PERMAKÜLTÜR VE EKOLOJİK YAŞAM ÜZERİNE: OYA AYMAN
Engin KAHYAOĞLU[1]
Permakültür’ün sözlük tanımı “doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken sistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanması” olarak geçer. Bunu biraz daha açmak gerekirse; permakültürde, bizim basitçe “bahçe ” olarak adlandırdığımız yapının içerisindeki elemanların birbiriyle nasıl etkileşim içinde olduğu ve bu elemanları insan etkisiyle, sadece ekin kazancı amacıyla değil, birbirine bağlı ve daha verimli bir şekilde nasıl işleyebileceğimizi inceliyoruz. “Ekin yetiştirmek ” terimi permakültürde, normal tarımda olduğu gibi bir tarla boyunca ekin ekmek demek değildir. Bitkinin büyümesi için hangi besin kaynaklarına ve ne kadar suya ihtiyacı olduğu gibi sorulara efektif cevaplar arayarak; bunlar için kompostla verimli toprak ya da sulama istemleri geliştirmek gibi sürdürülebilirliği esas alan çözüm üretme süreçleri permakültür’ün özünü oluşturur. Yani Permakültür’de amaç, sadece doğanın insana ürün sağlaması değil, insanın doğanın sistemine ayak uydurarak ve sunduklarını en iyi şekilde değerlendirerek bundan yararlanmasıdır.
Bu kısa tanımlamanın ardından sizleri Türkiye’de ekolojik okuryazarlık, sürdürülebilir insan yerleşkeleri tasarımı, doğa dinamiklerine dair farkındalık ve “Permakültür” alanlarında kafa açıcılık sağlayacağını düşündüğüm; gazeteci, yazar, editör, aktivist, belgeselci ve Buğday Derneği’nin kurucu üyelerinden Oya Ayman ile yaptığım röportaj ile başbaşa bırakıyorum.
* Oya Ayman kimdir? Kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul’da doğdum ve 48 yaşıma kadar İstanbul’da yaşadım. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okurken, 19 yaşımda medyada çalışmaya başladım. 30 yıl boyunca çeşitli gazete, dergi ve TV kanallarında; muhabirlik, editörlük, haber ve belgesel programı yapımcısı, yönetmeni, muhabiri olarak çalıştım. Hâlen Atlas Dergisi ile bazı internet gazetelerine yazılar yazıyorum. 22 yıldır, Türkiye’nin ekolojik yaşam hareketinde öncü hareketlerden biri olan Buğday Hareketinde yer alıyorum. Kurucuları arasında yer aldığım Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin Koordinasyon Kurulundayım, aynı zamanda iletişim ve yayınlar süpervizörü olarak gönüllü çalışıyorum. Altı yıl önce doğduğum şehir olan İstanbul’dan ayrılarak İzmir’in bir dağ köyü Marmariç’e yerleştim ve altı yıldır burada tıbbi aromatik bitkiler ile yaz sebzeleri yetiştiriciliği yapıyorum.
Fotoğraf: Oya AYMAN
* Latin Amerika’ya yolculuğunuz ve daha sonra Buğday Derneği’nin kuruculuğuna giden Türkiye’deki ekolojik örgütlenme ve yayın süreciniz şu anda Marmariç’teki yaşam biçiminizi nasıl şekillendirdi?
Yaşadığımız her deneyim bizi bir sonraki seçimlere ve deneyimlere hazırlıyor. Güney Amerika seyahati banakeşif ve sınırlarımın ne kadar geniş ve esnek olabileceğini gösterdi. Yaşamda sonsuz alternatif olduğunu, seçimlerimizin yaşamı şekillendirdiğini… Döndüğümde, artık “haber merkezinde sürekli zamanla yarışarak ama hayatı kaçırarak çalışmayı bırakmaya” karar vermiştim. Bu seçim bana, dünyayı dolaşarak belgeseller yapma fırsatını elde ettiğim “Haberci” adlı haber-belgesel programında çalışmamı sağlayan kapıyı açtı. O belgeselleri yaparken ait olma ve gezip gördüğüm yeryüzü için bir fark yaratma, fayda sağlama duygusuyla doldum. Bu duygu, Bodrum Buğday Restoran’da Buğday hareketinin kurucusu Victor Ananias ile tanışmamı sağladı. Bu tanışma bana ”Gezegenin hayrına ne yapabilirim?” sorusunun yanıtını bulmama vesile oldu ve 22 yıldır Buğday Dergisi ve Derneğinde gönüllü olarak ekolojik yaşamın yaygınlaşması için çalışıyorum. Kendi yaşamımda bir yandan ayak izimi küçültüp sadeleşmeye çalışırken diğer yandan da deneyimlerimi mümkün olduğunca çok insanla paylaşmaya çabalıyorum. En önemlisi de bu seçimleri yapabilecek gücü bulabildiğim için şükrediyorum.
* Permakültür nedir sorusuyla çok karşılaştığınızı tahmin ediyorum. Ana akımda popülerlik kazanan ‘kentten kaçış’ retoriğine karşı, “permakültür ne değildir?” diye sorsak?
Permakültür bir tarım yöntemi değildir. Permakültür sadece kırsalda uygulanan bir tasarım yöntemi değildir; kentte, kasabada nerede olursanız olsun permakültürü bir tasarımı felsefesi olarak hayatınıza geçirebilirsiniz.
* Bu yerleşkede belki de permakültür fikri öncesinde birbirini hiç tanımayan insanlarla bir arada yaşıyorsunuz. Herhangi bir planlama ya da iş yürütme sürecinde topluluğunuzda fikir ayrılıklarına düştüğünüz oluyor mu? Eğer oluyorsa bunu nasıl çözüme kavuşturuyorsunuz?
Birbirini tanıyan insanlar, iyi bir arkadaş grubu tarafından kurulmuş bir yerleşkede yaşıyorum. Yani permakültürü benimsemeden önce henüz İstanbul’dayken de hepimiz birbirimizi tanıyorduk. Permakültür fikrinin benimsenmesi, bu arkadaş grubunun sade bir yaşam için buraya yerleşmelerinden sonra oluyor. Yaşam ve insanlar gibi Marmariç de yıllar içinde değişti ve dönüştü. Yeni gelenler, ayrılanlar, evlenenler, boşananlar, çocukları olanlar, çocukları büyüyenler… Yerleşme kararının verilmesinden 16 yıl sonra bugün Marmariç’te 3 hanede yaşayan, 6 kişiyiz. Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü’nün merkezi ise Urla’ya taşındı. Ağırlıklı olarak ekonomik nedenlerle ortak üretim ve ortak mülkiyet geçmişte kaldı. Şimdi hepimiz kendi işimizde, gücümüzde, iyi komşular olarak hayata devam ediyoruz. Ancak bazı alışkanlıklarımız sürüyor; zaman zaman birlikte sofraya oturuyor, köye gelen ortak arkadaşlarımızı ortak alanda birlikte ağırlıyoruz. Odun kullanımı, hayvanların bakımı, alet-edevat gibi gibi paylaşımlar devam ediyor. Son olarak Covid-19 ile birlikte herkes eve kapanınca gıda üretiminde Marmariç’ten ben ve iki arkadaşım ile yakındaki Çınardibi Köyü’nden iki arkadaşımızla birlikte gıda toplulukları için, Topluluk Destekli ortak üretime başladık. Bu yıl yaz sebzelerini de ortak üretiyoruz. Elbette fikir ayrılıklarımız oluyor. Ama kimse kimsenin işine müdahale etmeyip, özel alanına ve yaptığı işe saygı gösterince hır gür çıkmıyor.
Önemli olan herkesin bir diğerinin nereye kadar esneyip, sınırlarını ne şekilde çizdiğine vakıf olması ve buna anlayış göstermesi… Sanırım birbirimizi artık iyi tanıyoruz. Anlaştığımız konularda ortak oluyor, anlaşamadığımız konularda da ortaklık kurmuyoruz.
* 2016’da Permakültür Tasarım Eğitimi’ni almak için bir grup arkadaşımla Marmariç’e geldiğimizde aynı zamanda arazide çalışarak yardım edecek ve günlük işleri üstlenecek gönüllüleri misafir ediyordunuz. Gönüllülükle başlayan iletişiminizin kopmadığı ve daha sonra kendi ekolojik çiftlik arazilerinde uygulamalara başlayan ya da başka bir topluluğun üyesi olmuş kişiler oldu mu?
Marmariç’e gönüllü olarak gelen 6 aydan-6 yıla kadar sürelerde burada kalıp farklı bir yaşam biçimini deneyimleyen çok sayıda insan oldu. Hatta gönüllü olarak çalışan Danimarkalı arkadaşlarımızdan biri, burada yaşayan bir arkadaşımızla evlendi. Şimdi Ankara’da yaşıyorlar. Gönüllü olarak gelenlerden bazıları ile hala yazışıyor, görüşüyoruz. Bazıları kırsalda kendi üretim sistemini kurdu, bazıları bir köy ya da kasabada sakin bir yaşamı tercih etti, bazıları da kente dönüp hayata kaldıkları yerden devam ettiler.
* Bize TaTuTa’dan biraz bahsedebilir misiniz?
TaTuTa Ekolojik Çiftliklerde Gönüllü Çalışma, Tecrübe ve Bilgi Takası sistemi, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından 2003 yılından beri yürütülüyor. Hâlen Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki 100 kadar ekolojik çiftlik, gönüllü kabul ediyor. TaTuTa sistemi sayesinde pek çok kentli toprakla, gıda üretimi ve yaban hayatıyla etkileşiyor ve pek çok üretici de gönüllü çalışma desteğinin yanında sosyal anlamda da destek alıyor.
TaTuTa aynı zamanda bütün dünyada ekolojik çiftliklerde gönüllü çalışma programı ağı olan WWOOF’un da Türkiye ayağı. Yani Türkiye’deki çiftlikler WWOOF kanalıyla hem Türkiye’den hem de yurt dışından gönüllü kabul ediyor. www.tatuta.org
* Arazinizin kullanımında deneysellik ne gibi bir önem taşıyor? Marmariç’in doğası gereği deneme yanılma yoluyla ilerlediğiniz projeleriniz oldu mu?
İnsan çiftçi bir aileden gelmiyorsa kırsalda toprakla ilgili yaptığı her üretim bir şekilde deneysel olmak zorunda. Kitaplarda yazılanlar ya da başkalarının deneyimlerinden öğrendikleriniz bir yere kadar işe yarıyor. Ancak sizin bulunduğunuz coğrafyadan verdiğiniz emeğe, kullandığınız tohumdan karar alma ve uygulama biçiminize göre her şey bir değişken ve bu da deneme alanlarınızı çoğaltıyor. Marmariç suyu az olan, kış ve yaz rüzgârları sert esen, toprağı çok da zengin olmayan bir coğrafya örneği, bu nedenle toprağı zenginleştirmek, su tutma kapasitesini artırmak, hem ev yaşamınızda hem de bahçede su kullanımı konusunda tasarruflu seçimler yapmak gibi pek çok değişkenle ilgili deneyim kazanmak yıllar alıyor. Mesela; ilk yerleşildiğinde 200’e yakın bodur elma fidanı dikilmiş ama büyük olasılıkla buranın yerel türü olmadığından ağaçlar kurtlanmıştı ve ne yaptıysak kurttan kurtaramadık. Sirke gibi katma değer ürünler yaparak değerlendirmeye çalıştık ama ürün giderek azaldı ve elma ağaçları kurumaya başladı. En sonunda ağaçlardan vazgeçtik ve o alanı yaz sebzesi yetiştirmeye başladık.
* Şu anda Marmariç’in geleceğine dair ön gördüğünüz değişimler var mı?
Bunu bilmek çok zor. Hele Covid-19’un herkesi belirsizliğe mahkum ettiği bugünlerde… Ancak şunu söyleyebilirim; pek çok insan Covid-19 ile birlikte gıdasını yetiştirmeye ya da yetiştirenle ortak olmaya, mümkün olduğunca kendine yeterli yaşamlar kurma fikrine eskisinden çok daha yakın.
* Bildiğimiz gibi toplumdaki çevreye, ekosistemlere ve bir arada yaşama kültürüne yönelik değer yargıları, çocuk yaşlarda okullarda verilmeye başlanıyor. Sizce bu değer yargıları başka nasıl ve nerelerde edindirilebilir?
Önce yetiştiğiniz ev ve ailem dediğiniz insanlardan edinilebilir. Çünkü eğitimde en önemli şey örnek olmak ve örnek almaktır. Kendi oğlumda da bunu gördüm. Yaptıklarım her zaman söylediklerimden daha etkili oldu. Arkadaş çevresi, yaptığınız bir spor ya da sanat varsa, o alandaki eğitmeniniz, koçunuz, oradaki arkadaş çevreniz de çok etkili oluyor. Mesela benim hayatımın en önemli kilometre taşlarından biridir; izcilik yıllarım ve o yıllarda yaptığımız kamplarda kurduğum dostluklar…
* 2015’te Cumhuriyet gazetesinde yazdığınız bir yazıda Kaz Dağları Buluşmasından bahsediyor, insanları doğanın tahribine karşı bölgeye sahip çıkmaya yönlendiriyorsunuz. Yakın geçmişte Kaz Dağları’nın ekonomik çıkarlar doğrultusunda talanının ivme kazanması basının ve geniş bir kitlenin ilgisini topladı ve bu sürece karşı duran bir irade ortaya çıktı. Bu ilginin sürdürülebilirliği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de doğal varlık tahribatı çok ciddi boyutlarda. Yasalar ve yönetmeliklerde ”kamu yararı” kavramı ekonomik kalkınmadan bağımsız bir şekilde, ekolojik sürdürülebilirlik bağlamında ele alınmalı. Aynı zamanda sürdürülebilirlik kavramı, ”su hakkı, toprak hakkı, yaban hayatı hakkı, insan hakkı” kavramlarıyla örtüşmedikçe çözüme de yaklaşmamız zorlaşıyor.
* Türkçeye çevrilmiş ya da yabancı dilde, genç okuyuculara ve başlangıç seviyesindeki permakültürcülere önerebileceğiniz basılı kaynaklar neler?
Yabancı dildekilere çok hakim değilim ama Bill Mollison’ın “Permakültüre Giriş” kitabı Türkçeye çevrildi. Aynı zamanda Yeni İnsan Yayınları ve Sinek Sekiz Yayınları’nın ekolojik serilerindeki kitapları takip etmelerini öneririm. Ayrıca Victor Ananias’ın “Yaşam Dönüşümdür” kitabı ile tüketimlerimizi azaltma konusunda kendimizi denemeye yönelik “Ekolojik Dönüşüm Rehberi” kitapları da ilginizi çekecektir.
[1] Koç Okulu Coğrafya Bölüm Başkanı
Coğrafya Eğitimi Derneği Üyesi