşı ani iklim değişiklikleri meydana getirmiş, buna ek olarak volkanik etkilerin artışıyla Trias yok olmuştur. O zamanlardan bu zamana birçok iklim değişikliği meydana geldi. Bu iklim değişikliğinden dünya ne kadar kurtulmayı başarmış olsa da yaşayan canlılar için aynı şey maalesef mümkün değildi. Aynı küresel ölçeğin, benzer sonuçlar getireceğini var sayarsak insanların da bir zaman sonra tarihe karışacağı hiç kuşkusuz mümkün olacaktır. Son yaşadığımız buzul çağlarında ise karbondioksit miktarı hızlıca arttı ve okyanuslar tarafından soğurulan bu gaz buzul dönemlerini başlattı. Son buzul döneminden günümüze kadar geçen süreçte iklim salınımları olsa da her hangi bir tehlikeyi meydana getirmedi. Lakin şu anda günümüzde bu denli bir olayın mevcut hale gelmesi canlı yaşamını bir hayli tehdit ediyor.
Dünya’da canlı olması için kalker ve kil olmalıdır. Karbonatlı kayaçlar olmasaydı dünyadaki sıcaklığın 700oC olması beklenirdi. Bu durum karbonatlı kayaçların önemini gayet iyi açıklıyor olsa gerek. Diğer bir yandan en çok karbondioksit tutan yapılar mercanlardır. Mercanlar küresel ısınmayı kontrol eden önemli yapıtaşlarından bir tanesidir. Algler de bu konuda en iyi olmayı sürdürmeye devam eder. Bu yandan bakacak olursak dünya teknik olarak kendi kendini zaten korumaya almış durumda. Kayaçlara geri dönecek olursak dünyayı tehdit eden zararlı gazlar asit yağmurlarına sebep olur. Bu yağmur türü CaCO3 dediğimiz kalsiyum karbonatın birikmesine mani olur. Bu engelleyiş gerek verimli topraklar bakımından gerek canlılar bakımından birçok verimliliğin elimizden gitmesine yol açar. İklimin değişmeye başlamasıyla beraber permafrost topraklar çözünmeye başladı ve hemen ardından turbalıklar çözülmeye başladı. Bu duruma genel olarak baktığımızda ise dehşet bir metan gazı salınımı olduğunu görebiliriz. Son 5 yıl içerisinde (2015-2020) son 140 yılın en sıcak yılları yaşandı. Antartika’da 1990’dan beri 3 trilyon ton buz eridi. Bu eriyiş şu anki deniz seviyesini 8 mm yükseltti. Bu durum böyle devam ederse ve kıta buzullarının tamamı erirse bu durumda 60 metre civarında bir yükseliş meydana gelecek. Grönland’ın erimesi demek deniz seviyesinin 7 metre yükselmesi anlamına gelir. 60 metre suyun artışı demek Avrupa’nın batı yarısını kaybetmek demek… 60 metre artış demek İstanbul’un büyük bir kısmının, dünya adalarının çoğunun sular altında kalması, burada bulunan bütün türlerin boğularak ölmesi ardından insanlar için büyük göç toplulukları halinde kademeli göç alanlarının oluşturulması demektir. Bir yandan da eriyen buzullar suları ağırlaştırarak karaya yaptıkları baskıyı arttıracak bu da östatik harekete sebep olacaktır. Ayrıca buzulların eriyerek denize ulaşırken taşıdıkları sedimanlar denizi doldurarak ek bir baskı yaratacak bu da östatik hareketlere dahil olarak buzul altında kalan morfolojik taban seviyesini yükseltecektir. 1980’lerde bilim adamları Hawaii’de bir ölçüm yeri kurdular o zamandan bu zamana ölçüm yaptılar ve bu ölçümlerin sonunda atmosferdeki karbondioksit seviyesi 411ppm (part per million) olarak ölçüldü. Bu elimizdeki kayıtlara göre Dünya’nın geçmişinden bugününe görmediği bir durum. Bazı bilim adamlarına göre bu artış devam edecek ve 2100 yılına gelindiğinde 1000ppm olacaktır. Bu durumun gelişip gelişmemesi önümüzdeki yıllarda karbon emisyonuyla birlikte atmosfere ne kadar sera gazı salacağımızla doğru orantılı bir şekilde değişiklik gösterecektir.
IPCC raporu 8 Ekim 2019’da ayınlandı. Bu 900 sayfalık raporda dünya iklimi ve 1.5°C sıcaklık artışının durumu konuşuldu ve yapılması gerekenler listelendi. Ancak tüm ülkeler bu durumu imzalasa ve harfiyen uygulasa bile yapılması gereken şeyler 2010 yılına ait karbon emisyonu seviyesinin yarısına indirilmesi ve 2030 yılına kadar bu emisyonun 0 durumuna getirilmesi açıklandı. Bu durumda bile en az 2°C sıcaklık artacak ve sabit kalacak. 2050 yılına bu senaryo ile girilmesi bekleniyor. Ancak nüfus artışı durmaksızın ilerlerken tüketim miktarının daha da artması bu sonucun mümkün olamayacağını gösteriyor… Şu an ne yaparsak yapalım 2030’da sıcaklık 1°C artmış olacak. Geçmiş buzul dönemlerinde 6°C soğuma buzul seviyelerini Karadeniz’e indirmekle kalmamış Karadeniz kuzeyinde ortalama kalınlığı 3000 metre olan buz tabakaları yerleşmiştir. Bu olaydan sonra 18.000 yıldır dünyada bu tarz bir iklim salınımı görülmedi fakat 1750 yıllarında kömürün keşfedilmesi ve buna bağlı olarak sanayi gibi alanlarda tüketilmesiyle dünyadaki karbondioksit miktarı hızlı bir artışa geçti. Bundan tam 100 yıl sonra 1850 de bu durumun farkına varıldı. Bu durum bazı yerlerde çok yoğun kuraklıklar meydana getirirken bazı yerlerde buzullaşma, şiddetli fırtınalar hüküm sürdü. 2100 yılına gelindiğinde ise en iyi ihtimal 20 cm en kötü ihtimal ile 1 metreyi bulacak deniz seviyesi artışı görülüyor.
Küresel iklim değişikliği ile ilgili olarak alınan tarihi veriler ise genellikle buzullardan elde edilen karotların içerisinde bulunan eskiden kalmış hava parçacıkları iyonlarına ayrılıyor ve bunların katmanların hangi kısmında olduğuna bakılarak yılları, iyon miktarlarına bakılarak da içerisinde bulunan karbondioksit oranları hesaplanır ve milyon yıllardan günümüze veriler elde edilmiş olur. Bir diğer sistem insanlık tarihinde tutulan tarihi kayıtlardır. Bir yerde tarım sorunu yaşandığında farklı felaketler oluştuğunda not alınmış ve bu kayıtlara geçirilmiştir. Gerek jeolojik kayıtlar gerekse matematiksel modellerden tutun güncel ölçümlerle hazırlanan senaryoların gerçekleşme olasılığı çok büyük bir ihtimaldir.
BMHIP, 44 ülkeden uzmanların katılımıyla 1200 sayfalık bir rapor oluşturuyor. Rapor, küresel ısınmayı gelecek 20 yıl içinde 1.5°C artışla sınırlayabilmenin, ısınmanın çevre ve canlı yaşamı açısından, genel ekolojik denge üzerindeki olumsuz etkilerini zamanla geri çevirebilme, onarabilme açısından ne kadar yaşamsal bir öneme sahip olduğunu sergiliyor. Gezegenin ekolojik dengesi o kadar hassas ki, küresel ısınmada 0.5°C fark adeta yaşamla ölümü ayıran bir çizgi oluşturuyor. Sıcaklık artışı 1.5°C ile sınırlı kalırsa böcek türlerinin %6’sı, bitkilerin %8’i, omurgalı canlıların %4’ü yaşam alanlarının yarısından fazlasını kaybedecek. Eğer sıcaklık artışı 2°C’ye ulaşırsa bu durum adaptasyon sınırlarını zorlayacak ve oranlar daha fazla artış gösterecektir.
Deniz suları da ayrı bir etken yaratmaktadır. Deniz suyundaki sıcaklık değişmeleri (Şekil 1) Bu olay teknik olarak baktığımızda deniz üstü ve denizin altından giden akıntılar genel olarak ters istikamette hareket ederler. Eğer ki üst ve alt katmanlardaki sıcaklık farkları düşerse bu durum stabilize olur ve akıntı yavaşça durmaya başlar. Geçmişte bu olaylar yaşandığında buzul devirlerini tetikleyici faktörler olarak karşımıza çıktı. Bununla birlikte bu akıntılar, örneğin Gulf Stream gibi belirli bölgelerin iklimini muazzam derecede iyileştirerek yaşanılabilir ortamlar sağladı. Ancak günümüzde durumlar tam tersi halinde ilerlemektedir ki Kuzey Atlantik akıntısı soğumaya başladı bile… Bu soğuma Amerika’nın doğu kısmını eskisi gibi ısıtmıyor.
Küresel ısınmada özellikle son yıllarda görülen hızlı artışın küresel tehdit boyutuna ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu sorunun önümüzdeki yıllarda da kendini önemli ölçüde hissettireceğine dair kesin gözüyle bakılmaktadır. Volkan etkileri ile birleşik solar değişim etkisi olarak bilinen doğaüstü gelişim süreci 1950 öncesindeki endüstriyel gelişim evresinden önce muhtemelen çok düşük bir ısınma etkisine sahipti. Bu olay 1950 ve sonrasında düşük bir soğuma etkisine neden olmuştu. Bu temel yorumlar Dünyada en az 30 bilimsel topluluk ve gelişmiş ülkelerin ulusal bilim akademileri tarafından da desteklenmiştir. Bazı bilim adamları tarafından aksine yorumlar getirilmiş olmasına rağmen iklim değişikliği uzmanlarının çoğu belirtilen kararlar çerçevesinde birleşmiştir.
Birçok uluslararası çalışmanın sonuçları okyanus ve denizlerde su sıcaklığındaki yükselmelerin neden olduğu değişikliklerin yanı sıra diğer parametrelerdeki değişikliklerin de dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Bunlar:
- Organizmaların kabuk yapma yeteneklerini engelleyen asidifikasyon gibi okyanus kimyasındaki değişiklikler
- Popülasyon dinamiğini etkileyen okyanus döngüleri
- Okyanus yüzeyine ışık nüfuzunu etkileyen bulut örtüsü ve deniz buzundaki değişiklikler
İklim alt üst olurken Avrupa ve Kuzey Amerika’da şiddetli kışlar, Musonlarda çok şiddetli yağışlar hüküm sürecek. Bunu söylerken akıllarda şu soru kalabilir “ Hani küresel ısınma vardı? Neyin kışından bahsediliyor?” bu söz aslında kelimenin yanlış anlaşılmasından kaynaklı. Küresel ısınma dediğimiz şey aslında küresel iklim değişikliği diyerek tabir edilmelidir. Bu iklim değişikliği belirli yerleri aşırı kuraklaştırırken belirli yerleri aşırı yağış ve fırtınalara maruz bırakacaktır. Peki bu nasıl oluşacak? Bunun sebebi su döngüsünün ısınmayla birlikte felaket bir şekilde hızlanması. Su döngüsü hızlanırsa buharlaşma inanılmaz bir şekilde artacak bu artıştan dolayı bulutlar yoğuşacak ve bulunduğu yere bolca yağmur getirecek. Aslında normal şartlar altında her yerde yağış kar şeklinde düşer. Fakat kar aşağı kadar düşerken hava durumuna göre eriyerek yağmura dönüşür. Bu durumda sürekli olarak bir yağış rejimiyle karşı karşıya geleceğiz. Bu yağışların su sıkıntısını da meydana getirmesi trajikomik bir olay. Biz aslında barajlarda biriktirdiğimiz temiz suyun büyük bir bölümünü karların erimesinden alırız. Ortada kar yoksa oluşan yüzey akışı yağmurların olduğu dönem için sadece birkaç ay boyunca su varlığı fazla geri kalan aylar için ise aşırı kurak bir şekilde geçmesini sağlayacak. Ayrıca Türkiye gibi kurak bölgelerde bu durum iyice ilginçleşip “virge” dediğimiz yağış türüyle karşılaşacak. Aslında baktığımızda bu tam bir yağış değil. Bu yağmurların çok ince bir halde yağmasından sonra yere ulaşmadan buharlaşması olayı. Yağmur yere ulaşmadan buharlaşırsa ortamdaki kararlı hava birden kararsızlaşıp aşırı soğumalar meydana gelir ve buna bağlı olarak etrafta toz varsa ki kurak bölgelerin sıkıntısı budur bu tozları dehşet bir şekilde aktive edip toz fırtınaları oluşturacak. Bu fırtınalar bitmek tükenmek bilmeyen bir hal alacak maalesef. En iyi çözüm yüzey akışını durdurmak yerine yeraltı sarnıçları oluşturup suyu buralarda depolamaktır. Bu depolama tarzı geçmişten beri yapılıp suyun kalitesini ve içinde bakteri oluşmasını bir hayli yükseltse de içilecek su bulmak için yapılacak şeylerin çok kısıtlı olmasından dolayı alınabilecek yüksek riskli kararlardan biridir. Bu karar gösteriyor ki su sıkıntısının yanı sıra su kalitesinde de büyük bir eksiklik çekeceğiz. Ayrıca bulut oluşumunun meydana gelmesi, sürekli bir bulut varlığının oluşması sonucunu doğurması ve güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşmasını engellemesi demek. Havada aşırı bir bulut yoğunluğu varsa bu bulutlar güneşten gelen ışımaları tekrar geri yansıtmaya çalışacaktır. Bulutların içinden geçmeyen güneş ışınları yeryüzüne ulaşamazsa bunun arkasından buzullaşmalar gerçekleşecek ve bu buzulları eriten bir sistem ortadan kalkacak. Milyonlarca yıl bu devam ettikten sonra su döngüsü yavaşlamaya başlar ise bulutlar yavaş yavaş ortadan kalkar ve buzları eritmeye başlarsa anca o zaman bu buz devri dediğimiz olaydan kurtulur ve iklim şekillerinin normale dönmesini sağlar. Aynı zamanda bir araştırmaya göre Kuzey Atlas Okyanusu’nda sular soğudukça Güney yarımkürede okyanus ısınıyor. Buna “Terevalli” etkisi denir. Bu ısınma güneydeki buzul tabakalarını eritiyor olabilir.
Bir diğer teoride buzullar eridikten sonra meydana gelecek olan başka bir felaketle alakalı. Bu felaketin ana teması buzullar eridikten sonra milyonlarca yıl önce buzulların altında kalan bakterilerle alakalı. Bu bakteriler buzulların erimesiyle birlikte deniz suyuna karışacak. Bu karışma su döngüsüyle beraber yağmura dönüşecek ve akarsulara oradan göllere ve içme suyu olarak evlerimize gelecek. Bu döngüye baktığımızda ise bakterilerin içme sularına karışma tehlikesi ile birlikte yeni hastalıkların oluşma tehlikesi oluşmaktadır. Senaryolardan bir diğeri de bununla ilgilidir ki havaların ısınmasıyla birlikte Afrika’da bulunan böcek türü canlıların üremesi kolaylaşacak ve bununla birlikte bir sürü hastalık ortaya çıkacaktır. Tahminlere bakacak olursak iklim değişikliğinin ardından gelişecek bu olay bir milyondan fazla insanın sıtma hastalığından dolayı öleceğini göstermektedir. Bununla birlikte su konusuna dönecek olursak insanın bir numaralı yaşam kaynağı olan suda eğer böyle bir durum olur ve teknoloji bunun üstesinden gelemezse önümüzdeki binlerce yıl sonrasında insan ırkı dünyada varlığını daha fazla sürdüremeyecek ve tamamen ortadan kalkacaktır. Bu dünyanın kendini devam ettirme şekillerinden biridir aslında.
Türkiye’yi Neler Bekliyor?
Ülkemizdeki iklim değişikliği durumu bir hayli karışık. Son 10 yıldır bakacak olursak kimi yerlerde fırtınalar, hortumlar oluşurken kimi yerlerde kar yağışı görülmüyor, şiddetli kuraklıklar meydana geliyor. Bu farklı iklimler yaşanırken ortaya çıkan sonuç gözle görülür bir şekilde Türkiye’nin hem tarımsal, hem sanayi sıkıntılarına yol açacak. Bu iklim değişikliği tarım ürünlerinin yetişmesine zorluk çıkartırken ülkede bulunan tarım mahsulleri çok su harcamasıyla birlikte hem bu ekilen ürünler çok az kazanç sağlıyor hem de ülke olarak sanal su açığı vermemize yol açıyor. Bu ne demek? Sanal su; bir ürünün hammadde aşamasından mamül aşamasına kadar üretimi tamamlanırken harcanan su miktarına denir. Avrupa ülkelerine baktığımızda yüksek kaliteli mal üretip yüksek fiyatlardan bu ürünleri satarak sanal su açığını bütçe açısından kapatıyor. Konumuza dönecek olursak yetiştirdiğimiz 1 kilogram buğday beraberinde 1300 ton suyu kendi bünyesinde harcıyor. Diğer ürünler için bir dilim buğday ekmeği için 40 litre, 1 kilogram pirinç için 3400 litre, 1 porsiyon pilav için 100 litre, 1 kilogram mısır veya patates için 900 litre, 100 gramlık bir portakal için 50 litre, bir bardak portakal suyu için 150 litre, 1 litre süt için 1000 litre, 1 kilogram peynir için 1000 litre, 1 kilogram biftek için 15500 litre, bir çift ayakkabı için 16600 litre… Bu hesaplar bu şekilde devam ederken tahıl ihracatı ve benzeri ürünleri ihraç ederken kârdan çok zarara sebep oluyor. Aslında ülkeler bizden bunları ithal bir şekilde alırken kendi sanal su bütçe açıklarını kapatmaya yönelik çalışmalar yapıyor ve kendi kullandıkları suyu ileri teknoloji ürünleri üretmek için kullanıyor. Bu durumda sattığımız ve aldığımız kaynaklar hem normal bütçe açığı için yetersiz kalıyor hem sanal su açığını bir hayli fazla arttırıyor. Bazı ülkeler geleceklerini düşünüp ( Japonya-Çin vb) su kıtlığı yaşamazken bunu düşünüp bu tarz harcamalara ithal etmeyi daha mantıklı bulur ve etik olmayan ama akılcı bir şekilde bu ithalatlarını sürdürür.
Karadeniz’e baktığımızda ise bugünkünden daha fazla fırtınalar, sağanak yağışlar ve sellerle mücadele etmek zorunda kalacak. Bunun yanı sıra kar yağışlarını etkileyecek ve buna bağlı olarak yüzeysel su akışları artacak ve su depolanamayacak ve ilk birkaç ay ne kadar bol su alırsak geri kalan aylarda o kadar susuzlukla mücadele edeceğiz. Karadeniz’in altında bildiğimiz gibi devasa bir metan gazı oluşumu var ve suyun basıncı sebebiyle bu metan gazı orada ülkemizi tehdit etmeyi sürdürüyor. İklim değişikliği ile birlikte meydana gelecek olan doğal afetler Karadeniz’in altındaki metan gazını yüzeye çıkartarak çevresindeki büyük bir alanı zehirleyebilir. 250 milyon yıl önceki yok oluş bir meteor düşmesi veya volkanik patlama sonucu değil, o zamanki Pasifik Okyanusu’nun Karadeniz gibi oksijensiz kalmasından kaynaklanmıştır.
Dünyayı bu kadar akılsızca kullanan bir canlı sınıfına bu denli olayların başına gelmesi tahmin edilmesi zor bir son değildir. Elbette ki dünya insanlar tarafından akılsızca kullanışının kendisine zarar verilmesini bir yerde durdurup bunun üstesinden geleceğini unutmamak gerekiyor. Dünya defalarca bu tarz olayların daha kötülerini yaşadı ve hepsinin üstesinden geldi lakin yaşayan canlılar için aynı şeyi söylemek çok zor…
Kaynakça
Anonim. (2004). Küresel Tehdit. National Geographic, 10-12.
Ardel, A. H. (1973). Klimatoloji. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Demirsoy, A. (2020, 02 15). Küresel İklim Değişikli. (B. Yılmaz, Röportaj Yapan)
Dönmez, Y. (1979). Umumi Klimatoloji ve İklim Çalışmaları. İstanbul: İstanbul Yayınları.
Erdoğan Sağlam, N., Düzgüneş, E., & Balık, İ. (2008). Türkiye İçin Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Dergisi, 90-94.
Erol, O. (2004). Genel Klimatoloji. İstanbul : Çantay Yayınevi.
Kazakoğlu, C. (2015, 10 30). 10 Grafikte BM İklim Değişikliği Konferansı ve Türkiye. Türkiye.
Türkeş, M. (2016). Genel Klimatoloji. İstanbul: Kriter Yayınları.
[1] Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Lisans Öğrencisi